BİR KİBRİTLE 𝘠𝘖𝘒 OLMAK

By zanegzo

7M 653K 562K

❝İnsan bir kutu kibrite benzer. Varolur, yanar ve söner.❞ Bu hayatta nasıl bir kibrit olacağına sen karar ve... More

BİR KİBRİTLE 𝘠𝘖𝘒 OLMAK
Bilgilendirme
Gelecekten Kesit
İLK KİBRİT
2. KİBRİT
3. KİBRİT
4. KİBRİT
5. KİBRİT
6. KİBRİT
7. KİBRİT
8. KİBRİT
9. KİBRİT
10. KİBRİT
11. KİBRİT
12. KİBRİT
13. KİBRİT
14. KİBRİT
15. KİBRİT
16. KİBRİT
17. KİBRİT
18. KİBRİT
19. KİBRİT
20. KİBRİT
21. KİBRİT
22. KİBRİT
23. KİBRİT
24. KİBRİT
25. KİBRİT
26. KİBRİT
27. KİBRİT
28. KİBRİT
29. KİBRİT
30. KİBRİT
31. KİBRİT
32. KİBRİT
ÖZEL KİBRİT II
ÖZEL KİBRİT III
33. KİBRİT
34. KİBRİT
35. KİBRİT
36. KİBRİT
37. KİBRİT
38. KİBRİT
39. KİBRİT
40. KİBRİT
41. KİBRİT
42. KİBRİT
43. KİBRİT
44. KİBRİT
45. KİBRİT
46. KİBRİT
47. KİBRİT
48. KİBRİT

ÖZEL KİBRİT

115K 11.9K 11K
By zanegzo

| Geçmiş zaman, Türkiye Cumhuriyeti |

KARA HARP OKULU ANT İÇME VE MEÇ KUŞANMA TÖRENİ

Yaşa varol Harbiye, yıkılmaz satvetinle
Göklerden gelen bir ses sana ne diyor, dinle:
Türk vatanı üstünde sönmez güneşsin sen,
Kartal yuvalarında, hürdür millet seninle.

Kara Harp Okulu'na kabul edilen öğrenciler, eğitim ve öğretim hayatlarına başlamadan önce beş haftalık süren intibak eğitime tâbi tutulurdu. Bu eğitimde başarılı olan öğrenciler ise Harbiyeli olmaya hak kazanırlardı.

Barut Ulu Boratav da hak kazananlardan biriydi. Artık bir Harbiyeli olacaktı.

Şimdi ise Askerlik ve Harbiyeli Şeref yemini yapmak üzere tören alanına gelmişti. Yeni okul hayatı için oldukça heyecanlıydı. Artık üniversiteli olacaktı Barut, istediği kariyere adım adım yaklaşmanın heyecanı içine sığmıyordu. Beş hafta boyunca İzmir'de Menteş Kampı'ndaydı. Atış ve Tatbikat Bölge Birlik Komutanlığı'nda sıkı bir eğitimlerden geçmişti.

Komutanları, "Hazır!" dediğinde, hep, "Daima hazır!" demişti. Boratav, daima hazırdı. Onu buna hazırlayan kişi babasıydı. Merhametsizliğiyle bilinirdi. Mesleğinde oldukça iyi olsa da, hem babalıkta hem de kocalıkta sınıfta kalan bir adamdı.

Tören alanı kalabalık ve gürültülüydü. Bir yandan bando sesleri, bir yandan kalabalığın çıkardığı sesler vardı. Ana baba günüydü. Neye odaklanacağını şaşırmıştı. Menteş Kampı'ndan sonra bu kadar insanı görmeyi beklemiyordu, Barut. Beş hafta boyunca sadece orman ve deniz görmüştü.

Gözleri sürekli olarak gelen ziyaretçilerin toplandığı tribün kısmındaydı. Kendi ailesinden birilerini arıyordu. Babasının zaten gelmeyeceğini biliyordu lâkin ablası ve kız kardeşi geleceklerine dair söz vermişti.

Herkesin gözü kendi ailesindeydi. Törenden sonra serbest zaman verilecekti ve o anı sabırsızlıkla bekliyorlardı. Son olaylardan sonra kardeşlerine daha çok bağlanmıştı Barut. Kampta olduğu için telefon bile yasaktı. Sık sık görüşememiş, şehir dışında olduğu için onlardan kimseyi de çağırmamıştı. Ülkü ve Umay burnunda tütüyordu.

Marşlar eşliğinde yürüyüş yapıldıktan sonra Harbiyeli adaylar masa üstünde serili olan şanlı Türk bayrağı yanında yerlerini aldılar. "Dikkat," diye bir ses yükseldi. Askerler önce selam verdi sonra masa üstünde duran meçlerine elini yerleştirdiler. "Şeref, namusum; dürüstlük, karakterim; sevgi, insanlığım; vazife, amacım; vatan, her şeyimdir!" Askerler hep bir ağızdan yemini tekrar etti. "Bu sözlerime hayatım boyunca bağlı kalacağıma, Harbiyeli olarak teminat verir, asil Türk milletinin huzurunda and içerim!"

"Esas duruş!" Askerler elini masadan ayırıp dik duruşa geçti. "Meç kuşan!"

Barut yemin sonrasında büyük bir sabırsızlıkla kısa sürede meçini avuçlarının arasına aldı ve kuşandı. Harici takım elbisesine meç çok yakışmıştı ve onu takmak gururlanmasına neden olmuştu.

Serbest zaman verildiği gibi diğerleriyle birlikte tribünlere doğru ilerledi. Koşar adımlarla giderken çocuklar gibi heyecanlıydı. Bu heyecanı çok uzun sürmeyecekti. Tribünlerde oturanlar arasında tanıdık simalar göremezken gözleri kısıldı. Herkese teker teker bakıyordu. Ağlayan anneler, kavuşan sevgililer, dik durmaya çalışan babalar... Barut'un ailesi neredeydi?

Bir anda curcuna oluşurken kamerasız tuşlu telefonunu eline aldı ve ablasının numarasını hızlıca tuşladı.

Bir yandan etrafına bakarken yanıtlanan çağrıya doğru, "Abla?" dedi sevinçle. "Ne tarafta duruyorsunuz? Şu an serbest bıraktılar, yanınıza geleyim hemen. Göremedim sizi."

Önce bir hıçkırık sesi koptu fakat bu kısa sürdü. "Ablacığım ben özür dilerim—"

Barut'un adımları durdu. Etrafındaki kalabalık bir anda silinirken telefondaki sese odaklandı. Ağlayan sese...

"Ağlıyor musun sen?" diye sorarken kaşları çatılmıştı.

"Hayır hayır ağlamıyorum," dedi Umay. Sesini düz tutmaya çalışıyordu ama başaramıyordu.

Barut kalabalığın arasından sıyrıldı ve kenara geçip durdu. "Ee gelmediniz mi abla?" Derin düşüncelere dalarken ifadesi aniden değişmişti. Oysaki ne kadar sevinçliydi. Üniversiteli olmuştu ve annesinin istediği o okula sonunda girmişti.

"Ben gelmek istedim ama eniştenin bir akrabası rahatsızlandı, apar topar şehir dışına çıkmak zorunda kaldık. O yüzden biz gelemedik."

Barut histerik bir kahkaha attı. "Buna inanmamı beklemiyorsun değil mi abla?" dedi. "Başka yalan bulamadın mı? Yoksa yine kavga mı ettiniz?"

Umay dudaklarını ısırdı. Sonra dudağındaki yarayı unuttuğu için telefonun mikrofon kısmını kapatıp yavaşça sızlandı. "Yalan söylemiyorum, Barut," dedi hızlıca. "Eniştene vereyim istersen onunla konuş. Hastanedeyiz."

Barut söylediklerine bir gram olsun inanmıyordu. Bir terslik olduğunun farkındaydı. "Kesin sana bir şey yaptı, o yüzden hastanedesin değil mi?"

Umay telefonu kendinden uzaklaştırdı ve gözyaşlarına engel olamadı. Kardeşi neler olduğunun farkına vardığı için içten içe kendini kahrediyordu. Telefonu hiç açmamalıydı. Açmıştı ve her şey ortaya çıkacaktı. İçini gitgide korku kaplarken Barut'un sabırsız çıkan sesi duyuldu.

"Abla cevap ver yoksa andım olsun her şeyi yakar oraya gelirim!"

Barut kendini çaresiz hissediyordu. Ne olduğunu tam olarak bilmiyordu. Ve bu delirmesine neden oluyordu. Ablasının yanına gitmek, ona ne olduğunu öğrenmek istiyordu. İzin hakkı yoktu. Öylece çıkıp gidemezdi. Harp okulunu yakardı ve bir hiç uğruna yıllarını harcamış olurdu.

"Hayır yapmadı," dedi Umay.  "Ben gerçekten gelmek istedim. Seni yemin töreninde tek bırakmak istememiştim. Anneme katılacağıma dair söz vermiştim ama katılamadım, Barut."

"Birazdan Ülkü gelir zaten, sorun etme," dedi Barut. İçten içe sorun ediyordu. Herkesin ailesi yanındaydı. Herkes birilerine sarılırken o kimsesiz öylece ayakta kalmıştı. Ne annesi vardı ne babası. Kardeşleri bile yanında değildi.

Umay kendini toparlayıp üzgün bir tonda, "O da gelemeyecek," dedi.

Yutkunamadı Barut. "Niye?"

"Babam evine çağırmış..."

"Ne için?"

"Bilmiyorum, çabuk buraya gelsin dedi başka bir şey demedi. Göndermek zorunda kaldım." Anneleri vefat ettikten sonra babaları bir başkasıyla evlenmişti. Evlendiği kadın, Ülkü küçük olmasına rağmen onlarla beraber yaşamasını istememişti ve Ülkü göçebe hayatı yaşamaya başlamıştı. Kimi zaman ablasında, kimi zaman anneannesinde kalıyordu.

Annesi varken hepsi bir çatı altındaydı; anneleri gidince o çatı uçup gitmiş, evsiz kalmışlardı. Hepsi bir yere dağılmıştı.

"Ben her gün mü yemin törenine katılıyorum? Niye yanıma gelmesine izin vermedi? Diğer günler çuvala mı girmiş?!" diye hiddetle sordu Barut. Babasını hiçbir zaman anlamıyordu ve anlamayacaktı da. Nefret ediyordu. Soyadını bile taşımak istemiyordu.

"Bilerek yapıyor işte," dedi Umay ne diyeceğini bilemez halde. "Sen ona aldırma olur mu ablacığım, nasıl geçti tören?"

"Yemin edip meçlerimizi kuşandık. Gösteri yapılacak. Daha bitmedi," dedi isteksiz bir şekilde. "Lisede de gelmemiştiniz. Ülkü çok merak ediyordu törenleri. Keşke bu sefer gelseydiniz."

"Mezuniyetine geliriz, söz... Hem rütbeni biz takacağız. Mezuniyetinde kendi ellerimle rütbeni ben takacağım," dedi Umay. Yine gelmeyeceklerini biliyordu. Hiçbir zaman törenlerine katılmamışlardı. Hep tek başınaydı. Kendisini gururla izleyen ailesini hep görmek istemişti ama hiç nasip olmamıştı. "Tek değilsin değil mi? Arkadaşların var mı?"

"Var var merak etme, kalabalığız baya," dedi yavaşça yutkunurken. Yanında kimsesi yoktu. Henüz arkadaş edinememişti. Kamptayken tanıştığı kişiler olmuştu lâkin o kampın geçici olduğunu bildiği için genel olarak mesafesini korumuştu. "Kapatıyorum. Geri toplanacağız."

Telefonu kapattıktan sonra olduğu yere çöktü. Kimse yemin törenine gelmeyecekti. Öksüz başına kalmıştı. Kendini garip hissediyordu. Nasıl ağlamadan duracaktı? Yemin töreninde çoğu askerin ailesi, arkadaşları yanındayken o tek başına duruyordu. Ağlamamak için dişlerini birbirine bastırmıştı. Çenesinin kırılacağını sandı. Meç kuşanmış takımına bir damla gözyaşı düştüğünde yok olmak istedi. Koskoca adam olmuştu ama annesine olan özleminden hüngür hüngür ağlıyordu.

Annesi olsaydı böyle olmazdı. Annem olsaydı öleceğini bilse yine gelirdi, diye geçirdi içinden.

Omuzları aşağı çökmüştü. Etrafında annesine sarılan askerleri görünce yüreği burkuldu. Annesini kaybedeli çok olmamıştı. Acısı tazeydi. Kokusu burnunda tütüyordu. Şu an burada olması için her şeyini verirdi. Yemin sonrası koşarak yanına gider yanaklarından doyasıya öperdi. Ölümünü bir türlü kabullenemiyordu. Günlerce ağlamıştı. Kendini harap etmişti. Morgun kapısından hiç ayrılmamıştı. Gömülünce de mezarından, ta ki babası gelip onu döverek kendine getirene kadardı.

"Kardeşim," diye seslendi biri.

Barut aileleriyle özlem gideren askerlerin arasından ilerlerken kendine seslenildiğini işitti. Sesin geldiği yöne döndüğünde tanımadığı birini gördü. "Rica etsem fotoğrafımızı çeker misin?" dedi onun gibi olan asker.

Barut, fotoğraf çekmesini isteyen askere baktı. Yanında anne ve babası vardı ve gözlerinde kendi ailesinde görmek istediği gururun emareleri vardı. Barut kafasını sallayıp, "Çekerim tabii," dedi. Elinden telefonu aldı ve çekirdek ailenin poz vermesini bekledi. Kendi babasıyla hiç fotoğrafının olmadığı aklına geldi. Babası en büyük yarasıydı. İçine dertti. Gencecik yaşında saçındaki beyazların sebebiydi.

Anne ve baba asker oğluna sıkıca sarılırken onlarla birlikte Barut'un da dudakları kenara doğru kıvrıldı. Ne olurdu kendi ailesiyle böyle bir pozu olsaydı? Şu basit bir kadraj bile o kadar çok canını yakıyordu ki, iç çekmeden edemiyordu. Ailece toplu fotoğrafları bile yoktu.

Bir fotoğraf karesi bu kadar can yakmamalıydı.

Bir fotoğraf karesi bu kadar can acıtmamalıydı.

Bir fotoğraf karesi bu kadar acı vermemeliydi.

Verdikleri pozlardan sonra genç asker, "Teşekkür ederim Harbiyeli," dedi. "İstersen ben de senin fotoğrafını çekebilirim?" dediğinde Barut öylece bakakaldı. Kiminle, neyle, niye çekilecekti? Yıllar sonra baktığında ne kadar yalnız olduğuna üzülmek için mi çekilecekti?

Mutsuz anlar resmedilmemeliydi.

Sadece kafasını iki yana salladı ve telefonu geri uzattı. Hızlı adımlarla alandan çıktığında kendini ağaçların altındaki masalara doğru attı. En uzak yer burasıydı ve kolay kolay kimsenin gelmeyeceğini bildiği için geçip oturdu. Daha geçit töreni olacağı için çok uzaklaşmaması gerekiyordu.

Uzun bir süre tek oturduktan sonra karşısında beliren kişiyle birlikte dikkatini ona doğrulttu. Sandalyenin çekilmesiyle biri oturdu. İzin almadığından rütbeli biri olduğunu düşünüp bakışlarını endişeyle ona çevirdi. Üstündeki üniformayla kendi gibi yeni öğrenci olduğunu görünce, "Orası dolu yalnız," dedi. Üstü olmadığı için kalkma zahmetinde bulunmamıştı.

Tanımadığı asker, "Şizofren değilsen burası boş, kardeşim," dedi.

Yanında kimseyi istemiyordu. Bakışlarını tekrardan aileleriyle hasret gideren kalabalığa çevirdi. "Orası dolu, başka yere otur."

"Tüh," dedi yalancı bir sesle. "Keyfin ve kahyası mı oturuyor yoksa?"

Bakışlarını kalabalıktan çekip askere dikti ve oldukça ters bir şekilde baktı. "Evet, beğenemedin mi?"

"Boş işte uzatma, diğer masalara güneş vuruyor. Tek gölge yer, burası."

"Gelecek birileri var," dedi Barut. "Onları bekliyorum."

"Gelince kalkarım, sıkıntı yok," deyip sandalyeye iyice yerleşti. Konuşmak istiyordu ama izinsiz masasına oturduğu kişinin yüzündeki ifadeden dolayı konuşmaya çekiniyordu. "Kaça satıyorsun?" diye ortaya soru attı.

Barut dinlemiyordu ama yine de kendimi cevaplamaktan alıkoyamadı. "Neyden bahsediyorsun?"

"Sirke," dedi genç asker. "Suratın sirke satıyor da, kaçtan verdiğini merak ettim. Harbiyeliler ne zamandan beri sirke satıyor?"

Şu an hiç espiri kaldıracak hâli olmadığı için ellerini sıktı. "Okul hayatını sana bela olarak zehir etmemi istemiyorsan sessizce otur," dedi Barut dişlerinin arasında. Zaten canı burnundaydı, bir de tanımadığı biri ona salça oluyordu.

"Koskoca tören alanında tek başına oturan sensin."

Ona boş gözlerle baktı Barut. "Seni ilgilendiren kısmı nedir?"

"Sadece selam vermek istemiştim."

"Ve aleyküm selam. Aldım selamını, hadi git."

Karşısındaki genç asker, onunla birlikte sabahtan beri baktığı yere baktı. "Herkesin ailesi var. Anne ve babaları yanında. Ablası, abisi, kız ve erkek kardeşi... Herkesin yanında mutlaka biri var," dedi onun söyleyemediği her şeye tercüman olurken.

Kendi gibi kalabalığı izleyen adamın yüzüne ilk kez baktı. Aynı duyguları taşığını fark ettiğinde yavaşça yutkundu. O da hüzünle ailelere bakıyordu.

"Biz şansız kesimdeyiz sanırım... Sanırım değil, basbaya öyleyiz," diye devam ederken karşısındaki askere hak verdi. "İnsanın yanında kimsesi olmaz mı lan?" Bunu kendi kendine mırıldansa da Barut yine de duymuştu.

İnsanın yanında kimsesi olmaz mı... Üzülüyordu, kahroluyordu ve içini ezen duyguyu alıp yok etmek istiyordu.

"Neyse," deyip ayağa kalktı tanımadığı asker. "Sana iyi oturmalar."

"Otur," dedi Barut. "Beklediğim yok, bekleyenim de. Kimse gelmeyecek..."

"Benim gibi yetim misin?" diye sordu. İkisi de yutkunamamıştı.

Benim gibi yetim misin? Soruyu zihninin derinliklerinde defalarca tekrar etti. Karşısındaki gencin yetim olduğunu duyunca üzülmeden edememişti. Yüzündeki ifadesi donuktu. Barut mimik dahi yapmıyordu.

"Sadece kayıp verdim," diye yanıtladı Barut. İnsanın annesi olmayınca yetim oluyormuş; Barut bunu çok küçük yaşta öğrenmişti. "Peki ya sen?"

"Kendimi bildim bileli devlet koruması altında yetiştirme yurdunda büyüdüm," dedi ıssız bir tonda. "Aslında yurttan kardeşlerim çok ama hepimiz farklı şehirlerdeyiz. Çağırsam gelirlerdi de zahmet verdirmek istemedim. Ceplerinde paraları var mı yok mu bilmiyorum."

Barut olumlu anlamda kafasını salladı. Elini uzatıp, "Barut Ulu Boratav," dedi.

Masasına izinsiz oturduğu gibi hayatına da izinsiz girecek olan bu genç asker adını bahşetti. "Barış Kameroğlu."

"Barış..." Barut kendi kendine mırıldanırken çok geçmeden onu anımsamıştı. "Savaş Beden Eğitimini birinci bitiren Kameroğlu?"

Barış gülümsedi. "Ta kendisi..."

"Sana çok sinir olmuştum," dedi Barut açık bir dille. "Bot eğitiminde bana çok ter döktürdün."

"Barışta ter dökmeyen, savaşta kan döker, Harbiyeli," dedi Barış kendinden emin bir şekilde. Geriye doğru yaslanıp şapkasını eline aldı ve göz kırptı. "Sana daha çok ter döktüreceğim. Harbiyeli olduk artık, harbi adamlar olacağız."

Onlar sadece harbi adamlar olmadı; silah arkadaşı, harp arkadaşı, tim arkadaşı, can arkadaşı bile oldular. "Neyi sevdiğiniz ya da nasıl bir insan olduğunuz önemli değil," derdi Binbaşı Beton. "Önemli olan iki şey var. Vatan ve yanınızdaki adam. Bu ikisi için ölmeli ve öldürmelisiniz."

Barut, Barış için; Barış, Barut için hiç düşünmeden ölür ve öldürürdü. Çünkü silah kardeşi olmak böyle bir şeydi...

Şahikalar üstünde meydan okur bu erler,
Yaklaşacak düşmana mezar olur bu yerler,
Bağlayamaz bir kuvvet bu kasırga milleti,
Tarihlere sorun ki bize "Ölmez Türk" derler.

💀

Continue Reading

You'll Also Like

2.3K 1.4K 10
Savaşta karşılaştılar ve kendileri bile bilmeden bir-birlerine baglandılar.Ama sevmek yerine nefret ettiler,yada nefret etti.Peki savaşta tanışıp,nef...
74.6K 22.5K 31
WattpadMysteryTR "Gizem Ve Sır Dolu Senaryolar" okuma listesinde.. Tik tak... Tik tak... Zaman; Dişlerini eline geçirmiş bir kurt gibi öfkeli ve zali...
47.3K 3.8K 15
Daha ne kadar susacaksın? Ne zamana kadar takacaksın maskeni? Ne kadar daha saklayabileceksin gerçeği? Susma! Konuş, Parçala at maskeni, Açıkla tüm g...
376K 17.6K 22
Siz de yeryüzünde olan bitenin sahte olduğunu biliyorsunuz. Bilmiyorsanız...? O zaman sahteler ve yalanlar, eviniz olur. Dikkat edin, gerçekleri ö...