OTUZ DOKUZUNCU BÖLÜM

2.3K 498 115
                                    

Kendi bedenimde olmama rağmen burada olduğum için mi bu kadar akıcı İngilizce konuşabiliyordum? Belki de ruhumun bir parçası buraya ait olduğu içindi. Artık bunda mantık aramıyordum. Yaşadığım durum mantık sınırları içine dahil edilemezdi. 

Başka sorunlarım vardı. Mesela geceyi nerede geçireceğim gibi. 

Acaba ahırda uyuyabilir miydim? 

Az önce abim kapıyı suratıma kapatmış ve bana dilenci gözüyle bakmıştı. Daha ona kim olduğumu kanıtlayamazken Dük'ün yanına yaklaşabileceğime emin değildim. 

Daha büyük sorunlarım olmasına rağmen hala dükü düşünüyor olmam kendi kendime gülmeme neden oldu. Bu zamanda nerede kalır ne yer içerdim bunları düşünmüyordum bile. Buraya gelebilmek için sevdiklerime sırtımı dönmüş, kendi varlığımı silmiştim. 

Geriye doğru bir adım atmıştım ki kapı yeniden aralandı. Yüzümde donan gülümseme yeniden hayat buldu. 

Edward'ın huysuz ve yorgun yüzü yeniden göründü. 

"Kim olduğunu ve ne istediğini bilmiyorum ama içeri girmene izin vereceğim. Gecenin karanlığında bir kadını dışarıda bırakacak bir adam değilim."

Gülümseyerek yanından geçtim. "Öyle biri olmadığını biliyorum Ed," dediğimde bedeninin kasıldığını gördüm. Ona öyle seslendiğim için sarsılmıştı. Bu yüzden belki kapıyı gereğinden fazla sert kapattı. 

"Çalışma odama geçelim bakalım benden ne istiyorsun," derken sesi o kadar soğuktu ki nefesim kesildi. Birinin benden bu kadar nefret etmesine alışkın değildim. Düşünmeden hareket etmiştim ama düşünsem de bir farkı olmayacaktı.  Ne olursa olsun buraya gelmek istiyordum. Buna nasıl engel olabilirdim ki? 

Düşünceler beni o kadar sarmıştı ki Edward'ı beklemeden çalışma odasına doğru ilerledim. Arkadan gelen mum ışığı kısıtlıda olsa yolu aydınlatıyordu. Çalışma odasının kapısı aralıktı ve yanan şöminenin sıcak ışığı bir vaat gibi beni çağırıyordu. Ağır kapıyı iterek içeri adım attım.  Hiç düşünmeden bedenim her zaman abimle konuşurken oturduğum koltuğa ilerledi. 

Geriye dönüp baktığımda kapıda dikilip bana şaşkın gözlerle bakan abimi gördüm. 

"Kimsin sen?" diye sordu hayretle.

Derin bir nefes aldım. "Otur Ed, anlatacaklarım sana tuhaf gelecek, hatta imkansız ama beni dinlemelisin."

Bana itiraz edeceğini sandım ama o beni şaşırtarak. Mumu ortamızdaki gül ağacından olduğunu düşündüğüm sehpaya bıraktı. Şimdi karşımda otururken ona dikkatle bakabiliyordum. Onu bıraktığım halinden biraz daha yaşlı gibi duruyordu ama bunun sebebi yorgunluğu olabilirdi. Üzerindeki kıyafetler dağınıktı. Sanki bütün gece ayakta kalmış gibi ama kıyafetlerinin kaliteli olduğunu da görebiliyordum. Sonunda durumunu düzeltmiş olmalıydı. 

"İşlerin senin için iyi gitmesine sevindim," derken sesim titremişti. Helena ile yaşadıkları zorluklardan sonra mutlu olmak onun hakkıydı ama nedense mutlu gibi görünmüyordu. 

Dirseklerini koltuğun iki kenarına dayadı. "Bu yüzden biraz para koparmak için geldin sanırım."

Başımı sağa sola sallayınca saçlarım omuzlarımda hareket etti. Onları toplamalıydım belki de. "Burada senden para koparmak için gelmedim. Hatırlıyor musun. Merdivenden düştükten sonra Helena'nın davranışlarında bir tuhaflık olduğunu sende dile getirmiştin."

Edward bir şey demedi. Devam etmem için bana bakıyordu. Onu ikna etmek zor olacaktı ama pes edecek değildim.  Bu kadar olaydan sonra edemezdim. Bu yüzden ona başımdan geçen her ne kadar olay varsa anlattım. Helena'nın bedeninde uyandığım zamanı, William ile yaşadıklarımı. Ardından vurulduktan sonra nasıl kendi zamanımda uyandığımı ve sonunda buraya gelmeye karar verdiğimi. 

Dük ile Beş ÇayıWhere stories live. Discover now