BİR KİBRİTLE 𝘠𝘖𝘒 OLMAK

By zanegzo

7M 655K 563K

❝İnsan bir kutu kibrite benzer. Varolur, yanar ve söner.❞ Bu hayatta nasıl bir kibrit olacağına sen karar ve... More

BİR KİBRİTLE 𝘠𝘖𝘒 OLMAK
Bilgilendirme
Gelecekten Kesit
İLK KİBRİT
2. KİBRİT
3. KİBRİT
4. KİBRİT
5. KİBRİT
6. KİBRİT
7. KİBRİT
8. KİBRİT
9. KİBRİT
10. KİBRİT
11. KİBRİT
12. KİBRİT
13. KİBRİT
14. KİBRİT
15. KİBRİT
16. KİBRİT
17. KİBRİT
18. KİBRİT
19. KİBRİT
20. KİBRİT
21. KİBRİT
22. KİBRİT
23. KİBRİT
24. KİBRİT
25. KİBRİT
26. KİBRİT
27. KİBRİT
28. KİBRİT
29. KİBRİT
30. KİBRİT
31. KİBRİT
32. KİBRİT
ÖZEL KİBRİT
ÖZEL KİBRİT II
33. KİBRİT
34. KİBRİT
35. KİBRİT
36. KİBRİT
37. KİBRİT
38. KİBRİT
39. KİBRİT
40. KİBRİT
41. KİBRİT
42. KİBRİT
43. KİBRİT
44. KİBRİT
45. KİBRİT
46. KİBRİT
47. KİBRİT
48. KİBRİT

ÖZEL KİBRİT III

95.4K 9.5K 6.4K
By zanegzo


| Geçmiş zaman, Türkiye Cumhuriyeti |

Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır, demiş Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk.

Kan kızılı bayrağın altında dikilen Barut Ulu Boratav, harici formasına taktığı yakasındaki Atatürk armasıyla şehitlikteydi. Zihninden Atatürk'ün sözlerini tekrar tekrar geçiriyordu. Bu kutsal vatan uğruna şehit olan timine intikamla harlanan bakışlarla bakıyordu. Türkiye Cumhuriyeti payidar kalsın diye hiç düşünmeden kendilerini feda etmişlerdi. Boratav, kendinin neden orada olmadığını düşünüp duruyordu.

Kıdemli üsteğmendi. Timi iki ayrı ekibe ayrılmıştı. Başarıyla tamamladıkları operasyondan vatana dönmek üzereyken kayıplar vermişlerdi. Hain bir saldırıydı. Barut, en belirgin yarayı yüzünden almıştı. Yüzünün tamamen parçalandığını sanmıştı. Korkulan olmamıştı. Yine de mesleğine geri dönebilecekti. Onun için en önemli şey buydu.

Fakat silah arkadaşı Barış Kameroğlu artık gaziydi.

Barut, o hain saldırıda Barış'ın ilk anda öldüğünü sanmıştı. Çok yakınında bomba patladığını işitmişti. İlk ona koşmuştu, ilk ona bakmıştı, ilk onu sormuştu. Arkadaşının bacaklarını gördüğünde her şey için çok geç olduğunu biliyordu lâkin yine de umudunu kesmemişti. Bedeninden kanlar akarken onu metrelerce sırtında taşımıştı.

Eğer taşımasaydı öleceğini biliyordu. Onu yaşatan Barut olmuştu.

Şimdi ise Barış, onun hayatını kurtardığı için minnet yerine nefret duyuyordu. Aynı okulu okuduğu, aynı eğitimlerden geçtiği, aynı birliğe alındığı, aynı kaptan yemek yiyip ve aynı yerde kaldığı arkadaşıyla gözlerini açtığından beri konuşmuyordu.

"Kurtarma beni," demişti Barış. "Kurtarma sakın, belimden aşağısını hissetmiyorum, yapma Barut. Yaşatma beni."

Barut inatla, "Yaşayacaksın," demişti. "Hem sana daha kız istemedik. Sağdıcın olacağım. O düğünü yapacağız. Beraber karşılıklı oynayacağız. Daha yaşayacağımız çok şey var, kardeşim. Pes etmek yok. Hani biz Harbiyeli, harbi adamlardık?"

"Bu saatten sonra," demişti Barış. Konuşamıyordu. Bilinci kapanmak üzereydi. "Bana değil kız, çitli çekirdek bile vermezler. Bacaklarımı hissetmiyorum diyorum, oğlum. Bırak beni, şehadet şerbetinden içeyim."

Barut dinlememişti. İkisi de yaralıydı; Barış'a nazaran yaraları daha azdı. Kan kaybından ölmemesi için onu güvenli bir alana çekip iletişime geçecekti. Kurtarabildiği kadar kişiyi kurtarmak istemişti. Diğer tim arkadaşlarından ikisi ilk saldırıda şehit düşmüştü. Komutanını görememişti.

Şu anda komutanının boş olan tabutuna bakıyordu. Yalnızca adı yazılıydı, sembolik olarak gömülmüştü ve içinin boş olduğunu bilerek bakıyordu. İntikam, gözlerinden okunan tek ifadeydi.

Mezarlık ziyaret edilmeyi bekleyenlerle doluydu. Bulduğu ilk fırsatta Barış'ı alıp gelmiş, tim arkadaşlarını ziyaret etmek istemişti. İkisi de tedavi altında olduğu için cenaze merasimine katılamamışlardı. Barut ülke dışında bir hastanede, bir daha hiç görmeyeceğini sandığı Balkan kızı sayesinde hayata tutunmuştu.

Tören gizlilikle yürütülmüş, hayalet askerler olduğu için şehit ve gazi olanlar bir saniye bile medyaya yansımamıştı. Herkesten gizli göçüp gitmişlerdi. Vatan uğruna can verdikleri bilinmeden. Bir gün Boratav da öyle olacağını hissediyordu.

Barış'ı evden zorla çıkartmıştı. Ne konuşuyor ne bir şey yapıyordu. Ölüden halliceydi. Hayata gözlerini tekrardan açmıştı fakat hayatta değil gibiydi. Barut, kardeşinin günden güne eridiğine şahit oluyordu ve elinden hiçbir şey gelmiyordu.

"Barut," diye fısıldadı Barış. Sesi uzun süredir sessiz olduğu pürüzlüydü.

Barut Ulu, daldığı düşüncelerden hızlıca sıyrılıp işittiği sese yöneldi. İlk başta onun seslendiğini algılayamamıştı. Konuşmamasına o kadar alışmıştı ki seslenmesi garibine gitmişti. Eğilip Barış'a doğru baktı. "Kardeşim?" diye sorarcasına konuştu.

"İkimizin de orada olması gerektiğini biliyorsun," dedi Barış bakışlarıyla toprağın altını işaret ederken. "İkimiz de orada değiliz."

"Değiliz," diyerek onayladı Barut.

"Ne yapman gerektiğini biliyorsun," dedi Barış tekdüze bir sesle. "Anası ağlayan şehitler için."

Barut bu sözlerin ne olduğunu bildiği için tekrar etti. "Anası ağlayan şehitler için." İkisin de annesi yoktu ve ölürlerse anneleri ağlamayacaktı.

"Kalleşçe vurulan Mehmetler için," diye devam etti Barış. Sesi hiç olmadığı kadar gürdü. Adeta bir süredir konuşmamasının acısını çıkartıyordu.

"Kalleşçe vurulan Mehmetler için." Barut tekrar etti. İkisi de yutkunamadı.

Barış sesi titreyeceğini bile bile bağırdı. "Sevdiğini bekleyen genç kızlar için."

"Sevdiğini bekleyen genç kızlar için."

"İntikam," dedi Barış.

Yemin eder gibi, "İntikam," dedi Barut.

"İntikam, intikam alacağız." Barış kardeş gibi gördüğü adama baktı. "İntikam alacaksın. Sen yapacaksın. Ben..." Durdu. Bakışları bacaklarına düştü. "Benim yerime de kardeşim, benim yerime de."

"Yemin olsun, sözüm olsun, andım olsun," dedi Barut. Gözleri söylediklerini doğrular nitelikteydi. "Senden, bizden aldıkları her şey için misliyle karşılık vermezsem annemin hakkı bana helal olmasın, toprak bile kabul etmesin, kardeşim."

İkisi tekrardan sessizliğe büründüğünde bütün tim arkadaşlarına karanfil bıraktılar. Bir asker yanlarına koşarak geldiğine, "Komutanım," diye seslendi. "Mezarlığa girmek isteyen bir kadın var. Barış komutanımla görüşmek istediğini söyledi. İçeriye alalım mı?"

Barış mezarlığın kapısına doğru baktığında gelen kişiyi gördü. Yağmurdan ıslanmış saçlarıyla haftalar önce ayrıldığı kız arkadaşı duruyordu. Onu hiç böyle görmemişti. Kendisini ilk kez tekerli sandalyede görecekti. O an yok olmak, bu anı yaşamamak istedi.

"Almayın," dedi Barış hızlıca. "Beni hemen arabaya götürün."

"Barış," dedi Barut.

Barış, "Görüşmek istemiyorum," diyerek ellerini tekerlekli sandalyeye yerleştirdi ve uzaklaşmaya başladı.

Barut, günlerdir perişan olan kadının yanına doğru ilerledi. Şapkasını biraz daha eğdirip yüzündeki yarayı gizlemeye çalıştı. Barış'ın evlenme hayali kurduğu, yakın bir zamanda da evlilik teklifi ettiği kız arkadaşıydı. Yağmur, sınıf öğretmeni olan, çok cana yakın ve sevecen bir insandı.

İkisi karşı karşıya geldiğinde Yağmur bakışlarını Barış'tan çekti. "Hiç boşuna ağzını açma Barut," dedi kısılan sesiyle. "Tek istediğim onun iyi olduğundan emin olmak. Beni artık istemediğinizi biliyorum—"

"Seni istemediğimizi nereden çıkarttın Yağmur?" dedi Barut. Onun böyle düşünüyor olmasına üzülmüştü. Yağmur çok sevip saydığı bir arkadaşıydı.

Yağmur öfkeyle Barut'a baktı. "Beni kovdu!" diye bağırdı. "Beni kovdu! Kalbinden, hayatından, evinden, her yerden! Bana bundan birkaç ay önce evlenme teklifi eden adam, beni bir anda hayatından siktir etti!"

Dişlerimi sıktı Barut. Barış'ın gerçekleştirmek istediği bir hayali vardı. Kendini bildi bileli hiç ailesi olmadığı için bir aile kurmak istiyordu. Düzenli bir ilişkisi, evlenme hayalleri kurduğu bir sevgilisi vardı. Okuldan mezun olduktan sonra hayatına Yağmur girmişti ve o zamandan beri beraberlerdi. Barış gazi olduktan sonra yaşadığı bunalımlardan ötürü Yağmur'dan ayrılmıştı.

"Çünkü senin hayatında olmak istemiyor," dedi Barut. "Sözlerim sana acımasız gelebilir fakat aylardır yalnızca birbirinizi üzüyorsunuz ve ben ikinizin de üzülmenizi istemiyorum, Yağmur. Ama onu da anla."

"Bana Barış'ı koruma Barut," dedi. "En az onun kadar sen de suçlusun! En başından beni yanınızda isteseydin Barış bu kadar içine kapanmayacak, süreci beraber atlatacaktık! Ben sevgilim ölmedi diye dualar ederken o ölmediği için beddua ediyor!"

"Kolay şeyler yaşamadık, hayatımızın en uzun görevine çıkmıştık ve operasyon tamamlandı, başarıyla ayrılıyoruz sanırken büyük kayıplar verdik, Yağmur,'' diyerek genç kadını sakinleştirmek istedi. Yağmur'u tutmasa koşarak Barış'ın yanına gitme potansiyeli vardı. "Bak haftalar sonra arkadaşlarımızın yanına gelebildik."

Yağmur hiç düşünmeden, "Siz de ölseydiniz keşke," dedi.

Barut onu susturmak adına, "Yağmur," dedi. "Sonradan pişman olacağın kelimeler söyleme."

"Ölseydiniz," dedi onu duymazdan gelerek. "Ölseydi..." Bakışları Barış'ın içinde olduğu arabaya doğru kaydı. "Eğer onun bu kadar değişeceğini bilseydim ölmesini yeğlerdim. Tabutuna sarılır, kendimi avuturdum bir şekilde. Şimdi yaşıyor fakat ona sarılamıyorum bile."

"Ağır konuşuyorsun, öğretmen," diyerek uyarı da bulundu Barut. Sesi hiç olmadığı kadar sertti. "Daha önce kimseyi kaybetmediğin bu kadar kolay ölmemizi istediğinden belli. Öyle tabuta sarılmakla avunmuyorsun. Bir avuç toprak sana yetmiyor."

"Bunu taş kalpli olan sen mi diyorsun Barut? Sen ne anlarsın ki?" diye sorduğunda Yağmur elini kaldırıp genç adamın göğsüne vurdu. Henüz iyileşmemiş yaraları bulunmasına rağmen onun bu tavrına aldırmadı Barut. "Günlerce kapınızda ağladım. Beni içeri al, onun yarasına merhem olurum dedim. Bana mısın demedin!" Tekrar göğsüne vurdu. "O kadar kalpsizsin ki beni ondan uzak tuttun! Onu görmeme bir an olsun izin vermedin! Nefret ediyorum senden! Nefret!"

Tekrar vurmak üzere olan elini bir hışımla tuttu Barut. "İçindeki tüm öfkeni dök," dedi yaşlı gözlerin içine bakarken. "Çünkü bir daha buna izin vermeyeceğim."

Onu duymuyordu. Bütün algıları kapanmıştı. "Onun yanında olabilseydim her şey bu kadar kötü olmazdı!" dedi. Sesi bütün sesi mezarlığı inletiyordu.

"Hepsi senin suçun!" diyerek tekrar bağırdı Yağmur. Barut gözlerini yumdu. Bu lafa alışkındı. Babası, annesi öldükten sonra hep onu suçlamıştı. Annesinin ölümünden hep kendini suçlu bildi. "Hayatında o kadar kimse yok ki sevginin iyileştireceğinden habersizsin! Aşkın her şeyin üstesinden geleceğini bilmiyorsun!" Aşkı bilmiyordu Barut. Sevgiye ise çok uzaktı.

Fakat yakın zamanda o sevgiyi tatmıştı. Her gece başucunda ona şarkılar söyleyen kadının sevgisini hissetmiş, iyileşmişti.

Araladığı gözleriyle, "Benim suçum, her şey de haklısın," dedi Barut ifadesizce. Ona duymak istediklerini söyledi. Onunla tartışacak ve kavga edecek değildi. Barış'ın hayatındaki en önemli insandı.

"Beni sevdiğim adamdan ayırdın ya..." Gözlerinde hüzün belirirken öfkesi diline yansıdı Yağmur'un. "Dilerim bizim yaşayamadığımız hiçbir şeyi sen de yaşayamazsın. Dilerim sevdiğinle sen de kavuşamazsın. Dilerim ahım hep üstünde kalır, Barut Ulu Boratav."

Sustu Barut. Dilini dahi oynatmadı.

Söyleyecek hiçbir şey yoktu. Karşısında öfkeli bir kadının kurşunu aratmayan sözleri; öte yandan artık her dakika ölmek isteyen arkadaşı vardı. O yaşayacaksa bu ah üstümde hep kalabilir, diye düşündü, bir gün bu ahın gitmesini dileyeceğini bilmeden.

Yağmur eli ve gönlü boş ayrılırken Barış'ı görme umuduyla geldiği yerden ağlayarak gitmişti. Barut bir süre onun güvenle gitmesini izledikten sonra kendisini bekleyen araca doğru ilerledi. Geniş minibüsün kapısı açıldığında üniformasına dikkat edip koltuğa yerleşti.

"Ne diyor?" diye sordu Barış. Arkadaşının gözlerine bakan Barut, o harelere yerleşmiş acıyı gördü. Bu bakışlar öfkesini harlamaktan başka bir şey yapmıyordu. Barış köpekler gibi Yağmur'u seviyordu. Kendisine mahkûm olacağını düşünerek onun için ondan ayrılmıştı. Seve seve ayrılmıştı.

Barut bakışlarını camdan dışarıya dikti. "Seninle görüşmek istiyor." Akif Cesur Beton da arabanın içindeydi. İki genç adama kızgınlıkla bakıyordu.

"Beni unutsun artık, benden ona yâr olmaz," diyerek mırıldandı Barış.

"O kıza haksızlık ediyorsun kardeşim," dedi Barut.

"Eğer benimle olursa hayatı mahvolacak," dedi Barış içi acıya acıya. "Ben artık engelli bir adamım. Yağmur benden iyilerini hak ediyor. En azından iki ayaklı birini."

Barut, "O sadece seni istiyor. Sadece seni," dedi kelimelerin üstüne basa basa.

Barış kalbinin ağrımasıyla, "Sus abiciğim, sus. Duymak istemiyorum artık," diyerek konuyu değiştirmeye çalışsa da Akif Cesur Beton sessizliğini bozdu.

"Barış."

"Emredin komutanım," dedi Barış. Artık bu cümleyi kullanamayacaktı. Dili o kadar alışmıştı ki, adı her söylendiğinde emredin diyemeyecekti.

"Eskisinden daha güçlü olacaksın," dedi Akif. Buna inanıyordu. Barış'ın gözlerinde bunu görüyordu.

Barış boşa satılan umut istemiyordu. Bir süredir duyduğu şeylerdi bu. Kusma isteği uyandırıyordu artık. "Karargâha geri dönebilecek miyim?" diye sordu komutanının gözlerinin içine bakarken. Akif ifadesizce baktı. "Elim yine silah tutacak mı?" dedi. "Bacaklarımı bana geri verebilecek misiniz?" Akif'in bunlara cevabı olsa da susmayı tercih etti. "O zaman bana boş vaatlerde bulunmayın, komutanım."

Akif Cesur derin bir nefes alıp verdi. "Eskiden küçük bir kız tanırdım," dedi iç çekerken. "İlk kez yara alıp izne ayrıldığımda başımın ucundan hiç ayrılmadı. Bana üzüldüğünden değildi. Benim gibi bir adamın nasıl yara aldığına inanamadığındandı. Benim, Yeşil Dev olduğumu söyler dururdu. O çocuk benim iyileşeceğime inandı ve ben onun inancıyla tekrar ayağa kalktım." O anlar aklına geldiği için gülümsedi. Tek gülümseyen o da değildi.

Barut da gülümsüyordu.

O kız yıllar sonra kendisini de ayağa kaldırmıştı. Ağzını bıçak açmadı. Küçükken kendince Balkan Kızı dediği kişiyi tekrar bulmuştu. O kız onu tanımasa da o tanımıştı.

"Ben sana inanıyorum, Barış. İster bacaklarınla ister bacaksız, sen tekrar ayağa kalkacaksın. Çünkü benim askerimsin," dedi Akif gururla. "Bu millet sana çok şey borçlu. En çok da ben oğlum."

"Yine de bir kadının hayatını karartamam komutanım," dedi Barış. "Ona istediği her şeyi veremem. Hayatını eksik yaşamasın. Yol yakınken ayrılmamız iyi oldu." Yağmur konusu onun için kesindi. Sadece kendi hayatını değil hem sevdiğinin hem de olacak çocuklarının psikolojisini düşünüyordu. Kimseye kendini yük etmeye niyeti yoktu. Her çocuk babasıyla koşup engeller olmadan, kısıtlanmadan büyümeliydi, diye düşünüyordu.

"Siz gerçekten ikiz dingilsiniz," dedi Akif gür çıkan sesiyle. "Al birini vur ötekine."

"Ben ne yaptım komutanım?" diye sordu Barut. Lafı yine işittiği için kendine kızıyordu. "Laf söz dinlemeyen Barış, ikisi arasında pervane oldum."

Akif Cesur yüzüne alaycı bir ifade takındı. "Sen sanki ondan çok farklısın," dedi bilmiş bir tavırla. "Karşına biri çıksa yarın senin de yapacağın şey bu. Kızı sevsen de istemeyeceksin, yüzümde yara var diyeceksin. Yaranı bahane edecek, gönlüne söz geçirmeye çalışacaksın."

Barut ağzının içinde, "Hayatımda kimse olmayacak komutanım," dedi. Hastane anıları zihnine doldu. Belki de ilk kez o an hayatında birinin olmasını istemişti. Kimi ve neyi istediğini artık biliyordu. Karnında ateş böcekleri vardı ve hiç hoşnut değildi. Ne iğrenç bir şeydi ateş böcekleri...

Akif Cesur ikisine doğru yaklaştığında ellerini kaldırıp göğüslerinin üzerine yerleştirdi. "Olay tamamen burası." Kalplerini işaret ediyordu. "Buraya hiçbir zaman söz geçiremezsin. Burası hep yanar, dilin ne söylerse söylesin burası bambaşka konuşur."

Barış yavaşça yutkundu. "Ben her şeyi göze aldım," dedi.

Akif bilmiş bir edayla kafasını iki yana salladı. "Yağmur hastanede benimle de konuştu. Ailesine anlatmış seni. Kız çıkıp gelmiş, ben sevdikten sonra kimse bir şey diyemez diyor. Sen ona rağmen ayrılmak istiyorsun. Doğru mu lan bu yaptığın?"

"Komutanım," dedi Barış güçlü bir tonda. "Alışamadığım daha çok şey var. Hayatım elimden kaydı benim. Benim artık bir hayatım yokken ben o kıza nasıl bir hayat vereceğim?"

"Yeniden inşaa edersiniz. Yaşıyorsun oğlum, en önemlisi bu. Hayattasın, her şey mümkün." Akif'in olumlu konuşmalarına rağmen Barış umutsuzca kafasını iki yana salladı. "Seversin eyvallah ama seveni çok zor bulursun, Barış. Hayatında böyle biri varken bir kere daha düşün. Keşke dememek için."

Barut'un telefonu çalmaya başladığında bütün dikkatler dağılmıştı. Akif'in en büyük keşkesi arıyordu. Telefonu eline alıp arayan kişiye baktı. Bakışları karşısındaki adama döndüğünde kaçamak bir bakış attı. Bekletmeden çağrıyı yanıtlayıp, "Barut'um," diyen sesi işitti. Arayan ablasıydı.

"Buyur abla," dedi Barut kısıkça. Akif Cesur Beton istemsizce kasıldı. Yıllar geçse de o his gitmiyordu. Bu adam bunu çok iyi biliyordu ve karşısındaki iki adama da bunu anlatmaya çalışıyordu.

"Yemeğe gelecek misiniz diye soracaktım ablacığım, erken geliriz dedin ama akşam olmak üzere..." Hattın ucundaki kadın, aynı zamanda sevdalı olduğu adamın onu dinlediği bilse saatlerce telefonu kapatmazdı.

"Daha işimiz bitmedi abla, bizi beklemeyin."

"Acele etmeyin Barut'um, Barış bol bol temiz hava alsın. Günlerdir hastane dışında bir yere gittiği yok."

"Ben birazdan eve geleceğim Umay abla, Barut gezmeye devam edebilir," diyerek lafa atladı Barış.

Onun sesini duyan Umay, "Yok sana ev falan! Evde çocuğun mu ağlıyor?" diye sordu. "Gelmiyorsunuz, güzelce gezip karnınızı doyurup öyle geliyorsunuz. Bir de size yemek yapamam!" Telefonu suratlarına kapattı. Umay normalde şehir dışında yaşıyordu. Kısa süreliğine operasyonda ağır yaralanan kardeşinin yanına taşınmıştı. Hem Barış'a hem de Ulu'ya annelik yapıyordu. Aslında yemeği çoktan hazırdı ama hem kardeşini hem de kardeşi gibi gördüğü adamın dışarıya çıkıp kafa dağıtmasını istiyordu.

"Evden de kovulduk iyi mi..." diyerek oturduğu yere sindi Barış. "Neyse ki Beton komutanım var, bize evini açar."

Akif telefonun kapanmasıyla rahatlamıştı. Sesine bile öyle özlem duyuyordu ki, yüreğinin titremesine engel olamıyordu. Dile kolaydı, yirmi yıldan fazla bu kadını bekliyordu. Bu kadında kalmıştı. Kısa süren sessizliğini bozdu. "Evimi size elbette açmam. O kadar iyi kalpli bir adam değilim." Derin bir nefes aldı. "Kasırga Hava Üssü'ne gideceğiz zaten orada isterseniz barınabilirsiniz."

Barut, Barış'ın koluna vurdu. "Bizi barınağa da bırakabilirdi," dedi göz kırparken. İkisi gülüştüğünde Akif kaşlarını iyice çattı.

"Bir şey mi dedin Ulukurt?!" diye sordu.

Barut olayı toparlamak adına, "Ne için gideceğiz komutanım?" diye sordu.

"Kendine yeni bir tim oluşturacaksın, Ulukurt," dedi Akif Cesur. "Artık bir time komutan olacaksın. Üstelik son operasyonda kendini fazlasıyla kanıtladın. Rütbe almaya hazır ol."

Barut işittikleriyle silah arkadaşına doğru döndü. Bu habere sevinemiyordu bile. Barış ise gözlerinin içi gülümseyerek bakıyordu. Arkadaşıyla gurur duymuş, rütbe bile alacak olmasına mutlu olmuştu.

"Biliyorsunuz ki bir sonraki tim için Barış komutan olacaktı. Hayatta her şey planlarımıza göre gitmiyor," diyerek ekledi Akif. "Ne olursa olsun Ulukurt emekli olana kadar Barış'ın onun yakasından düşmeyeceğini biliyorum."

"Umarım öyle olur komutanım," dedi Barut. Tek dileği buydu. Barış burukça gülümsedi. Yolculuğun geri kalanı sessiz geçerken tüm dünyadan gizlenen üsse gelmişlerdi.

Komutan Beton'un odasına geldiklerinde Barut karşısında bir sürü dosya gördü. Barış masa yanında yerini alırken beklemeye koyuldu. "Hayalet Timi'nin komutanı olarak kendine bu dosyalar içinden bir ekip seçeceksin. Fahretin komutanımla birlikte seçtiğin kişilerin uyumluluğunu kontrol edeceğiz. Kolay görevlere çıkmayacaksınız. Ona göre askerlerini bul, Ulukurt."

Barut Ulu Boratav uzun zaman sonra ilk kez bu kadar heyecanlanmıştı. Hızını alamayıp dosyaların başına geçti ve karıştırmaya başladı. Aklında birkaç isim vardı. Burada herkes birbirini tanır, namı çabuk yayılırdı. Barış onun yanında durmaktan sıkılmış eski arkadaşlarının yanına gidip onu yalnız bırakmıştı. Evrakları incelemeyi bitirdi ve komutanına doğru baktı.

"Kaybedecek bir dakikamız bile yok komutanım," dedi Barut. İzni henüz bitmemişti. Üstelik daha yüzü için bıçak altına yatacaktı. Şu an hiçbir şey umurunda değildi. Bir an önce üsse geri dönmek ve operasyonlara devam etmek istiyordu. "Bu kişileri timimde görmek istiyorum. En kısa sürede operasyona çıkacağımıza emin olabilirsiniz. Hiçbiri birbiriyle uyumlu değil. Hepsi ayrı kafada. Bir o kadar da zor insanlar..."

Komutan Beton bir yandan eline aldığı dosyaları inceliyordu. Üssün en başarılı askerleri yerine normal seviyede olan askerleri tercih etmesine şaşırmadan edememişti. Barut ve Barış'ın olduğu Hayalet Timi uzun yıllar boyunca üssün en başarılı askerlerinden seçilmişti. Şimdi ise bu döngü kırılmak üzereydi.

"Eğer bu timin komutanı ben olacaksam kendi  kurallarımı koymak isterim," diye ekledi Barut.

Beton tek kaşını kaldırdı. "Ne kuralı koyacaksın? Bin bir türlü kural var zaten!"

"Fahrettin komutanımla bana gereken izni verin, eğer timi oluşturursak size bütün kuralları yazılı olarak ileteceğim."

"Yine ne işler peşindesin Allah bilir Ulukurt," dedi kafasını iki yana sallarken. Dosyaları kolunun altına sıkıştırdı. "Bana birini soracaktın sen, günlerdir sizinke konuşmam gereken bir şey var deyip duruyorsun. Neymiş bu konuşman gereken şey?"

Bir anlık dalgınlık yaşadı. Ona Balkan Kızı'nı soracaktı. Yıllar önce küçükken bu topraklardan ayrılan kızı yıllar sonra tekrar gördüğünden bahsedecekti. Doğru bir zaman değildi.

"Komutanım," dedi kaşlarını çatarken. "Biliyorsunuz bir süredir kardeşlerim benim evimde kalıyor." Umay evinde olduğu için Akif karşılaşmamak için gelmiyordu. "Ülkü küçüklük arkadaşından bahsetti... Ona tekrar ulaşabilir miymiş merak ediyordu. Sizin komutanınızın kızıydı... Adı—"

"Talia," dedi Akif. "Talia Alaz." Dudaklarında çarpık bir gülümseme belirdi. Çok özlemişti o kızı. Bacaklarının dibinde dolaşıp durur nefesi kesilene kadar konuşurdu. Bıcır bıcır bir şeydi.

"Evet," dedi Barut. "Ondan bir haberiniz var mı?" Kalbi hızlanmaya başlamıştı. Bu hisse engel olamıyordu. Normal değildi.

Akif başını sallayıp kederli bir sesle, "Var tabii," dedi. "Artık reşit olduğu için onunla iletişime geçmeye çalışmıştım. Bana o zaman haber göndermişti. Bir daha rahatsız etmemem gerektiğini, eğer ulaşırsam yasal yollara başvuracağını söyledi. Türkiye'den de Türkiye dair her şeyden de nefret ediyormuş. O artık Balkan kızıymış."

Barut duyduklarının etkisiyle yüzünü düşürdü. O çok büyümüştü. Hastane kartında adı yazdığı için onu tanıyabilmişti. Talia Alaz ismini unutması mümkün değildi. Üstelik o kırmızıya çalan turuncu saçları, elmacık kemiklere dağılan çilleri kimde görse tanırdı.

"Balkan kızı..." diye fısıldadı Barut. Yutkunamadı. Halbuki onu tekrar bulduğu için çok mutlu olmuştu. Alıp getirmeyi bile düşünmüştü. Hem Beton komutanı hem de kardeşleri görse ne çok sevinirdi. O kız nerede olursa olsun buralıydı. "Ah Balkan kızı, ah."

"O nerede mutluysa orada olsun Ulukurt," dedi Akif. "Emin ol bu vatanda olmasını ben de çok isterdim ama orası da onun vatanı. Buna karışamayız. Ayhan abim burada büyümelerini çok istiyordu. Nasip değilmiş."

"Haklısınız komutanım," dedi Barut. Söyleyeceği her şeyi geri yuttu. Ona, onu gördüğünü anlatamazdı. Üstelik Balkan kızını da mutlu görmüştü. Küçük halinden hiçbir şey kaybetmemişti. Etrafa neşe saçmayı, olduğu yeri renklendirmeyi seviyordu. Barut'un kolundaki alçıya bile renkli çizimler yapmıştı. Bir hastanede intörn olarak çalışıyordu. Eline mesleğini alacaktı. Hayatına girip geleceğini baltalamak istemiyordu.

"Her neyse..." diyerek konuyu değiştirdi Akif Cesur. Bu kız onunda aklından çıkmıyordu. "İlk göreviniz şimdiden belli." Barut bedenini dikleştirdi ve hazır ola geçti. "Şehitlerimizi ve gazi Barış'ı bu hale getirenleri yok etmek. Bundan sonraki hiçbir görevde başarısız olma hakkınız yok, Boratav. Ölmeyi unutun. Timin ve sen ITO'nun kalbini yok edeceksiniz, önünüzde uzun yıllar var."

Barut elini alnına yaslayıp asker selamı verdi ve gür çıkan sesiyle bağırdı. "Boratav daima hazır, yeter ki emredin komutanım!"

💀

18.10.23 | 22:00 Kitabımız The Wattys 2023 Yarı Finalisti oldu! Aşırı gururlu ve mutluyum! Bu güzel haberi sizlerle paylaşmak isterim🔖💞

Continue Reading

You'll Also Like

234K 25.5K 29
Görünmez bir adamın son derece sıradan hayatı, çekimine kapılarak peşinden sürüklendiği tuhaf bir kadınla karşılaşmasıyla alt üst olur. Adı dışında h...
3.7M 232K 81
* Siz: Ay acaba lamalar uçsa nasıl olurdu? Siz: Düşünsene, kafana tıpkı martının sıçması gibi tükürüyorlar. Siz: Çok komik olmaz mıydı? ÜSĞĞDDĞSPDĞPF...
4.1K 1.2K 10
"Bitti yolculuğum ama varabilmiş değilim hiçbir sona. Anladım ki hiçbir yere ait değilim, kendime bile. Ve artık tüm çabalarımı tükettim. Tarihsiz ve...
117K 11K 39
Not: Kukla serisinin ikinci kitabıdır. Önce ''Kukla: Y.E.M'' adlı hikayeyi okuyunuz. Yeraltı iyice karıştı. Seçim günü YAK saldırıya uğradı ve kaçırı...