BİR KİBRİTLE 𝘠𝘖𝘒 OLMAK

By zanegzo

7M 652K 562K

❝İnsan bir kutu kibrite benzer. Varolur, yanar ve söner.❞ Bu hayatta nasıl bir kibrit olacağına sen karar ve... More

BİR KİBRİTLE 𝘠𝘖𝘒 OLMAK
Bilgilendirme
Gelecekten Kesit
İLK KİBRİT
2. KİBRİT
3. KİBRİT
4. KİBRİT
5. KİBRİT
6. KİBRİT
7. KİBRİT
8. KİBRİT
9. KİBRİT
10. KİBRİT
11. KİBRİT
12. KİBRİT
13. KİBRİT
14. KİBRİT
15. KİBRİT
16. KİBRİT
17. KİBRİT
18. KİBRİT
19. KİBRİT
20. KİBRİT
21. KİBRİT
22. KİBRİT
23. KİBRİT
24. KİBRİT
25. KİBRİT
26. KİBRİT
27. KİBRİT
28. KİBRİT
29. KİBRİT
30. KİBRİT
32. KİBRİT
ÖZEL KİBRİT
ÖZEL KİBRİT II
ÖZEL KİBRİT III
33. KİBRİT
34. KİBRİT
35. KİBRİT
36. KİBRİT
37. KİBRİT
38. KİBRİT
39. KİBRİT
40. KİBRİT
41. KİBRİT
42. KİBRİT
43. KİBRİT
44. KİBRİT
45. KİBRİT
46. KİBRİT
47. KİBRİT
48. KİBRİT

31. KİBRİT

134K 15.2K 18.9K
By zanegzo

B.U.B

| Şimdiki zaman, Türkiye Cumhuriyeti |

"Kahvaltıda börek yemeye alışmışım," dedi İmam. "Bir şeye kırk gün maruz kalınca alışıyorsun dedikleri bu olsa gerek. Şöyle demli çayın yanına Boşnak böreği olacaktı var ya..."

"He ya," dedi Yamalı iştahlı bir şekilde. "Anamın yaptığı böreklerin yerini tutmaz ama güzeldi."

"Olsa da yesek keşke," dedi İmam. "Neyse buna da şükür. Bunu bulamayanlar da var."

Makedonya'da kaldığımız süre boyunca oranın yemeklerini tüketmiş, keyfimize göre Türk yemeklerinden de yapmıştık ama hazır yemekler işimize geldiği için kolaya kaçmıştık. Hatta kaldığımız Türk köyünde bizim asker olduğumuzu bilen köy sakinleri sürekli olarak bir şeyler getirmişlerdi.

Sabahın erken saatlerinde yemekhanede kahvaltı yapıyorduk. Hayalet Timi ve yanımızda artı olarak Balkan kızı vardı. Diğerlerine alışmış gözüküyordu. Balkan kızı bakışlarını İmam'a çevirdiğinde, "İstersen yapabilirim bir gün," dedi. "Ben çok güzel börek yapıyorum."

"Şimdi bacım," dedi İmam öne doğru eğilirken. "Bu yapacağın börek, bize daha önce içirdiğin karışımdan güzel mi yoksa kötü mü?"

Diğerleri bir anda kahkaha patlattı. Bakışlarımı gördükleri an zoraki bir şekilde sustular.

Sorduğu sorudan ötürü İmam'a dövecek gibi bakarken hızlıca dudaklarını araladı. "Ben İmam olduğum için gülmedim kurban olduğumun komutanısı," dedi İmam. "Hiç bana kızmayın. Diğerleri güldü, benim bir suçum yok yemin billah olsun ki!"

Balkan kızının yüzündeki ifade çok geçmeden düşmüştü. "Güzel yapıyorum diyorsa güzeldir, İmam. Ne diye irdeliyorsun?" diye sordum Türkçe.

İmam, "Kurban olduğumun komutanısı," diyerek başladı. "Şimdi yap desem, çok kötü olsa, biz onu yemek zorunda kalsak ne olacak?" diye sordu aynı dilde konuşurken. "İsraf olacak, o kadar malzemeye yazık günah vallahi!"

"Eşek gibi yemek zorundasın!" dedim. "Kötüyse de hiçbiri çöpe atılmayacak! Yapılıyorsa ses çıkmadan yiyeceksiniz!"

"Kavga etmeyin," diye mırıldandı Balkan kızı. "Sadece sordum. İstemiyorsanız yapmam, olur biter."

Anlayacağı dilde, "Yok," dedim öfkeyle. "Sen şöyle on tepsi yap. Hepsi de yiyecek!"

"Ne diye laf ediyorlar o zaman, yüzbaşı?" dedi Balkan kızı dudaklarını büzerken. "Ben içeceğin çok güzel olduğunu söylemedim ki. Siz kendiniz çok güzel olmuş bu, bir bardak daha olsam içerim deyip durdunuz. Şifa niyetine için diye içine tarçın koymuştum. Tarçın hiç içmediniz sanırım biraz tatlımsı acı oluyor. Boğaz yakar." Bakışlarını masaya indirdi. "Size defalarca kötü mü diye sordum. Ama benimle konuşmadınız bile. Biriniz evet deseydiniz ben söyleyecektim zaten neden tadının kötü olduğunu."

Tarçını sevmediğim kadar vardı. Gerçekten içeceğin tadı kötüydü.

"Sen bunlara bakma, çok güzel bir şey yapsan da laf ederler hepsi kaynana gibi," dedi Siren bıkmış bir tavırla.

Hepsinin yüzünden pişmanlık akarken konuşan Kanca oldu. "Eşeklik ettiğimizi kabul ediyorum," dedi. "Bir kere daha yaparsan şayet hepsini Mermi'ye içireceğimizden emin olabilirsin, Talia."

"Ben niye içiyorum kancık?!" dedi Mermi sinirle. "Gitsin Siren içsin."

"Siren niye içiyor lan? Hem Siren ne?! Siren komutanım diyeceksin!" dedi Kanca. "Talia Alaz Hanımcığım Talia Alaz Hanımcığım diye ben mi peşinden koşuyorum? Sen içeceksin tabii ki!"

"Taliacığım diyorum artık," dedi Mermi gülerken. "Taliacığımı severim ama..." Bakışlarımı ona çevirdiğim anda, "Misal veriyorum komutanım!" dedi hızlıca. "Sevdiğim falan yok! Şakacıktan! Gülün diye dedim!"

"Çocuk mu kandırıyorsun oğlum sen?" dedim.

Mermi diğerlerine doğru yanaşıp, "Biz bu adamı everelim," dedi. "Belki öfkeli olmasının nedeni içindekini atamadığındadır. Bulalım bir esmer, İmam'ın dediği gibi de kırk gün maruz kalsın, sonra evlenir herhalde! Diğer türlü her gün bizi haşlayacak!"

Bana esmer bulacakmış, kendisi de herhalde kızılla evlenecek, eşek seni. Kızıl kadınla evlenip sana da yenge dedirtmezsem ne olayım Mermi.

"Kimle evlenirse evlensin imam nikahını ben kıymazsam bir daha hayatta konuşmam kurban olduğumun komutanısıyla," dedi İmam. Sanki evlendim de imam nikahı eksik kalmıştı.

"Evlenmeyecek!" dedi Yamalı. "Komutanım evlenirse bizi unutur gider, komutanımsız mı kalacağız? Ne yapar ne ederiz? Binbaşı Beton'un eline mi düşeceğiz?"

"Dingil," dedi Kanca fısıltıyla. "Barut komutanım, Beton'dan daha acımasız. Senin gibi ana kuzusunu çobana verecekken kurta emanet ettiler de haberin yok!" Kanca, İmam'ın koluna vurup göz kırptı. "Ulukurt'a hem de!"

"Kanca seni bir uluturum aklın hayalin şaşar!" diye bağırdım. Siren'e doğru döndüm. "Bundan sonra her sabah içtimada şınav çekerken Kanca uluyacak, Siren. Ulumadığı zaman bana hemen rapor vereceksin!"

Siren keyifle, "Emredersiniz komutanım," dedi.

"Bak bak," dedi Kanca. "Ceza aldım diye nasıl gülüyor. Nasıl keyifleniyor. Kadınlar erkeklerin acı çekmesinden hoşlanıyor diyorum da kimse inanmıyor bana!"

"Sen acı görmemişsin," dedi Siren. "Bunların sana vız gelip tırıs gitmesi lazım, Kanca. Hayalet asker olduğuna emin misin?"

"Olup olmadığımı anlamak için üzerimde test yapabilirsiniz, komutanım," dedi Kanca.

"Bakmam yetiyor," dedi Siren.

"Bana yetmiyor, komutanım. Daha fazlasına ihtiyacım var," dedi Kanca.

Siren başka yere döndü. "Çok beklersin, Kanca."

Postallarıma değen ayakları hissettiğimde sabır dilemeye başladım. Hem benimle yakın temasa geçiyordu hem de bana abi ayağı çekiyordu. Hafifçe geriye çekilip onun olduğuna emin olmak için aşağıya baktım. Balkan kızı yine bacaklarıma dokunuyordu. Üstelik bu sefer karşımda değil, tam yanımda oturuyordu.

"Senin bu bacakların niye rahat durmuyor?" diye sorarken sesimi kısıp onun duyabileceği bir tonda mırıldandım.

Masum bir tavırla, "Bir şey yaptığım yok," dedi.

"Var," dedim net bir şekilde. "Var ve bilerek yaptığının da farkındayım, Balkan kızı. Benim böyle oyunlara düşmeyeceğimi bilmen lazım. Aklımı böyle bulandıramazsın."

"Aklını bulandırmaya çalışmıyorum," dedi kısık çıkan sesiyle. "Sadece teması seven biriyim."

"Fark ettim," derken sesimden kinaye akıyordu. "Masanın altından sürekli bacağıma dokunmalar, elinin sürekli kemerimde olması, her fırsatta kolumu tutmalar..."

Ona biraz daha yanaştım ve kulağına Türkçe fısıldadım. "Beni abi olarak gördüğün falan yok. Öncelikle bunda anlaşalım. Beni ne olarak görmek istediğini bilmiyorum fakat sana bunu yapmamı sevdiğini biliyorum," derken bacağımı ona daha çok değdirdim. "Yanılıyor muyum, Balkan kızı?"

Ağzının içinde kısık sesle, "Anladığım dilde konuş!" diye mırıldandı.

"Anladığın dilde konuşuyorum zaten," dediğimde huzursuzlanmaya başladı. Kendi dilimde konuşmaya devam ettim. "Türkçe'yi unutmadığını anlamayacağımı mı sanmıştın? Eğer öyle sanıyorsan, bil ki farkındayım, Balkan kızı."

"Ne dediğini gerçekten anlamıyorum," derken çaydan bir yudum aldı. "Bu kadar keyifle konuştuğuna göre kendi dilinde bana aşk ilanı ediyor olmalısın. Büyüyünce unutursun diyeceğim ama yeterince büyüksün, yüzbaşı."

"Bak, görüyor musun? Türkçe'yi anlıyorsun işte yoksa diğer türlü sana olan aşkımı ilan ettiğimi bilemezdin," dedim tekrar İngilizce konuşurken. Dalga geçtiğimin farkındaydı.

"Oldu olacak bir de evlenme teklifi et istersen?" diyerek bana takıldı.

Yavaşça göz kırptım. "O da olur elbet bir gün."

"Umarım çabuk olur, Ulu aşkım," dediğinde Makedonca konuştuğu için anlamamıştım. Tek anladığım ljubov moja kelimesiydi. O da abi demekti. Her dilde abi demeye yemin etmiş gibiydi.

"Benden Makedonca konuşarak kaçamazsın," dedim sertleşen kelimelerimle. "Anlayacağım şekilde konuş."

"Diyorum ki..." dedi geriye doğru çekilirken. "Ben senden yaşça küçüğüm. Kendi yaşıtın biriyle evlen. Sen bana on beden büyük gelirsin, Ulu abi."

"Senin abi diyen dilini..." Sustum ve önüme döndüm.

Bu cümleler bana oldukça tanıdıktı. Balkan kızında nasıl zehir bir kafa varsa söylediğim bütün cümleleri hatırlıyordu. Bunca zaman boyunca içinde tutmuştu, bir gün bana laflarımı geri yedirme hayaliyle yanıp tutuşmuş olmalıydı.

Herkes kahvaltısını çoktan bitirmişti. Hatta yemekhanedekiler de çıkmaya başlamıştı. Bir tek Balkan kızının tabağı doluydu.

"Hiçbir şey yemedin," dedim ona merakla bakarken. Bu kızın karşısında ilgisiz durmak çok zordu. "Zaten yediklerini de kusmuştun. Eğer buranın yemeklerini sevmiyorsan..."

"Kardeşimi özledim ben," diye fısıldadı. "Onsuz hiçbir şey yiyesim gelmiyor. O da yanımda olsaydı da beraber Türk kahvaltısı yapsaydık. Ona hep anlatırdım yemekleri... Bizim oralarda da satılır Türk yemekleri, bazen yapmaya da çalışırdım ama hiçbiri aynı lezzeti vermiyordu."

"Eğer istersen onun şu an ne yaptığına bakabiliriz," dedim içini rahatlatmak adına.

Kirpiklerini hızlıca kaldırdığında Ötüken'i aratmayan bakışlarını gördüm. Hareleri heyecanla parlarken, "Gerçekten mi?" diye sordu. "Kardeşimi görebilir miyim?"

"Evet," dedim. "İstediğin her zaman ondan haber alabilirsin." Tabağını işaret ettim. "Hepsini bitir, sonra kalkalım."

Hızlı bir şekilde önündeki yiyecekleri bitirip bana istekli gözlerle baktı. Timi rahat bırakırken Kanca'yı da yanımıza alıp iletişim odasına doğru ilerledik.

Odadan içeriye girdiğimiz an Balkan kızı tedirgin bir tavırla beklemeye başladı. Kanca bilgisayarın başına geçip sistemi aktifleştirdi.

"Şu an online dersi vardır..." dedi Balkan kızı. Konuşmasıyla bakışlarım ona doğru döndü. "Evde olması gerekiyor."

"Seni kaçırıldı olarak bileceği için belki derse katılmamış olabilir," dedim olası bir senaryoyu düşünürken.

Sıkıntıyla ofladı. "Yani... Alisa pek gündemle ilgilenmez, kendi dünyasında yaşar."

"Sen onun ablasısın," dedim durumu biraz garipserken. Sonuç olarak Alisa, ablasına ne olduğunu bilmiyordu. Kaçırıldı biliyordu. "Kanca," diye seslendim. "Bana hemen Alisa Alaz hakkında iletişime geçeceğim hattı bağla. Sen görüntü alacağımız ekiple ilgilen."

"Hemen bağlıyorum komutanım," dedi Kanca. Kulaklığı bana uzattığında sandalyeye geçip oturdum. Balkan kızına da diğer sandalyeye de oturması için işaret ettim. Fakat oturmamıştı.

Kulaklığa doğru, "Alisa Alaz ne durumda?" diye sordum.

"Sabahın erken saatlerinde Peter Kalovski ile birlikte evden ayrıldı, komutanım," dedi.

Bakışlarım Balkan kızına doğru döndü. "Alisa, Peter'le birlikte saban erkenden evden ayrılmış."

"Ne? Neden?" diye merakla sorduğunda yanıma yaklaştı. "Nereye gitmişler?"

Hattaki askere, "Nereye gitmişler?" dedim.

İletişimde olan asker, "Bir dağ evine," dedi. "Şehir dışında bulunuyor."

"Şehir dışında bir dağ eviniz var mıydı?" diye sorarken Balkan kızına baktım.

"Evet," dedi düşüncelere dalarken.

Onun panik yaptığını fark ederken, "Sakin ol," dedim. Tekrardan hattaki askere bağlandım. "Hedef ile iletişim ne durumda?"

"Dağ evinde de takibe devam ediyoruz. Peter evden yarım saat önce kadar ayrıldı. Herhangi bir hareketlilik yok, komutanım," dedi.

"Fotoğrafları var mı?" diye sordum.

"Yakaladığımız birkaç görüntü var," dediğinde çok geçmeden Kanca konuştu. "Görüntüler ulaştı, komutanım," deyip ona bakmamızı sağladı. Ekranı büyütürken Balkan kızı gözlerinde beliren özlem duygusuyla birlikte ekrana yaklaştı.

"Aliş..." Sesi fısıltıdan ibaretti. Gözleri dolar gibi olmuştu.

Alisa kucağında kocaman olan bir tavşanla ağaçların arasında duruyordu. Birkaç farklı açıdan yakalanan görüntüde etrafta korumaların kaynadığını gördüm. Alisa dışında Peter'in de evden uzaklaşırken görüntüleri gelmişti. Çok öfkeli gözüküyordu.

"Güzel Alisa'm, tavşanı da bırakmamış. Sağlıklı gözüküyor," dediğinde rahatlamış gibiydi.

"Kardeşinin durumunda bir anormallik yok değil mi?" diye sorarken ona garip bir ifadeyle baktım. Alisa'dan bir türlü emin olamıyordum. Doğumunu bile hatırlıyordum ama onu hiç tanımamıştım. Fakat normal olmayan şeyler vardı.

"Hayır..." dedi Balkan kızı kaşlarını çatarken. Bakışlarını aniden bana döndürüp endişeyle baktı. "Bir şey mi oldu yoksa? Neler oluyor, yüzbaşı?"

"Sen bizi yalnız bırak, Kanca," diye seslendim.

"Emredersiniz komutanım," deyip odadan çıktı. Hatlardaki iletişimi geçtiğim sırada Balkan kızına sandalyeye oturması için bir kere daha işaret ettim.

Uzaktaki sandalyeye oturmasıyla onu sandalyenin altından tutup dizimin dibine doğru çektim.

"Telaş yapma hemen, sakin ol," derken sesim ılımlı çıkıyordu. "Peter pezevenginin oturup ağlamadığı kaldı, eşi de aynı şekilde. Fakat kardeşin her gün kaçırılıyormuşsun gibi çok rahat. Yani benim ablam kaçırılsaydı bu durumda olmazdım. Sence bunda bir saçmalık yok mu? Kardeşin gayet mutlu gözüküyor."

"Alisa duygularını çok fazla dışarıya yansıtmaz," dedi bakışlarını benden kaçırarak. İkisinin arasında bir şeyler olduğu barizdi.

"Fotoğraflarda gülüyor ama?"

"Tavşanına güler sadece, onunla olduğu için mutlu. Eminim içten içe üzülüyordur," dediğinde yanlış bir şey demiş hissine kapılmıştı. "Yine de üzülmesini istemem. Üzülmesin. Zaten çok şey yaşadı, güldüğü daha iyi."

"Anladım," dedim. Anlamamıştım. O sadece kendini kandırıyordu. Kardeşinin iyi olduğu falan yoktu. Neden sürekli olarak kardeşim kardeşim deyip durduğunu anlamıştım. Elimizi çabuk tutmakta fayda vardı. O kızın Peter pezevenginin yanında kalmaması gerekiyordu.

Odanın kapısı tıklatılınca, "Gel," diye seslendim. İçeriye asker girdiğinde, "Komutanım, bir maruzatım vardı," dedi. İçeriye gelmesini işaret ettiğimde konuşmaya devam etti. "Binbaşı Beton sizi çağırmamı emretti."

"Teğmen Kanca dışarıda mı?" diye sordum.

"Koridorda kimse yok komutanım!"

Balkan kızını işaret ettim. "Onu odasına bıraktıktan sonra ilk işim yanına gelmek olacak, çıkabilirsin asker," dedim.

Asker çıkmak yerine, "Komutanım, Talia Alaz'ın da gelmesi gerektiğini bildirdi," dedi. "İkinizi birlikte bekliyor."

"O zaman çıkalım," derken Balkan kızına doğru kısa bir bakış attım. O da benim gibi ne için çağrıldığımızı merak ediyordu. Birlikte odadan dışarıya çıktık.

Koridorda yürürken Balkan kızı bir anda kolumdan tuttu. Bunu beklemediğim için kaşlarımı çatıp sertçe konuşacağım sırada onun eş zamanlı olarak eliyle dudaklarını kapattığını gördüm. "Ne oldu?!" diye sorarken asker de bize doğru döndü.

Hafif öğürme sesi çıkarırken kusar gibi olmuştu. Onu tuttuğum gibi tuvalete doğru kelimenin tam anlamıyla sürükledim. Askere uzaklaşmasını işaret ettiğimde onu kendimle birlikte tuvaletin içine soktum.

Lavabonun önüne gelince içindeki her şeyi çıkarmaya başladı. Saçları önüne düşmesin diye geriye toplarken öğürmeye devam etti. İçinde hiçbir şey kalmayana kadar kusarken ona zorla bir şeyler yedirdiğim için kendime kızdım. "Bitti mi?" diye sordum.

Sulu gözlerle kafasını salladı. Suyu açıp avucuma doldurdum ve yüzünü yıkmaya başladım. Eli ayağı aniden buz kesmişti. "İlaçların yan etkisi," dedi titrek bir sesle. "Yoksa kusmazdım. Gerçekten."

"Daha iyi misin?"

"Biraz hava alırsam iyi olacak," dedi. "Yeşil Dev beklese olur mu?" Olmaz olur mu, sen on gün gitme gıkını çıkarmazdı. Ben bir salise geç kalayım ağzıma sıçardı.

"Ona maruzat veririm ben," derken lavaboya da temizlenmesi için su tuttum. Balkan kızı aynadan beni izliyordu. "Karargâhta kalırken hep gittiğim gizli bir yer vardı. Aslında gizli değil de acil çıkış yeri olduğu için pek uğrayan olmaz. Oraya götüreyim seni, biraz hava al."

Sessizce kafasını salladı. Peçeteyle yüzündeki ıslaklığı sildikten sonra ilerlemeye başladı. Onunla birlikte tuvaletten çıktıktan sonra koridorda bekleyen askere, "Binbaşı Beton'a, Talia Alaz'ın hava almak istediğini söyle," dedim. "Benim de yanında olacağımı, kendini iyi hissettiği an geleceğimizi belirt. Acil bir şey olmadığını da söyle."

"Emredersiniz komutanım," deyip koşar adımlarla yanımızdan ayrıldı.

Balkan kızıyla birlikte ilerlediğimizde onu daha teğmenken gittiğim yere götürdüm. Genelde buraya Barış'la birlikte gelirdik. O zamanları özlemiştim. Zaman bizden kim bilir daha neleri alacaktı. Vatan uğruna her şey fedaydı.

Çatı katına gelirken aralı olan kapıyı gördüm. Çok geniş bir yer değildi. Üç dört kişiyi anca alırdı ama teras gibi olduğu için genelde sigara içmeye çıkardık. İçeriden sesler gelmeye başladığında dikkat kesildim.

"Bıktım artık! Bıktım!"

Bu ses Kanca'ya aitti. Tabiri caizse hayvan gibi bağırıyordu.

Benim durmamla Balkan kızı da durmuştu. "Niye dur—" Konuşmasına izin vermeden ağzını kapattım ve sessiz olmasını sağladım. Onu kendimle birlikte duvara yasladığımda hafif aralı olan kapıdan terasa doğru baktım. Kanca sinirle volta atıyordu.

"Bıktım, Deniz!" dedi tekrardan.

Deniz Akça. Yani, Siren. Bağırdığı kişi Siren'di.

"Anlamıyor musun? Görmüyor musun beni? Ne halde olduğumun farkında değil misin?" diye devam ederken sesi acı dolu çıkıyordu.

"Sessiz ol," dedi Siren uyarır bir tonda. "Sessiz ol, tamam mı? Çok sinirlisin ve şu an gereksiz yere yükseliyorsun. Bana bağırıp durma, Kağan!"

Kağan Karatay. Yani, Kanca.

"Sabahtan beri ne halde olduğumu görüyorsun ama bana çıkıp da ne oluyor diye sormuyorsun, amına koyayım! Bu nasıl iş ya? Bu nasıl bir inat kızım?!" dedi Kanca.

"Sana hâlâ sinirliyim çünkü," dedi Siren. Tamam, onlar sürekli olarak didişiyordu. Kanca, ona karşı hep üstten konuşuyordu ve Siren her defasında onu uyarıyordu.

"Bana sinirlisin diye o üstteğmen bozuntusuyla konuşup kıkırdamana gerek yoktu! Bir de seni yemeğe davet ediyor. Bak bak bak, sen kim lavuk?!" dedi Kanca sinirle. Siren'in kiminle konuşup konuşmadığından Kanca'ya ne oluyordu ki? Siren kimseye hesap veren biri değildi. "O adama kıl kaptığımı da biliyorsun! Az kaldı, şu rütbeyi bir alayım, görecek gününü!"

"Biraz fazla mı kıskançsın, sevgilim?"

Sevgilim?

Bu diyen Siren miydi? Benim timimdeki Siren? Şu erkek sinek bile ona bakınca ağzına sıçan Siren?

Üstelik sevgilim dediği kişi de Kanca'ydı.

Habire birbiriyle didişen, sürekli olarak yüzlerine karşı nefret kusan, birbirlerinden haz etmeyen iki askerim hiç de sandığım gibi değilmiş! Vay amına koyayım ya. Tamam, ikisinin bazen birbirine karşı yersiz kıskançlıklarını fark ediyordum, o kadar da kör değildim ama işi bu kadar ilerletmelerini ve buna rağmen hâlâ düşman rolü kesmelerini asla beklemiyordum.

"Bak," dedi Kanca. "Niye kavganın ortasında sevgilim diyorsun da benim ayarlarımı bozuyorsun sen? Zaten ağzından güzel söz duymak, çölde su bulmak gibi zor. Yumuş yumuş oldum amına koyayım!" Kanca, Siren'i kendine doğru çekti. "Bir daha söylesene."

"Şansını fazla zorlama," dedi Siren. "Zaten izne ayrıldığımızda sizinkilerle tanışacağım diye stresliyim. Ya umdukları gibi biri değilsem?"

"Saçmalama deniz gözlüm," dedi Kanca. "Sürekli olarak senden bahsediyorum. Annem seni kafasında biraz hulkun kız versiyonu gibi hayal ediyor ama olsun. Biraz aileme karşı nazik olursan sevinirim sadece..."

"Kağan!"

"Şaka yapıyorum bebeğim," dedi. "Senden iyi gelin mi bulacaklar? Babam ağzımın ortasına çaktığın için aslan gelinim demeye şimdiden başladı. Annem başta üzüldü ama sonra kocasını dövmeyen dizini döver aferin gelin kızıma dedi. Bizimkiler çoktan senci."

"İnanmıyorum sana, ailene söyledin mi?!" dedi Siren kızgınlıkla.

"Kimi gelin alacaklarını bilsinler," dedi Kanca keyifle.

İkisi gülüşmeye başladıklarında bedenimi tamamen çektim. Şimdi yanlarına gidip ikisinin de ağzına sıçasım vardı ama fevri davranmayacaktım. Önce bir sevgili olduklarını sindirecek sonra güzelce cezalarını çektirecektim.

"Başka yere gidelim," diye fısıldadığımda Balkan kızı kafasını olumlu anlamda salladı. Sinirden kuduruyordum. Timin en önemli kuralı duygusal bağ kurulmamasıydı. İkisi de bu kuralı ihlal etmişti.

"Ne oldu?" diye sordu Balkan kızı.

"Bir şey yok," dedim ifadesiz bir şekilde.

"Yeşil Dev'in yanına gidebiliriz," dedi. "Ben hava almış kadar oldum. Onu daha fazla bekletmeyelim. Endişelenmiştir zaten."

Kafamı salladım ve rotayı değiştirip Binbaşı Beton'un odasına doğru yürümeye başladım. Zihnim o kadar doluydu ki... Siren ve Kanca beni bozguna uğratmıştı. Kesinlikle beklemiyordum; en azından bunu gizli bir şekilde yürütmelerini. Timdeki herkesle ciddi bir konuşma yapmam gerekecekti.

Kapıya tıklatıp izin aldıktan sonra içeriye girdik. Binbaşı Beton, Balkan kızını görmesiyle oturduğu yerden ayağa kalktı ve yanına doğru geldi. Endişeli gözlerle onu izlemeyi kesip hızlıca kollarının arasına aldı. "İyi misin ufaklık?" diye sordu. "Neyin var?"

Balkan kızı baba gibi gördüğü adama sıkıca sarıldı. Buna ihtiyacı olduğu o kadar belliydi ki, ikisi bir süre boyunca öyle durdular. "Daha iyiyim," diye fısıldadı. "Önemli bir şey yok. Ben boşuna doktor olmadım, kendi kendime bakarım her zaman olduğu gibi..."

Her zaman olduğu gibi. Ben de bakardım sana, Balkan kızı. Hem de her zaman.

Onu kollarının arasından ayırdığında Binbaşı Beton, "Oturun," dedi.

"Ne için çağırmıştınız, komutanım?" diye sordum.

Suratıma bakmasıyla saniyesinde, "Senin neyin var?" dedi. "Sen de mi sarılmak istiyorsun?"

Balkan kızı kıkırdadı. Binbaşı Beton onun gülmesiyle ona doğru dönüp hafifçe göz kırptı. Çok geçmeden bana geri dönmüştü.

"Bir şeyim yok, komutanım," dedim ifadesizliğimi korurken.

"Var bir şeyler, yakında çıkar kokusu," dedi. "Her neyse, biliyorsun ki Talia yakın zamanda Makedonya'ya geri dönecek. Peter onu kaçırılmış olarak Admir'in elinde sanıyor. Günlerimiz kısaldı. Onu aylarca burada tutamayız."

"Gidiş günü belli mi?" diye sordum. Keşke hiç gitmeseydi. Burada kalmaya devam etseydi ama bu neredeyse imkânsızdı.

Binbaşı, "Değil," dedi. "Türkiye'deki işleri bitmeden onu geri göndermeyeceğiz." Masadaki kâğıtları toparladı. "Talia ile her şeyi detaylıca konuşup aramızda bir sözleşme imzalamıştık. Bundan sonra Türk ordusuyla birlikte hareket edecek," dediğinde kafamı salladım. "Peter'in yanına sızıp bize her türlü bilgi akışında bulunacak. Eğer Peter'i çökertebilirsek ITO'nun kalbini vurmuş oluruz."

"Evet komutanım," diyerek onayladım. Balkan kızı artık her şeyi bilerek Makedonya'ya geri dönecek ve Kalovski'nin yanında işe başlayacaktı. Kalovski Enstitüsü, ITO'ya kimyasal silah üretiyordu ve bunun akışını durdurmak konusunda bize yardımcı olacaktı. Her şey dayısının istediği gibi ilerlerken aslında bizim ekmeğimize yağ sürdüğünün farkında olmayacaktı.

Binbaşı büyük bir ciddiyetle bakarken, "Tüm bunların dışında yapmanız gereken bir şey daha var," dedi.

"Nedir?" diye sorduk aynı anda.

"Aranızda nikah kıyıp anlaşmalı bir şekilde evleneceksiniz," dedi. Dudaklarından dökülen kelimeler ikimizin birbirine şaşkınlıkla bakmasına neden oldu. "Hem de en kısa sürede."

💀

17.07.2023 | sizi seven özge naz 🔖

Continue Reading

You'll Also Like

59.8K 3.1K 40
"Mavi gül." Arkamı dönüp ona baktım. "Ne?" "Benim için ne olduğunu sormuştun ya. Sen benim için mavi gülsün. Buradasın,benimlesin ama aynı zamanda da...
8.9K 906 28
Siz: 1 Müslüman, 2 Müslüman... 14. Müslüman kalk sahur vakti! 14. Müslüman: Ben oruç tutmuyorum. Siz: Madem müslüman değilsin niye cumaları namaza...
15.7K 5K 42
•VE LANET SONA ERER SERİSİ• 1. Kitap: Kanlı Kanatlar (tamamlandı) 2. Kitap: Saklı Yaralar (yayımlanıyor) WattpadFantasyTR Doğaüstü Geçidi listesinde...