BİR KİBRİTLE 𝘠𝘖𝘒 OLMAK

By zanegzo

7M 654K 563K

❝İnsan bir kutu kibrite benzer. Varolur, yanar ve söner.❞ Bu hayatta nasıl bir kibrit olacağına sen karar ve... More

BİR KİBRİTLE 𝘠𝘖𝘒 OLMAK
Bilgilendirme
Gelecekten Kesit
İLK KİBRİT
2. KİBRİT
3. KİBRİT
4. KİBRİT
5. KİBRİT
6. KİBRİT
7. KİBRİT
8. KİBRİT
9. KİBRİT
10. KİBRİT
11. KİBRİT
12. KİBRİT
13. KİBRİT
14. KİBRİT
15. KİBRİT
17. KİBRİT
18. KİBRİT
19. KİBRİT
20. KİBRİT
21. KİBRİT
22. KİBRİT
23. KİBRİT
24. KİBRİT
25. KİBRİT
26. KİBRİT
27. KİBRİT
28. KİBRİT
29. KİBRİT
30. KİBRİT
31. KİBRİT
32. KİBRİT
ÖZEL KİBRİT
ÖZEL KİBRİT II
ÖZEL KİBRİT III
33. KİBRİT
34. KİBRİT
35. KİBRİT
36. KİBRİT
37. KİBRİT
38. KİBRİT
39. KİBRİT
40. KİBRİT
41. KİBRİT
42. KİBRİT
43. KİBRİT
44. KİBRİT
45. KİBRİT
46. KİBRİT
47. KİBRİT
48. KİBRİT

16. KİBRİT

125K 11.5K 11.8K
By zanegzo

B. U. B

| Şimdiki zaman, Türkiye Cumhuriyeti |

"Neyi sevdiğiniz ya da nasıl bir insan olduğunuz önemli değil," derdi Binbaşı Beton. "Önemli olan iki şey var. Vatan ve yanınızdaki adam. Bu ikisi için ölmeli ve öldürmelisiniz. Vatanınız belli, kendinize yanınızda görmek istediğiniz can dostunuzu seçin. İşte, onunla birlikte şehadet şerbeti içeceksiniz!"

Benim can dostum, Barış Kameroğlu'ydu.

Barış'a can dostum derdim çünkü vatan bize, canlarımız ise birbirimize emanetti.

Yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi. Başımıza ne gelirse, birlikte gelirdi. Beraber güler, beraber ağlardık. Şimdi ise, onu görmeden geçirdiğim çok gün oluyordu.

"Seni çekip vursa bile..." dedi Barış, kahkahaları odayı inletirken. Koltuğa uzanmış dünden kalan cips paketini tırtıklıyordu. "Gerçekten böyle mi dedi Beton?"

"Gülme amına koyayım ya," dedim elimdeki tütünden bir nefes çektim. Tadı bok gibiydi. Fakat tütüne o kadar çok alışmıştım ki normal sigara, sigara gibi gelmiyor, hafif kalıyordu. "Zaten başıma bir şey gelse de bırakıp gitsem diye gün sayıyor."

"Öyle olduğuna bakma işte, canından olma diye yapıyor. Bezdiriyor ki bir şey olmadan bırakıp git diye uğraşıyor kendince," dedi Barış.

"Ya kendi yaptıkları? Az mı eğitiyorum diye dövdü?! Bize neler yaptığını ne çabuk unuttun?" dedim sinirle. "Kaç kemiğim onun yüzüne kırıldı. Kemiğimin kırılmasına değil de yanlış kaynamasına üzüldüm. Bir de büyüyünce unutursun deyip dururdu. Bak büyüdüm, kaç yıl geçti o olayların üstünden hâlâ unutamadım!"

Gülümserken, "Asker adamlarız," dedi Barış. Gülüşü yavaşça soldu. "Ben değilim tabii artık. Yani o zamanlar asker adamlardık. Gelen vuruyor, giden vuruyordu. Tadı tuzu biberiydi. Zoru biz seçtik. Harbiyeli'yiz, harbi adamlarız dedik, Kasırga Hava Üssü'nün teklifini kabul ettik. İyi bok yedik mi, orası meçhul tabii."

Kara Harp Okulu'ndan mezun olanlara Harbiyeli deniliyordu. Bizim de lakabımız buydu. Bizi Harbiyeli diye çağırırlardı.

Elimi kaldırdım ve onun görebileceği şekilde hafifçe titrettim. "Binbaşı Beton, KHÜ'ye ilk girdiğimizde, 'Merhaba Harbiyeli!' diyerek elimi sıkmıştı ya, o zamandan beri elim hâlâ titrer," dedim yalancı bir sesle.

Barış yanındaki yastığı alıp bana doğru fırlattı. "Siktir git yalancı," dedi. "Sen adamın elini sıktın diye parmaklarını kırmaktan beter etmişti. Sonra daha ilk günden rapor almıştın. Senin yüzünden, senin idmanlarını da bana yaptırıyorlardı amına koyayım!"

"Adamı görür görmez heyecanlanmıştım," derken aklım o günlere gitti. "KHÜ'yü herkes kötü anlatırdı, ilk günden tanıdık birini görünce çok sevinmiştim. Bir an elini sevinçten sıktım. Ne bileyim hayatımı sikeceğini. Tanıdık birinin olmasına daha ilk günden pişman olmuştum."

"Öyle ya da böyle Binbaşı Beton gibisi bulunmaz," dedi Barış. Derin bir iç çekti. "İkimiz, ilk kurşunumuzu yediğimizde yanımıza ilk o gelmişti."

"Evet, yarım yamalak hatırlıyorum." Yeni bir tütün sarmaya başladım. "O da doktorun çıkardığı kurşunları yedirmek içindi. 'Siz ne biçim Harbiyeli'siniz lan, Harbiyeli dediğin kurşuna kafar atar! Bir de ikiniz  birlikte vurulmuşsunuz, siz olsanız olsanız ikiz dingil okursunuz!' deyip durmuştu."

"İkiz dingiller," dedi Barış kahkaha atarken. "Bunu bile özledim lan. Ne günlerdi oğlum. Kıymetini bil."

"Eğer Balkan Kızı operasyonunu başarıyla tamamlamazsam benim iflahımı sikecek," dedim açık bir dille. "Çok kolay gibi gözüken ama bir o kadar da zor bir görev. Üstelik hedefimiz olan kızın nasıl bir bela olduğunu bile bilmiyorum."

Bana anlamayan gözlerle baktı. "Ee geçen senelerde gördüm demiştin Barut?"

"Kardeşim gördüm de nasıl gördüm. Ben hasta, o doktor!"

"Yani o zamandan beri öylesin demek ki," dedi Barış eğlenirken. "Kadına hastasın."

Etrafıma hızlıca bakınmaya başladım. "Nerede benim silahım?" diye söylenirken bakınmaya devam ettim. "Belli ki birileri kafasına kurşun yemek istiyor!"

"Sana hayır diyeceğimi sanıyorsan yanılıyorsun kardeşim."

"Neyse siktir et. Halledeceğiz bir şekilde," dedim geçiştirir gibi. Nefes aldıkça boğuluyordum. Üstelik Binbaşı Beton'la annem hakkında konuşmalarımızdan dolayı içim içime bir türlü sığmıyordu. "Evin içi çok havasız."

"Bizi tütüne boğduğun için olabilir mi acaba?"

"Balkona çıkalım, içeriyi havalandırayım biraz."

"Hazır havalandırmışken toz da alsan asla hayır demem," dedi Barış.

Oturduğum yerden kalktım ve etrafa kısa bir bakış attım. "Neredeydi malzemeler? Eve gelmeye gelmeye her şeyin yerini unuttum," dedim. Barış'la ev arkadaşıydık. Beraber kalıyorduk. Ayda yılda bir kere gelirsem gelebiliyordum, çoğunlukla Barış'ın evi gibiydi. "Evi süpürdükten sonra tozunu da alırım."

Yüzümdeki ifadeyi gördükten sonra kaşları havaya kalktı. Bana inanamayan gözlerle bakarken, "Sen ciddisin," dedi.

"Yapmadığım şey mi sikik! Her izne geldiğimde ağlaya zırlaya evi bok götürüyor diyerek temizletiyorsun ya!"

"Sen mi temizliyorsun köpek, en son izin gününüzde Hayalet Timi'ni acil bir durum diyerek çağırıp evi temizletmedin mi?!"

"Acil bir durumdu?" dedim sorarcasına. "Gayet de önemli bir olaydı. Onlar gibi kuvvetli, işi çabuk bitiren insanları nereden bulacağım? Hem ne iş yaptılar da, abartma Barış. Silip süpürdüler sadece."

"Yamalı evdeki bütün halıları yıkıyordu en son?!"

"Ben demedim, kendisi gözüme girmek için yıkamayı teklif etti. Ben de kabul ettim," dedim. Perdeleri tamamen açtım ve camları da sonuna kadar araladığımda içeriye yakıcı bir güneş sızdı. Gözlerimi aniden kıstım. "Bu güneşi kaçırma bak, balkona çıkalım hadi..."

Onun oturduğu koltuğa geçtim ve önünde durdum. "Zahmet olmazsa götür beni kardeşim," deyip elini uzattı. Onu kavrayıp üst bedeninden tuttum. Hiç zorlanmadan kucağıma almıştım.

Kolunu boynuma attı ve gevşek bir şekilde gülümsedi. Allah bilir aklından ne geçiyordu. Pezevenk düşünceliydi. "Neye gülüyorsun it?"

"Hiç..." dedi. "Seninle evlenen yaşadı var ya, elinden her iş geliyor."

"Ya he he, işiniz gücünüz beni evlendirmek zaten," dedim kızgın bir dille. Çevremdeki herkes benim medeni durumuma kafayı takmış gibiydi. "Sen bir yandan ablam bir yandan.... Son görüşmemizde, emdiğin sütü helal etmem, dedi. Hayırdır abla beni sen mi emzirdin de helal etmiyorsun, dedim. Annem tüm haklarını bana bıraktı, eğer bir an önce evlenmezsen hiçbirini helal etmem, dedi. Çattık yemin ediyorum!"

Balkona çıkınca onu yavaşça ahşap sandalyeye bıraktım. Bacaklarını kendi düzeltti ve iyice yerleşti. Normal bedenine göre bacakları incelmişti. "Şu yaşında, kucağında karını çocuğunu taşıyacağın yerde benim gibi sakat bir adamı taşıyorsun. Böyle kader olmaz olsun be," dedi Barış.

"O dilini sikmeyeyim senin," dedim yoğun bir öfkeyle. "Kaç defa konuştuk bu konuyu, Barış. Sakat ne amına koyayım dellendirme beni!"

Histerik bir kahkaha attı. "Sakat değil miyim dalyarak? Neyim ya? Uzaylı mıyım?"

"Sakat kelimesi literatürden kaldırıldı, haberin olsun. Kendi hakkında öyle söyleyip durma, benim canımı da sıkma," derken karşısına geçip oturdum.

"Senin canın çok da sikimdeydi," dedi Barış. "Sanki kaldırılınca iyileştim."

İkimiz de sessizliğe gömüldük. Böyle yapması canımı sıkıyordu. Elimden hiçbir şey gelmiyordu. Bir gün eve geldiğimde onu sağ bulamamaktan korkuyordum. Psikolojisi hiç iyi değildi. Benden bir yaş büyüktü. Otuz dört yaşında adam, günden güne gözlerimin önünde eriyordu. İkimizin hayatını tamamen değiştiren bir operasyonda ben sağ, o gazi kalmıştı. Geri kalan herkes şehit olmuştu.

"Abilik!" diyen sesi duymamla birlikte arkama doğru döndüm.

"Ülkü?" dedim onu görmeyi beklemezken. "Senin ne işin var burada?"

Koşar adımlarla içeriden balkona geldi. Kollarını hızlıca bana sarıp sarmaladı. Sarı saçlarına zarar vermeden sarılıp başının üstüne bir buse kondurdum. "Geleceğini söylemedin," dedim. Kız kardeşimi çok özlemiştim. Uzun zamandır görüşmüyorduk.

"Ben çağırdım," dedi Barış araya girerken. "Senin suratsızlığını çekeceğime kardeşinin bal suratını çekmenin daha iyi olacağını düşündüm."

Benden ayrılıp Barış'ın yanına gittiğinde ona da sarıldı. Yanaklarını sıkarken, "Barış abilik," dedi Ülkü. "Yine formundasın bakıyorum."

"Vücuttan fazlalıkları atınca öyle oldu," dedi Barış. Ülkü onun kaslarına kalite kontrol yaparken sarılmaya devam ediyorlardı.

Kızgın bir suratla Ülkü'ye baktım. "Sen beni mi yoksa Barış'ı mı görmeye geldin Ülkü?"

"İkinizi de!" dedi Ülkü.

"Tamam kız abartma, bak ağlar sonra susturamayız, meme de yok bu ayıboğana!" dedi Barış, başından Ülkü'yü savmaya çalışırken.

Ülkü küçük kuş gibi daldan dala konarken, Barış'ın başından ayrılıp yanıma geri geldi. Yüzümü mıncırırken garip garip sesler çıkartıyordu. "Çok özledim seni..." dedi başını göğsüme yaslayıp. "Yaşlanmışsın."

"Abart," dedim. "On sekizinde çıtırım!"

"Küçül de cebime gir!" dedi Barış.

"Ablam diyordu da inanmıyordum," dedi Ülkü. Dudaklarını üzgün bir biçimde büzdü. "Hayır zengin de değilsin ki, desem ki paran için seninle evlenirler. Sen gerçekten evde kalmışsın abi, kimse yaşlı bir adamla evlenmez."

"Ülkü almayayım ayağımın altına şimdi, ne evi ne evliliği kızım?" Daha ilk dakikadan beni sinir etmeyi başarmıştı. "Benim zaten yerim yurdum yok. Varsa görev yoksa görev. Bir de evlenip, evleneceğim kadının hayatını mı sikeceğim? Asker yolu mu bekleyecek? Ben senede bir kere anca izne ayrılıyorum, o da yaralanırsam!"

"Ablam sana görücü usulüyle kız bakacakmış, hatta bulmuş birini," dedi beni delirtmeye yemin etmiş gibi. "Eğer akşama bir yere davet ederse takım elbise, çiçek ve çikolatayla git mümkünse."

"Siz iyice saçmaladınız ama abiciğim, ben ne diyorum sen ne diyorsun..." derken kafamı iki yana salladım. Kaşlarımı bir anda çattım ve ona şüpheli bakışlar attım. "Hem sen buraya nasıl geldin?"

"Arabayla," derken Ülkü kucağımdan kalktı.

"Senin araban mı var Ülkü? Kim getirdi seni?"

"Taksi diye bir şey üretildi mağara adamı!"

Benden uzaklaşmak üzereyken onu kolundan tuttum. Kendime doğru çektim ve saçlarını kokladım. Erkek parfümü kokusu ararken sigara kokusuyla karşılaştım. "Sigara mı kullanıyorsun sen?" diye sorarken elimden kaçmaması için sıkıca tutuyordum.

Suçu bana attı. "Sen kullanıyorsun, senden bulaşmıştır!"

"Ben kullanırım, ben abiyim, sen kullanamazsın!"

"Bu adamı mağarasından kim çıkarttı?!" diyerek kızmaya başladı. "Bebek miyim ya ben, evlenecek yaşa geldim! Akranlarımın çocuğu var, çocuğu! Ben hâlâ sigara kontrolünden geçiyorum!"

"Kimse değil de sen mi evleneceksin Ülkü?" diye sorarken ona ters bir şekilde baktım. "O parti senin bu parti benim diye ortalıkta gezdiğini bilmiyorum sanki. Ben niye hiçbir yerden senin hesaplarını bulamıyorum? Beni mi engelledin bakayım sen?"

Saçlarını savurdu ve omuz silkti. "Artık kullanmıyorum, sosyal medyanın bana göre olmadığına karar verdim, abilik."

"Ülkü!"

Bulduğu fırsatta Barış'ın yanına gitti. "Barış abilik..." dedi kirpiklerini sulandırırken. "Güzel abilik, canım abilik. Şu taş devrinden kalma adama bir şey söyler misin? Operasyonun ortasında bile beni arıyor ve nerede olduğumu sorup fotoğraf istiyor!"

Barış eline aldığı küllüğün içini boşalttı ve son hızla bana fırlattı. Reflekslerim güçlü olduğu için kafamı yana yatırdım ve bana isabet etmesini engelledim. "Hayvan herif!" diye bağırdı. "Herkes senin gibi yobaz mı? Bırak kız hayatını yaşasın işte, ne diye kısıtlıyorsun? Sonra beni kimse sevmiyor diye ağlıyorsun. Sevmez tabii."

"Kardeşimi pezevenklerin eline teslim etmiyorum diye yobazsam, en ala yobaz da benim!" dedim sertçe. "Etrafın ne kadar bok böcekleriyle dolu olduğunu bilmiyorsun sanki! Bu kızın aklı bir karış havada!"

O sırada Ülkü'nün giydiği kıyafeti gördüm. Baştan aşağıya süzdükçe bedenime sinir yüklenmesi yaşanıyordu.

"Abiciğim," dedim dikenli bir dille. "Güzel abiciğim, maaşıma bloke konuldu da benim mi haberim yok?"

"Yooo," dedi Ülkü. "Gayet de maaşın yatıyor. Çatır çutur harcıyorum valla. Hatta bu ay çok harcama yapmış bile olabilirim!"

"Ee abiciğim o zaman kıyafetlerin nerede senin? Üstüne bir şey giymeyi unutmuşsun Ülkü!"

"İmdaaaaaat!" dedi Ülkü. "Sen evlenmemekle en iyisini yapıyorsun abilik! Kesinlikle evlenme! Ola ki böyle bir hata yaptın, kadının ayağına kapanıp evlenmemesi için yalvaracağım! Hayatını karartmasın, biz yaptık, o yapmasın!"

"Böyle bir şey olmayacağı için ağzını boş yere hiç yorma," dedim. "Biri sana yaklaşıp numaranı almak isterse ne yapacaksın Ülkü? Bakayım öğrettiğim şeyleri unutmuş musun?!"

"Bunu!" dediğinde Ülkü hiç düşünmeden yüzümün ortasına yumruğu geçirdi. "Bazen bununla da yetinmiyorum!" derken karnıma sert bir yumruk salladı. Daha birinin şokunu atlatamadan, Ülkü bir diğerini indiriyordu bedenime.

Onu hızlıca kucağıma alıp kollarını yakaladım ve bana vurmasını engelledim. "Aferin benim kardeşliğime," dedim yanağından öperken. "Erkek sinek görürsen bile saldır kızım tamam mı? Tıpkı sana öğrettiğim gibi..."

Hiç de öyle bahsettiği gibi bir adam olduğumu düşünmüyordum. Kardeşim tabii ki de istediğini giyebilirdi. Yüz bulmasını istemiyordum sadece. Ebeveynlik görevi bana ve ablama düşüyordu. Baba figürünü başkasında aramasın, kimsenin kucağına kendini atmasın diye sert adam rolü kesiyordum. Dağlarda, sınırlarda, kimsenin adım bile atmayacağı yerlerde nöbet tutan, operasyon peşinde koşan biriydim. Onun başına bir iş gelse, yanına gitmem bile aylar sürerdi. Ben yokken de kendini koruyabilsin istiyordum. Umarım öyle de yapabiliyordur...


🇲🇰

| Şimdiki zaman, Kuzey Makedonya Cumhuriyeti |

"Hayalet Timi, görüşleriniz açık mı?"

Kulaklıktan seslenirken dikkat kesilmiş bir hâldeydim. Makedonya'nın başkentinde bir binanın çatısındaydım. Üstümde takım elbise vardı, giymeye alışkın olmadığım için kendim garip hissediyordum. Üniformalarıma alışmıştım.

Kulağıma sızan ses, "Açık komutanım!" dedi.

Balkan kızı, sokağın karşısındaki bir davet salonunda olacaktı. Bir süredir takipteydik. O farkında bile değildi ama onun peşinde olup gizlice takip eden birileri vardı. Yüksek ihtimalle dayısı ona koruma tutmuştu. Neden böyle bir şeye ihtiyaç duymuştu bilmiyordum ama takipte olduğumuz süre boyunca dayısının ona davranışları beni bir hayli şaşırtmıştı.

Peter Kalovski, yeğenlerine dünyanın en önemli hazinesiymiş gibi davranıyordu. El üstünde tutuyordu. Balkan kızını ve kardeşi Alisa'yı neredeyse her gün uzaktan da olsa görmüştüm. Saçları kızıl olmasa, onun Alisa olduğunu hayatta bilemezdim. El kadar bebekti en son gördüğümde. Kardeşinin üstüne titriyor, ona ablalıktan çok annelik yapıyor gibiydi. Alisa küçükken de bildiğim gibi işitme engelliydi.

Şimdi ise, Peter Kalovski ve ailesi bir davete katılmıştı.

Davet oldukça gizliydi ve üst düzey güvenlikle korunuyordu. Davet, maskeli balo adı altında düzenleniyordu ama bahsedildiği gibi bir balo değildi. ITO üyelerinin buluşması için düzenlenmiş bir etkinlikti. Kanı bozuklar işleri o kadar ilerletmişti ki, maskeli balo diye davete katılarak kimliklerinin ifşa edilmemesini sağlıyorlardı. İçeride neler döneceğini kestiremiyordum. Dört aydan fazla süredir bu ülkedeydik ve Peter'i çökertmek için birçok bağlantı bulmuştuk.

O bağlantılar sayesinde davete ben de katılacaktım. İçeride Balkan kızıyla karşılaşmayı hedefliyordum. Gece aydınlanana kadar etkinlik devam edecekti. Yaklaşık olarak dokuz saatim vardı. Dokuz saat içinde, Balkan kızını bulmam gerekiyordu. Eğer işler yolunda giderse, bu gece onu almadan davetten ayrılmayı düşünmüyordum.

Uzaktan keskin nişancı tüfeğiyle girişleri kontrol ediyordum. Hayalet Timi de farklı bölgelere dağılmış, kontrolü sağlıyorlardı.

"Komutanım," dedi Mermi. "Göçmen kızı hem doktor hem de kızıl ya..."

"Balkan kızı," dedim konuşmasına izin vermeden. "Operasyonun adı bile Balkan Kızı'yken niye ısrarla göçmen kızı diyorsun, Mermi?!"

"Dedirtmiyorsunuz çünkü komutanım..." dedi kısık bir sesle. "Geçen de Balkan kızı dedim diye dövdünüz. Ne yapacağımı şaşırdım! Diyeyim mi demeyeyim mi?"

"Deme Mermi, sen sakın bir şey deme!"

"Emredersiniz komutanım," dedi Mermi. "Bu Talia Alaz Hanımcığım doktor ya..."

"Cığım eki mi kullandı bana mı öyle geliyor?" dedi Siren.

"Ey güzel Allah'ım sen bizi kurban olduğumun komutanısının gazabından koru!" dedi İmam.

"Kafanızı eğin," dedi Kanca. "Mümkünse saklanın çünkü Barut komutanım bizi indirecek!"

"Komutanım ne yapsa haklı," dedi Yamalı. "Bir aydır adamı delirtti zaten. Komutanım kafasına sıksa yeridir!"

Binbaşı Beton, Balkan kızını küçüklüğümden tanıdığımı kimseye söylememem gerektiğini söylemişti. Güvenlik açısından yasaklamıştı da. Bu yüzden timdekilere bu konuda ağzımı açamıyordum. Bunu fırsat bilen Mermi bir aydır kafamı sikiyordu.

Sesimi sakin tutmaya çalışıp, "Evet, Mermiciğim," dedim. "Bir şey diyordun yarıda kaldın sanki."

"Şimdi komutanım, bu kadın benim zaaflarıma oynuyor tamam mı? Zaaflarıma oynadığı için benim bütün yelkenlerim suya düşüyor. Acaba diyorum, içeriye ben de girsem, üstün yeteneğimle onu iki dakika da bulup çıksam, nasıl olur? Bir saattir içeriye girenlere bakıyoruz, hepsi tek tip, hepsi maskeli. Biz bu kadını nasıl ayırt edeceğiz? Vakit mi kaybedelim? Ben hemen bulur çıkarım, güzel fikir değil mi sizce de?" diye sorarken sesini biraz daha kıstı. "Bana destek çıkın lan Hayalet Timi!"

"Üstün yeteneğin neymiş merak ettim kardeşim," dedi Kanca.

"Kızıl ve doktor kadınları anında bulup yanında bitme yeteneği. Yüce yaradanım beni böyle yaratmış. Bu özellik bende doğuştan var!" dedi Mermi. "O kadını bulmam saniyelerimi almaz!"

"Allah'ı niye kendine alet ediyorsun lan Mermi?!" dedi İmam. "Düzgün konuş! Elimin altındasın zaten, aşağıya atarım bak seni!"

"İmam," diye seslendim.

"Emret komutanım!" dedi İmam.

"Benim yerime Mermi'ye şöyle Osmanlı'yı bile unutturacak bir tokat at," dedim. "Ama öyle vur ki, o özellik ondan silinsin, gözü mözü kör kalsın, burnu falan koku alamasın! Kendi adını unutsun!"

İmam'ım büyük bir keyifle, "Emredersiniz komutanım!" demesiyle bomba sesini aratmayan bir ses duyuldu. İçimin yağları erirken Mermi'nin sesi soluğu kesilmişti. Dua etsin o tokatı ben atmamıştım.

"Siren ve Kanca, benimle birlikte içeriye gireceksiniz," dedim gözlerimi hedeften ayırmazken. "Fısıltı ve Yamalı, çalışanları etkisiz hâle getirip yerlerine geçince içerideyken bana mutlaka işaret vereceksiniz."

"Emredersiniz komutanım!" dediler.

"İmam ve Mermi," dedim onların görevini söylemek için. "İçeriye giren herkesi bana bildireceksiniz. Olası bir durumda ne yapmanız gerektiğinizi biliyorsunuz. Burası ITO üyeleriyle dolup taşacak, herkesi alıp tutuklatamayız. Bu bir baskın değil, tekrar ediyorum. Önceliğimiz hedefimiz olan Balkan kızı!"

"İzninizle komutanım," dedi Siren tok çıkan sesiyle. "Bir aydır plan üzerinde çalışıyoruz. Tek bir hata istemiyorum. Bu gece o davetten elimiz boş dönmeyeceğiz. Binbaşı Beton, eğer o kızı alamazsanız, siz de sakın gelmeyin, dedi. Zor kullanmak yok, korkutmak yok, zarar vermek yok, karşımızdaki kurtarmamız gereken biri!

"Siren'e katılıyorum," diyerek araya girdim. "Karşımızdaki yıllardır kendi vatanından koparılmış biri, olabildiğince yumuşak davranacağız!"

"Kurban olduğumun komutanısı, yumuşak ve siz aynı cümlede hiç olmadınız!" dedi İmam. "Sizin yerinize Fısıltı girsin mi?"

"Sana bir girerim, ebeninkini tersten görürsün!" dedi Fısıltı.

"Yalakalı," dedi İmam. "Aman Yamalı, Allah'ımın adını ağzıma aldım, şu fıs fısın ağzına acı biber sürer misin, mümin kardeşim?"

"Kesin gevezeliği," dedi Siren. "Anlaşıldı mı, Hayalet Timi! Tek bir hata istemiyorum! Barut komutanımdan önce sizi ben mahvederim!"

"Anlaşıldı komutanım!" diye tekrar ettiler.

Tüfeği kaldırıp çantasına geri yerleştirdim. Üstümdeki takım elbiseyi düzelttim ve toz olan yerlerini çırptım. Arkamı dönüp gecenin karanlığına doğru adımladım. Yüzüme geçirmiş olduğum iskelet motifli maskeyi tutup yüzümden sıyırdım. Tenime çarpan soğuk hava, elmacık kemiğimdeki yarayı okşadı. Yüzümü kamufle edecek, davete uygun olan ve maskeli balolarda kullanılan maskeyi yüzüme taktım.

"İçeriye giriyoruz," diye seslendim. "Hedefi bulacağız."

Eşyalarımı çatının bir köşesine gizledim. Sakin adımlarla apartmanın içine girip merdivenleri teker teker indim. Kapı önüne park ettiğim, bu davet için kiraladığım son model lüks arabaya bindim. Sadece bir sokak gidecektim.

Sokağa girdim, maskenin duruşuna dikiz aynasından baktım. Vale koşar adımlarla arabaya yanaşıp kapımı açtığında büyük bir soğukkanlılıkla arabadan indim.

Arkama park eden arabanın içinden eş zamanlı olarak Siren ve Kanca indi. Kanca, Siren'in yanına geçmiş ve elini beline atmıştı. Siren'in bakışları ona tırmanırken yutkunamamıştı bile. Onların maskeleri benimkine nazaran sadece gözlerini kapatıyordu. Ben biraz daha yüzümü kaplayan bir şey tercih etmiştim çünkü yüzümdeki yara, beni tanımlayacak bir şey olduğu için insanlara akılda kalıcı bir şey bırakmak istemiyordum.

Siren'in gözleri Kanca'ya kızgınca baktı, onlar için bu gece ekstra zorlu geçecek gibiydi. Kanca ise halinden gayet memnun bir şekilde içeriyi işaret etti.

Geri önüme döndüm ve arabadan emin adımlarla uzaklaştım. Devlet aracılığıyla kendimize yeni kimlikler tahsis etmiştik. İngiliz iş insanları kimliğinde davete katılacaktık. İçeride herkes İngilizce konuşmak zorundaydı. Burası her ülkeden insanı ağırlayacaktı ve dünya dili konuşulması not düşülmüştü.

İçeriye girdim. Şu an dağda teröristlerle çatışsam, daha az stres altında olurdum. Bu kadar kabalığı en son sünnetimde falan görmüş olmam lazımdı.

Saatler geçti. Kızıl saçlı birlerini aramaktan, artık her şeyi turuncu renk ve türevinde görüyordum.

Biri gözüme çarptı, o kadar kısa bir andı ki tüm dünyanın yavaşladığını sandım. Hiç de beklediğim biri gibi değildi. Dikkatimi çeken nokta, saçları değildi. Çilleri de değildi. Küçük burnu ve ağzı da değildi.

Bakışlarıydı.

Ötüken bakışlıydı.

Ötüken.

Onu bakışlarından tanımıştım. Saçları ona tamamen zıt bir şekilde simsiyahtı. Maskenin açıkta kalan kısmında teninde hiç çilleri yoktu. Boyu beklediğimin aksine daha uzundu. Belki de, kaybettiğim süre zarfında hep yanımdaydı ama ben onu bildiğim özelliklerde aradığım için göremiyordum. Kılık değiştirmişti.

"Ötüken bakışlım," diye fısıldadım. Bana Ötüken olan bakışları, aniden beni buldu. Sanki ne dediğimi duymuş gibi bana bakıyordu. Nefesim soluğumda kesildi. Böyle bakmaya devam ederse onu gördüğümden beri karnımda beliren ateş böcekleri ağzımdan çıkacaktı.

Yanıma birinin geldiğini hissettim. Bakışlarımı zor da olsa, Ötüken bakışlı olan Balkan kızından çektim. Elimi sıkan kişiye doğru döndüğümde yüzümdeki ifade buz gibi dondu. "Demek sonunda ülkeme gelebildin," dedi. Onun kim olduğunu biliyordum. Peter Kalovski. Sıfatını bile değiştirse, ses tonu onu hep ele verirdi. "Seni burada görmeyi beklemiyordum! Seni tanımayacağımı mı sanmıştın?"

💀

Bölüm notları;

• Binbaşı Beton'un bölüm başında geçen repliği Dağ filminden alıntıdır. Alper Çağlar'ın yönetmenlik yaptığı filmlerini tavsiye ederim; özellikle asker konulu olanları...💖

7.06.2023 | sizi seven özge naz 🔖

Continue Reading

You'll Also Like

60.4K 3.1K 40
"Mavi gül." Arkamı dönüp ona baktım. "Ne?" "Benim için ne olduğunu sormuştun ya. Sen benim için mavi gülsün. Buradasın,benimlesin ama aynı zamanda da...
538K 56.8K 53
Finalden sonra kaldırılacak...
74.7K 22.5K 31
WattpadMysteryTR "Gizem Ve Sır Dolu Senaryolar" okuma listesinde.. Tik tak... Tik tak... Zaman; Dişlerini eline geçirmiş bir kurt gibi öfkeli ve zali...
709 117 16
İki genç aşık. İki yaralı kalp lakin biri katil biri maktül. Kayla, ilk aşkı için yapamayacağı hiç bir şey yokken ihanet ile sarsılır. Geçmişin kapıs...