BİR KİBRİTLE 𝘠𝘖𝘒 OLMAK

By zanegzo

7M 654K 563K

❝İnsan bir kutu kibrite benzer. Varolur, yanar ve söner.❞ Bu hayatta nasıl bir kibrit olacağına sen karar ve... More

BİR KİBRİTLE 𝘠𝘖𝘒 OLMAK
Bilgilendirme
Gelecekten Kesit
İLK KİBRİT
2. KİBRİT
3. KİBRİT
4. KİBRİT
5. KİBRİT
6. KİBRİT
7. KİBRİT
8. KİBRİT
9. KİBRİT
10. KİBRİT
11. KİBRİT
12. KİBRİT
13. KİBRİT
14. KİBRİT
15. KİBRİT
16. KİBRİT
17. KİBRİT
18. KİBRİT
19. KİBRİT
20. KİBRİT
21. KİBRİT
22. KİBRİT
23. KİBRİT
24. KİBRİT
25. KİBRİT
26. KİBRİT
27. KİBRİT
28. KİBRİT
29. KİBRİT
30. KİBRİT
31. KİBRİT
32. KİBRİT
ÖZEL KİBRİT
ÖZEL KİBRİT II
ÖZEL KİBRİT III
33. KİBRİT
35. KİBRİT
36. KİBRİT
37. KİBRİT
38. KİBRİT
39. KİBRİT
40. KİBRİT
41. KİBRİT
42. KİBRİT
43. KİBRİT
44. KİBRİT
45. KİBRİT
46. KİBRİT
47. KİBRİT
48. KİBRİT

34. KİBRİT

95.8K 11.7K 10.1K
By zanegzo

«Ben senden önce ölmek isterim.
Gidenin arkasından gelen, gideni bulacak mı zannediyorsun?
| Nazım Hikmet»

Ben senden önce ölmek isterim, Balkan Kızı.


TALİA ALAZ

| Şimdiki zaman, Türkiye Cumhuriyeti |

Askere gönül emanet edilmezmiş.

Barut Ulu, isimsiz bir askerken bana söyledikleri sayesinde askere gönülün de emanet edileceğini biliyordum. Biliyordum çünkü o bir yüreğe bile sahip çıkardı. Öyle de söylemişti.

Şimdi ne değişmişti?

Karşısındaydım, yanındaydım, ona bir nefes kadar yakın olduğum için artık imkansız mı olmuştuk?

Birbirimize çok uzakken; bir daha hiç göremeyeceğimi düşünürken, seni öldü zannederken bile imkanlıydın benim için.

Babaannemi her zaman görmeye gitmezdik. Onu yine de çok severdim. Bunu ona söylediğim de ise, "Gözden uzak olan, gönülden de ırak olur, kızım," derdi. "Beni sevsen anne ve babanın da elinden tutar ziyaretime gelirdin. Demek ki sen beni sevmiyorsun." Büyüdükçe ne demek istediğini anlamıştım.

Ulu'nun gözünün önündeydim ama gönlüne giremedikten sonra yakınında olsam ne olacaktı?

Odadan çıkacakken fevri bir hareketle önüme geçti ve açmış olduğum kapıyı geri kapattı. Bir eli kapıda dururken diğer eliyle beni yakalamıştı. Bakışları yüzümü talan ederken ona bakmamak için kendimi sıkıyordum.

"Senin söyleyeceklerin bitmiş olabilir ama benim bitmedi," dedi Ulu. Kararlı çıkan sesiyle bakışlarımı ona doğru kaldırdım. Aramızdaki bariz boy farkından dolayı gözlerinin içine bakmakta zorlanıyordum.

"Ne diyeceksin?" dedim öfkem sesime yansırken. Tam gitmek üzereyken beni durdurması daha çok sinirlenmeme neden olmuştu. "Ben askerim söyleyemem, anlatamam, bilmediğin şeyler var mı? Ben bunları senden duydum zaten!"

Elini kapıdan çekmedi ve daha çok abandı. "Eğer çıkarsan bir daha konuşacak vakit bulamayabiliriz," dediğinde sesi ılımlı geliyordu. Gözlerinde benimle konuşmak için yanıp tutuşan bir ifade vardı. "Benim bir dakika sonram kesin bile değilken şu an saniyelerle yarıştığımı bil, Balkan Kızı. Üstelik binbaşı da her an girebilir."

Yüreğime ağırlık çöktü. Bana her şeyi yapıp sonrasında bir dakika sonram kesin bile değil diyemezdi. Beni nasıl durduracağını biliyordu.

Kolumu kendime doğru çekmeye çalıştığımda izin vermedi. Ona ters bir bakış atarken, "Kolunu bırakmayacağım," dedi. "Şuraya otur."

Bakışlarımın sertleşmesiyle çok geçmeden dudaklarını araladı ve, "Oturalım," diye düzeltti. "Beraber." Daha ılımlı davranmasıyla ona ayak uydurdum ve odadaki geniş koltuğa beraber geçip oturduk. Önce benim oturmamı beklemiş sonra kendisi de yanıma geçmişti.

Dümdüz karşıya bakmaya başladığında yan profilinden onu incelemeye koyuldum. "Makedoncan daha iyi," dedi nereden başlayacağını bilmeyerek. "Az önce Türkçe konuştun ve ben bununla yetinmeyeceğim. İfade konusunda ikimiz de en iyi bildiğimiz dillerde daha iyiyiz." Hafifçe bana döndü ve gözlerimin içine baktı. "Türkçe konuşacağım. Türkçe konuşmasan da beni dinle."

Sakin kalmaya çalışıp, "Dinliyorum," dedim. Bedenimin titremesine engel olamıyordum. Her an ağlayacak gibiydim. Kolay değildi. Birçok anlam yüklediğim kişiyi öldü sanıyordum ve o şimdi karşımdaydı hem de bu kişi çocukluk aşkımdı...

"Seninle sınırdaki hastanede karşılaştığımda ilk başta kim olduğunu bilmiyordum," dedi. Gözleri dalıp gitmişti. Bedeni az öncekinden daha çok kasılıyordu. O yaralı hali aklına geldiği için rahatsız olmuştu.

Nasıl dayanmıştı?

Ne dilini bilen vardı; ne derdini anlatabileceği biri.

Üstelik kimliğini de gizlemek zorundaydı.

"Beni nasıl tanıdın?" diye sordum saf bir merakla. Hangi an tanımış, hangi konuşmamız da ben olduğumu çıkartmıştı. Ben onu tanıyamamıştım. Bundan daha ötesi var mıydı?

Direkt olarak gözlerimin içine baktı. Toprak rengi gözleri ışıl ışıldı. "Seni tanımamak mümkün mü? Seni nasıl tanımayacaktım ki?" Bakışları dudaklarıma doğru kaydı. Kalbimin hızı arttı. Bir süre dudaklarıma bakıp öylece durdu. "Çenen seni ele veriyor."

Bunu söylemesini beklemediğim için kolumla koluna vurdum. Gözlerinin kenarı kırıştığında güldüğünü anlamıştım. "Birçok şekilde tanıdım..." dedi bakışlarını benden kaçırarak. "Gülümseyişin, heyecanlı heyecanlı konuşman, sürekli olarak şarkı söylemelerin... Saçların..."

Kalbim ısınsa da sesimi soğuk tutmaya özen gösterdim. "Bunlar herkeste olabilecek özellikler," dedim. Hemen gardımı düşürmeyecektim. Sonuç olarak bir süredir benden bu gerçeği gizlemişti.

"Doktor Alaz dediler." dedi dalgın dalgın. "Hep bir içimde acaba mı vardı. Sonra kolundaki doğum lekeni de gördüm. Küçükken şarkı söyleyerek ortalıkta dolaşan, başıma bela olan, futbol maçlarıma engel olan o kızsın. Bunların hiçbiri olmasa bile sen o kızsın. Tanınmayacak gibi değilsin, Balkan Kızı."

"Ağır yaralıydın," dedim onun gerileceğini bile bile. "Uzun bir süre sadece kirpiklerini oynattın. Ama bana Ulu olabileceğini söyleseydin her şey daha farklı olabilirdi. Söylemeye niyetlensen bile ben anlardım. Sen hep isimsiz olarak kaldın." Yüreğimde adı bile olmayan biri vardı. Çok yaralıydı, yarasına merhem olmak istemiştim.

"Ben hayalet bir askerim, öleceğimi bilsem de kimliğimi ifşa etmem. Karşımdaki annem de olsa, ağzımı bıçak açmaz benim."

"Peki iyileştikten sonra beni neden hiç aramadın?" diye sordum. "Benim kim olduğumu da biliyordun. Sana salça olan o küçük bir kız da değildim. Üstelik ettiğin o laflardan sonra..."

"Aramadığımı kim söyledi?" dedi. Bakışlarımız kesiştiği an, bütün bedenimi ürperti kapladı. Gözlerinde beliren ifade kalbimin teklemesine neden oldu.

Ulu beni aramış mıydı? Bu operasyondan daha önce, beni görmek istemiş miydi?

Ben bunları nasıl bilmezdim? Nasıl onu çok görmek isterken, onun beni aradığından habersizdim?

"Ben gördüğüm her kızıl saçlı kadında seni aradım," diye eklediğinde kalbimin duracağını sandım. "Her kızıl saçlı kadında seni aramanın ne demek olduğunu hiçbir zaman bilemeyeceksin, Balkan Kızı."

Dudaklarım titredi. Yine ağlamak istemiyordum. "Ama bana hiç ulaşmadın, Ulu ljubov moja."

"Sınırda değildin. Makedonya'da değildin. Seni bulabileceğim hiçbir yerde değildin," dedi. "Üstelik Akif Cesur Beton'la bile görüşmek istemiyordun. Bana öyle söylenmişti."

"Tek bir yerde kalmayıp birkaç kampta daha gönüllü doktor olmaya devam ettim. Özel bir programdı. Resmi olarak doktor bile değildim," dedim açıklamak adına. "O yüzden hiçbir şekilde adım geçmiyordu..."

Bana doğru tamamen döndüğünde yüzlerimiz birbirine bakmaya başladı. Bakışlarım hiç çıkarmadığı maskesine kaydı. Yanımda rahat olup hiç takmayacağı günleri iple çekiyordum. Onunla yüz yüze konuşmak en çok istediğim şeylerden biriydi. Üstelik az önce kısa süreliğine yüzünü görebilmiştim. Ağladım diye olayları yanlış anlayıp maskesini geri takmıştı.

"Şunu anlaman gerekiyor," dedi oldukça sert bir tonda. "Görevdeysem, yalnızca hedefe odaklanırım. Hedefim Balkan Kızı'ydı. Sana o zamanları hatırlatıp ne senin aklınla ne de kendi aklımın ayarlarıyla oynamazdım. Şu an bile bu konuşmayı yapmamamız gerekiyor."

Kaşlarım havalandı. "O niyeymiş?"

"Çünkü beni tanımasaydın o isimsiz asker olduğumu asla söylemezdim. Ama sen beni tanıdın."

"Hâlâ söylemeyecektim diyorsun," derken kabullenemeyen bir ifadeyle kafamı iki yana salladım.

"Ne diyecektim Balkan Kızı?" dedi ters bir şekilde. Göğüs kafesim hızla yükseldi. "Ağrılarından dolayı sürekli sabaha kadar sızlayan o asker bendim. Bir bardak suyu içmek için bile birine muhtaç olan o asker bendim. Tuvalete bile kalkamayan o asker bendim. Benim en aciz hallerime sen şahit oldun!"

"Aciz mi?" dedim histerik bir tonda. "Yalnızca yaralıydın. Hastaydın!"

"Beni anlamanı beklemiyorum," dedi oturduğu yerden kalkarken. Birkaç adım attı ve bana doğru döndü. "Günler önce operasyonu başarıyla tamamlayarak ülkesine dönmek üzere olan bir üsteğmenken, bir anda timdeki arkadaşlarını şehit vermiş, ağır yaralı bir halde gazi mi yoksa şehit mi olacağımı bilmediğim kişiye dönüştüm!"

Sırtımı koltuğa yasladım ve geriye doğru çekildim. "Birbirimizi kesinlikle anlamıyoruz," dedim emin bir ifadeyle. "Ama şunu anla artık. Yarandan rahatsız olmadım. Olmam da. Ben her şeyden önce bir doktorum. Bu tarz yaralara alışkınım!"

"Gözlerin ve tenin hâlâ kıpkırmızı. Her an ağlayacak gibi duruyorsun," dedi rahatsız olduğunu belli eden bir tonda. "Ne yara izim için ne de benim için bir daha sakın ağlama."

"Benden bir şeyleri gizleyip ağlatma sen de o zaman," dedim. "Ben isimsiz askeri öldü biliyordum! Benim için de her şey zor! Bu hemen kabullenip sevinebileceğim bir şey değil ki! Ben senin arkandan günlerce göz yaşı döktüm... Şimdi çıkıp da ağlama diyemezsin!"

Bunu söylememi beklemiyor olacak ki olduğu yere mıhlanmıştı. Bir çiviyle çakılmaktan farksız olurken kaşlarını çattı. "Kimse için ağlama," demekle yetindi. "Göz yaşın kimse için akmasın."

"Kimse için değil," diye fısıldadım. "Senin için, Ulu. Senin için..."

Bana doğru yaklaştığında tam önümde durdu. Hafifçe eğildiğinde eli çenemi kavradı. "Şşş," dedi beni susturmak adına. "Geçmişi ikimiz de geri getiremeyiz. Artık ölmediğimi biliyorsun."

"Evet," dedim güçlü bir tonda. Haklıydı. Geçmiş geri gelmeyecekti. "Bana neler dediğini de hatırlıyorum. Hiçbirini unutmadım. Bu sefer bir şeyleri unutmuş, hatırlamıyormuş gibi davranmayacağım. Tam aksine, her şeyi bildiğimi bil, yüzbaşı."

Elini cebine attı. Yanıma geçip oturduğunda, "Madem hiçbir şeyi unutmadın o zaman bu künyeyi boynunda takmaya devam et," dedi. Kolyeyi bana geri uzatmasıyla kaşlarımı çattım. Ben bir gün vermek umuduyla kolyesini takmıştım. Ondan bana kalan tek şeydi.

"Ama senin," dedim dudaklarımı ıslatarak.

"Artık senin," dedi. Avucundaki kolyeyi almam için işaret etti. "Benden daha uzun bir süredir sen takıyorsun."

Ondan almak yerine saçlarımı kaldırdım ve kendi eliyle boynuma takması için sırtımı ona döndüm. Hiçbir şey demeyip kırık künyeyi boynuma taktı. Parmaklarını tenimde hissederken ürpermeden edemedim. Eldivenleri olmasına rağmen elinin sıcaklığını hissedebilmiştim.

O geri çekilmeden tekrar ona döndüm. Aramızda hiçbir mesafe olmamasıyla geriye doğru çekildi. Onu tutup, "Uzaklaşma," dedim kısık bir sesle.

Yavaşça yutkundu. Gözlerimiz birbirine kenetlenmiş bir haldeydi. İkimizin de kalp atışları duyulacak seviyedeydi. "Bu saatten sonra senden nasıl uzaklaşacağımı bilmiyorum, Balkan Kızı," dedi. Ona daha çok yaklaştığımda alınlarımız birbirine değdi. Derin bir iç çekti. Ona ne zaman yaklaşsam iç çekiyordu. "Üstelik sen her şeyi biliyorken..."

"Her şeyi bilmiyorum," dedim kirpiklerimin altından ona bakarken. "Her şeyini bilmek isterim. Mesela yara izini de. Her bir zerresini, zihnime kazıyacak kadar bakmak isterim..." Elimi maskesine yerleştirdim ve yavaşça sürttüm. Ona dokunuşum kıvılcım etkisi yaratıyordu. İkimiz de kül olana kadar yanacaktık.

Maskenin ucunu kavradığım an, bileğimden yakaladı beni. "İzin ver bana, Ulu ljubov moja." Sesim yalvarır tondaydı. "İzin ver."

Gözlerinin içine baktım ve gerçekten istediğimi görsün istedim. "Ve molam, Ulu. Ve molam, ve molam, ve molam." Annem yaşasaydı, ve molam dememe çok kızardı. Doğrusu te molam olsa da ben çocukluğumdan beri olan şeyi devam ettiriyordum.

Ulu gözlerini kapattı. Alnını alnıma daha çok bastırdı. "Bakma şöyle," dedi genzinden gelen bir sesle. "Bakma ki her şeyi yakıp yıkmak istemeyeyim."

"Sadece bakmak istiyorum," dedim keskin bir dille. "Az önce ağlamaktan bakamadım ki. Şimdi ise ezberlemek için bakmak istiyorum."

"Neyini ezberleyeceksin? Yara izi işte."

"Kocanın yara izi nasıl bir şey diye sorarlarsa bilmezlikten mi geleceğim?" dedim ona sinirle bakarken.

Yumruk yemiş gibi baktı. "Kocan?"

"Kocam olmayacak mısın?"

"Olacağım," dedi gevşeyen bedeniyle. "Kocan olacağım."

"İşte..." dedim kendime yol bulurken. "Bizi tehlikeye atacak hiçbir şey yapmamalıyız. Birbirimiz hakkında ne kadar çok şey bilirsek o kadar iyi. Hem konsolosluk evliliğin gerçek olup olmadığını anlamak için bir sürü soru soracak. Birbirimizin yüzüne mi bakacağız? Ya her şeyi batırırsak? Akif Cesur Beton seni mahveder biliyorsun değil mi? Onun ağzına mı düşeceksin—"

"Nefes al," dedi Ulu araya girerek. "Nefes al, Balkan Kızı."

Derin bir nefes alıp verdim. "Aldım," deyip konuşmaya devam ettim. "Haklı olduğumu biliyorsun."

Bileğimi tutan ellerini yavaşça çekti. Tereddüt etse de bana izin vermişti. Heyecanıma yenik düşerek tamamen ona döndüm ve maskesini kavrayıp yavaşça yukarıya doğru sıyırdım. Bana yardımcı olmak istercesine başından tutup tek hamleyle çekti. Maskeyi elinin arasına aldı.

Artık tamamen yüzüne bakıyordum.

Yarası şakağından itibaren başlıyordu. Üç tane derin kesik, o derin kesikler yıldırım gibi etrafa saçılmıştı. Dudağına yakın bir mesafedeydi. Çenesinin altında bitiyordu. Boynunda da kesikler mevcuttu fakat yüzündeki yaraya nazaran daha inceydi.

Ben onun yarasına bakarken o benim yüzüme bakamıyordu.

İçim gidiyordu. Canım yanıyordu. Üzülmemek elde değildi. Yara izi ciddi boyuttaydı.

Pansuman yaptığım zamanları hatırlıyordum. Acıdan sabahlara kadar sızlıyordu. Ağzını bıçak açmıyordu lâkin dayanılacak bir acı da değildi.

"Saçlarının rengi koyulaşmış," dedim yarası hakkında konuşmaya hazır hissetmediğim için. Elimi saçına yerleştirdim ve parmaklarımı gezdirdim. "Küçükken kız kardeşlerine daha çok benziyordun. İkisi de sarışındı. Sen ise kumral... Şimdi o kumrallığında da eser kalmamış."

Ne yüzüne ne de saçına hiç dokundurmazdı. Küçükken, "Dokunup eskiteceksin," derdi Ulu.

Onu incelemeye devam ettim. Bakışları maskesindeydi ve hemen geri takmak istediğini belli eden hareketler sergiliyordu. "Burnunu hep çok kıskandım."

"Artık düz değil kemikli bir burna sahibim," dedi sessizliğini bozduğunda. Öyleydi. Burnunda bir çıkıntı oluşmuştu.

"Yine herkese kafa göz dalıyor musun, Ulu ljubov moja?" diye sordum merakla.

"Keşke herkese değil de her şeye kafa göz dalabilsem," dedi bana bakmaya başlayarak. "Mesela ljubov moja kelimesine de dalmak isterdim." Tek kaşını kaldırdı. "Biraz dayaklık bir laf ha?"

Gülümsedim. "Her şeyi dövemezsin."

Parmaklarım saçlarında arsızca dolanıyordu. Çok uzun değildi lâkin bir süredir kesilmediği uçlarından anlaşılıyordu. Saçlarında gezen parmağımı aşağıya indirdiğim sırada geriledi. "Çekme kendini..."

"Daha önce kimse dokunmadı."

Yutkunamadım. Onu rahatsız edecek hiçbir şey yapmak istemiyordum. "Eğer istemiyorsan dokunmayacağım."

"Yüzümün bu kadar açık durmasına alışık değilim. Uzun bir süre oldu."

"Uyurken de mi maskelisin?"

"Evde olmadığım her an evet öyleyim," dedi Ulu. "Bazen evde olsam da çıkarmayı unutuyorum. Barış uyarır beni. Tedbirli davranıyorum. Mesleğim her şeyden önce geliyor."

Barış'ın kim olduğunu bilmiyordum fakat onun adını söylerken dudakları kenara kıvrılmıştı. Sevdiği biri olmalıydı. "Bir gün dokunmama izin verirsin değil mi?" diye sordum.

Gözlerimiz buluştu. Bir şeyden emin olmak istercesine uzun uzun baktı. "Ben vermesem de dokunacak gibisin."

"Sabırsız biriyim, erken doğmuşum," dedim açıklamak adına. "Az önce kimse dokunmadı dedin ya... Doktorlar da mı dokunmadı?"

"Tedavi için dokundular elbette... Uzaktan uzağa aktarım yapacak değiller." Ona boş gözlerle baktım. "Orada demek istediğim çevremdi. Çevremden kimse dokunmadı."

Aslında sormak istediğim tedavi alıp almadığıydı. Çünkü tedavi görse yüzü bu halde olmazdı. İz yine kalırdı, ona yapılacak hiçbir şey yoktu ama ürkütücü hâli biraz daha aza indirgenebilirdi. Tedavi geçmişini deliler gibi merak ediyordum. Hemen soru sual edip onu elimden kaçıramazdım.

"Kesin doktorlara çok çektirdin. O zamanlarda dikişlerini az patlatmamıştın. Sana gazlı bez yetiştiremiyorduk."

"İyi dikiş atmıyordunuz," dedi kendinden ödün vermezken. "Atam boşuna beni Türk hekimlerine emanet edin dememiş."

Dirseğimle koluna sertçe vurup onu uyardım. "O zamanlar bilerek yaptığının farkında olmadığımı mı sanmıştın?" dedim kartlarımı açık oynayarak. "Beni görmek için yaptığını biliyordum, yüzbaşı."

Omuz silkti. "Tek doktor sen değildin."

"Seninle sürekli olarak ilgilenen bendim!"

"Benimle ilgilenmekten daha çok hocalarından azar işitmekle meşguldün," derken gülümsedi. Gülümsemesiyle hareket eden yara izine doğru bakışlarım kaydı. Ve hızlıca gülmeyi kesti. Tekrardan maskesine baktı.

Kızar gibi, "Anlaşılan bu hoşuna da gidiyordu," dedim.

"Suçlu olduğunu bildiğin için doktorlara ağzını açamadığın dakikalar komiktin, kabul ediyorum," dedi. Biraz daha rahatlamış gibiydi. Hemen durumu kabullenecek gibi değildi. Zamanla ikimiz de her sorunu aşacaktık. Buna inanıyordum. "Sonra odayı terk ettiklerinde iki saat boyunca arkalarından konuşuyordun." Onu ilgiyle dinlemeye devam ettim. "Hiç senin gibi bir kıza yakışıyor mu?"

"Benim gibi bir kıza başka nelerin yakıştığını tahmin bile edemezsin, yüzbaşı."

İddialı bir şekilde baktı. "Tahmin etmeme gerek yok. Ne yakıştığını biliyorum, Balkan Kızı."

"Hep bu anı hayal ettim," dedim sesime yansıyan mutlulukla. Bakışlarımı onun yüzünden çekmiyordum. Ondan çekinmediğimi, korkmadığımı ya da rahatsız olmadığımı anlamalıydı. Bunu gözlerimden görmeliydi. "Artık yüz yüze bakıyoruz. Seninle maskesiz bir şekilde konuşmak güzelmiş. Bunu daha çok yapar mıyız?"

Kafasını salladı. "Baş başa olduğumuz her an..."

"Baş başa olabilecek miyiz ki?"

"Şu an değil miyiz?" diye sordu.

Kaşlarımı çattım ve bakışlarımı arkasına doğru diktim. "Hayır..." Ses tonumu alçattım. "Sana iki saattir öfkeyle bakan Yeşil Dev'den haberin yok sanırım."

Hiçbir tepki göstermedi. Bir milim kımıldamadı bile. "Yalan söylediğini gözlerindeki yansımandan anlayabiliyorum, Balkan Kızı." Ona şaşkınlıkla baktım. "Sadece gözüne bakmıyorum aynı zamanda etrafı da kontrol ediyorum." Onun gibi bir askere şaka yapılmayacağını bu kadar çabuk anlamamalıydım.

Sinirime yenik düşüp, "Küçükken bunu yemiştin!" dedim.

"O küçükkendi."

"Sürekli maskene bakıyorsun. Eğer takmak seni daha rahat hissettirecekse..."

Hiç uzatmadan, "Daha rahat olacağım," dedi. Ona karşı çıkmadım. Çok bile durmuştu. Maskesini geri yüzüne taktığında geriye yaslandı.

Onun yaslanmasıyla daha önce yaptığım gibi maskesinin üstüne dudaklarımı bastırdım. Yanağından, bu sefer yarasının yerini bilerek onu öptüm. Kaskatı kesilmişti.

"Bunu hep yapacak mısın?" diye sordu. Sesi garipti. Bunun hoşuna gidip gitmediğini anlayamamıştım.

"Neyi?"

"Beni öpmeyi."

"Sadece dudağım yanağına birazcık dokundu. Bu öpmek sayılmaz ki," dedim masum bir ifadeyle. "Çünkü öpersem hep yapmamı istersin, yüzbaşı."

Kaşlarını çattı. "Bu lafları benim sana etmem gerekmiyor mu?"

"Nasıl derler," deyip göz kırptım. "Sen biraz nazlısın." Mesleğine sığınıp odun gibi davranıyordu. Hiçbir duygu belirtisi göstermiyordu.

"Lafa değil icraata bak. Herkes konuşur ama herkes yapamaz, Balkan Kızı."

"Yap da görelim o zaman."

Yüzüme doğru eğildiğinde parmaklarını çeneme yasladı. Tenimi hafifçe okşayarak aramızdaki duyguyu derinleştirdi. İkimiz de aynı anda nefes alıp verirken sıcaklık aramızda mekik dokudu. Öpecek miydi? Hem de tam şimdi?

O sırada kapı açıldı.

Akif Cesur Beton sanki hissetmiş gibi en olmaması gereken anda odaya girmişti. Bakışları direkt olarak Ulu'dayken kaşlarını çattı.

Ulu şapkasını taktıktan sonra selam verdi. Gür çıkan sesiyle, "Komutanım," dedi.

"Siz hâlâ burada mısınız?" diye sordu Binbaşı Beton.

"Evet, komutanım," dedi Ulu.

Akif Cesur'un bakışları beni bulduğunda kaşlarını kaldırdı. Adım atmayı bıraktığında bana odaklandı. "Senin gözlerin niye kıpkırmızı?"

"Alerji."

"Ne alerjisi? Senin küçükken hiç de alerjin yoktu!" dediğinde sesi gür sesi odada yankılandı. "Ağlamışsın. Onun yüzünden mi ağlıyorsun?!"

Ağlamıştım ve koskoca adamı kandırmaya çalışıyordum. "Yeşil Dev," diye fısıldadım. "Ağladım ama—"

Mavi bakışları hızla yüzbaşını buldu. "Sana yalnızca yarım saat önce tek bir şey dedim Ulukurt," dedi oldukça öfkeli bir şekilde. "Lafımın üstünden saatler geçmedi! Ben bu kızın bir daha göz yaşı akmayacak diye yeminler ettim! Maruzat ver hemen!"

Bildiğim bir şey varsa; Barut Ulu Boratav, Akif Cesur Beton'un elinden çok çekecekti. Yine bildiğim bir şey varsa, Ulu da altta kalacak biri değildi.

💀

18.11.2023 | sizi seven özge naz 🔖

*yara, birebir aynısı değildir*

Continue Reading

You'll Also Like

14.3K 1.3K 18
❝𝖹𝖺𝗆𝖺𝗇 𝖻𝖺𝗓𝖾𝗇 𝗄𝖺𝗍𝗂𝗅𝖽𝗂𝗋, 𝗒𝖺𝗌̧𝖺𝗇𝗆ı𝗌̧𝗅ı𝗄𝗅𝖺𝗋ı𝗇ı 𝗈̈𝗅𝖽𝗎̈𝗋𝗎̈𝗋.❞ ********** O geceyi hatırlıyor musun? Gece süsü meleğin...
78.6K 4.7K 30
"Her insan kendi kaderini yazar kim bilirdi ki aynı kaderi yaşayacaklarını"
709 117 16
İki genç aşık. İki yaralı kalp lakin biri katil biri maktül. Kayla, ilk aşkı için yapamayacağı hiç bir şey yokken ihanet ile sarsılır. Geçmişin kapıs...
273 56 10
O iki farklı yaşam sürendi O unutandı O sırt dönülendi, yakılandı, unutmaya mahkum olandı Yandı, geri bir tek külleri kaldı Unuttu, geriye bir tek o...