BİR KİBRİTLE 𝘠𝘖𝘒 OLMAK

By zanegzo

7M 652K 561K

❝İnsan bir kutu kibrite benzer. Varolur, yanar ve söner.❞ Bu hayatta nasıl bir kibrit olacağına sen karar ve... More

BİR KİBRİTLE 𝘠𝘖𝘒 OLMAK
Bilgilendirme
Gelecekten Kesit
İLK KİBRİT
2. KİBRİT
3. KİBRİT
4. KİBRİT
5. KİBRİT
6. KİBRİT
7. KİBRİT
8. KİBRİT
9. KİBRİT
10. KİBRİT
11. KİBRİT
12. KİBRİT
13. KİBRİT
14. KİBRİT
15. KİBRİT
16. KİBRİT
17. KİBRİT
18. KİBRİT
19. KİBRİT
20. KİBRİT
21. KİBRİT
22. KİBRİT
23. KİBRİT
24. KİBRİT
25. KİBRİT
26. KİBRİT
27. KİBRİT
28. KİBRİT
29. KİBRİT
30. KİBRİT
31. KİBRİT
32. KİBRİT
ÖZEL KİBRİT
ÖZEL KİBRİT II
ÖZEL KİBRİT III
33. KİBRİT
34. KİBRİT
35. KİBRİT
37. KİBRİT
38. KİBRİT
39. KİBRİT
40. KİBRİT
41. KİBRİT
42. KİBRİT
43. KİBRİT
44. KİBRİT
45. KİBRİT
46. KİBRİT
47. KİBRİT
48. KİBRİT

36. KİBRİT

102K 12.2K 12.1K
By zanegzo

B.U.B

| Şimdiki zaman, Türkiye Cumhuriyeti |

"İzin günlerimi Balkan Kızı'yla geçireceğim. Kendisi de benimle birlikte gelecek."

Sesim ortama bomba misali düştü. Akif Cesur Beton hiç olmadığı kadar sert bakarken tehlike sinyalleri çalmaya başladı. Beni mahvedeceği aşikârdı fakat bilmesi gereken bir şey vardı; Balkan kızımın yeri artık benim yanımdı.

Ağzımı açmak üzereyken elini kaldırıp beni durdurdu. "Dur bir dakika," diye mırıldandığında masa üstündeki telefonu kaldırıp kulağına yasladı. Kısa süre sonra, "Alo?" dedi.

Onu merakla izlerken bir anda kiminle telefonla konuştuğunu anlayamamıştım. "Evet, benim Binbaşı Beton." Sesi insanı titreten cinstendi. "Kahvaltı menüsünü öğrenecektim."

Kaşlarımı çattım.

Bu adam bu saatte kahvaltı menüsünü ne yapacaktı ki?

"Evet," dedi karşı tarafı dinledikten sonra. "Sabah kahvaltıda yürek var mıydı? Yok muydu? Eminsiniz değil mi? Allah Allah..."

Bakışlarımız kesiştiği an, beni öldüreceğine artık emin olmuştum. Telefonu sakinlikle kapatıp öne doğru yaklaştı. Derin bir nefes aldığında sertçe savurdu. "Sen bizden ayrı kahvaltı mı yapıyorsun lan?!" diye sordu sertçe. "Ne yedin oğlum sen sabah sabah? Benimle nasıl böyle konuşabiliyorsun?!"

Duruşumu bozmadım. Kendisi bana karşı ne yaparsa yapsın hiçbir zaman saygımından çıkmadım. Abi yerine koydum, baba yerine koydum, komutan yerine koydum... Fakat kendisi hiçbir zaman beni insan yerine koymamıştı. En kötüsünü, en zorunu, en imkansızını layık görmüştü. Hiçbir zaman gözümün yaşına bakmamıştı.

Vatanım, dedim. Gerisi teferruat oldu.

Her şeyin bir gün karşılığı olacağını hep biliyordum ve o gün geldiğini iliklerime kadar hissedebiliyordum.

Bu saatten sonra Akif Cesur Beton düşünecekti.

"Böyle konuşmam da bir sakınca görmüyorum. Kendisi müstakbel eşim olacak," dedim soğuk bir tonlamayla.

"Oğlum dünden razı olduğunu bari bu kadar belli etme!"

"Bir an önce operasyon başlasın istiyorum, komutanım."

"Operasyonun Talia'yı yanında götürmenle ne alakası var dingil!" dedi elini masaya vururken. "Kimi yiyorsun sen?!"

"Komutanım," dedim sert bir tonda. "Kendisi benimle birlikte gelirse, benden alacağı eğitimlere başlamış oluruz. Diğer türlü benim iznimin bitmesini beklersek her şey aksayacak. Ne kadar çabuk eğitim alırsa, o kadar iyi."

"Eğitimleri gözümün önünde vereceksiniz!" Ona tek eğitim verecek olan ben değildim. Timdeki herkes farklı dallarda kendini kanıtlamıştı. Kimin en çok neye yetkinliği varsa Balkan Kızı'na da onu öğretecekti.

"Sen kendine acımıyorsun hiç, onu anladık," dedi kaşlarını çatarken. "Bari Barış ve ailen seninle biraz vakit geçirsin! İzin gününle bile çalışacak mısın?!"

"Ben bunu çalışmak olarak görmüyorum," dedim kendimden emin bir şekilde. "O olsa da olmasa da günlük olarak zaten aynı şeyleri yapıyorum. Kondisyon düşüklüğünü arttırmamız için geç kalmamalıyız. Üstelik..."

"Ne üstelik?"

"Kendisi neredeyse bağımlı. Bunu bilen yalnızca benim olduğumu sanıyor. Eğer yanında ben olursam daha rahat olacaktır. Burada tek başına olursa, onu daha kötüye itmiş olmayacak mıyız?"

"Bu senin tek başına alabileceğin bir karar değil," dedi Binbaşı Beton.

"Komutanım—" demeye kalmadan odanın kapısı tıklatıldı. Binbaşının gel talimatıyla kapı açıldı. İlk odaya giren asker olurken çok geçmeden peşinden Balkan Kızı da geldi.

Binbaşının kaşları havalandı. "Sen niye geldin?"

"Ben çağırdım komutanım," dedim. Binbaşının bakışları beni buldu. Balkan Kızı'nı getiren asker aldığı izinle birlikte dışarıya çıkmıştı.

Bakışlarım yeşil gözleri yakaladığında, "Alacak bir şeyin yoksa benimle birlikte geliyorsun, Balkan Kızı," diyerek konuştum. Onu almadan gitmeyecektim. Ya burada kalırdım ya da benimle birlikte gelirdi.

Binbaşı koltuğuna yasladığında bana hayretler içinde baktı. "Yok yok, sen cidden yürek yemişsin başka açıklaması olamaz."

"Yalnızca evimde misafir edeceğim komutanım," dedim.

"Benden izin aldın mı eşek!" diye bağırdı.

"Komutanım-"

"Niye kafana göre iş yapıyorsun?!" dedi kükrercesine. Balkan Kızı böyle bir bağrışmayı beklemediği için istemsizce irkildi. Onun irkildiğini fark edince ses tonunu azalttı. "Kafana göre iş yapamazsın!"

"İzne ayrıldığıma göre, o da benimle olacak. Burada bırakmayacağım," derken sesim kararlı çıkıyordu. Hiçbir şeyi tehlikeye atmıyordum. Tam aksine, onu bütün tehlikelerden koruyabilirdim.

Binbaşının yüzünü alay kapladı. Sesine asılı kalan yumuşak tonla, "Başka emriniz var mıydı yüzbaşım?" diye sordu. Sabrının son demlerinde olduğu belliydi.

Bakışlarımı Balkan Kızı'na çevirdim. Yanımda durmasıyla biraz eğilip ses tonumu alçak tuttum ve, "Boyun kaç?" diye sordum.

Balkan Kızı kaşlarını çatarak, "Ne?" dedi.

"Boyun kaç, Balkan kızı?" diyerek tekrar sordum.

"1,73."

Aldığım cevapla binbaşının denizi aratmayan gözlerine tekrar döndüm. Çenemi dikleştirip gözlerinin içine bakarken, "Nikahlanacağım kadın benden yalnızca yirmi beş santim uzak durabilir," dedim. "O da boyu benden o kadar kısa diye."

Oturduğu yerden bir hışımla ayağa kalktı. Masaya elini vurup yanıma doğru gelirken gözlerinin içine bakmaya devam ettim. "Seni bir uzatırım, aranıza dağlar girer. Ben varken sana ne oluyor lan?!" diyerek adeta gürledi. Odanın içindeki cam dolaplar titremişti. "Benim evimde kalacak!"

"Babası olarak elbette sizin evinizde kalabilir ama kocası olarak yerinin artık benim yanım olacağını bilin, komutanım," dedim ifadesiz bir tavırla.

Eğer karşımdaki kadın da beni istiyorsa, hiçbir güç bizi ayıramazdı. Buna Akif Cesur Beton da dahildi.

"Kocası oldun mu da konuşuyorsun?" dedi kızgınlıkla. Beni evire çevire dövmemek için zor duruyordu. Şayet odada Balkan Kızı olmasaydı beni duvardan duvara da sektirebilirdi. "Hem nikahınız olmadan sizi aynı evde yaşatacağımı kim söyledi?" derken elini beline yerleştirdi. Bu genelde birini ıslak sopayla dövmeden önce aldığı tavırdı.

Kaşlarımı çattım. "Irz düşmanı mıyım komutanım ben? Niye aynı evde yaşamayalım?" dedim alındığımı belli ederek. "Nikahımız olsa da olmasa da yeri benim yanımdır. Eğer aynı evde kalmak nikah kıyın diyorsanız, zaten kıyacağız."

Balkan Kızı nefesini tutmuş bir şekilde bizi dinliyordu. Ağzını açmadığı daha iyiydi. Açarsa ikimizi de zora sokacaktı sanki bunu biliyormuş gibi sessizliğe bürünmüştü.

"Bak oğlum, şöyle konuşup beni deli etme. Gözüm seğiriyor zaten. Dayağı yiyeceksin."

"Kız kardeşlerimin olduğunu unutuyorsunuz sanırım," dedim. Ona bunu hatırlatmak istemesem de beni söylemeye mecbur bırakmıştı. "Bana emanet olan insana yan gözle bile bakmam, komutanım."

Bana doğru daha çok yaklaştığında kulağıma eğildi ve Balkan Kızı'nın duyamayacağı bir tonda, "Yan gözle bile bakmazmış," dedi. "İçin gidiyor lan için. Ağzından tek kelime çıkmasa bile seni gözlerin ele veriyor, oğlum. Kime ne anlatıyorsun sen?"

"Kendimi kötü hissettiriyorsunuz," dedim bakışlarımı karşıdan ayırmazken. "İkimizin de amacı aynı, komutanım. Onun güvenliğinden yalnızca yanımdayken emin olabilirim."

"Dua et başka bir şey hissettirmiyorum."

"Ben size yıllar önce hiç böyle yapmamıştım." İfademi korumaya çalıştım. Binbaşına yan bir bakış attım. "Sevdiğinizle görüşün diye babamdan dayak bile yemiştim."

"Sıkıyorsa yapsaydın," dedi bir gram olsun siniri azalmayarak. "Bir dayak da benden yerdin."

Balkan Kızı'nın kaşları havalandı. Onun kimi sevdiğini merak ediyor gibiydi. Sanırım hiçbir şeyden haberi yoktu. Küçüktü de zaten aklında kalamazdı.

Umay ablam ve Akif Cesur görüşsün diye ikisi arasında pervane olup durmuştum. Ablamın yazdığı mektupları hiç okumadan Akif'e götürür, Akif'in mektuplarını aynı şekilde de ablama getirirdim.

"Keşke görüştürmeseydim." Sesimden pişmanlık aktı. "Elimde tek bir fırsat varmış çocukluk aklıyla onu da kaçırmışım."

"İkisi aynı şey mi lan? O zaman telefon mu vardı? Göremiyorduk, edemiyorduk haber uçurman için seni kullanıyordum işte," dedi çok normal bir şey söylermiş gibi. "Şimdi herkesin elinde telefon, her dakika aşkım da aşkım, aşkım da aşkım. Bizim zamanımızda öyle miydi? Bakmaya çekinirdik!"

"Herkes elinde telefonda her dakika ne diyormuş komutanım?" diye sordum tekrardan.

"Eşek oğlu eşek!" dedi öfkeyle. "Komutanınla dalga mı geçiyorsun lan sen?!"

"Asla komutanım," dedim ciddiyetimi korurken.

Balkan Kızı kendini tutamayıp kıkırdamıştı. İkimizin ona bakmasıyla eliyle dudaklarını kapattı ve başını başka yöne çevirdi. Biraz daha gülsün diye binbaşının azarını çekmeye devam edebilirdim.

Binbaşı Beton öfkesini azaltırken, "Şu kıza da rezil ediyorsun beni," dedi. "Kendini bana dövdürmeden iznine başla. Gözüm görmesin seni, dingil."

Balkan Kızı'nın yüzündeki ifade dakikalar önce değişmişti. Bir süredir ne diyeceğini bilemez bir halde bakıyordu çünkü alışık olmadığı bir ortamda olduğu için ne yapacağını kestirememişti. Kırılmış gibiydi. "Kendisi nerede kalmak istiyorsa orada kalsın," dedim onun bozulduğunu fark ederken. "İkimizin de onun üstünde söz hakkı bulunmuyor."

Bağladığı kollarını göğsünden indirip, "Sonunda," dedi. "Biri ne istediğimi sorma nezaketinde bulundu! Bilmem farkında mısınız ama ben de buradayım!"

"Burada olduğunun farkındayız ama bana sorarsan burada olmaman gerekiyordu. Seni odana dinlenmen için gönderdim!" dedi Binbaşı Beton.

"Durmadan sorular sorduğum için başınızdan savdınız!" diyerek karşılık verdi Balkan Kızı.

"Başımdan savmadım!" dedi binbaşı. "Asla! Ulukurt'un başının etini ye, ağzını açarsa ben döverim!"

"Ben ondan bahsetmiyorum sizden bahsediyorum!"

"Sen bari yapma kızım," dedi binbaşı sakin bir tonda. "Nasıl kandırdı bu dingil seni? Hemen nasıl onun tarafında oldun?"

Balkan Kızı hiç olmadığı kadar sertken, "Kimsenin tarafında değilim," dedi. "Eşya gibi neden oradan oraya sürükleniyorum da, kimse benim nerede kalmak istediğimi sormuyor?"

Bu dediklerine binbaşı alınmıştı. "Benimle kalmak istemiyor musun?"

Çekingen bir tavırla, "İstiyorum," dedi Balkan Kızı.

"O zaman konu kapanmıştır," dedi binbaşı büyük bir rahatlıkla. Bakışlarını bana doğru çevirdiğinde tekrardan sert bir tavıra büründü. "Sen de duyduysan çık artık. Bu bir emirdir. Kendisi benimle kalacak."

Ah Balkan Kızı ah...

Emir olarak söylediği için kafamı ağır bir hareketle sallayıp selam verdim.

"Ulu," dedi Balkan Kızı. "Ne odi. Ve molam. Ne odi. Ne ostavaj me." Gitme. Lütfen. Gitme. Beni bırakma.

Onun bana adımı söylemesi bile durmam için yeterli bir nedenken, komutanıma hiçbir şekilde karşı gelemezdim.

Binbaşı Beton arkamdan keyifle, "Umarım ona küfür ediyorsundur," diye seslendi. Bu adam bana olan bütün kötü şeylerden besleniyordu. Odanın kapısını açtım ve dışarı çıktım.

Sadece bu kadar uzaklaşabilmiştim. Sırtımı kapıya yasladım ve durdum. Buradan gidemezdin. Artık değil. Onsuz değil.

"Gitmesin," diyen Balkan Kızı'nın sesini işittim. "Yeşil Dev. Ve molam. Gitmesin." Kapı önünden ayrılmadığım için seslerini rahatlıkla duyabiliyordum. Üstelik ikisi de bağırarak konuşuyordu.

"Gitmesin ne yapacağız?" dedi binbaşı. "Evime alıp misafir mi edeyim?"

"Misafirimiz olmasın mı?"

"Olmasın!"

"Bana hiçbir şeyi danışmıyorsunuz zaten," dedi Balkan Kızı. "Ulu da gitti. Tekrar yalnız kalacağım."

Gözlerimi kapattım. Aynı yerdeyiz. Aynı havayı soluyoruz fakat ona yine uzaktım. Onu aynı yerde olmamıza rağmen yalnız bırakmıştım. İçeri girersem, cezaların en büyüğünü alacaktım. Balkan Kızı benim en büyük sınavımdı. Ben bu sınavdan nasıl başarıyla geçecektim?

"Talia, ben varım," dedi Binbaşı Beton. "Ben sana kötü mü davranıyorum kızım? İstemediğin bir şey mi yapıyorum? Ne var o dingilde?"

"Beni geçiştirmiyor. Susturmadan dinliyor. Konuşurken gözlerimin içine bakıyor ve en önemlisi bana yalan söylemiyor," dedi Balkan Kızı. Ben sana yalan söylüyordum. Umarım affedersin beni. "Beni geçiştiriyorsun. Susturuyorsun. Gözlerimin içine bakamıyorsun, neden Yeşil Dev?"

"Bunları yaptığımın farkında bile değilim. Sana her konuda danışamayız. Her şeyi senin güvenliğin için yapacağız. Bu süreçte sen hiçbir şey düşünmek zorunda kalmayacaksın." Binbaşı bariz bir şekilde yalan söylüyordu fakat yapabilecek hiçbir şey yoktu.

"Yeşil Dev," dedi kırgın bir sesle Balkan Kızı. "Hep burada mı kalacağım? Bu üssün dışına çıkamayacak mıyım?"

Binbaşı, "Çıkacağız, işim gece biter. Bende kalmaya başlayacaksın," diye yanıtladı.

"Pekâlâ," dediğinde sesi sevinçli çıkıyordu. "Umarım Ulu'ya yetişebilirim!"

"Nereye gidiyorsun?!"

"Ulu'ya!"

"Bak küçükken de böyleydin! Bırak artık şu Ulukurt'un peşini!" Binbaşı sabır dilercesine bir ses çıkardı.

"Bırakamam Yeşil Dev!"

Onun kapıya yaklaştığını hissederken yaslandığım kapıdan ayrıldım ve hızlıca toparlandım. Biraz ilerleyip duvarın önüne geçtiğimde kollarımı göğsümde birleştirdim. Kapıdan biraz uzaktım. Kapıyı açmasıyla dışarıya kelimenin tam anlamıyla fırladı. Koridorun önce soluna bakmış sonra sağına bakmıştı. Beni görmesiyle yüzünde rahatlayan bir ifade belirdi.

"Gitmedin mi sen?" diye sorarken yüzü hüzün bahçesiydi sanki.

Kafamı iki yana salladım. "Gidemezdim." Sesim keskindi. "Sadece odanın dışına çıktım. O da komutanıma karşıma gelmemek için."

"Gidecek misin peki?"

"Seni almadan mı?" diye sorduğumda kafasını olumlu anlamda salladı. "Hayır. Sensiz hiçbir yere gitmiyorum."

Aramızdaki mesafeyi koşarak kapatırken gülümsemeden edemiyordu. Kollarını bana dolayıp sıkıca sarıldı. Sikik ateş böcekleri... Yine karnımda belirmişti.

"Beni bırakmadığın için teşekkür ederim," diye fısıldadı. "Gittin sandım. Beni hiç bilmediğim yerde bırakıp gidiyorsun zannettim. Yeşil Dev sadece seni bezdirmeye çalışıyor. Yılmayacağını biliyorum. Sen babana bile hiçbir zaman boyun eğmedin, Ulu. Ne yaparsa yapsın hep karşısında durdun. Şimdi ise benim için—"

"Nefes al, Balkan Kızı. Nefes al!"

Duraksayıp derin bir nefes aldı ve seslice verirken, "Aldım," dedi. "Beni bırakma."

"Bırakmayacağım."

"Söz mü?"

"Ulukurt sözü."

Benden ayrılmasıyla gözlerimin içine baktı. Sert öksürük sesiyle ikimizin de bakışları kapıya doğru döndü. Balkan Kızı'ndan uzaklaşacağım sırada elimi yoğun bir sıcaklık kapladı.

Bakışlarım oraya düşerken tek bakan ben değildim. Bu durum Akif Cesur Beton'u daha çok sinirlendirmişti.

Balkan Kızı elimi tutuyordu. Hem de sıkı sıkı. Hiç bırakmamak üzere...

"Ulu'yla gideceğim," dedi Balkan Kızı kendinden emin bir tonlamayla. "Sanıyorum ki onun evini biliyorsunuzdur. Gece işiniz bitince beni onun evinden alırsınız. Sonra sizinle kalmaya başlarım."

Binbaşı uyarır bir tonda, "Talia," dedi.

"Çocuk olmadığımı söylememe gerek yok sanırım. Kendisi aynı zamanda beni korumakla görevli, üstelik müstakbel kocam sayılır," dedi hızlıca. Taramalı tüfek gibi konuşuyordu. Bu kızın dilinden kimse kurtulamazdı. "Bilmediğim başka şeyler mi var Yeşil Dev? Niye onunla gitmeme izin vermiyorsunuz?"

"Tedbiri elden bırakmamakta fayda var."

"Ona gözüm gibi bakacağım," diyerek araya girdim. "Değil tedbiri elden bırakmamak kılına dahi zarar gelmesine izin vermem."

"Öyle yaparsan iyi edersin." Biraz olsun yumuşamıştı. Balkan Kızı'na yaklaştığında, "Şimdilik izin veriyorum ama gece orada kalmak için sakın ısrar etme," dedi. Saçlarının üstünden öptü. "Gelip seni alacağım."

Ayak uçlarında yükseldi ve uzanıp binbaşının yanağından öptü. "Gece görüşürüz, Yeşil Dev." Binbaşı gülümseyerek karşılık verdi.

Gözleri beni bulduğunda şeytana bakıyor gibi baktı. Kulağıma doğru yaklaştı ve kurşunu aratmayan bir sesle, "O telefonun birinci çalışta açılacak!" dedi. "Şu anki gördüğüm halinden daha az mutsuz görürsem elimden çekeceğin var, Ulukurt!" Onu çok fazla sinirlendirmiştim. "Üstelik az önceki kadar da elimden kolayca kurtulamazsın. Aranızda en az bir metre olacak, ona bir metreden fazla yaklaşırsan seni o kibritlerinle yakarım!"

Sesimi kısık tuttum. "Elimden tutarken nasıl bir metre uzak kalacağım?"

"O senden tutmak istiyorsa tutsun, o parmaklarının onu sardığını görmeyeceğim! Sen kendini ondan uzak tutacaksın!" Bu kadarı da fazlaydı. Bir an önce nikahı kıydırmak şart olmuştu. "Anlaşıldı mı Ulukurt?!"

"Anlaşıldı, komutanım." Yanından ayrılıp kendi kaldığım odaya doğru yol aldık. Balkan Kızı hiç olmadığı kadar mutluydu. Binbaşının yanından ayrıldığımız gibi elimi tutmayı bırakmıştı. Etrafta başka askerlerin olmasıyla mesafeye dikkat ederek yürüdük.

Odaya girdiğimizde niye buraya geldiğimizi merak eden bakışlar attı. "Çantamı topladıktan sonra çıkacağız. Hazırlık yapmamıştım."

"Tamam. Oturayım o zaman."

Sırt çantama eşyalarımı koyarken beni ilgiyle izlemişti. Anlık olarak çıkmalara alışkın olduğum için çantamı çabucak toparlamıştım. Onun arkasına geçtiğimde elimi saçlarına yerleştirdim. Bunu beklemediği için irkilmişti.

Omzunun gerisinden bakış attı. "Ne yapıyorsun?"

Normal bir şeymiş gibi, "Saçını örüyorum," dedim.

"Gerçekten mi?" diye sorduğunda şaşkınlıkla baktı.

Kafamı salladığımda bildiğim şekilde saçlarını ikiye ayırdım. Ülkü'nün saçlarını öre öre alışmıştım. Annem de ördürürdü. "Sen saçımı örünce oğlum," demişti. "Başımdaki bütün ağrı gidiyor sanki." Keşke olsaydı da hep örseydim saçlarını.

Saçlarını örmeye başladığımda, "Ülkü'yü içten içe hep kıskandığımı biliyor muydun?" diye sordu. Saçlarının arasında parmaklarımı gezdirdiğimde oluşan hissiyatı sevmiştim. Uzun ve gürdü.

"Biraz belli ediyordun." Kardeşime karşı kıskançlık yapmıyordu fakat onun gibi bir hayatı da olsun istiyordu. Ülkü de hep onun gibi olmak isterdi. Tek çocuk diye sevinirdi. Babası, annesine çok iyi davranıyor diye özenirdi.

"Çok şanslı bir kızdı," diyerek başladı. Dalıp gitmişti. "Hem abisi hem ablası vardı. Eğer ablası saçını örmediyse senin dizlerine oturur saçlarını sana ördürürdü." Öyleydi. Ülkü'yü de özlemiştim. Kardeşlerime çok bağlıydım. Onlardan başka ailem yoktu.

"Annem çok çalışırdı, babam da... İkisinin de saçımı örmeye vakti olmazdı. Bir de bitlenir dururdum, yaramaz bir şey olduğum için. O yüzden Aysu teyze hep kesmekte bulurdu çareyi," dedi heyecanlı heyecanlı anlatırken. "Umay abla bir gün öreceğim demişti ama saçım o kadar kısaydı ki örülmüyordu."

"Tokan var mı?"

Bileğinden ince siyah bir lastik çıkartıp bana doğru uzattı. "Sen ne zaman istersen örerim." Çok iyi örmemiştim fakat onu idare ederdi. "Söylemen yeterli, Balkan Kızı."

İkimiz için de maske çıkarttığımda kendi yüzümdeki maskeyi o bana dönmeden değiştirmiştim. Bakışları beni bulduğunda, "Maske ne için?" diye sordu merakla.

"Kameralara yakalanmaman gerekiyor," diyerek açıkladım. Paketinden yeni açılmış maskeyi ona doğru uzattım. "Bir süreliğine benim gibi takılmak zorunda kalacaksın. Saçını da o yüzden ördüm. Siren ve Fısıltı hep örer, bir bildikleri vardır."

"Hoşuma bile gider," dedi maskeyi alırken. "Senin gibi görünmek."

"Çıkalım artık."

Odadan çıktığımızda koridorda gelen kişiye odaklandım. Beni kapıda görmesiyle adımlarını hızlandırdı. Selam verip, "Komutanım," dedi Kanca. "Ben de tam yanınıza geliyordum."

Kendisini bir kaşık suda boğacağımı bilse hiç yanıma gelmezdi. "Mümkünse gözüme gözükme Kanca."

"Bir şey mi oldu, komutanım?" Kanca anında durgunlaştı.

Konunun üstünde durmayıp, "Ne için gelmiştin?" dedim.

"Araba hazır onu demek için gelmiştim."

"Siren neden gelmedi?" dedim gözlerinin içine bakarak. Üsteğmen olarak bana bilgileri direkt o veriyordu.

"Yamalı'nın durumuna bakacaktı o yüzden ben bilgi vermek istedim."

Kafamı olumlu anlamda salladım. "İzin için heyecanlı mısın Kanca?"

"Evet, komutanım."

"İzne kendini iyi alıştır, yakında temelli ayrılacaksın," dediğimde sesimden sertlik akıyordu.

Kafasını hafifçe yatırdığında yüzüme hayret verici bir ifadeyle baktı. "O ne demek komutanım?"

"Kurallar Kanca, kurallar." Dişlerimi sıktım. Hiç taviz vermeyeceğim bir konuydu. "Bu time girdiğinizde kabul ettiğiniz kuralları tekrar oku. Sonra kendini neden temelli izne ayrılıyorum diye sorgula."

"Emredersiniz komutanım," dese de kafasını bir kere kurcalamıştı bu durum. "Araç hazır, sizi bekliyoruz."

"Önden ilerle Kanca."

Onun bizden tamamen uzaklaşmasıyla Balkan Kızı rahatlamıştı. Konuşmak istiyor ama o yanımızda olduğu için ağzını açmamakta kararlıydı. Bana doğru yanaştığında, "İkisini gördüğün için mi bu kadar çıkıştın," diye sordu. "Sevgili olduklarını bilmiyor muydun?"

"Bilmiyordum."

"Ben görür görmez anlamıştım. Gözleri ikisini de ele veriyordu," dedi kısık bir tonda. "Neden sevgili olmalarına kızdın ki? Senin gözünde aşk kötü bir şey mi?"

"Timin en önemli kurallarından biri duygusal bağ kurmamak." Aşk kötü bir şey değildi. Balkan Kızıma duyduğum hiçbir duygu kötü değildi. "İkisi de bu kuralı ihlal etti."

Kaşları havalandı. "Neden? Niye böyle bir kural var?"

"Bizi diğer askerlerden ayıran birçok özellik var Balkan Kızı," diye başladığımda beni pürdikkat dinlemeye koyuldu. "Özel eğitimlerden geçtik, gizli bir üssün içindeyiz, varız ama yok gibiyiz. Ailemiz, sevgilimiz, arkadaşımız olmamalı. Varsa da onlardan uzak kalmalıyız çünkü biz hayalet asker olmayı kabul ettiğimizde aynı zamanda cenaze namazımızı da kıldırırız."

Adımlarını durdurdu. Bana inanmayan gözlerle bakarken yutkunamadı. "Böyle bir şeyi yapmış olamazsın..." Dudakları titredi. "Yapmadım de, yüzbaşı. Gerçekten cenaze namazını kıldırdın mı?"

"Bazen öyle bir an gelir ki, bedenini bile bulamazlar. Sana dair tek bir kemik bile olmaz. O tabut boş kalır," dedim bütün gerçek hislerimle konuşurken. "Her şeyi düşünmek zorunda kaldığımız için namazımızı da kıldırdık. En azından tek parçayken..."

Titreyen bakışlarıyla, "Bu çok ağır bir şey," dedi.

"Ekip ruhu ayrı bir şey... Takım olmak, tim olmak hepimizde aranan özelliktir. Fakat gereğinden fazla yakınlık kurarsan arkadaşın şehit olduğunda geriye sen diye de bir şey kalmaz. Eğer hiçbir bağ kurmazsan, hedefinden şaşmazsın."

"Yani hep iç içesiniz fakat kimsenin kimseyle bağ kurmamasını söylüyorsun. Böyle bir şey mümkün olamaz."

"Olmak zorunda, Balkan Kızı."

"Bunu deneyimlediğin için mi böyle acımasız bir kural koydun?" diye sordu. "En yakın arkadaşın şehit mi düştü? Kaybetme korkusu yaşadığın belli. Aslında sen bu kuralı timdekilere değil kendine koyuyorsun."

"Deneyimledim," dedim açıkça. "Yüzümden yara aldığım operasyonda iki kişi dışında timdeki herkes şehit oldu. Ve bunun pişmanlığını hâlâ yaşıyorum. İyileştiğim de söylenemez." Dişlerimi birbirine bastırdım. "Komutanları olarak aynı şeyleri onların da yaşamasını istemiyorum. Çünkü his hiçbir zaman geçmiyor."

Elini göğsüme koyduğunda kalbime dokunuyormuş gibi hissettim. "Yaşadıkların için üzgünüm, çok üzgünüm..."

"Şşş," diyerek akmak üzere olan gözyaşlarını durdurdum. Elimi çenesine yerleştirdiğimde kirpiklerini bana kaldırması için hafifçe okşadım. "Hiçbir şey için üzülmeyeceksin."

Geriye çekilmek üzereyken onu durdurdum. Elinde tuttuğu maskeyi kavrayıp bakış açımıza getirdim. "Şu maskeni takalım," dediğimde bana heyecanla baktı. Saçlarını ördüğüm için maske onu en az seviyede rahatsız edecekti.

Arabaya doğru yürüdüğümüz sırada timdekiler kapıda bekliyordu. Bizi görmeleriyle hareketlenmişlerdi. Yamalı hariç hepsi vardı. Hazır ola geçeceklerini fark ettiğimde, "Rahat olun," dedim.

"Hoş geldiniz kurban olduğumun komutanısı," dedi İmam.

"Hoş buldum."

"Hoş geldiniz Talia—" diyen kişiye döndüğümde, "Tatlı komutanım. Hoş geldiniz," diyerek düzeltti Mermi.

"Tatlı komutanım ne Mermi? İlla seni hoplatayım mı istiyorsun?!" dedim kızgınlıkla.

"Dilim sürttü komutanım..." dedi Mermi.

"Seni bir sürterim, sürüngen olursun! Arizona kertenkelesi gibi ortalıkta dolaşıyorsun zaten!" dedim kendime hâkim olamazken.

"Kes, dayağı yiyeceksin şimdi. Az önce beni ayaküstü haşladı," dedi Kanca duymayacağımı düşünerek.

Siren'e döndüğümde, "Yamalı ne durumda Siren?" dedim.

"Sevki yapıldı komutanım. Helikoptere kadar eşlik ettim. Bilinci yerindeydi. Sizi sorup durdu," dedi Siren. "Sağlık durumu hastaneye yerleştiğinde yapılacak tetkikler sayesinde belli olacak."

"Hangi hastane olduğunu bana söylersin, yarın ilk iş olarak ziyaretine gideceğim," dedim.

"Emredersiniz komutanım!" dedi Siren.

"Diğer araba hazır mı?" diye sordum.

"Hazır komutanım," derken arabayı işaret etti Siren. "Siz istediğinizde kalkış yapılacak."

Timdekilere son bir bakış attığımda, "İzninizi iyi kullanın. Direncinizi ne kadar iyi toplarsanız o kadar iyi uyum sağlarsınız," dedim.

"Ne zaman evleneceksiniz komutanım?" diye sordu Mermi.

"Davetiyeyi tarafına yollarım, Mermi."

"Yes be!" dedi Mermi sevinçle. "Davetiyeyi çerçeveletip odama assam abartmış olur muyum beyler?" Kanca kafasına vurduğunda içim rahatlamıştı.

"Araçlarınıza yerleşebilirsiniz," diyerek direktif verdim. "Kendinize iyi bakın. Allah'a emanetsiniz."

Herkes farklı noktalarda oturduğu için üç araba ayarlanmıştı. Benim olduğum arabada yalnızca Fısıltı olacaktı. İkimiz aynı ilçede oturuyorduk, evlerimiz çok yakın sayılmasa da mesafe araba ile oldukça azdı.

Bakışlarımı Balkan Kızı'na çevirdiğimde, arabaya binmesini işaret ettim. Önden ilerlemesiyle peşinden yürüdüm. "En arkaya geçelim."

"Cam kenarına ben otursam olur mu?" diye sorarken masum bir ifadeyle baktı. "Yolculuk boyunca dışarıyı izlemek istiyorum."

Keşke o dayısı tarafından aranmıyor olsaydı da ona rahatça görmek istediği her yere götürebilseydim. İlk başta ailesinin mezarlığına...

"Olur, nereye oturmak istiyorsan geç."

Araba yolculuğu başlayalı bir hayli zaman olmuştu. Balkan Kızı meraklı bakışlarla dışarıyı izliyordu. Her yere özlemle bakıyor, içten içe sevindiğini belli eden tavırlar sergiliyordu. Bakışlarını bana çevireceğini hissettiğim an ona bakmayı bıraktım.

"Yüzbaşı," diye fısıldadı.

İngilizce konuşurken aksanı hoş olduğu için bilerek duymazlıktan geldim.

"Yüzbaşı!" dedi tekrar fısıltıyla.

"Sessizce konuşmana gerek yok," dedim sesimi normal seviyede tutarken.

Ona bakmamla konuşmaya devam etti. "İznin ne kadar sürecek?"

"Belirli bir gün yok, tekrar çağrılana kadar izindeyim," dedim sesime yansıyan belirsizlikle. "10 gün sonra da çağırabilirler, yarın sabahta."

"Anladım..." dedi kafasını sallayıp. "Çok uykusuzum," derken eliyle ağzını kapatıp esnedi. "Biraz uyusam olur mu, ljubov moja?"

Kaşlarımı çattım. Biraz fazla çatmış olacağım ki koluma parmaklarını yerleştirip yavaşça okşadı. "Kötü bir şey mi dedim?" diye sordu. Sesini tekrardan kısmıştı. Bir önümüzde oturan Fısıltı yerinde kıpırdanınca bakışlarım onu buldu.

Hem bana abi demeye devam ediyor hem de hiç kardeş gibi davranmıyordu. Aramızda hiçbir şey kalmamışken bana neden kendi dilinde abi demeye devam ediyordu ki?

Ben seninle ne yapacağım Balkan Kızı?

Ben senden nasıl uzak kalacağım?

Benim sessiz kalmamla, "Uyumayayım mı?" diye sordu.

"Uyu," dedim tekdüze bir sesle. "Yolumuz uzun. Varış noktasına ulaştığımızda seni uyandırırım."

Başını cama yaslayıp gözlerini usulca kapattı. Üstünde bana ait ceket vardı. Diğer kıyafetler kadın askerlerin yedek kıyafetleriydi. Annem hep, "Uyuyanın üstüne kar yağar," derdi. Balkan Kızı uykusunda bile günlük güneşlik içinde olsundu. Üstümdeki ceketi çıkarttım ve onun üstüne örttüm.

Çabuk uykuya dalmıştı. Ara ara irkiliyordu. Bunu her uyuduğunda yapıyordu. Tedirgindi. Artık uykularında huzur bulsun diye elimden geleni yapacaktım.

Başını kendime doğru yasladım. Araba hareket ettikçe camın titreşimi başına eziyet ediyordu. Uykusu bölünmeden uyumaya devam etmesiyle önüme döndüm.

Fısıltı arabaya bindiğimizden beri garipti. "Neyin var Fısıltı?" diye sordum. Sesim kısıktı.

Bana hiç bakmadan konuştu. "Hiçbir şeyim yok, komutanım."

"Var bir şeyin, söyle hadi."

"Komutanım..." Dudaklarını kapattı. Yüzüme bakmaya başladığında bakışları kısa bir anlığına omzumda uyuyan kadına düştü. "Ben yine sessiz kalsam?"

"Fısıltı, lafımı tekrar ettirme."

Konuşup konuşmamak arasında mücadele ettikten sonra dudaklarını araladı. "Makedonca'yı hâlâ bilmiyorsunuz değil mi?"

"Hayır..." Kaşlarımı çattım. Durduk yere bu nereden çıkmıştı ki? Yamalı'dan dolayı tavırları bir garip sanıyordum. "Yani orada olduğumuz süre boyunca bir şeyler öğrendik ama o da temel kelimeler. Ne oldu ki?"

"Ljubov moja kelimesinin anlamını bilmiyorsunuz yani..."

Bilmiş bir tavırla baktım. "Onu biliyorum, abi demek."

"Komutanım abi Makedonca'da brat demek."

Kaşlarım iyice çatıldı. "Nasıl yani... Brat mı abi demek?"

Fısıltı kafasını sallayarak beni onayladı. "Bunca zaman hiç anlamına bakmadınız mı?"

Yumruk yemiş gibiydim. Fısıltı oldukça ciddi bakıyordu. Timdekiler gibi aklı eğlenceye çalışmazdı. Ve söyledikleri doğru olmasa gerçekten ağzını açmazdı.

"Sence bakmış mıyım Fısıltı?"

"Niye bakmadınız ki komutanım?"

"Olduğumuz yerlerde internet çekiyor da benim mi haberim yok Fısıltı?" dedim kızarcasına. "Üssün içinde interneti sınırlıyorlar. Normalde telefon kullanmamız bile yasak. Biz dışarıdan geldiğimiz için kullanıyoruz. O da sadece alo diyor. Hem ben ne bileceğim?!" Sesimi iyice kısıp Balkan Kızı'nı işaret ettim. "Bana abi demek dedi ben de inandım!"

Bu kız bunca zamandır bana ne diyordu? Bana abi demiyorsa ne diyordu?!

"Kendisine körü körüne nasıl inandınız ki? Tanıdığınız biri olsa neyse diyeceğim..." Gözlerini kıstı. "Yoksa tanıdığınız biri mi?"

"Sen şuna cevap ver," dedim ifademi korurken. "Ljubov moja ne demek?"

"İnternetin artık çektiği noktadayız. Kendiniz baksanız daha iyi olacak." Başka bir şey demeden koltuğuna iyice sindi.

Balkan Kızı'nı uyandırmamaya dikkat ederek telefonumu çıkartıp elime aldım. Luybov maya tarzında bir şey söylüyordu fakat bu dil söylendiği gibi yazılmıyordu. Luybov yazdığımda arama motorunda net bir şeyler çıkmadı. Makedonca çok fazla bilinen bir dil olmasa da Rusça ile benzerliği bulunuyordu.

Sinirle kendi kendime konuşurken, "Nasıl yazacağım bu lanet kelimeyi?!" dedim. "Kiril alfabesi kullanıyorlar, klavyemde öyle harfler bile yok! Okuması ve yazılışı farklı bir dil zaten!" Telefonu alıp kırmamak için zor duruyordum. Bu kız ne diyorsa, dediği kelime çıkmıyordu.

"Ah Balkan Kızı ah, beni nelerle uğraştırıyorsun..."

Fısıltı kenardan bana doğru baktı. "Telefonu kırmadan bana verin de yazayım," dediğinde uzatmadan telefonu ona verdim. Saniyesinde bana geri vermişti. "Buyrun komutanım."

Çeviri ekranı karşımdayken karşılığı çıkan kelimeye odaklandım.

Aşkım.

Aşkım yazıyordu.

Siktir. Koca bir siktir... Bu kız küçüklüğünden beri bana hep aşkım mı diyordu?!

💀

26.11.2023 | sizi seven özge naz 🔖

Continue Reading

You'll Also Like

530 377 5
Umut mu? Sanmam Nefes mi? Kesildi Sevgi mi? Bitti Söyle bana doktor. Peki ya psikoloji?
219K 26.1K 63
Bilim Kurgu | Romantik | Her şey üç buçuk yıl önce Güney Afrika'da başladı. Güney Afrika'da Tabari adında elli iki yaşındaki bir teyzenin vücudundaki...
44.9K 246 2
Binlerce yıl önce ölümlü bir dünyaya sürgün edilen bir bebek 23. yaş günü aniden karanlık ruhlar tarafındsn kendi dünyasına çekilirse en fazla ne ola...
2.3K 1.4K 10
Savaşta karşılaştılar ve kendileri bile bilmeden bir-birlerine baglandılar.Ama sevmek yerine nefret ettiler,yada nefret etti.Peki savaşta tanışıp,nef...