OTUZ SEKİZİNCİ BÖLÜM

2.1K 449 64
                                    

Sonraki günler veda gibiydi. 

Ailemle vakit geçirmediğim her an Ceren'in yanındaydım. Günlerimin mutlulukla geçmesine özen gösteriyordum. Bazen öyle bir ağlama isteği ile doluyordum ki gözyaşlarıma zor hakim olabiliyordum. Onlardan vazgeçmek kolay değildi ama ben kendi hayatımı, kendi isteklerimi yaşamak istiyordum. 

Bu ayrılışın sonunda kalbi kırılan ben olacaktım. Onlarsa beni hatırlamayacaktı bile. 

Bunu düşündüğüm her gece yastığım gözyaşlarımla sırılsıklam oluyordu.

On beş gün. Geçmez dediğim günlerin sonuna yaklaşıyorduk. Ceren akşam balkonda çay içmek için bize uğramıştı. Onunla ayaklarımızı korkuluklara yaslayarak o sırada turuncu ve kırmızıya boyanan gökyüzüne bakıyorduk. 

"Hayat ne kadar garip değil mi?" diye sorduğunda çayımdan son bir yudum almıştım. 

Gerçekten garip. "Neden öyle dedin?"

"Biliyorsun her zaman aşktan uzak durdum. Evlilik, çocuk gibi düşünceler bana uzaktı ama ne zaman onunla tanıştım. Her şeyi ister oldum. O olduğu sürece her şeye sahip bir kadınmışım gibi hissediyorum."

Gülümsedim. Bana baktığında gözleri aşkla parlıyordu. "Emre Mert için böyle hissettiğini bilmiyordum," derken gözleri yaşardı. "Bu kadar acı çekebileceğini anlamamıştım bile."

Sözleri birden kahkaha atmama neden oldu. Kaşlarını çatışından benim için endişelendiğini görebiliyordum. "Emre Mert için öyle hissettiğimi sanmışım ama Ceren o hissettiklerimin gerçek aşk olmadığına eminim."

Ceren'in endişesi yüzünden silindi ama yerini merak almıştı. "Buna nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?" diye sordu. 

Sessiz kalmak o an en doğru seçenek gibiydi. Gülümseyerek ona elimi uzattım. "Dostum olduğun için teşekkür ederim Ceren. Sen harika bir dostsun hatta çoğu zaman bir kardeş gibiydin benim için."

Ceren'in gülümseyen yüzü bir an durgunlaştı. "Neden veda eder gibi konuşuyorsun?"

Gözlerim yaşarırken elimi geri çekip yeniden gün batımına baktım. "Sadece teşekkür etmek istedim," dedim. 

"Bende teşekkür ederim," derken sesi titriyordu. Ne yapmak üzere olduğumu tahmin edemezdi ama sesinden az çok içine tuhaf bir hissin doğduğunu anlayabiliyordum. 

Gün batarken ikimiz sessizce oturup, güneşin dağların arasında kaybolmasını ve şehri karanlığa boğmasını izledik. 

Geniş çayırda, dizlerime gelen otların arasında yürürken çayırlığı sadece dolunay aydınlatıyordu. Evden çıkmadan önce aileme son kez yalan söylemiştim. Onlara gece Ceren'lerde kalıp vakit geçireceğimizi söylediğimde sesim bile titrememişti. Sadece her kelime dilimin üzerinde zehir gibi bir tat bırakmıştı o kadar. 

Onlara son kez sarılıp evden çıkarken ikisi de şüphe etmeden arkamdan el sallamıştı. Bir taksiye bindiğimde adama nereye gideceğimizi söyleyemeden beş dakika boyunca hıçkırarak ağlamıştım. Kalbim sanki ikiye bölünmüş gibiydi. Yaptığım fedakarlığın farkındaydım. Yine de bundan pişman değildim. 

Şimdi çayırda yürürken Eden Park'ı, Edward'ı ve Charles'ı düşünüyordum. Kadın bana sadece bu kadarını söylemişti ama oraya kendi bedenimle nasıl gideceğimi bilmiyordum. Ne olur ne olmaz diye uzun bir elbise giymiştim. İzlediğim farklı filmlerden taktik almak aklıma gelen son fikirdi. Çantamda alabildiğim kadar ilaç vardı. Eğer bu bedenle geçmişe döneceksem kendimi bir süre idare edecek ilacı almak istemiştim. Zamanı değiştirmek değil, sadece sevdiğim adamla mutlu olmak istiyordum. 

Dük ile Beş ÇayıWhere stories live. Discover now