BİR KİBRİTLE 𝘠𝘖𝘒 OLMAK

By zanegzo

7M 653K 562K

❝İnsan bir kutu kibrite benzer. Varolur, yanar ve söner.❞ Bu hayatta nasıl bir kibrit olacağına sen karar ve... More

BİR KİBRİTLE 𝘠𝘖𝘒 OLMAK
Bilgilendirme
Gelecekten Kesit
İLK KİBRİT
2. KİBRİT
3. KİBRİT
4. KİBRİT
5. KİBRİT
6. KİBRİT
7. KİBRİT
8. KİBRİT
9. KİBRİT
10. KİBRİT
11. KİBRİT
12. KİBRİT
13. KİBRİT
14. KİBRİT
15. KİBRİT
16. KİBRİT
17. KİBRİT
18. KİBRİT
19. KİBRİT
20. KİBRİT
21. KİBRİT
22. KİBRİT
23. KİBRİT
24. KİBRİT
25. KİBRİT
26. KİBRİT
27. KİBRİT
28. KİBRİT
29. KİBRİT
30. KİBRİT
31. KİBRİT
ÖZEL KİBRİT
ÖZEL KİBRİT II
ÖZEL KİBRİT III
33. KİBRİT
34. KİBRİT
35. KİBRİT
36. KİBRİT
37. KİBRİT
38. KİBRİT
39. KİBRİT
40. KİBRİT
41. KİBRİT
42. KİBRİT
43. KİBRİT
44. KİBRİT
45. KİBRİT
46. KİBRİT
47. KİBRİT
48. KİBRİT

32. KİBRİT

155K 16.5K 25.2K
By zanegzo


Aşklarım, öncelikle sizleri çok sevdiğimi söylemek istiyorum. umarım bu kitap, bana iyi geldiği gibi sizlere de çok iyi geliyordur. iyi ki varsınız, sadece söylemek istedim 🥹


B.U.B

| Şimdiki zaman, Türkiye Cumhuriyeti |

Binbaşı büyük bir ciddiyetle bakarken, "Tüm bunların dışında yapmanız gereken bir şey daha var," dedi.

"Nedir?" diye sorduk aynı anda.

"Aranızda nikah kıyıp anlaşmalı bir şekilde evleneceksiniz," dedi. Dudaklarından dökülen kelimeler ikimizin birbirine şaşkınlıkla bakmasına neden oldu. "Hem de en kısa sürede."

Duyduklarımı idrak etmekte sorun yaşarken kaşlarım havaya kalktı. Aranızda nikah kıyıp evleneceksiniz. Evlenecektim. Hem de Balkan kızıyla. Binbaşının söylediklerini zihnimin içinde defalarca tekrar ettim.

Bakışlarımı ormanı vadeden yeşil gözlerinden ayırmadım, o da en az benim kadar şaşkındı. Kirpiklerini dahi kırpmıyordu. Yüz ifadesi tamamen donmuştu. Böyle bir şeyi beklemediğimiz yüzlerimizden okunuyordu.

"Evlilik mi?" dedim. Zoraki de olsa bakışlarımı Balkan kızından çekerken binbaşına tekrar baktım.

Binbaşını kafasını sallayıp, "Evet," dedi. "Onu kendi nüfusuna alacaksın. Kâğıt üzerinde senin karın olarak gözükecek."

Kâğıt üzerinde karım olarak gözükecek. Bunu nasıl çok normal bir şeymiş gibi söyleyebiliyordu ki? Biriyle evlenecek olmam nasıl pazardan elma almak kadar kolay olabilirdi?

Balkan kızı da çok geç olmadan üzerinden şaşkınlığını attığında, "Karı koca mı olacağız?" diye sordu. Karı ve koca. Çok garip. Daha düne kadar onu her yerde ararken şimdi karı koca olmaktan bahsediyorduk.

Binbaşı büyük bir soğukkanlılıkla, "Evet, karı koca olacaksınız," dedi.

Öne doğru biraz daha yanaştım. Operasyon için evlenecek olsak bunu bilirdim. Balkan kızı operasyonunu yöneten komutan bendim. Fahrettin Albay'la da Binbaşı Beton'la da operasyonun bütün detaylarını konuşmuştum. "Bu nasıl bir evlilik olacak anlayamadım?" dedim. "Ne için bu evliliği yapmamızı istiyorsunuz?"

Binbaşı bakışlarını yanımda oturan kadına çevirdi. "Talia, bize izin verir misin kızım?" dedi sert olmayan bir tonda. "Özel konuşmamız gerekenler var."

"Benden lütfen bir şey saklamayın," dedi Balkan kızı kırgın bir sesle. "Her ne konuşacaksanız bilmek istiyorum. Bana evlenmem gerektiğini söylemediniz bile. Bu şekilde mi aramızda güven ilişkisi oluşturacağız?"

Binbaşı istifini bozmadan, "Bu şimdi öğrenmen gereken bir şeydi," dedi. "Birbirimize güvenmekten başka yol yok, Talia. Önce vatan sonra sen, bunu hiçbir zaman unutma. Evlilik yapmanız gerekiyorsa yapacaksınız. İkinizin de bir seçim şansı bulunmuyor. Fahrettin Albay'la kararımız bu yönde."

Balkan kızı yükselen öfkesiyle, "Benim sevgilim varsa ne olacak? Nişanlıysam?" dedi. "Nasıl böyle bir karar alabiliyorsunuz ki! Çok saçma!"

"Sadece kâğıt üzerinde olacak," dedi.

Bakışlarımı Balkan kızına çevirdiğimde merakım gün yüzüne çıktı. "Makedonya'da seni bekleyen biri mi var?" diye sorarken kalbime ağrı çöktü. Onu yıllar sonra bulmuşken gönlünün dolu olması her şeyi çıkmaza sokardı.

Gözlerimdeki ifadeye dikkat kesildiğinde hızlıca, "Yok," dedi. "Ama olabilirdi!" Yüreğime su serpilmişti. Beni ne kadar rahatlattığının farkında değildi. Bakışlarını binbaşına çevirdi. "Bana bu anlaşmalı evliliğin gerekçesini lütfen söyleyin. Ne için bunu istediğinizi bilmek istiyorum."

"Sana anlatacağım ama önce yüzbaşıyla konuşmam gerekenler var," dedi Akif Cesur Beton. Ona baktığımda Balkan kızına hiçbir şey söylemeyeceğini anlamıştım.

"Ne konuşacaksınız?" diye sordu Balkan kızı.

"Bunu kurallar gereği seninle paylaşamam," dediğinde geriye doğru yaslandı. Önemli bir şey olmalıydı. Gözlerindeki tedirginliği görmüştüm. "Görevle alakalı olsaydı seni mutlaka bilgilendirirdim. Lâkin bu mesele vatani görevin dışında kalıyor. Şimdilik çık, kapıdaki asker seni Fahrettin Albay'ın yanına götürecek."

"Peki," dedi hoşnutsuz bir ifadeyle. "Çıkıyorum ama beni geçiştirdiğinizin farkındayım!"

Balkan kızı isteksiz bir şekilde odadan çıkarken ben de peşinden ilerleyip kapıdaki askere onu Fahrettin Albay'a götürmesi için emir verdim ve gözünün önünden ayırmamasını söyleyerek geri içeri geçtim.

"Sizi dinliyorum komutanım," derken ayakta durdum. Binbaşı oturduğu yerden kalktı ve karşıma geçti. Düşünceli bakışlarıyla odanın içinde volta atarken konuşmasını bekledim.

Binbaşı gözlerimin içine bakarak, "Bu evlilik, görev icabı değil Barut Ulu," dedi.

Kaşlarımı çattım. "O zaman neden onunla evleniyorum?" Görev için olsaydı en başından haberim olurdu ve adımlarımı ona göre atardım.

"Talia Alaz için," dedi tek cümleyle. Kafam iyice karışırken alnımda derin bir çukur oluştu.

"Onun için derken?"

"Balkan Kızı operasyonu ITO'nun kalbini yok etmek, Peter Kalovski'ye ulaşmak içindi. Bunun için de tek yolumuz, yeğeniyle anlaşma yapmaktı," diye başladığında dikkatle dinledim. "Talia'yı Türkiye'ye getirdik. Ne için burada olduğunu farkında olan biriydi ve bizimle işbirliği yapmayı kabul etti. Asıl iş bundan sonrası."

"Operasyon tamamlandı mı peki?" diye sordum. "Bizimle sözleşme imzaladığını söylemiştiniz."

"Makedonya'ya geri döndüğünde operasyon tamamen bitmiş olacak," dedi. "O zamana kadar devam edecek. Duruma göre ülkesine dönmeyi biraz erteleyebilirim. Evlilik için biraz daha burada kalması gerekebilir. Daha bir de alacağı eğitimler var. Onu öylece geri gönderemeyiz."

Bizimle anlaşma yaptığı takdirde bazı eğitimler verecektik. Hayalet Timi'nden öğreneceği bazı şeyler vardı. Silah kullanmayı biliyordu fakat profesyonel değildi. Eksiği çoktu. Askeri eğitimler alacaktı. O eğitimleri bir an önce almasını istiyordum.

"Neden evlenmemiz gerektiğini söyleyecek misiniz komutanım?" derken sabırsızlığım kendini belli etti.

"Bana anlattığın olay..." Sıkıntıyla ofladı. "Eğer Peter Kalovski onu akıl ehliyetinden yoksun kılmak istiyorsa vasisi olur ve reşit olmasına rağmen üstünde söz hakkı olur. Onun adına kararlar verir, kafasını pencereden dahi çıkartmaz ve bunu da kanun yoluyla sağlar. O zaman elimiz kolumuz bağlanır. Eğer Talia'yı bir bağımlı gibi gösterip tanıklıktan çıkartmak istiyorsa elimizi çabuk tutmalıyız."

"Onu koruyabilirim," dedim emin bir şekilde. "Hem de her şeye karşı." Bu vatanı koruduğum gibi onu da korurdum.

Elini omzuma koyduğunda yavaşça sıktı ve babacan bir tavırla, "Koruyacağını biliyorum, Ulukurt," dedi. "Kan bağı olan kişi vasisi olabilir. Peter onun akrabası olduğu için vasisi olacak. Buna ek olarak kişinin eşi de vasisi olabilir. Tam olarak bu yüzden senden bu evliliği yapmanı istiyorum," dedi kesin çıkan harfleriyle. "Böylelikle ne yaparsa yapsın Talia Alaz bizim korumamız altında olacak. En çok da senin."

"Doğru mu anladım?" diye sordum. "Peter Kalovski yeğenini deli ya da bağımlı gösterip üzerinde söz hakkına sahip olmasın diye Balkan kızıyla mı evleneceğim?" Kişinin eşi vasi olabiliyorsa onunla evlendiğim için ben söz hakkında bulunabilirdim.

"Tam olarak böyle," dedi.

"Binbaşım buna gerçekten gerek yok," dedim hızlıca. Kolayca kabul edeceğim bir şey değildi. "Uyumam, yemem, içmem, gözümü dahi kırpmam ama onu korurum. Onu bir alyansa hapsederek mi koruyacağız? Eğer evliliğin amacını öğrenirse bir yalan üzerine evlenmiş olacak. Onu kandırmış oluyoruz, bu bana doğru gelmiyor."

Bana ters bir bakış attı. "Niye doğru gelmiyormuş?"

"Benimle evli olacak..."

"Benimle mi evli olacak dingil! Seninle evli olacak!" dedi kükrercesine. Öfkelenmeye başlamıştı. Dünden razı olacağımı sanıyordu ama benim kabul etmeyeceğim gözlerimden rahatlıkla okunuyordu. "Üstelik ne için, nasıl evlendiğini kimseye söylemeyeceksin. Bu evliliğin kâğıt üzerinde olduğunu sen, ben ve Talia bilecek. Geri kalan herkes gerçek bir evlilik olduğunu sanacak!"

"Kâğıt üzerinde olsa bile yine de Balkan kızına yalan söylemiş olacağız," dedim inatçılığım baş gösterirken. "Amacımız onu korumak anlıyorum, emin olun onu başta ben korurum. Fakat yalan söyleyerek mi koruyacağız? Etrafındaki herkes ona yalan söylemiş. Güven güven güven deyip duruyor, gerçeği öğrenirse bize hiçbir zaman güvenmez."

"Her şeyi ona anlatamayacağımızı biliyorsun," dedi. Hoşuna gitmese de yapmak zorundaydı. "Onun iyiliği için bazı gerçekleri ondan saklayacağız. O sadece korumak amaçlı ve Türk vatandaşlığı için evlendiği sanacak. Aslında amacımız farklı olacak."

Kaşlarım havalandı. "Türk vatandaşlığı?"

Binbaşı Beton masaya sertçe vurdu. "Kalovski onu ve kardeşini vatandaşlıktan çıkartmış. Türkiye Cumhuriyeti kimlikleri bulunmuyor."

"Hay sikeyim," dedim kendimi tutamayıp. "Her gün bir şey çıkıyor! Allah bilir daha neler yaptı!"

"Evlilik yaptığınız takdirde kısa sürede tekrardan Türk vatandaşlığına sahip olur," dedi. Ne derse desin sakin olmayacaktım. Peter'in elimden çekeceği vardı.

"Evlilikten başka yol yok mu?"

"Yok," dedi. "Evlenirken resmî nikah için birkaç test yaptırmanız gerekecek. Prosedür gereği. O sıra şu bahsettiğin bağımlı durumu için de test yaptırırız. Anlama ihtimali de düşer, duruma göre tedavi yöntemlerine bakarız. Ne testi yapılacaksa sen de yaptır ki, olayı çakmasın."

"Bilmem farkında mısınız ama kendisi doktor!" dedim. "Üstelik bizi suya götürür susuz getirir. Gözünden kaçacağını sanmıyorum."

"Doktor ama buranın yasasından haberdar mı?" dedi. "Prodesür değişti, böyle olması gerekiyor diyerek testlerini yaptır. Sonuçları elimde istiyorum. Onu sağlığına kavuşturacağız, diğer türlü kendi kendini yiyip bitirecek."

Evlenmeyi hiçbir zaman düşünmemiştim. Çoğu zaman başımı kaşıyacak vaktim bile olmamıştı. Lise, üniversite hayatım askeri eğitimlerle geçmişti. Sosyal çevrem adam akıllı olmadığı için ablam benim yerime sosyal medya hesapları kurarak arkadaş edinmemi sağlamıştı. Çevremdeki kadınlar onun bulduklarından oluşuyordu.

Bir kadınla kendi isteğimle sevgili bile olmamıştım. Görüştüğüm, takıldığım, konuştuğum kadın çok olmuştu ama ciddi anlamda hiç ilişkim olmamıştı. Yıllar sonra Balkan kızını gördüğümde hiç hayal etmediğim şeyleri onunla birlikte hayal ederken bulmuştum kendimi. İnsan el ele tutuşmayı hayal eder miydi? Ben Balkan kızıyla el ele tutuştuğumu hayal ediyordum çünkü çok basit olan bir şey bana hep imkânsız geliyordu.

Şimdi ise onunla aramda hiçbir şey yokken evlenmem gerekiyordu.

Düşüncelere dalmışken binbaşı elini omzuma koydu ve yavaşça sıktı. "Bu bir görev değil," dedi. "O yüzden sana emir veremem. Ben bunu senden bir abi, bir baba olarak istiyorum. O kıza bir hayat borçluyuz. Evlilik konusunda senden başkasına güvenemem. Bu evliliği yalnızca seninle yapabilir."

"Binbaşım," dedim yavaşça yutkunurken. "Yüzümün hâlini bilmiyor musunuz? Eğer benimle evlenirse bu yüze bakmak zorunda kalacak. Dağda bayırda olmayacağım hep, şehir içinde rahatça maske kullanamam. Eğer bu evlilik gerçek gibi olacaksa, bu kız benimle bir yere gitmek istemeyecek mi? Maskeyle mi gideceğim? Çıkartacağım." Maskeyi çıkartmaktan nefret ediyordum. Önceden maske takmaktan nefret ederdim şimdi ise maskeyi çıkartmaktan. "Çıkarttığımda da yanındaki adamın yüzüne bakıp ona üzülecekler bana da acıyan gözlerle bakacaklar."

"Oğlum..." dedi. Bu kelime daha fazla canımı acıtamazdı. Keşke böyle hitap etmeseydi bana. Babam bile oğlum demezdi. "Sana o zamanda demiştim. O zamanda demiştim ama beni dinlemedin. Yüzünün bu hâlde olması savaşçı olduğunu gösterir. Eğer bu senin için sıkıntıysa yine savaşçı olduğun içindir. Bunu sıkıntı edip psikologdan destek almak seni yarım porsiyon savaşçı yapmaz. Niye tedavi olmuyorsun?"

"Tedaviye devam ediyorum ama geri dönüşü yok zaten. İyileşecek bir yaraya sahip değilim," dedim umutsuz bir tonda. "İzin günlerimde ancak Barış'ın tedavisiyle ilgileniyorum, onun sağlığı daha önemli. Benim en azından kardeşlerim var fakat Barış'ın kimi kimsesi yok,"

"Barış yalnız değil! Yanında ben varım! Hayalet Timi var! Kasırga var! Devleti var!"

"O öyle hissetmiyor," dedim açık bir dille.

Barış ağır bir depresyondaydı. Ben o yaşıyor diye her gün dua ederken Barış yaşadığı için her gün lanet ediyordu. Onu anlayamazdım. Dışarıdan konuşmak kolaydı. Yüzümde yara var diye insan içinde maskemi açmazken o olmayan bacaklarıyla hayatına devam etmeye çalışıyordu. Onun için hayat daha zordu.

"Anlaşılan geçen ki fırçam az gelmiş. Bir iki güne onu ziyaret etsem iyi olacak," derken gözlerine üzüntü yerleşti. "Ama seni ne yapacağız? Kaç asker yetiştirdim, biri de senin gibi çıkmadı! Nasıl bir adamsın lan sen?" diye sordu. "Timdeki herkes maske takmak zorunda, bu uymanız gereken bir kural. Yüzünüzü kimse bilmemeli, bu da önemli bir kural. Sen izin günlerinde bile maske takıyorsun lan."

"Alışkanlık."

"Sikerim lan alışkanlığını," dedi sinirle. "Neresi alışkanlık? Bas baya yüzünden çekiniyorsun! Çekinmeyeceksin oğlum! Yüzünü gören her insana bu vatanın kolayca korunmadığını göğsünü gere gere göstermen lazım!"

"Öyle kolay değil işte," dedim beni anlamayacağını bile bile. "Umay ablamın küçük kızı bile benden korkuyor. Maskeli de maskesiz de. Beni ne kadar az insan görürse o kadar iyi. Zaten bir hayalet olmak için yetiştirildik. Ben halimden memnunum." Çocuk aklıydı bir şey diyemiyordum. Ablam çocuklarını bu duruma alıştırmaya çalışmıştı ama sonra hepimize eziyet olduğu için zamanla yanına hiç gitmemeye başlamıştım.

"Sen bu ülke için savaşıyorsun," dedi kelimelerin üstüne basa basa. "Aldığın yaralar seni sen yapar." Yara insanı değiştirirmiş, ben değişmiştim artık.

Başka bir yere bakmaya başladım. "Balkan kızı bu yüzü hak etmiyor."

"Evet, o kız en iyisini hak ediyor," dediğinde öyle olduğunu biliyordum. Annem bile rüyalarıma girip öyle diyordu. Ona bir hayat borçluydum. O her şeyin en iyisini hak ediyordu. Beni değil, yaralı yüzümü değildi.

"Senden iyisini bulacak da değil! Yüzüne bakılmayacakmış gibi konuşmayı da kes artık," diye devam ederken öfkesi iyice artmıştı. "O kız senin küçüklüğünden beri gözlerinin içine bakar dururdu. Yaralarını, nasıl bir yüze sahip olduğunu umursayacağını mı sanıyorsun?"

Kim olursa olsun umursardı. O umursamasa bile çevresi umursardı. Kimsenin ağzı torba değildi ki, biri benim yüzümden dolayı ona laf eder canımı sıkar dururdu. Ben zaten kendimden geçmiştim, yüzüme laf etseler ettiği yerde kalır, umurumda bile olmazdı. Değil yüzüm, bu vatana canım fedaydı. Ama onu üzerlerse işte o zaman kıyameti kopartırdım.

"Benim gecem gündüzüm yok," dedim konuşmaya başladığımda. "Yarınım yok. Elim silah tutmaktan çelik, tenim barut kokar. Günlerce duş almadığımız, insan yüzü görmediğimiz zamanlarımız oluyor. Hayalet gibi, yok gibiyiz. Benim bir hayatım yok, benim bir hayatım yokken ona bir hayat veremem. Sadece hayatından çalmış olurum. Hem ben şehit olursam ne olacak? Arkada mı bırakacağım? Şehit karısı mı olacak bu kız?"

"Barut..."

Konuşmaya devam ettim. "Bu kızın zaten anası babası şehit olmadı mı? Bir de benim şehit ol—

"Oğlum sen bu kıza ne ara deli divane âşık oldun?" diye sorması beni kendime getirmeye yetmişti.

Beni bozguna uğratan sözleriyle düşüncelere dalarken söylediklerini kafamda tarttım. Ben bu kıza âşık mıydım? O yüzden mi böyle olur olmadık şeyler düşünüyordum? Ablam da buna benzer bir şeyler demişti. İçimde ona karşı açıklayamadığım şeyler vardı ve hiçbir zaman yeni olmamıştı. Yıllar önce hastanede bana bakarken gönlümde yer edinmişti. O zaman bu zamandır, gönlümde hep yeri vardı. Gönlümdeydi bu kız benim, görmesem de duymasam da konuşmasam da orada yaşamıştı.

Cemal Süreya'nın da dediği gibi, ''Görmeden sevmek ibadet değil mi?''

Ne çıkar yanımda olmasan, kalbim senden ibaret değil mi Balkan kızı?

Binbaşı sözleriyle beni tokatlamaya devam etti. "Öküzün trene baktığı gibi niye bakıyorsun sikik! Ne ara gördün de âşık oldun sen bu kıza? İlk kez görmedin değil mi?! Ne zaman gördün?" diye sorduğunda çok fazla ileriye gittiğimi fark ettim. "Soruma cevap ver!"

"Komutanım," dedim. "Ben sadece olabilecek ihtimaller üzerinden konuşuyorum. Bir dakika sonramız bile kesin değil."

"Lan ben sana ömürlük mü evleneceksin dedim!" diyerek kükredi. "Asıl operasyonumuz bitene kadar dedim! Bu operasyon ömürlük sürmeyecek, Barut! Bunu öncelikle o aklına sok! Yıllar önce başlatılması gereken bir operasyondu, geç bile kaldık geç!"

Asıl operasyonumuz Balkan kızı Makedonya'ya döndüğünde başlayacaktı. Bize bu operasyonda eşlik edecekti.

"Balkan Kızı operasyonu bittiği takdirde diğer operasyonun hızlanması için talimatları vereceğim," dedim. "Belki evlenmeye bile gerek kalmaz, acele etmemekte fayda var."

"Hiç vaktin yok! En az altı ay en fazla bir sene evli duracaksınız! Duydun mu beni?! Ben size ne diyorum! He? Ne diyorum lan! İt oğlu itlerin tek bir tanesi bile sağ kalmayana kadar size ölmek yok! Unut sen şehitliği falan! Size ölmek de şehit olmak da yasak!"

"Peter Kalovski cezasını çekmeden, yaşattığı her şeyin hesabını sormadan ölmeyi düşünmüyorum, komutanım." Keza öyleydi. Bir sonraki hedefim oydu ve hedefi ortadan kaldırmadan rahat nefes almayacaktım.

"Kızla da mahşere kadar evli kalacakmışsın gibi konuşma. Seni ona yâr edeceğimi mi sanmıştın? O kızı kimseye yâr etmem!"

"Evlenip çocuk yapacak halim yok zaten, komutanım," dedim.

"Sadece kâğıt üzerinde bir evlilik olacak. Kendini sakın kaptırma, önünde sonunda bir çırpıda boşanacaksınız. Sakın âşık olayım falan deme, oynayıp durduğun kibritleri götüne sokar ateşe veririm seni. Gerçeği timin dışındaki kimse bilmeyecek. Ailen bile bilmeyecek, Barut Ulu!"

Şeytan diyor, Balkan kızıyla evlen, kendine âşık et, bir de çocuk yap, Akif Cesur Beton'un kucağına da, "Al bu da torunun," diye çocuğu ver, neye uğradığını şaşırsındı. Dua etsin şeytanın tarafında değildim.

"Umay ablam bizi gördüğü an her şeyi anlar," dedim istifimi bozmadan. Şeytan vesvese verip duruyor zaten. "Gözünden hiçbir şey kaçmaz. Bu evliliğin sahte olduğunu anlayacaktır. Cin gibi, ortalığı birbirine katar."

"Anlamaması için her şeyi yapacaksın," dedi dilinden akan kesinlikle. "Karısına çok âşık adam rolünü iyi oyna diyeceğim ama buna hiç gerek kalmayacak gibi..." Bu durumdan hiç mutlu değildi.

"Ona âşık olursam bunu söyleyecek kadar da açık yürekliyimdir," dedim. Balkan kızı yüreğimde yer ediğinden beri emin olamadığım hislerim vardı. O yanımda, birkaç milim ötemde kaldıkça giderek artmıştı. "Sevdamın sonuna kadar giderim, karşımda da kimse duramaz. Her ne düşünüyorsanız—"

"Kıza Ötüken diye seslenen ben miyim? Ötüken diye birine sesleniyorsan o kişi evlenmek istediğin kişidir zaten!" dedi. Bana Ötüken'i anlatan da Akif Cesur Beton'du. Daha küçüktüm, ilçeleri, illeri, ülkeleri bilmezdim bile. Bana Ötüken diye bir diyardan bahseder dururdu. Başta orayı efsanevi bir yer sanmıştım büyüdükçe gerçekliğini kavramıştım.

"Bir gün şayet sevdiğin olursa ona Ötüken diye seslen," demişti. Bir gün şayet sevdiğim olmuştu sanırım. Sanırım diyordum çünkü emin olamıyordum. Sevda dedikleri şey, böyle hep yürek ağrıtır mıydı?

"Bakışları Ötüken," dedim lafımın arkasında dururken. "Ötüken gibi bakıyor, komutanım. Öyle bakana ne diyeceğim?"

"Ben bu hayatta yalnızca bir kişiye Ötüken diye iltifat ettim. Üstünden yirmi yıl geçti, yine de o kişi benim için Ötüken'dir!" dedi. Kimden bahsettiğini bildiğim için bakışlarımdaki duygu silindi. "Kime ne anlatıyorsun sen?"

"Madem öyle neden o kişiyle evlenmediniz?" dedim yoğun bir merakla. "Hani Ötüken diye seslendiğimiz kişi evlenmek istediğimiz kişiydi..."

Bakışlarını benden kaçırdığında birkaç adım attı ve sırtını döndü. "Beni beklemedi. Geri geldiğimde her şey için çok geçti. Onu çoktan başkasıyla evli buldum. Artık başkasının helaliydi. Ama bu Ötüken olduğunu hiçbir zaman değiştirmedi."

Onun sevdası gerçekti. Gerçekti çünkü aradan yıllar geçmesine rağmen başka kimseye gözünün ucuyla bile bakmamıştı. Kendimi bildim bileli Akif Cesur Beton'u tanıyordum. Hayatımın her noktasında vardı.

"Beklemiştir belki de," dedim buruk bir sesle.

Sert bakışlarını bana çevirdiğinde büyük bir inatla, "Beklemedi!" dedi. "Başkasıyla evlendi!"

Başkasıyla evlendi.

Bir anlığına Balkan kızının başkasıyla evlendiğini düşündüğümde yüreğimdeki ağrı giderek arttı. Dayanılamaz bir acıydı. Kaburgalarım sanki parçalanmıştı. O parçalanan kemikler kalbime batmıştı. Binbaşı bu acıya nasıl dayanmıştı? Nasıl dayanıyordu? Düşüncesi bile beni mahvetmişti.

"Ablam," dediğimde sert bakışları yumuşadı. Hiç dayanamazdı ablama. Adı geçtiğinde bile kendini tutamazdı.

Onun kırgın bakışları arasında konuşmaya devam ettim. "Umay ablam sizi çok bekledi, komutanım. Ben şahidim. Ben biliyorum. Ben gördüm. Ablam diye demiyorum. Gerçekten, çok bekledi. Yemedi içmedi, aç susuz pencerenin önünde geleceksiniz diye çok bekledi."

Yüzündeki ifade ciddileşti. Duymaya tahammülünün olmadığı aşikârdı. "Sus, Ulukurt," dedi acı bir tonda. "Bunu konuşmanın ne yeri ne de zamanı."

Odanın kapısı sertçe açıldığında içeriye Balkan kızı girdi. Oldukça sinirliydi. Göğüs kafesi sertçe yükselirken bakışları ikimiz arasında gidip geldi.

Asker peşinden içeriye girdiğinde, "Komutanım," diyerek selam verdi. "Özür dilerim, kendisi bir anda girdi. Tutamadım." Binbaşı kafasını tamam anlamında salladı. Asker dışarı çıktığında onun geçmesine izin verdi.

"Çıkart maskeni."

İlk söylediği şey bu olurken ona garip bir ifadeyle baktım. İçeri girer girmez aklına bu nereden gelmişti?

İçeriye bir an girmesiyle kaşlarımı çattım. "Kapı tıklatmayı bilmiyor musun sen?" dedim çocuk azarlar gibi.

Yeşil bakışları direkt olarak beni bakarken, "Maskeni çıkar," dedi.

"Bana emir vermeyi kes, Balkan kızı!"

Binbaşı uyarır bir tonda, "Ulukurt!" dedi.

Hafif aralı duran kapı tekrar açıldığında içeriye Fahrettin Albay girmişti. Binbaşımla birlikte hazır ola geçip asker selamı verince, "Rahat olun," dedi.

Fahrettin Albay elindeki dosyayı bana doğru uzattı. Dosyanın ne olduğunu bilmeden bekletmeden aldım ve bacağımın hizasında tuttum. "Sana ait birkaç bilgi burada yer alıyor Yüzbaşı Barut," diye başladığında ifadesiz bir şekilde onu dinliyordum. "Aldığın eğitimler, katıldığın operasyonlar, içinde bulunduğun timler ve görev aldığın harekatlar... Talia Alaz'ın kimle evleneceğini bilmeye hakkı vardı."

Buna şaşırmadan edememiştim.

"Ne zaman istemeye gelirsin?" diye sormasıyla anlamayan bir ifadeyle Fahrettin Albay'a baktım.

"Anlamadım komutanım, ne için?" dedim.

"Talia Alaz'ın burada kimi kimsesi yok. Kendisi burada misafirimiz," dedi. "Akif Binbaşı'mla birlikte onun ailesi olacağız. Çiçeğini, çikolatanı ve aileni de al gel, en kısa zamanda kızımızı usulüne göre evime istemeye gelin."

"Her şeyin kâğıt üzerinde olacağını sanıyordum, komutanım," derken bakışlarım binbaşına doğru döndü. Hiç bana bakma der gibi bakıyordu.

"Sen, ben öyle bileceğiz elbette," dedi Fahrettin Albay. "Etraf öyle bilmeyecek, hiçbir pürüz istemiyorum. Her şey gerçeğinde nasılsa öyle olacak. Akif Binbaşı'm söylemiştir, timindeki askerler bile gerçeği bilmeyecek."

"Anladım komutanım ama istemeye gerek var mı ki?" dedim. "Kendisinin bu evliliğe rızası varsa nikah kıymak yeterli olacaktır."

"Rızası var evet," dedi Fahrettin Albay. "Talia Alaz her konuda bize güveniyor. Onun bu güvenini boşa çıkartmayacağız. Ailen bu durumu normal karşılarsa direkt aile arasında nikah da olur."

Umay ablam kırk gün kırk gece düğün yapma kapasitesine sahipken beni hayatta nikahtan evlendirmezdi. Başımın etini yemeye başlardı.

"Kimsenin içine şüphe düşürmeye gerek yok, komutanım," dedim kabullenmiş bir ifadeyle. "İstemeye geliriz ailemle birlikte."

"Benden kızı biraz zor alırsın ya, hadi bakalım," dedi Binbaşı Beton.

"Oldu olacak istemeye geldiğimizde vermeyin komutanım?" dedim dehşete düşmüş bir şekilde.

"Vermem," dedi Binbaşı Beton. "Benim manevi kızım değil mi? Ayhan abim bana emanet etti. Canımı sıkma benim, yüzünü bile göstermem sana."

"İşin şakasındayız tabii," dedi Fahrettin Albay. "Vize başvurusu için kanıta ihtiyacınız olacak. Konsolosluğa ne kadar fotoğraf gösterirseniz o kadar çabuk vizenizi alırsınız."

Aynı durum Balkan kızı için de geçerliydi. O da vize için Türkiye'ye başvuracaktı. Evlilik yoluyla alacağı için kanıt gerekiyordu.

"Sizi baş başa bırakalım, belli ki konuşacaklarınız var," dedi Binbaşı Beton. Yanıma doğru gelip daha kısık bir sesle, "Onu üzecek tek bir şey söylersen elimden kurtulamazsın. Bir daha ona sesini yükselttiğini duymayacağım Ulukurt!" dedi.

"Emredersiniz komutanım," dedim. Fahrettin Albay ve Binbaşı Beton odadan çıktıktan sonra Balkan kızıyla tek kalmıştım.

"Niye kıvranıp duruyorsun?" derken kafam kazan gibiydi. "Ne soracaksan sor artık."

Islattığı dudaklarıyla kirpiklerinin altından bakmaya başladı. "Neden yüzünü gizliyorsun?" diye sorarken bakışları bakışlarıma kenetlenmiş bir haldeydi. Tam dibimde durduğunda elini maskeme yerleştirdi. "Bu kadar gizlemen normal değil. Yüzünde bir şey mi var? Bu yüzden mi uyurken bile maske takıyorsun?"

Elinin tersiyle yanağımı okşarken ince kumaşın varlığından dolayı üstten dokunuyordu. Parmak uçlarında yükseldiğinde dudaklarını maskenin üstünden yanağıma bastırdı.

Tam da yara izimin olduğu yeri öpüyordu.

Hafifçe geriye çekilip tekrar öperken bakışlarını bakışlarımdan ayırmıyordu.

Ateş böcekleri midemdeki yerini alırken tenimi sıcaklık kaplamıştı. Dudağı tenime dokunmamasına rağmen dokunuşu karşısında neredeyse kül olacaktım. Dudaklarının sıcaklığını rahatlıkla hissederken elinin tersiyle tekrar okşadı. Tekrar ve tekrar.

Kolundan tutup onu kendimden uzaklaştırdığımda, "Yapma Balkan kızı," dedim.

"Uzaklaştırma beni kendinden," diye fısıldadı. "Aramızdaki duvarı yıkmaya çalışıyorum. Yıllar önce zorla terk ettiğim ülkeye geri döndüm. Kimim kimsem yok, kardeşimden kilometrelerce uzaklıktayım. Çocukluk aşkımla anlaşmalı bir evlilik yapacağım. Fakat evleneceğim kişinin yüzünü bile bilmiyorum. Çünkü kendisi gizli bir asker. Ben kiminle evleneceğim? Yüzünü görmeye, bilmeye hakkım yok mu?"

Kirpiklerinin altından yalvaran gözlerle bakarken kendime lanet etmeye başladım.

"Fahrettin Albay'ın verdiği dosyayı inceledim," dedi yavaşça yutkunurken. "Soyadını öğrendim, sana dair birçok şeyi öğrendim. Aklımda kalan tek isim Ulu'ydu." Kendimden uzaklaştırmama rağmen bana tekrar sokuldu. "Ulu ljubov moja."

Ben de soyadımı unutmuştum. Hiç hatırlamak istemiyordum. Babama dair her şeyden nefret ediyordum.

"Ben Talia Alaz Boratav olacağım," derken gözleri ışıl ışıldı. "Barut Ulu Boratav'ın karısı olacağım."

Adımı soyadımı öyle bir söylemişti ki, içimdeki nefret tohumunun üstüne toprak dökülmüştü adeta. Barut Ulu Boratav'ın karısı olacağım.

Balkan kızı benim karım olacaktı.

Dudaklarını yanağıma sürttüğünde daldığım düşüncelerden hızlıca sıyrıldım. Kısa bir anlığına gözlerimi kapattım. Yapmamalıydı. Dudağını o sikik kumaşa sürtmemeliydi. Beni çıldırtmaya yemin etmiş gibiydi.

"Genelde başını hep bu tarafa doğru yatırıyorsun," dedi bilmiş bir tavırla. "Burana pek dokunmuyorsun. O gün maskeliyken de sadece bu tarafın tamamen kapalıydı." Elinin tersiyle tekrar dokundu. "Ben kiminle evleneceğimi bilmek istiyorum, bana yüzünü göster. Hem şimdi," diye ısrar ederken yanağımı öpmekten kuruttuğu dudaklarını diliyle ıslattı. "Göster ki gerçekten dudak dudağa olalım, Barut Ulu Boratav."

Onun ince kolları bana dolanmışken iterim diye sıkıca sarılıyordu. Küçükken de arsızın tekiydi. O yüzden şimdi ki hareketlerine şaşırmıyordum.

"Tamam," dedim pes etmiş bir şekilde. Bir gün bir şekilde görecekti. Sonuçta evlenecektik. En azından öncesinde yüzümü görürse evlendiğine sonradan pişmanlık duymazdı. Bilerek evlenmesi daha doğru olurdu.

"Eğer..." dedim. "Evlenmek istemezsen anlarım ben," derken yavaşça yutkundum. "Rahatsız olursan da maskeyi hiçbir zaman çıkarmam. Yüzümü görmek zorunda değilsin. Zaten maskeyi çıkartmıyorum yani benim için bir şey değişmez. Söylemen yeterli."

"Davay davay," dedi heyecanla. "Ben meraktan öleceğim diyorum sen hâlâ konuşuyorsun. Konuşarak beni vazgeçiremezsin!"

Bana daha çok yaklaştığında dudaklarını kumaşın üzerinden dudaklarıma sürttü. Hızlıca çenesinden tutup dudaklarını benden ayırdığımda alnımı alnına yasladım. "Yapma şunu," dedim acı çeken bir tonda. "Yapma Balkan kızı..."

"Heyecanlandım sadece..."

Bu kız her heyecanlandığında beni böyle öpecek miydi?

Maskenin ucunu kavradığımda irileşen gözleriyle büyük bir merakla beklemeye başladı. Üniformanın altına sıkıştırdığım kısmı çıkartıp başımdan tuttum ve çektim.

"Gerçekten mi?" dedi gözlerine yerleşen hayal kırıklığıyla. "Kaç tane maske taktın?!"

"İki tane takıyoruz," dedim. "Ne olur ne olmaz diye. Böyle senin gibi meraklılar çekip çıkarırsa kolayca yüzümüze ulaşmasın diye."

"Bazen çekip çıkartasım gelmedi değil..." dediğinde gülümsedi. "İyi ki yapmamışım rezil olurdum!"

Diğer maskeyi kavradığımda daha fazla oyalanmadan alt kısmını çıkardım. Tepemden tutup çıkarttığımda uzayan saçlarım alnıma döküldü. Bakışlarım onun yeşil gözlerine kenetli bir halde dururken bakışları arasında saçlarımı düzelttim.

Ötüken bakışları donuklaştığında eş zamanlı olarak belime sarılı olan kollarını da bollaştırdı.

Yüzündeki ifade tamamen düştüğünde bir adım geriye gitti ve benden tamamen uzaklaştı. Dişlerimi sıktığım için çenem kasılırken ona bakmaya devam ettim.

"Sen..." dedi, Makedonca konuştu. Sonra ne dediğini fark etti ve, "Sen..." diye anladığım dilde konuşmaya başladı. Bana bakmıyordu. Bakamıyordu.

Maskeyi tekrar takmak istiyordum ama takarsam bir daha hiçbir şekilde açmayacağımı da biliyordum.

Kirpiklerini kaldırdı. Gözleri kırmızılaşmıştı. Beyaz inci gibi olan gözyaşı gözünden akıp yanağına doğru süzülürken yaşlar akmaya devam etti. "Yara izin..." dediğinde dudaklarından bir hıçkırık koptu. Yüzüme bakmıyordu. Gözlerime de bakmıyordu. Benim olduğum yere asla bakmıyordu.

Bakamayacak kadar kötü müydü yüzüm?

Ben bile yüzüme katlanamıyordum. Ben bile bakamıyordum. Ben bile nefret ediyordum. O nasıl etmesindi.

Keşke maskemi açmasaydım. Keşke ona yüzümün ne halde olduğunu göstermeseydim. Keşke yüzümden yara almasaydım. Elimdeki maskeyi sıkarken olduğum yerde kalakaldım.

"Bana nasıl söylemezsin!" dedi yükselen sesiyle hırçın bir tavırla. Farklı bir dil konuşmaya başladı. "Bana nasıl söylemezsin ya?!" derken Türkçe konuşuyordu. Kendinden geçmiş bir halde öfkeyle bağırıyordu. "Bana nasıl söylemezsin! Yıllar önce tedavi ettiğim, başında beklediğim, ölmek üzere olan o askerin sen olduğunu bana nasıl söylemezsin! Sen o yaralı askersin! Sen, ben ölmesin diye dua ettiğim o askersin Ulu! Bunu bana nasıl söylemezsin!"

💀

29.07.2023 | sizi seven özge naz 🔖

Continue Reading

You'll Also Like

219K 26.1K 63
Bilim Kurgu | Romantik | Her şey üç buçuk yıl önce Güney Afrika'da başladı. Güney Afrika'da Tabari adında elli iki yaşındaki bir teyzenin vücudundaki...
376K 17.6K 22
Siz de yeryüzünde olan bitenin sahte olduğunu biliyorsunuz. Bilmiyorsanız...? O zaman sahteler ve yalanlar, eviniz olur. Dikkat edin, gerçekleri ö...
537K 56.8K 53
Finalden sonra kaldırılacak...
47.3K 3.8K 15
Daha ne kadar susacaksın? Ne zamana kadar takacaksın maskeni? Ne kadar daha saklayabileceksin gerçeği? Susma! Konuş, Parçala at maskeni, Açıkla tüm g...