KIRK ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

2.1K 447 50
                                    

Charles sevdiği kadın kollarında öldüğünden beri hayatı bir kabus gibiydi.

Helena'ya aşık olmak planlarının bir parçası değildi ama kadın hayatını baştan sona değiştirmişti. Güçlüydü, cesurdu ve uçsuz bucaksız bir şefkati vardı. Onu korumak hayatının sonuna kadar sevmek ve çocuklarının annesi yapmak isterken can düşmanı tarafından öldürülmesine göz yummuştu. 

O gece daha dikkatli olmalıydı. Bu yüzden kendini asla affedemiyordu. 

Kendini affedemediği bir nokta daha vardı ki ne zaman o anı düşünse göğsü sıkışıyor, ruhu yok olmak istiyordu. Helena'nın ölmeden önce fısıldadığı sözleri hatırlamıyordu. Bu konuyu Edward ile ne kadar konuşmak istese de cesaret edememişti. Onu konuşmak canlı canlı bacağının kesilmesinden daha fazla canını yakacaktı. 

Helena'nın cenazesinden sonra kendini içkiye vermişti. Uyanık olduğu her an bedenini, ruhunu ve kalbini uyuşturmak için durmadan içiyordu. Önce annesi sonra arkadaşları onu kederinden kurtarmak için uğramıştı. Sonunda hepsinden uzaklaşarak, Helena ile en çok vakit geçirdiği kır evinde inzivaya çekilmişti. 

Sevdiği kadının ölümünden sonra ona kalan ruhsuz bir beden, topal bir bacak ve kabus dolu gecelerdi. 

Ta ki bu güne kadar. 

Kütüphanede otururken içki yüzünden ne zaman içi geçti hatırlamıyordu. Kabusunda yine kadını görüyordu, ona gülümserken, bahçede çiçeklerin arasında gezinirken. Aslında gördükleri oldukça hoş rüyalardı. Onları bu kadar korkunç yapanda tam olarak buydu. 

Sonra nasıl olduysa sabah karşı dinlenmiş bir şekilde gözlerini açmıştı. Elindeki ağırlığı takip ettiğinde yanındaki koltukta yatan kadını gördü. Kolunu uzatarak adamın elini tutmuş, bu yüzden  tuhaf bir pozisyonda uyuyakalmıştı. Charles kadının yüzüne baktığında onun Helena olmadığını anlaması sadece bir saniyesini almıştı ama o bir saniye kalbinin deli gibi atmasına neden olmuştu. 

Edward'ın kuzeniydi bu. Tanrım kadın ne kadar cüretkardı. Başına ne geleceğinden habersiz nasıl buraya gelip böyle davranabilirdi? Üstelik evlilik için Edward'ın himayesine girmişken. Genç bile görünmüyordu. Aklına gelen bir düşünce nefesini kesti. Ed kuzenine koca olarak kendisini düşünüyor olamazdı değil mi? Ondan bir koca olmasını  beklemek acımasızlıktı. 

Kadını bağırarak uyandırmak istedi ama içinde bir şey engel oldu. Biraz içki içme isteği biraz içinde kalan centilmenlik kırıntısı nedeniyle kadını koltukta bıraktı ama elini çekti. İyi bir uyku almasına yardımcı olsa da başka bir kadına dokunma düşüncesi midesinin bulanmasına neden oluyordu. 

Kadın uyandığında ona hayal kırıklığı dolu gözleriyle bakmıştı. Odasından kovduğunda ise o gözlerde alev alev yanan öfke vardı. Charles aklının karışmasına engel olamadı. Karşısındaki kadın neyi amaçlıyor olabilirdi? Gecenin bir yarısı yaptığı hareket fazla cüretkardı ama sabah ona sırnaşmak ya da başka bir şeyler ima etmek yerine içkisine laf söylemiş sonra da sinirlenerek odadan çıkmıştı. 

Onun bir an önce gitmesi gerekiyordu. 

Sabah iyice aydınlandığında uşağı ona bir tepsi kahvaltı getirdi. İçki midesini yakıyordu ama ondan vazgeçemiyordu. Hayat yarı baygın haldeyken daha çekilirdi. Helena'nın ölümünden sonra Sebastian'ın idam edilmesi bile içindeki intikam ateşini söndürememiş ardından bu duygu keder ile birleşince onu mahvetmişti. 

Şimdi çalışma odasında Edward'ın neden hemen yola çıkamayacaklarına dair açıklamalarını dinliyordu. Elindeki viski bardağını ağzına kadar doldurup koltuğundan kalktı. 

"Kısa zamanda gideceğiz," dedi Edward. "Sen ne olduğunu anlamadan yeniden yalnız kalacaksın."

Belki  bunu teselli etmek için söylemişti ama yalnızlık bir lütuftan çok cezalandırmaydı Charles için. İçkisinden boğazını yakacak bir yudum alırken pencereye doğru ilerledi. Edward'ın yüzüne bakmak onun için çok zordu. Ona her baktığında kendini mahcup hissediyordu. Adamın ailesinden geriye kalan tek kişiyi bile bile katilin önüne atmıştı. 

Tam konuşacağı sırada kadını gördü. 

Bahçede çiçeklerin arasında geziniyor, bir iki adımda durup kokularını içine çekmek için eğiliyordu. Üzerindeki nane yeşili elbisesi ile bahçeye ait gibi görünüyordu. Charles hayal etmeden edemedi. Eğer Helena ölmeseydi o da bahçede aynı bu şekilde dolaşacak, belki de çocuklarıyla oynayacaktı. İçinde öyle şiddetli bir özlem duydu ki acıyı dindirmeyeceğini bile bile içkisinden büyük bir yudum aldı. 

"En azından kuzeninin karşıma çıkmamasını sağla," derken sesi pürüzlüydü. Neden içinde tuhaf  bir duygu vardı. Ne oluğunu bir türlü anlamlandıramıyordu. Bu huzursuzluk olabilir miydi? 

Edward'a onun yanına gelerek bahçedeki kadına baktı. Tuhaf bir şekilde yüzünde mutlu bir ifade vardı. Charles onun da kendisi gibi kaybın acısıyla bitik olduğunu duymuştu ama şimdi dünyada huzuru bulmuş bir adam gibi görünüyordu. Kadından hoşlanıyor olabilir miydi? Bu düşünceden mi yoksa içtiği içkiden mi emin değildi midesi buruldu. 

"Aslında ona çok benziyor," dedi Ed kendine hakim olamamış gibi. 

Charles irkildi ama tek kelime etmedi. Nasıl ona benzediğini söyleyebilirdi? Helena her zaman diğerlerinden farklı bir kadındı. Sosyete tarafından neden dışlandığını bile anlamamıştı oysa. Sonunda Edward ona baktığında gözlerinde onaylamaz bir tavır vardı. Tıpkı sabah onun baktığı gibi bakıyordu. 

Charles pencereden uzaklaştı. "Nasihate başlamayın Baron Mercer. Burada lütfum sayenizde bulunduğunuzu unutmayın ve o kadının karşıma çıkmayacağından emin olun," derken sesi mesafeliydi. Bu insanlar artık hayatı umursamadığını anlamak istemiyorlar mıydı? 

Edward derin bir nefes aldı. Sanki bu davranışları bekliyormuş gibi sakindi. Ellerini yeleğinin cebine sokarak pencereden dışarı baktı. "Elimde olsa seninle aynı havayı solumasına engel olurdum ama şimdilik buna mecburum," dedi ve Charles'a baktı. "Belki birileri sana iyi gelir diye kimseyi yanına yaklaştırmıyorsun ama sence o böyle olmanı ister miydi?"

Charles öfkeyle adama baktı. Eğer sevdiği kadının abisi olmasa çoktan boğazını sıkmıştı. "İyi günler Baron Mercer," dedi iğneleyici bir tonla. Dük olarak asla mevkiisini insanları ezmek için kullanmazdı ama bu sefer kendine hakim olamamıştı. 

Edward güldü. "Pişman olduğun zamanı görmek istiyorum," derken sesi eğlenir gibi çıkıyordu. Charles kendisinin delirdiğinden şüpheleniyordu ama Edward çoktan delirmiş olmalıydı. Adam odadan çıktığında Charles kendini yeniden pencerede buldu. Tuhaf his nedeniyle gözleri durmadan kadını arıyordu. Sonunda onu bulduğunda sümbülleri kokladığını gördü. Tıpkı Helena gibi. Yüreğinde bir sızı hissetti. 

Kendine yalan söylemeyecekti. Kadının yanında olması, elinden tutup uykusuna yardım etmesi onu iyi hissettirmişti. Edward'ın dediği gibi ona benzediğini de biliyordu ama Helena değildi. Kimse onun gibi olamazdı. Kadına tuhaf bir çekim duyduğu için sevdiği kadını aldatıyormuş gibi hissediyordu. 

Kadın başını sümbüllerden kaldırıp sanki onu izlediğini biliyormuş gibi kütüphanenin penceresine, tam gözlerinin içine bakıp gün doğumu sıcaklığında ışıl ışıl bir gülümseme takındı. Yanından giderken öfkeliydi ama anlaşılan bunu unutmuştu. Charles kadının günışığı gibi parlayan gülümsemesine karşılık olarak kalbinin kapılarının sıkıca kapalı olduğuna emin oldu. 

Edward'ın dediği gibi kadın onun hayatına girerse karamsar ruh haline iyi gelebilirdi. 

Pencereden uzaklaşıp içki şişesine doğru ilerledi. 

Sorun şuydu ki o iyi olmak istemiyordu. 

Dük ile Beş ÇayıWhere stories live. Discover now