YİRMİ ALTINCI BÖLÜM

4.6K 684 85
                                    

Beni instagramdan takip etmeyi unutmayınnn tug.cesrgl

-------------

Bahçede çalışmak kesinlikle kendimi iyi hissetmemi sağlamıştı. 

Hava öğleden sonra bulutlanıp yağmur çiselemeye başlamasaydı eminim daha çok çalışırdım ama hastalanmanın bulunduğum zamanda sorun olacağını bildiğim için eve girmeyi tercih etmiştim. Basit bir soğuk algınlığı bile zatürreye dönebilirdi. Ölmek istemediğim bir yoldu. 

Salonda camın kenarındaki koltukta otururken çayımı yudumluyor, bir yandan yağan yağmurun cama vurmasını izliyordum. Tuhaf bir şekilde kendimi huzurlu hissediyordum. Sanki her zaman ait olduğum yere gelmiş gibiydim. 

Günlük için aradığım defteri bulmuştum. Önümdeki gül ağacındaki masanın üzerinde duruyor, yazmam, geçmişimi sayfalarına dökmem için beni bekliyordu. Mürekkebe batırılmış kuş tüyü hala kullanılmayı bekliyordu. Elim gitmek bilmiyordu. 

Çünkü çocukluğumu hatırlamıyordum.

Emre Mert ile nasıl tanışmıştık? Çocukluğumuzda neler olmuştu? Bunların hiçbiri hafızamda yoktu. Hangi yılda doğmuştum onu bile hatırlamıyordum. Panik olmam gerekirken kendimi ilginç bir şekilde sakin hissediyordum. Sakin ve huzurlu. Yine de biliyordum ki geçmişimden başlayarak yavaş yavaş kim olduğumu unutacaktım. O zaman burada olanın aslında gelecek zamandan gelen Eda olduğum gerçeği silinecekti. 

Helena Anne Mercer olarak hayatıma devam edecektim. 

Bir yerlerde panik duygusunu aradım ama yoktu. En iyisi çayımı bitirdikten sonra hatırladığım geçmişten başlayarak yazmaktı. Birkaç gün sonra onları da hatırlamayabilirdim. Bu yüzden Rose akşam yemeğinin hazır olduğunu söylediği ana kadar yazmayı sürdürdüm. 

"Leydim yemekte abinizde size eşlik edecek."

Başımı yazdığım defterden kaldırıp Rose'a baktım. "Hemen yemek salonuna geliyorum," dedim. O çıktıktan sonra neredeyse yirmi sayfa yazdığım deftere baktım. Artık parmaklarımda mürekkep lekeleri vardı. Son yazdığım sayfayı hafifçe üfleyerek mürekkebin defter tarafından emilmesini bekledim. Deri kaplı defteri kapattığımda bir süre elim üzerinde bekledim. Yağmur damaları karanlık bastığı için görünmüyordu ama seslerini duyabiliyordum. Kadim bir şarkının melodisi gibiydi. Sanki bana anlamam gereken bir şeyleri anlatıyordu. 

Geçmişimi hatırlamak benim için iyi miydi? Yoksa bu zamanda kısılıp kalmışken cehennem azabı yaşamama mı neden olurdu? 

Emin olamıyordum.

Koltuktan kalkmadan önce defteri masanın çekmece kısmına yerleştirdim. Edward çok şey olabilirdi ama bu özelliklerinin arasında meraklı olmak yoktu. Evde çalışan hizmetçilerinde çekmeceyi açmayacağını biliyordum. Okuma yazma bildiklerinden bile emin değildim. Salondan çıktığımda ahşap zeminde ayakkabılarımın çıkardığı sesi dinledim. Ev belli noktalardaki mumların aydınlığı dışında karanlıktı. Eski evin genleşmesinden çıkan sesler dışında pek ses duyulmuyordu. Helena'nın çocukluğunu kendi çocukluğumdan daha net hatırlıyordum. O zamanda ev her zaman ona kasvetli görünmüştü. 

Yemek salonuna girdiğimde birkaç bal mumuyla aydınlatıldığını gördüm. 

"Beraber akşam yemeği yemeyeli çok zaman oldu." Edward şöminenin yanında dikiliyordu. Elden geçirilmiş kıyafetleri eski modaya ait olsa bile ona yakışmıştı. 

Gülümseyerek reverans yaptım. "Seninle vakit geçirmek için sabırsızlanıyorum," derken samimiydim. İnsanın hayatında bir abisi olması güzeldi. Elbet sorun olduğu zamanlarda oluyordu ama o her daim bir koruyucu gibiydi. Helena onu ne kadar kendinden uzaklaştırmaya çalışsa da Edward bir şekilde kardeşini korumaya devam etmişti. Bir sonraki hayatımızda neden kardeşi olarak doğmamıştım bilmiyordum. Bunu düşünmek bile burnumun direğinin sızlamasına neden oluyordu. Geleceği düşünmeyecektim. Şuan bir abim vardı. 

Dük ile Beş ÇayıWhere stories live. Discover now