BİR KİBRİTLE 𝘠𝘖𝘒 OLMAK

By zanegzo

7M 652K 562K

❝İnsan bir kutu kibrite benzer. Varolur, yanar ve söner.❞ Bu hayatta nasıl bir kibrit olacağına sen karar ve... More

BİR KİBRİTLE 𝘠𝘖𝘒 OLMAK
Bilgilendirme
Gelecekten Kesit
İLK KİBRİT
2. KİBRİT
3. KİBRİT
4. KİBRİT
5. KİBRİT
6. KİBRİT
7. KİBRİT
8. KİBRİT
9. KİBRİT
10. KİBRİT
11. KİBRİT
12. KİBRİT
13. KİBRİT
14. KİBRİT
15. KİBRİT
16. KİBRİT
17. KİBRİT
18. KİBRİT
19. KİBRİT
20. KİBRİT
21. KİBRİT
22. KİBRİT
23. KİBRİT
24. KİBRİT
25. KİBRİT
26. KİBRİT
27. KİBRİT
28. KİBRİT
29. KİBRİT
31. KİBRİT
32. KİBRİT
ÖZEL KİBRİT
ÖZEL KİBRİT II
ÖZEL KİBRİT III
33. KİBRİT
34. KİBRİT
35. KİBRİT
36. KİBRİT
37. KİBRİT
38. KİBRİT
39. KİBRİT
40. KİBRİT
41. KİBRİT
42. KİBRİT
43. KİBRİT
44. KİBRİT
45. KİBRİT
46. KİBRİT
47. KİBRİT
48. KİBRİT

30. KİBRİT

124K 14.4K 19.9K
By zanegzo


Kitaba başlayalı neredeyse 50 gün oldu, 50 günde 30 bölümle 1.000.000 okunmaya ulaştık! İyi ki varsınız ve iyi ki bu kitabı okudunuz! Sizleri çok seviyorum 🫶🏻

B.U.B

| Şimdiki zaman, Türkiye Cumhuriyeti |

Küçükken yaralı bir kuş görmüştüm. Hemen onu alıp kutuya koymuş eve getirmiştim. Ablam Umay, hayvanlardan çok korkardı. Hiçbir hayvana yaklaşamazdı; buna kelebek de dahildi. Kuşu görünce de tedirgin olmuştu. O günün akşamında eve yaralı kuşu getirdiğim için babam bana çok kızmıştı.

Olay giderek büyümüştü ve sinirini bizden çıkartan babam yaralı kuşun olduğu kutuya tekme atıp onun ölmesine neden olmuştu. Belki kuşu alıp eve getirmeseydim, bir başkası onu görüp iyileştirirdi. Kuşun ölmesine, babamın gazabına uğramasına neden olan bendim. Sonra ablamın neden hayvanlardan korktuğunu anlamıştım. Babamın hiçkimseye karşı merhameti yoktu.

Annem merhamet duygusunu ondan aldığımı söylerdi hep. Babama bakarak, "Asla baban gibi olma," derdi. "O çok merhametsiz. Ona bak ama onun gibi olmamak için çabala. Baban sana ibret olsun."

Annem öldükten sonra içimde olan merhamet duygusu da zamanla benden gitmişti. İyi ki de gitmişti, Peter Kalovski merhametsizliğimden çok güzel bir şekilde nasibini alacaktı.

Kendi ailesine, anneme, vatanıma yaptıklarının hesabını misliyle ödeyecekti. Bana, "Beni öldür," diye yalvaracaktı. Ona bu iyiliği asla yapmayacaktım.

Balkan kızı çok akıllıydı. Makedonya'da kaldığımız süre boyunca hayatını detaylıca araştırmıştım. Tıp fakültesini dereceyle bitirmişti, aynı şekilde liseyi ve ortaokulu da. Birçok projede yer almış, son projesi olan Ateşböceği Çiçeği sayesinde de büyük bir burs kazanmıştı. Hepsi kendi başarısıydı.

Böylesine zekâya sahip olan birini durdurmak için ilk yapılacak şey aklını karıştırmaktı. Aklını kullanamazsa, engel olmaktan çıkardı. Peter Kalovski ona karşı büyük oynamıştı ve maddelere bağımlı hâle getirmişti. Bu adam insan falan değildi. Kendi öz yeğenine bunu yapabilecek kadar iğrenç bir mahluktu.

Onu elinden tuttuğum gibi sedyeye doğru ilerlettim. "Ne yapmamı istiyorsun?" diye sordum. Doktor olan oydu, beni yönlendirirse yardımcı olabilirdim. "Burası doktor kaynıyor, Balkan kızı. İstemediğin kadar da hemşire. Sana bakması için hemen birilerini çağıracağım."

Kafasını hızlıca iki yanına doğru salladı. "Hayır hayır. Kimseyi çağırmayacaksın," dedi. "Ben doktora gitmesini bilmiyor muyum, yüzbaşı?!"

"Sorun ne?" dedim. "Doktor niye istemiyorsun? Doktor istemeyecek kadar neler oluyor, Balkan kızı?"

Titreyen elleriyle yüzünde biriken boncuk bocuk olan terleri sildi. "Dayım—" Bakışımdan dolayı lafını yarıda kesti. "Kalovski'nin amacı beni zehirleyerek öldürmek falan değil. Maddelere bağımlı hale getirerek akli dengemi bozmak ve sağlıklı insan statüsünden çıkarmak. Olur da ona karşı olursam, yargı biriminde tanıklık yapmamı engellemek istiyor. O bir şeytan derken mecazi anlamda demiyordum."

"Sana doktorlardan başka kimse yardım edemez."

"Bana yardım edecek tek kişi onlar, biliyorum," diye fısıldadı. "Ama olmaz. Çünkü Kalovski'nin bana vermiş olduğu dozlar yüksek. Bu illetten kurtulabilmem için yatarak tedavi görmem gerekiyor. Doktorlar eğer durumumu fark ederse dışarıda olamam, yüzbaşı. İçeriye kapatılırsam kimseye yardımcı olamam."

"Binbaşı Beton'la konuşacağım ve istemediğin sürece sana hiçbir şey yapılmayacak," dedim net bir ifadeyle. "Buna başta ben izin vermem!"

Hızlıca kolumdan tuttu. "Yeşil Dev'e söyleyemezsin. Durumumun ciddiyetini o da fark ederse önceliği tedavim olur ve bu, operasyonun seyrini değiştirir. Kardeşim hâlâ orada." Yutkundu. "Bana ihtiyacınızın olduğundan bahsetti. Az çok neler yapmam gerektiğini biliyorum. Eğer bir sağlık kuruluşuna tedavi olmak için yatırılırsam daha da geç kalacağız."

Kahretsin.

Beni öyle ikilem de bırakmıştı ki, düşünmeye vaktim bile yoktu. Şimdi doktorları çağırıp akabinde Binbaşı Beton'un da gelmesini söylemem gerekiyordu. Bu operasyonda ona ihtiyacımız vardı, bu doğruydu. Binbaşı Beton'un onun tedavisini öncelik yapacağı da aşikârdı. Her türlü operasyon onsuz ilerlerdi. Vatan söz konusuysa gerisi teferruattı.

Kolumu tutan ellerini benden ayırdım ve beyaz perdenin dışına doğru ilerledim. "Ulu ljubov moja," diye seslendi arkamdan. "Kimseye bir şey söyleme. Ve molam ve molam ve molam."

"Ne?" dedim. "Ne istiyorsun benden?"

"İlaçlar konusunda bana yardımcı ol ve gerisine karışma!"

Perdeleri tamamen çekerek özel bir alan yarattım. Az önce onun bulmaya çalıştığı ilaçların önüne geçerken, "Tamam," dedim ifadesizce. Bakışlarım ilaçlarda geziyordu. "Bana aradığın ilacı söyle, sana yardımcı olacağım."

Bir seçim yapmıştım, yapmıştım ve Balkan kızının hoşuna gitmeyecekti.

Bana üç tane ilaç adı söylediğinde kısa sürede bulmuştum. Cebime yerleştirip oradan ayrılırken birlikte kaldığı odaya ilerledik. Sıhhiye bölümündeki dinlenme odasında kalıyordu. Odası çok uzakta değildi. İlaçları nasıl uygulamam gerektiğini söylediğinde kendini odadaki yatağa bıraktı.

Biraz zaman geçmişti. Titremesi ve terlemesi daha da çok artmıştı. Karnına kramplar girdiği hareketlerinden belli oluyordu. Önüne düşen saçlarını geriye itterek bana bakmasını sağladım. "Balkan kızı," diye fısıldadım. "İlaçlar neden fayda etmedi? Yanlış bir şey mi yaptım?"

Endişe, hissettiğim tek duyguydu. "Konuş benimle," dedim.

"Öyle kolayca etki etmiyor," dedi nefes nefese. "Daha yeni uyguladık. Yarım saat süresi var."

"İyileşmen gerekirken daha da kötüleşiyorsun!"

"Biraz sabırlı olmak gerekiyor."

"Acı mı çekeceksin böyle?" diye sorduğumda sadece kafasını sallamakla yetindi. Odanın içinde volta atarken ona bakmaya dayanamadığımı fark ettim. Her geçen dakika daha kötü oluyordu. Yanına tekrar yaklaştığımda öfke içinde, "Bana doktoru çağırmamam için tek bir neden söyle!" dedim. "Acı çekmeni izleyecek değilim!"

Parmakları, ellerimi yakalayıp yumuşak olmayacak şekilde sıktı. "Sakın çağırma!" dedi. "Sakın! Onların da yapacağı bu! Tek bir farkla, o da tedavi sonrasında beni sevk edecekler!"

Avuçlarının içine kadar terliydi. Ceketini çıkartsam iyi olacaktı. Üstündeki ceketin düğmelerini açmaya başladım. Bana karşı çıkarken, "Su gibi olmuşsun," dedim. "Ceketi çıkartacağım sadece." Ateşi yoktu ama sıcaklık basmış gibi terliyordu. Elleri ve ayakları güçten düşmüştü, kolay kolay hareket ettiremiyordu. Ceketi çıkartmamla koyu yeşil tişörtle kaldı.

Akıttığı her bir terde Peter Kalovski'yi boğacaktım.

"Bana ne yapmam gerektiğini söyle," dedim. "Krizi azaltmak için yapmamı istediğin bir şey var mı?"

"Beni yalnız bırak," dedi acıyla. Yüzünü buruşturdu. "Daha da kötüleşeceğim ve beni böyle görmeni istemiyorum. Çık hemen."

"Gitmiyorum—" dememe kalmadan beni kalan son gücüyle itti ve yarattığı boşluğa kusmaya başladı. Bedenini yataktan kaldıramazken yan çevirdiği başıyla öğürmeye devam etti.

Daha fazla bir şey çıkaramadığında gözlerini kapattı ve benimle göz göze bile gelmeden başını diğer tarafa doğru çevirdi. Hıçkırıklarla ağladığını işittim, iç çeke çeke olduğu yerde kıvrandı. Odadaki banyoya ilerleyip rulo peçeteyi elime alarak tekrar yanına gittm. Peçeteden bir sürü kopardım ve onun döndüğü yöne geçtim.

"Şşş," dedim. Bacaklarımı kırıp yatağın hizasına geldim. "İzin ver ağzını sileyim," derken beni uzaklaştırmaya çalıştı.

"Sana git dedim!"

"Seni bu halde yalnız bırakacak değilim," dedim sertçe. "Gitmiyorum. Kendine gelene kadar da gitmeyeceğim." Yüzünü avuçlayarak kendini gizlemesini engelledim. "İzin ver şimdi bana."

Kasılmalarına rağmen biraz olsun kendini rahat bıraktı. Dudaklarını ve çevresini yavaşça sildim. "Utanmanı gerektirecek bir şey yok," dedim sıcak bir sesle. Kirpiklerini hafifçe araladığında ıslak gözleriyle bana baktı. "Küçükken de habire kusuyordun. O zamandan alışkınım. Sakın benden utanma."

"Çok kötüsün," dedi gözlerini tekrar kapatırken. "Kusmuyordum bir kere yalan söyleme!"

"Yeşil Dev'in ayağına kusan ben miydim?"

"Beni baş aşağı çevirmeseydi kusmazdım!"

Akif Cesur Beton onu asker yapmak istiyordu. Bu yüzden küçüklüğünde de sürekli olarak onu karargaha götürür orada idman yaptırırdı. Lojmandaki birçok çocuğu da beraberinde götürürdü. Onlara daha küçüklükten askerliği aşılardı. Balkan kızı mızmız bir çocuk değildi, tam aksine çok da cesur hareketler sergilerdi. Fakat iş Beton'un antremanlarına gelince kimse oradan sağ salim çıkamazdı.

Elimin tersini yanağına yerleştirip hafifçe okşadım. "Hâlâ miden bulanıyor mu?"

Kafasını salladı. "Her an kusabilirim," dedi kısık sesle. "Lütfen git. Birazdan sakinleşirim."

Başından ayrılıp odadaki çöp kovasını yatağın altına getirdim ve tekrar kusarsa diye görebileceği yere koydum. Odanın kapısını hafifçe aralayıp kapıdaki askere temizlik için malzeme getirmesini söyledim. Dakikalar içinde geri gelmesiyle malzemeleri ondan alıp ve içeriyi hızlıca sildim.

Yatağın kenarına geçip oturdum ve ona doğru eğildim. Tek bir noktaya odaklanmış halde duruyordu. "Konuşabilecek misin?" diye sorduğumda sadece kaşlarını kaldırdı.

"Çene çalamayacak mısın şimdi? Seni nefes al diye uyarmayacak mıyım?"

Hafifçe başını iki yana salladı.

Kasılmaya devam ediyordu. Üstümdeki ceketi çıkardım ve yatağa, onun yanına uzandım. "İşime gelir o zaman," dediğimde onu kavrayıp kollarımın arasına aldım. Günler sonra ona ilk kez sarılırken başını göğsüme yasladım.

Balkan kızıma sarılıyordum.

Balkan. Kızıma. Sarılıyordum.

Düşündüğümden daha güzel bir histi.

Keşke şu an bu durumda olmasaydı da doyasıya sarılsaydım ona. O günlerde gelirdi, elbet.

Parmaklarım, çilleriyle aynı renk olan saçlarını bulduğunda yavaşça okşadım. Kendi dilimde, "Keşke benimle Türkçe konuşsan," dedim. "Seninle küçükken yaptığımız kavgaları bile özlemişim. Seni görene kadar özlediğimin farkında bile değilmişim ben. Ülkü'yle bir olup yine başımı sikseniz... Hiç şikayetçi olmayacağım. Bana Türkçe konuşarak sinirlensen ve desen ki ben Türk kızıyım söz bak, karşı çıkmayacağım sana. Ama sen yapmıyorsun, niye yapmıyorsun Balkan kızı? Ne oldu benim Balkan kızıma?"

Türkçe biliyordu, bildiğini anlamıştım ama konuşmuyordu. Onu zorlayacak değildim. Hayatı zaten yeterince zordu ve bir de ben ona zorluk çıkartmak istemiyordum. Kendini öyle rahat hissedecekse öyle konuşsundu.

Gözleri çoktan kapanmıştı. "Sen sandığımdan daha yaralısın, daha yalnızsın..."

Acıya acıya konuşmak bu olsa gerekti. "Ama ben seni gidip getirdim değil mi? Aldım seni oralardan, buradasın artık hem iyi olacaksın," derken kulağına fısıldadım. "Bir daha böyle bir şey yaşamana izin vermeyeceğim. Seni iyi edeceğim, iyileşeceksin, eski sağlığına kavuşacaksın." Dudaklarımı saçlarının üstüne bastırdım. "Ve anneme verdiğim sözü tutacağım, baldan tatlı Balkan kızım."

Kollarımın arasında durdukça daha çok sakinleşmiş, titremeleri ve kasılmaları tamamen bitmişti. Göğsüme yaslı şekilde dururken derin bir uykuya daldığını fark ettim. Kıpırdamaya çalıştığım an, titreyerek geri uyanıyordu. Rahatça uyuyamıyordu bile. O an aklıma, "Korkudan uyku uyuyamıyorum," dediği geldi. Kalovski yüzünden hep tetikte uyumak zorunda kalmıştı.

Şimdi ben bu kızı kollarımın arasına alıp nasıl uyutmazdım ki?

Huzurla uyuduğuna emin olduktan sonra onu geri yatağa yatırdım. Üstünü örtüp odadan çıktıktan sonra kapıda duran askere ses duyduğu an beni çağırmasını söyledim. Adımlarım Binbaşı Beton'un olduğu odaya doğruydu.

Kapıya tıklatıp içeriye girdim. Beni görmeyi beklemediğinden kaşlarını havaya kaldırdı. Odada ondan başka kimsenin olmamasıyla yüzümdeki maskeyi çıkardım ve derin bir nefes aldım. Bakışları bir süredir görmediği yara izine kaydı. "İyileşmesi gereken yerde neden daha çok kötüleşiyor?" diye sordu. "En son gördüğümde bu kadar kötü değildi." Gözündeki ifadeyi biliyordum. Aynaya baktığımda bu ifade bende de oluşuyordu. Acıma duygusu.

"Yüzümden daha önemli bir konu var," dediğimde bakışlarım koltuğa kaydı. Oturmam için işaret etmesiyle vakit kaybetmeden geçip oturdum.

"Yüzünden daha önemli bir konu olamaz," dedi kızgın bakışlarıyla bana bakarken. "Tedavine devam etmiyor musun oğlum sen? Ömrünün sonuna kadar maskeyle mi dolaşacaksın?"

"Komutanım," diyerek başlamak üzere olduğu azarını yarıda böldüm. "Talia Alaz'ın sağlığı hakkında konuşmamız gerekiyor ve şu an için en önemli gündemimiz bu olmalı."

💀

Balkan Kızı operasyonu tam olarak bitmiş sayılmazdı. Normal şartlarda gizli üsse sadece yeni görev almak için gelirdik. Şu an bize verilen görevi yerine getirip Balkan kızıyla birlikte vatana geri dönmüştük. Binbaşı Beton, yeni bir göreve kadar izne ayrılabilirsiniz demediği için karargâhta kalmaya devam ediyorduk.

Bundan sonra olacakları ben de merak ediyordum.

Binbaşı Beton, asıl iş göçmen kuşunu Türkiye'ye getirdikten sonra başlayacak, demişti. En azından o şu an bizimleydi ve vatanına gelmeyi kabul etmişti. Önemli olan da buydu.

Saatlerdir yaptığım gibi uyuyan onu izliyordum. Kızıl ama turuncuya çalan saçları yüzüne dökülüyordu. Ben her ne kadar yüzünden saçlarını çeksem de bir şekilde geri yüzüne düşmesini sağlıyordu. Yüzünün her zerresini aklıma kazımıştım. Burnundan yanağına dağılan çillerini bile saymıştım. Ona günler boyunca baksam bile bakamadığım günlerin acısını çıkartamazdım.

Hafifçe kıpraşmaya başlayınca uyanacağını anladığım için yüzümdeki ifadeyi değiştirdim. Gözlerini açtığı an, yeşil bakışları bakışlarımla kenetlendi. "Rüya mı görüyorum ben?" dedi anlamadığım dilde. Ona kaşlarımı çatarken konuşmaya devam etti. "Hayır hayır hayır," dedi. "Kaşlarını çattığına göre kesin rüya değil! Ah, ben çok deli yatarım! Niye benimle uyudu ki?! Kesin rezil oldum! Ya ağzımdan salya aktıysa?"

"Yüzüne bön bön bakacak mıyım yoksa anladığım dilde konuşacak mısın?" diye sordum sertçe.

Kafasının karıştığı yüzünden belli oluyordu. "Ben neden sana sarılıyorum?"

"Kendine sormaya ne dersin, Balkan kızı?"

Kriz geçirdiği için yanından ayrılmamam gerekiyordu ama binbaşına, daha fazla gecikmeden her şeyi anlatmam lazımdı. Binbaşı Beton'la konuştuktan sonra odaya geri gelmiştim. Kendine gelene kadar da yanından ayrılmayacaktım. Ne olursa olsun canı bize emanetti ve ayağına taş bile değse hesabını veremezdim.

Odaya girince açmış olduğu üstünü örteceğim sırada bana yapışmıştı. Sarılma falan değildi. Direkt olarak koala gibi yapışıp kalmıştı. Onu kendimden uzaklaştırmaya çalışsam da mızmızlanmasıyla başarılı olamamıştım. Uyuduğu her dakika odaya birinin girmemesi için dualar edip durmuştum.

"Seni ayıcığım sanmış olabilirim..." derken bakışlarını benden kaçırdı.

"Ayı mı? Oradan ayıya benzer bir hâlim mi var?!" dedim ters bir şekilde.

"İkiniz de kocaman bir şeysiniz!" dedi kendini savunmaya çalışırken. "O an ne hâldeydim hatırlamıyorum ama seni ayıcığım zannetmiş olabilirim! Kriz anında ne yaptığını bilmiyorsun ki..."

"Kaç yaşında kızsın, ayıcıkla mı uyuyorsun?" diye sordum merakla. Hep bir çocuk yanı vardı.

"Bunun yaşla alakası yok!" dedi sertçe. Gözlerinden alev çıkarken kızdığını anlamıştım. "Alışkanlık bir kere! Hem bir kere ayıcıkla uyusan ne demek istediğimi anlarsın! Yumuşaklar, sıcaklar, kocamanlar, senin gibi insanı utandıran sorulan sormazlar! Sadece sana güzel uyku verirler!"

"Sen daha utandıran soru görmemişsin belli ki," dediğimde sinir seviyesi arttı. "Şu an kendinde misin peki?"

"Evet," diye fısıldadı.

"O zaman neden hâlâ bana sarılıyorsun, Balkan kızı?"

Sinirle bana bakarken kaşlarını çattı. Ben utanıp kalkar diye beklerken o tam aksine bana daha çok sokulmuştu. Bacaklarını, bacaklarımın arasında hissederken ateş böcekleri tepişmeye başlamıştı.

Sikik ateş böcekleri geç bile kalmıştınız...

Yüzlerimiz arasında pek bir mesafe yokken öfke içinde, "Canım şu an sarılmak istiyor," dedi. "Var mı bir diyeceğin?! Sarılıyorum diye itecek misin, kızacak mısın, kovucak mısın, ne yapacaksın? Ben yüzsüz, arsız bir şeyim, sarılmak istiyorsam yine sarılırım!"

Onaylamak adına kafamı olumlu anlamda salladım. "Onu anladım zaten," dedim dudaklarım kenara kıvrılırken. "Seni itmeye çalıştıkça daha çok yapıştın. Arsız gibi beni yatağa çekip seninle yatmaya zorladın!"

"İyi işte," dedi Balkan kızı. "Sayemde uyumuş oldun, yüzbaşı."

"Bizim uyuma gibi bir lüksümüz yok," dedim açık bir dille. "Sen uyudun. Dinlenmedim diyemem, yalan yok dinlenmiş oldum fakat sana yine bir şey olur diye başında nöbet tuttum."

"Hiç de nöbet tutmuş gibi değilsin," dediğinde kirpiklerinin altından bana baktı. Bacaklarını tekrar hareket ettirirken sabır diledim. "Ayrıca sana sarılmamdan da rahatsızlık duymuyorsun. Duysaydın beni gerçekten iterdin. Ki ben küçükken bunu yaptın da. Hem de defalarca."

Onun üstüne doğru eğildiğim sırada yüzlerimiz arasındaki mesafe tamamen sıfıra inmişti. "Kalk da bana pansuman yap," dedim yalancı bir kızgınlıkla. "Sonra küçük bir kız gibi Beton'a beni şikayet ediyorsun."

İstemeye istemeye kollarını benden ayırıp yatakta doğruldu. Etrafa kısa bir bakış attığında ona getirmiş olduğum yeni kıyafetleri gördü. "Benim için mi?" diye sormasıyla kafamı salladım. "Pansuman öncesinde duş alabilir miyim? Terliyim de, temizlensem iyi olacak. Mikrop falan kapmana neden olabilirim."

Sevmediğim tarçın kokusu onun bedeninde öyle güzel kokuyordu ki, solumaktan hiç rahatsız olmuyordum. Halbuki ben tarçın kokusundan nefret ederim, Balkan kızı. Nasıl koktuğunun farkında bile değildin.

Ayağa kalktım ve kapıya ilerledim. "Sen duşunu al," dedim. "Ben time bakacağım sonra yanına uğrarım. Rahatına bak."

"Ceket?"

Omzumun gerisinden ona baktım. "Ne ceket?"

"Ceketini vermeyecek misin?"

Getirmiş olduğum kıyafetleri işaret ettim. "Sana ceket getirdim. İçinde olacak."

"Evet getirmişsin görüyorum," dedi sıkıntıyla. "Senin ceketin değil bu ama..."

"Benim ceketimi giyemezsin. Adı üstünde benim ceketim. Rütbeli bir şeyi de giymen doğru olmaz, burası askeriye," dediğimde dudaklarını büzüp kirpiklerini birkaç kere kırptı. Ah şu her şeyi yaptırabilecek olan Ötüken bakışları...

Gözlerini yavaşça kıstı. "Bir askerin üniformasını çalmanın cezası kaç yıldan başlıyor?"

"Aklından bile geçirme!"

"Gerçekten kötü bir amacım yok. Ve molam ve molam ve molam," diye yalvarmaya başladı. "Bir daha istemeyeceğim. Yıkayıp kurutup ütüleyip sana geri vereceğim. Bir kere daha giysem?"

Ona merakla baktım. "Neden giymek istiyorsun?"

"Çünkü bol, rahat, büyük..." Derin bir nefes alıp verdi. "Babam gibi kokuyor..." Bakışlarını yere dikti ve başını da yere eğdi. "Ben onun kokusunu çok özledim, Ulu ljubov moja."

Aramızdaki mesafeyi kapatıp onun yanına gittiğimde elimi çenesine koydum ve başını kaldırdım. "Başını bir daha sakın eğme," dedim kaya gibi bir sesle. Gözlerimiz buluştu. "Benim yanımda asla eğme. Konu ne olursa olsun hep dik duracaksın. Ben yanında olmadığımda da başın hep dik gezeceksin, Balkan kızı."

Gözlerinin içine sert bir o kadar da yoğun bir duyguyla baktım. "Bir daha başını eğdiğini görmeyeceğim. Anladın mı, Balkan kızı?"

"Anladım."

"Söz ver."

"Ulukurt sözü."

Üstümdeki ceketin düğmelerini açtığımda da onun gözlerinin içine bakmaya devam ederek üzerimi çıkarttım. Hareleri mutlulukla parlarken gözlerinde saf bir heyecan belirdi. "Anlaşılan ceket canavarı olacaksın," dedim. "Yeni üniforma sipariş etsem iyi olacak."

Gülümsedi. İçimi titrettiğinin farkında bile değildi.

"Ceket canavarı mı? Sevdim bunu," dedi gülümsemeye devam ederken. Bakışları vücudumda geziyordu. "Mermi seni nasıl kıskanmıyor anlamıyorum."

Kaşlarımı çattım. "Mermi ne alaka şimdi?"

"Kaslarını görünce aklıma geldi," dedi mahcup bir tonda. "İşi gücü kasları olduğu için onunla takıla takıla artık istemsizce insanların kaslarına bakarken buluyorum kendimi. Mermi'nin senin kaslarından haberi yok sanırım, olsa laf eder dururdu."

"Komutan kontenjanından yararlanıyorum ben," dedim. "Ağzını açıp da tek kelime edemez. O yüzden anca ağlayarak günlüğüne yazar." Söyledikleri aklıma takılırken konuşmaya devam ettim. "Sen yine de Mermi'yle çok takılma."

"Neden kötü biri mi?"

"Timdeki askerlerin hepsi birbirinden iyi. Onlara koşulsuz şartsız güvenebilirsin. Bu vatan için canını vermeye hazır olan biri nasıl kötü olabilir?"

"Sorun ne o zaman?" diye sorarken gözlerini kıstı. "Neden takılmamı istemiyorsun?"

"Mermi... Nasıl desem, biraz çapkın," diyerek anlatmaya çalıştım. "Sana olan ilgisi sana özel değil. Gördüğü her kızıl ve doktor kadına karşı böyle davranıyor. Sonra üzülen sen olursun. Senin için diyorum yoksa kendi timimdeki askerimin ne olduğunu biliyorum."

"Peki sen?" diye sordu Balkan kızı. "Senin bana olan davranışların bana mı özel yoksa herkese karşı mı böylesin?"

Ceketi üstümden tamamen çıkarttığımda onun kucağına bıraktım. "Ceketimi değil birine vermek," derken gözlerinin içine bakmaya devam ediyordum. "Dokundurmam bile, Balkan kızı. Buna sen karar ver."

İlerlemek üzereyken kolumdan tuttu. "Ulu abi—"

"Abi konusunda anlaştık sanıyordum."

"Benden yaşça büyüksün..."

"Yani?"

"Ülkü'yle aynı yaştaydım, o sana abi diyordur."

"Evet," diyerek onayladım. "Ülkü bana demek abi demek zorunda, abisi olduğum için," dedim sertleşen bakışlarımla. "Sen demek zorunda değilsin çünkü kardeşim değilsin, Balkan kızı."

"Ben yine de sana diyeceğim—"

Ona doğru adımladığımda lafı yarıda kalmıştı. Ben ilerledikçe o geriye doğru gidiyordu. Sırtı dolabı bulduğunda kaçacak yeri kalmamıştı. "Ne diyeceksin?" diye sorarken yüzüne doğru iyice eğildim. Elim çenesini tutarken baş parmağım dudağının üzerinde geziyordu. "Tekrar et bakayım."

Kirpiklerini kırptığında araladığı dudaklarının arasından, "Ulu abi," dedi. Burunlarımız neredeyse birbirine değiyordu. Yüzümde maske olmasına rağmen onun dudaklarından dökülen nefesin sıcaklığını rahatlıkla hissedebiliyordum.

"Abi deme," dedim başımı hafifçe yana yatırırken. "Abi dediğin biriyle dudak dudağa olmazsın."

"Şu an tam olarak öyle sayılmayız," dedi bilmiş bir tavırla. Bedenini bedenime ağır bir tınıyla sürttü. Bana ne yaptığının farkında değildi. "Masken olduğu sürece dudak dudağa olmayacağız. Böyle olmasına neden olan da sensin. Maskeni hiç çıkartmıyorsun ki."

Maskem olmadığında da yüzümdeki yaradan dolayı dudak dudağa olmak istemezdin ki. Kimse istemezdi.

Bal gibi olan dudaklarını maskeme sürttüğünde bedenim kasıldı. Sikik ateş böcekleri neredeyse ağzımdan dışarı çıkacaklardı. "Sen istemez misin gerçekten dudak dudağa olmamızı, Ulu ljubov moja?"

Alınlarımız birbirine değerken nefes nefese bir halde konuşuyorduk. "Ben istersem yalnızca adımı sayıklarsın ve abi demeye mecalin bile kalmaz," diye fısıldadım. "Ben istersem seni konuşamayacak hâle bile getiririm, Balkan kızı."

Balkan kızı kirpiklerinin altından bana bakarken yavaşça geriye çekildi. "Boş versene," dedi meydan okurcasına. "Sen bana yalnızca abi olursun."

💀

16.07.23 | 19:22 Kitabı yayımlayalı 50 gün oldu ve 30 bölümle neredeyse 1 MİLYON okunmaya ulaştık. İlginize çok teşekkür ederiiim 🔖💞

16.07.2023 | sizi seven özge naz 🔖

Continue Reading

You'll Also Like

15.7K 5K 42
•VE LANET SONA ERER SERİSİ• 1. Kitap: Kanlı Kanatlar (tamamlandı) 2. Kitap: Saklı Yaralar (yayımlanıyor) WattpadFantasyTR Doğaüstü Geçidi listesinde...
272 56 10
O iki farklı yaşam sürendi O unutandı O sırt dönülendi, yakılandı, unutmaya mahkum olandı Yandı, geri bir tek külleri kaldı Unuttu, geriye bir tek o...
44.9K 246 2
Binlerce yıl önce ölümlü bir dünyaya sürgün edilen bir bebek 23. yaş günü aniden karanlık ruhlar tarafındsn kendi dünyasına çekilirse en fazla ne ola...
537K 56.8K 53
Finalden sonra kaldırılacak...