OTUZ YEDİNCİ BÖLÜM

2.1K 434 64
                                    

Tek bir şans.

Charles'ı görmek için tek bir şans istiyordum. Ona yeniden bakmak, sesini duymak. Bunun imkansız olduğunu bile bile bunu istiyordum.

Ceren'in sevgilisinin Kont Newsbury olduğunu öğrendiğim günden bu yana tam bir hafta geçmişti. Ne falcıyı ne de Charles'ı bulabilmiştim. Eski bilgileri hatırladığım kadarıyla internette yazmama rağmen tek bir bilgi kırıntısı bile bulamıyordum.

Belki İngiltere'ye gitmeliydim. İmkansız değildi ama ona yakındı. Nedense John gibi onunda benimle aynı ülkede olduğunu hissediyordum. Onu bulmam ne kadar zaman alacaktı peki?

Düşündükçe daha çok midem bulanıyordu.

Ailem önce çok sakinim diye endişeliydi. Ardından çok heyecanlıyım diye panik oldu. Onlara hak vermeden edemiyordum. Yine de kalbimdeki acı o kadar büyüktü ki onlarla doğru düzgün iletişim kuramıyordum.

Falcıyı bulamamıştım ama onu aramaktanda vazgeçmemiştim. Ne olursa olsun bir şekilde karşıma çıkacağını biliyordum. Kaderimi bir şekilde kendine bağlamıştı. Bir kere karşılaşmıştık, yine karşılaşacaktık. Kendi mutlu sonuma bir şekilde ulaşacaktım.

Yine bir festivale daha gelmiş ama falcının o tuhaf çadırını bir türlü bulamamıştım. Sonunda bir banka oturup elimdeki suyu başıma diktim. Ayaklarımdaki kaslar yorgunluktan kalp gibi atıyordu. Falcıyı ararken istemsiz bir halde forma giriyordum. O kadar yürümüştüm ki yıllardır kıramadığım yürüme hedeflerime bir hafta içinde ulaşmıştım. Ne olursa olsun ona ulaşmak istiyordum. 

Bu yüzden yeterince dinlendiğimi düşünerek ayağa kalktım. Burada aradığımı bulamamıştım ama pes etmeyecektim. Sadece eve gidip yeniden savaşabilmek için dinlenmem gerekiyordu. Festival alanının çıkışı olduğunu düşündüğüm yere doğru yürürken onu gördüm. 

Sanki zaman daha ağır akıyordu. Bir kuşun yavaşça kanat çırparak uçtuğunu görebiliyordum. 

Bulmuştum. 

Bir an nefesim kesildi. Avuç içlerim terlerken kalbimin boğazımda atmaya başladığını hissediyordum. Ayaklarımın ağrısını bile unutmuştum. Günlerdir aradığım çadır biraz ileride alandan bağımsız gibi duruyordu. Renkli kumaşlar rüzgarla ağır ağır hareket ediyordu. Oraya gitmeli kadınla konuşmalıydım ama ayaklarım sanki betonla birleşmişti. Bütün içgüdülerim bana dönüp gitmemi söylüyordu. 

Oysa ruhum coşkuyla doluydu. Yağan yağmurdan sonra güneşin yeryüzünü ısıtmaya başladığı hava gibiydim. Charles'a ne olursa olsun ulaşabileceğimi biliyordum. Sonunda onu görebilecektim.

Onun gülümseyen yüzünü düşünmem ayaklarımın hareket etmesini sağladı. Çadıra doğru önce yavaş sonra hızlı adımlarla ilerledim. Gördüklerimin bir rüya olmasından endişeleniyordum. Yine çadıra varamadan uyanacak, yaşadığım kederin ağırlığı altında ezilerek günü geçirmeye çalışmaktan korkuyordum. 

Oysa korktuğum gibi olmadı. 

Attığım her adımda zaman sanki daha hızlı akmaya başladı. Ben çadırın önüne gelip farklı dillerin olduğu tabelaları gördüğümde güçlü bir rüzgar eserek beni geriye doğru sendeletti. Son anda dengemi sağladım. Kaşlarım çatıldı. Çadıra girmemem gerektiğini hissediyordum ama bundan vazgeçecek değildim. 

Çadırın girişini kapatan örtüleri aralayarak içeri adım attım. Dışarısı sıcak ve güneşli olmasına rağmen çadırın içerisi serin, gül ve nane kokularının hakim olduğu loş bir ortama sahipti. Kalbimin güçlü sesini duyabiliyordum. Çadır ilk geldiğim de olduğu gibi boş değildi, kadın bu sefer beni bekliyordu. Tüylerimi ürperten gözleri bana sabitlenmişti. 

Dük ile Beş ÇayıWhere stories live. Discover now