BİR KİBRİTLE 𝘠𝘖𝘒 OLMAK

By zanegzo

7M 653K 562K

❝İnsan bir kutu kibrite benzer. Varolur, yanar ve söner.❞ Bu hayatta nasıl bir kibrit olacağına sen karar ve... More

BİR KİBRİTLE 𝘠𝘖𝘒 OLMAK
Bilgilendirme
Gelecekten Kesit
İLK KİBRİT
2. KİBRİT
3. KİBRİT
4. KİBRİT
5. KİBRİT
6. KİBRİT
7. KİBRİT
8. KİBRİT
9. KİBRİT
10. KİBRİT
11. KİBRİT
12. KİBRİT
14. KİBRİT
15. KİBRİT
16. KİBRİT
17. KİBRİT
18. KİBRİT
19. KİBRİT
20. KİBRİT
21. KİBRİT
22. KİBRİT
23. KİBRİT
24. KİBRİT
25. KİBRİT
26. KİBRİT
27. KİBRİT
28. KİBRİT
29. KİBRİT
30. KİBRİT
31. KİBRİT
32. KİBRİT
ÖZEL KİBRİT
ÖZEL KİBRİT II
ÖZEL KİBRİT III
33. KİBRİT
34. KİBRİT
35. KİBRİT
36. KİBRİT
37. KİBRİT
38. KİBRİT
39. KİBRİT
40. KİBRİT
41. KİBRİT
42. KİBRİT
43. KİBRİT
44. KİBRİT
45. KİBRİT
46. KİBRİT
47. KİBRİT
48. KİBRİT

13. KİBRİT

124K 11.6K 16.3K
By zanegzo

B. U. B

| Şimdiki zaman, Doğu Afrika Bölgesi |


Etrafı kaplayan yoğun duman, ciğerlerimize doğru hızla yol alıyordu. Sahra hastanesinde başlayan küçük bir kıvılcım, durdurulamaz bir yangına dönüşmüştü.

Hayalet Timi, aleve dayanıklı koruyucu kıyafetlerini fevri hareketle üstüne geçirirken askeri gaz maskesini takmayı ihmal etmemişti. Korkunç bir duman, herkesi zehirlemek üzere hızla yayılmaya başlamıştı.

Hastaneye doğru giderken yapmış olduğumuz planın üstünden tekrar geçiyordum. "İlk işiniz etrafı abluka altına almak," dedim.

Firefly, bacaklarımın arasına girmişti, benimle beraber yürüyordu. "Eğer kundaklama olayı olduysa çok uzaklaşmış olamazlar. Fısıltı sen Firefly ve dronelarla etrafı kontrol et sonrasında hemen bana raporla," deyip köpeği almasını işaret ettim. Fısıltı, ıslık çalınca köpek direkt onun yanına koştu. "Siren ve Kanca, Afrikalı askerlerle bölgeyi koruyun ve hiçbir sivili buraya yaklaştırmayın. Mermi, İmam ve Yamalı benimle birlikte söndürme ve tahliye ekibine yardım edeceksiniz."

"Emredersiniz komutanım!" diye hep bir ağızdan konuştuktan sonra ayrı bölgelere doğru dağıldılar.

Beni çevreleyen üç adama bakarak, "Diğer çadırlara sıçramasına izin vermeyin," dedim.

Yangının başladığı yerin az ilerisinde hemşire olduğunu tahmin ettiğim bir kadın içli içli ağlıyordu. Etrafı saran alevlerden dolayı kimse içeriye giremiyordu. Hemşire içeride birilerinin daha olduğunu bağırıp duruyordu.

Yanına gelip yüzüne doğru eğildim. "İçeriden mi çıktınız?" diye sorduğumda tenini kaplayan is lekelerine baktım. Başını olumlu anlamda salladı. "Konuşabilecek durumda mısınız?" Dudaklarını araladı ve iç çekişlerinden dolayı pek bir şey diyemedi. Elimi omzuna koyarak yavaşça sıktım. "Bana içeride kaç kişi olduğunu söylemeniz gerekiyor. Sizin dışınızda birileri var mıydı?"

"Var," dedi kısık bir tonda. "Evet, var."

"Kaç kişiler?"

"Sevil doktoru net hatırlıyorum," dedi. Elinin tersiyle gözyaşlarını sildi. "Hastanın başındaydı. Küçük bir tartışma yaşandı. O tartışmaya bakmak için yanına giderken patlama gerçekleşti. İki kişinin daha onunla olması lazım. Çadırın en sonunda kaldılar. Alevler her tarafı sardığı için onları çıkartamadık." Titreyen kirpikleriyle gözlerimin içine baktı. "Onları kurtarın yüzbaşım, yoksa yanarak can verecekler."

Yanarak can vermek.

Son cümlesi omuzlarıma ağır bir yükün binmesine neden oldu. Yangınlara bir kişiyi teslim etmiştim. Bir daha teslim etmeye niyetim yoktu.

Fısıltı, köpekle birlikte yanımıza geldiğinde, "Barut komutanım," diyerek araya girdi. Gaz maskesi taktığımız için bu kargaşada sesini duymak bir tık daha zordu. "Drone ile kontrolü sağladım. Çevre temiz gözüküyor. Yangın ya içeriden biri tarafından gerçekleştirildi ya da arıza kaynaklı çıktı."

"Söndürme işlemi tamamlandıktan sonra detaylı incelemesini timle birlikte yaparsın," diyerek hastaneyi işaret ettim. "Benimle birlikte kurtarma ekibine yardımcı ol. Oksijen tüpleri patlarsa işimiz daha da zorlaşır."

Görevlerin çoğunda Fısıltı'yı yanımdan ayırmazdım. Timin en kısa boylusu oydu. Küçük bir bedene sahip olsa da, gözüktüğünden çok daha güçlüydü. Varlığı yok gibi olduğu için beraber hareket etmek daha kolay oluyordu. Her daim peşime takılırdı.

Bakışları bendeyken ilerlemesi için komut verdim. Çapraz bir şekilde alevlerin arasına doğru daldığımızda yangın söndürme tüplü askerler önümüzü açmıştı. Cehennem sıcağını aratmayan ortamda havaya saçılan küller bile tekrar tekrar yanıyordu. Yıkımlar meydana geliyordu, bu yangından geriye kül bile kalmayacaktı.

Zifiri duman beni içine tamamen hapsettiğinde adımlarım yavaşlamıştı. Sıcaklık bedenimi ele geçirirken sırtımdan aşağıya terler sicim sicim akıyordu. Alevlerin arasında gördüğümü sandığım kadın, gülümseyerek bana bakıyordu. Gözlerimi sımsıkı kapattım ve o kadının gitmesini bekledim. Gözlerimi yavaşça araladığımda ise kaybolmayıp yürümeye başladığını gördüm.

Bu kadın annemdi.

"Anne..." diye mırıldandım. Öleceğini bile bile alevlere doğru yürüyordu. Adımlarımı hızlandırıp peşinden gitmek için çabaladım. Fakat bir anda dumanlar onu sarıp sarmalamıştı. "Anne!" diye seslendim. "Anne, orada mısın? Ses ver!"

Omzuma dokunulmasıyla hızla arkama döndüm. Bana yine gülümsüyordu. Yakıcı sıcaklığa rağmen, soğukta kalmamı sağlayan şey unutamadığım gülümsemesiydi. "Oğlum," dedi özlediğim sesiyle. "Neden geldin? Olman gereken yer burası değil! Burada buluşmayacağız!"

"Anne." Sesim fısıltıdan ibaretti. "Benimle gel, yoksa yanacağız."

Ona elimi uzattığımda benden uzaklaştı. Pes etmedim, aramızdaki mesafe açıldıkça yaklaşmaya çalıştım. "Seni kurtaracağım anne," dedim yemin eder gibi. "Yanarak ölmeyeceksin! Seni kurtaracağım!"

Bedenlerimiz arasında hiç mesafe kalmadığında geniş kollarımla anneme sarıldım. "Öleceğin yangın, bu yangın değil. Seni beklediğim yer burası değil," dedi.

"Geldim işte," dedim. "Geldim bak buradayım. Söz verdiğim gibi geldim. Seni almadan da gitmeyeceğim."

Kafasını iki yana salladı. "Buradan yalnızca sen çıkacaksın," dedi. "Hem daha yaşayamadığın çok şey var. Ablanı, kardeşini ve yeğenlerini benim yerime çok sev onlara sıkıca sarıl. O küçük Balkan kızını da çok sev tamam mı? Ona bir hayat borçlusun. Ondan sonra seni bekliyor olacağım Barut Ulu." Onu bırakmamak için sıkı sıkı sarılsam da annem beni kendinden itmeye çalışıyordu. "Artık nefes alma, oğlum. Aldığın her nefes seni sadece zehirleyecek. Buradan sağ çıkmalısın!"

"Seni bırakmayacağım," dedim dilimden akan kararlılıkla. "Seni bir kere bıraktım ve kaybettim. Bir daha daha teslim etmeyeceğim." Yüzümdeki gaz maskesini çıkartıp anneme taktım. Ona bir şey olmasına izin vermeyecektim.

Kaldığını hissettiğim son nefesimle onu kucakladım ve ne tarafta olduğunu bilmediğim dışarıya doğru koşmaya çalıştım.

"Yüzbaşım!" diyen cılız sesi işittim. Fısıltı kolumun altına girmeye çalışıyordu. Dumanın zehrini soluduğum için başım feci dönüyordu. Maskemi anneme takmıştım ve havayı solumamaya çalışsam da ciğerlerime yapışıyordu. Adımlarımı atıyordum ama ayaklarım gitmiyordu.

Yere düşmemek için büyük çaba gösterirken küçük bedenine rağmen Fısıltı beni hızla tuttu. "Yüzbaşım, kötü gözüküyorsunuz! İyi misiniz?!"

Onun yönlendirmesiyle yürümeye devam ederken dumanlar azalmaya başlamıştı. Etrafım biraz daha aydınlandığında kollarımın arasındaki kişiye baktım. Sahra hastanesinde görev alan doktordu. Adını anımsayamamıştım. Görmek istediğim kişi o değildi. Annem neredeydi? Arkama dönüp alevlerin arasında kalan bedene bakmak istemiştim ama Fısıltı buna engel olmuştu.

"Komutanım kaybedecek bir saniyemiz yok, çıkmamız gerekiyor! İçeride kimse kalmadı! Bir tek siz kaldınız!"

"Hayır var," dedim ne dediğimi bilmez bir halde. "İçeride biri daha var! Onu da alıp geleceğim!"

Annemi orada bırakacak değildim. Geri dönüp onu oradan çıkartacaktım. Yıllardır beni bekliyordu. Kucağımdaki kadını kuru toprakla kaplı zemine bırakacağım sırada gökyüzüne doğru bir alev topu daha yükseldi. Artık orası tamamen külden ibaret olacaktı.

Fısıltı bir yandan beni tutmaya çalışırken diğer yandan omzundaki telsizi aktifleştiriyordu. "Çadırda kimse kalmadı, hastalar ve sağlık çalışanları tahliye edildi," dedi tok bir sesle. "Fısıltı konuşuyor, timin dikkatine!"

Kucağımdaki baygın kadınla birlikte dizlerimin üstüne tamamen çöktüm, ciğerlerime biriken hava başımı döndürüyordu. Yüzümde maskem yoktu ve nefes almak için kendimi zorluyordum. Zorladıkça nefesim ciğerlerime baskı yapıyordu.

"Annem," dedim boğuk bir sesle. Annem orada kaldı.

"Komutanım..." dedi buğudan ibaret olan ses. Beni sarsıyordu ama içeride çok kaldığım için duman gözlerimi de etkilemişti. "Komutanım! Kendinizde kalın! Nefes almaya çalışın!" Etrafımda sesler vardı ama artık her şey pusluydu.

Önce kollarımın hâkimiyetini kaybettim sonra dizlerimin bağı çözüldü. Gökyüzünde parlayan güneş bana hiç yardımcı olmuyordu. Arkaya doğru düştüğümde bedenim his kaybına uğradı. Harlanan aleve pişmanlıkla bakarken, "Kurtaramadım..." diye fısıldadım. "Özür dilerim, özür dilerim, özür dilerim, seni kurtaramadım! Ne babamdan kurtarabildim ne de alevlerden! Beni sakın affetme anne çünkü ben kendimi hiç affetmeyeceğim..."

💀

Bilmez misin, ateş yalnızca düştüğü yeri yakar. Yaktığı yerden seni kora çevirir; külün kalmayana kadar savrulur durursun.

Külüm kalmayana kadar ateşe düşmüş gibiydim.

Bilincim yavaş yavaş kendine gelirken, "Anne..." diye fısıldadım. Ağzımın içi kupkuruyken dilim bir damla suya hasretti. "Annem..."

Aynı kelimeleri tekrar tekrar dile getirirken susuzluğum giderek artıyordu. Annem olsa beni hiç susuz bırakmazdı. Susadığımı anlar, ben demeden suyumu bile getirirdi. Gölün ortasında olsam bile annem olmadığı sürece hep susuz kalacaktım. En acısı da buydu.

Bedenimde ağırlık hissettiğimde hafifçe sarsıldım. Gözlerimi açmak için çabalarken, "Komutanım," diyen ses zihnime sızdı. Rüya ve gerçeklik arasına asılıp kaldığım sırada sesin varlığı beni kendime getirmeye yetmişti.

Gözlerime bakan bir çift göz, tanıdıktı. "Bir şey mi istediniz?"

"Siren?" diye seslendim kısık bir tonda. Sesimin çıkmasını engelleyen şey, ağzımı ve burnumu kapatan oksijen maskesiydi. Ağzımdan çekip hızlıca başımdan çıkardım.

"Benim komutanım," dedi Siren. "Kendinize gelmenize sevindik."

"Sevindik?"

Siren bakışlarını kaldırıp az öteyi işaret etti. Gösterdiği yere bakmak için hafifçe doğruldum. Camın arkasında sırayla dizilmiş timi gördüğümde bunun sanrıdan ibaret olmasını istedim. Lâkin değildi.

Onlara bakmamla hepsi asker selamı verip hazır ol pozisyonuna geçmişlerdi. "Hepsinin gözü niye kırmızı Siren?" diye sorduğumda kafamı geri yasladım.

"Duman herkesi etkiledi..." dedi Siren yarım bir ağızla.

"Sikerler," diye mırıldandığımda yattığım yerden tamamen doğrulmuştum. "Basbayağı ağlamışsınız!" Ne olup bittiğini idrak edemeyerek ayağa kalkmaya çalıştım. "Bir..." derken başımın dönmesi bana hiç yardımcı olmuyordu. Mesela şu an iki tane İmam vardı. "İki... Üç..."

"Komutanım hemen ayaklanmasaydınız keşke," dedi Siren. Yanıma geldiğinde benimle birlikte camın dışında kalan time bakıyordu. "Neyi sayıyorsunuz?"

"Sizi," dedim. "Sizi saymaya çalışıyorum ama hepinizi çift görüyorum! Ne oldu bana?!"

"Komutanım," dedi Siren sakinlikle. Onun sakince konuşması beni daha çok sinirlendiriyordu. "Duman zehirlenmesi geçirdiniz. Birkaç saattir baygın bir haldesiniz. Bizi neden sayıyorsunuz?"

Onun sorusunu aldırmadan yeni bir soru ortaya atıp tepkisini incelemeye koyuldum. "Şehit mi verdik?"

"Hayır, komutanım."

"Gazi mi olduk?"

"Hayır, komutanım."

"Kayıp mı var?"

"Hayır, komutanım."

"O zaman niye ağladınız Siren?" dedim sert bir ifadeyle. "Hepinizin yüzünden düşen bin parça. Ne halt yediniz siz? Bölgeden haber ver, yangın söndürüldü mü? Derhal rapor ver bana, ne oldu?!"

"Komutanım..." dediğinde Siren konuşmaya çekiniyor gibiydi. "Alevlerin içinde kalan siviller kurtardıktan sonra yangın hemen söndürüldü ve alan kontrol altına alındı. Bilinciniz kapandığı için diğer yaralılarla birlikte en yakın sağlık kuruluşuna sevkiniz sağladık. Ben de size eşlik ettim. Askeri birliklere haber verildi. Kampın kuzey kısmında tahliye işlemi başlatılacak. Gerçekten bir şey yapmadık sadece..."

"Sadece ne?"

"Hepsi Yamalı'nın suçu," dedi Siren. Birini ispiyonlamak huyu değildi lâkin öyle bir yüz ifadem vardı ki, bundan kurtulmak için beni bile ateşe atabilirdi. "Fısıltı tahliye edildi anonsu geçtikten sonra yanınıza ilk ulaşan Yamalı olmuş. Sizi yerde baygın bir şekilde görünce..."

Ellerime yüzümü sıvazladım. "Düşündüğüm şeyi yapmış deme sakın!"

"Emredersiniz komutanım!"

"Neyse olan söyle Siren!"

"Yamalı'yı biliyorsunuz komutanım," diyerek anlatmaya başladı. "Olayları aşırı şekilde anlatmayı ve abartmayı seviyor. Sizin kötü bir halde olduğunuzu söyleyince timdekiler telaş yaptı. Hepsi sizi görmek için saatlerdir bekliyor."

Ağır adımlarla cama yaklaşıp tuşa bastığımda perdenin kapanmasını sağladım. Artık beni göremiyorlardı. Dışarıdan bir gürültü kopmuştu ama sesler boğuk boğuk geldiği için net duyamıyordum.

"Benim için ağladılar yani?" diye sorarken böyle bir şeyin olmasına ihtimal dahi veremiyordum. Bunlar ne ara bu kadar duygusal olmuştu ki? Aldığımız eğitimlerde duygusuz davranmayı bize çok güzel şekilde öğretmişlerdi.

"Evet komutanım," dedi Siren. "Bizi korkuttunuz. Dağ gibi olan adamı yerde öyle görünce bir şey oldu sandık..."

İnsan ne kadar dağ olursa olsun, annesinin gözünde hep küçük bir çocuk olurdu.

"Arkamdan en çok kim üzüldü?"

"Sevil doktor, komutanım," diye yanıtladı. "Öyle ağlayıp durdu. Zor sakinleştirdiler."

Kaşlarımı çattım. "O kim?!"

"Şu yangından kurtardığınız... Kızıl saçlı doktor," dedi. Gözüme çarpan üniformamı giymeye başladığımda sırtımda keskin bir ağrı belirdi. Bedenimde yanıklar mevcuttu. O yangının arasında yanmamak mümkün değildi.

"O nerede?"

Sağ tarafı işaret etti. "Yan odanızda, tedavisi sürüyor."

"Çıkabilirsin Siren."

"Emredersiniz komutanım!" diyerek asker selamı verdi ve bana arkasını dönmeden geriye doğru adımladı. Kapıyı kapatmasıyla odanın içinde bulunan lavaboya ilerledim. Yüzümdeki maskeyi hiç düşünmeden çıkarttım. Siren'in yanımda durma amacı, gizliliğimizi korumak içindi. Ölsek de bu maske çıkmayacaktı. Üniformayı giydiğimiz sürece yüzümüz ifşa olamazdı.

Lâkin ben sivil olduğum zaman bile maske takıyordum.

Bu alışkanlık ya da bağımlılık yaptığı için değildi.

Yüzümde yara vardı ve hiç hoş bir görüntü değildi.

En son ne zaman aynaya baktığımı bilmiyordum. Aynalar artık en büyük düşmanımdı. Gördüğümde kaçar, saklanırdım. Zira maskesiz yüzümü gören insanlar da öyleydi. Beni görünce kaçar, saklanırlardı. Tıpkı Umay ablamın küçük çocuğu gibi. Ailemden geriye sadece kardeşlerim kalmıştı. Ülkü küçük kız kardeşim, Umay büyük kız kardeşimdi.

Aynaya bakmadan elimi yüzümü yıkadım ve kendime gelmeye çalıştım. Yüzümden sular damla damla akıyordu. Parmaklarımla yüzümün sağına dokundum. Bu küçümsenecek bir yara izi değildi. Kaşımın üstünden itibaren başlıyor, elmacık kemiğimi geçiyor ve çeneme kadar uzanıyordu.

Hayatımı tümden değiştiren bir operasyon sırasında bu yarayı almıştım. O gün şehit olacağımı sanmıştım çünkü tüm silah arkadaşlarımı şehit vermiştim. Biri hariç, en yakın dostum ise gazi olmuştu.

Barış.

Barış çok başarılı bir askerdi. Rütbe almamıza az bir zaman kalmıştı. Gazi olmasaydı timin komutanı ben değil kesinlikle o olacaktı. Can dostum, şimdi ise tekerlekli sandalyeye mahkum kalmıştı. Ona bir söz vermiştim.

Maskemi geri taktığımda kendimi daha huzurlu hissediyordum. Maskenin altında nasıl bir yüze sahip olduğumu kimse bilmiyordu ve bu beni içten içe rahatlatıyordu. Diğer türlü insanların sürekli olarak yüzüme bakıp bana acıyacak olması delirten bir noktaydı.

Kıyafetlerimi ve teçhizatlarımı vücuduma geçirip odadan dışarıya çıktığımda timdekiler ilk defa hazır ola geçmek yerine hep bir koldan üzerime çullanıp bana sarıldı.

"Kurban olduğumun komutanısı," dedi İmam. "Benim dualarımla ayakta değilseniz ben de cennete gitmeyeyim!"

"Ben komutanım bizi bırakmaz demiştim," dedi Yamalı. "Binbaşı Beton duymasın ama en iyi komutan Barut komutanım! Üstüne de kimseyi tanımam!"

"Firefly bile çok özledi, hav hav deyip duruyor," dedi Fısıltı. Hayret, ilk defa ben bir şey sormadan ağzını açmıştı.

"Fıs fıs," dedi Kanca. "Köpek hav havdan başka ne diyecek? Bu nasıl dramatize etmek lan!"

Yamalı, "Siz bunlara aldırmayın komutanım, siz öyle alevlere teslim olacak biri değilsiniz. Alev bile sizden korkar," dedi. "Bir an Siren komutanım başa geçecek diye Kanca beyefendisi az korkmadı, en çok ona ağladı..."

"Ben timin başına geçtiğim an, kim istifa edecek belli oldu," dedi Siren.

"Komutanım diğerleri söylemedi, hava atmak gibi olmasın diye ama sizi ben taşıdım!" dedi Mermi. Kollarını kaldırıp büyük bir zevkle kaslarını gösterdi. "Boşuna yapmadık yani."

"Siz var ya..." dedim iyi bir şey söyleyecekmiş gibi. Hepsinin bir anda gözleri parlamıştı. "Harbi dayaklıksınız! Ben sizi dövmüyorum diye mi bu kadar rahatsınız lan! Derhal toparlan Hayalet timi, TOPARLAN!"

💀

Saatlerdir başında beklediğim kadın yavaştan kendine gelmeye başlıyordu. Elim, elini sıkıca tutuyordu. Yüzüme görebilse, ne kadar endişe içinde olduğumu anlayabilirdi lâkin ifadem gözlerime de yansımıştı. Ona korku dolu gözlerle bakıyordum.

Araladığı gözleri beni görmeyi beklemediği için hızla irileşti. Yattığı yerden doğrulmaya çalıştı. Omuzlarından bastırdım, istemsizce sert davranmıştım. "Rahatsız olma," diye konuştuğumda sesim normalden daha yumuşaktı.

Yangınların arasında kurtardığım doktor bana yoğun bir ilgiyle bakıyordu. Pürüzlü bir sesle, "Seni burada görmeyi beklemiyordum," dedi. "Başımda mı bekledin?"

"Evet," diyerek sırada ellerimizi ayırdım.

Bakışları ellerimize düştü, onu sıkıca tuttuğumun yeni farkına varmıştı. "Beni kurtardığın için teşekkür ederim..." dedi minnet dolu bir sesle. "Sen olmasaydın orada yanarak can verecektim."

"Teşekkür etmene gerek yok. Görevimizi yaptık sadece."

Gözlerimin içine baktı. "Şu an başımda beklemen de göreve dahil mi Barut?"

"Evet, halkın güvenliğini sağlamak amacıyla burada duruyorum," dediğimde gözlerinin içine bakmaya devam ediyordum. "Aslına bakarsanız..." derken çekingen duruyordum. "Fazla vaktim yok. Sizin kendinize gelmenizi bekledim. Malumuz, görev bizi bekler. Birkaç soru sormamda sakınca var mı, Doktor Hanım?"

"Sevil," dedi doğrulmaya çalışırken. Fakat yine ben ona izin vermeyince, yatmaya devam etmişti. "Sevil diyebilirsin."

"Sağlık çalışanının dediğine göre, yangın öncesi bir tartışma yaşanmış? Ne oldu?"

Gözleri sulandığında, "Mültecilerden biri," dedi. "Sarkıntılık yapmaya başladı. Her şey bir anda gerçekleşti."

"Ne zamandan beri Doğu Afrika bölgesinde gönüllü doktorluk yapıyorsun Sevil?"

"Bir seneden fazla oldu," derken gözlerini kıstı. "Belki daha çok... Saldırı ne zaman olmuştu? O zamandan bu yana neredeyse."

"O zamandan bu zamana gelen giden kişilerden haberiniz oluyordur..."

"Yani, buranın demirbaşı benim."

İstediğim cevabı almanın rahatlığıyla dudaklarımı tekrar araladım. "Hiç durmadan nefessiz konuşan, insanı pişman eden, sürekli yabancı şarkılar söyleyip kendi kendine eğlenen bir doktor bu topraklara geldi mi?"

Dudakları kenara kıvrıldığında, "On yaşındaki kardeşimi tarif ettin," dedi. Bir anda kaşlarını kaldırdı. "Doktor mu dedin?"

"Evet, doktor..." diye mırıldandım. "Biraz çocuk olduğu aşikâr."

"Çocukları eğlendirebilmek için bazen doktorluğu kenara bıraktığımız oluyor. O yüzden bahsettiğin kişi herhangi biri olabilir," derken dudak büzdü.

Elimi sol göğsümün üzerine yerleştirdiğimde hücum yeleğinin altından iç cebime ulaştım. Oradan bir fotoğraf çıkardığımda çekilen kadraja önce ben bir bakış kondurdum.

Kızıl saçları olan bir Balkan kızıydı.

Onun hep küçük çilli bir şey kalacağını sanardım ama o herkese inat kocaman bir kız olmuştu. Kız değil, kadındı. Böyle bir kere bakmakla asla yetinemeyeceğin bir kadındı.

Fotoğrafı ona doğru çevirdim. Kimse görmesin isterdim ama sormam gerekiyordu. "Bu kadından bahsediyorum," diye sordum. Sesim sabırsızdı. "Bu kadın, bu topraklara hiç geldi mi?"

Çok kısa bir anlığına fotoğrafa baktı. Sonrasında hemen gözlerimi bana çevirdi. "Çıkartamadım..." dese de sesinden yalan akıyordu.

Ona fotoğrafa tekrar bakmasını işaret ederken biraz daha yakınlaştırdım. "İyi bak," diye emrettim.

"Saçları orjinal mi?" diye sorarken bu durumun hoşuna gitmediği belliydi. "Burada benden başka kızıl bir kadın olamaz. Eğer kızıl bir kadın buraya gelmiş olsaydı bunu hiç unutmazdım, Barut."

Fotoğrafı avucumun arasında sıktıp geri sol göğsümdeki yerine sakladım. "Siz daha güzelsiniz," derken geriye doğru yaslandım.

Gözleri irileştiğinde, "Gerçekten mi?" diye sordu.

"Evet," dedim dilimden akan keskinlikle. "Ben daha olgun kadınlardan hoşlanıyorum. Çocuk gibi ortalıkta, 'yannana yannane' diye dolaşan kızlardan değil."

Yüzünü buruşturduğunda ifadesinde tiksinti belirdi. "O şarkıyı da hiç sevmem!" dedi.

"Ne kadar çok ortak noktamız var Sevil," dedim. Bacaklarımı iki yana ayırdığımda bakışları vücudumda gezdi. "Ben de hiç sevmem."

"Olgun kadınlardan hoşlandığınızı hiç belli etmiyorsunuz."

Ona doğru yaklaşıp gözlerini gözlerime kenetledim. Yüzüne eğildiğimde bedeni kasılmıştı. "Neden belli edeyim ki?" diye sorduğumda elimin tersiyle çenesine dokundum. "Olgun kadınlardan hoşlanıyorum dedim. ITO üyesi olduğundan kanıtları ortadan kaldırmak için yangın çıkartan birinden hoşlanıyorum demedim."

Yüzündeki ifade donuklaştığında, "Hı?" diye bir ses çıkardı.

Elimi kaldırdığımda Sevil'in bedeninde bir sürü kırmızı lazer ışık belirdi. "Hı ya," diyen kişi İmam olmuştu. "Hı denmez, efendim denir."

Hayalet timi yere yatmış bir pozisyonda bir süredir bekliyordu. Hepsi ayağa kalkıp nişan almışlardı. Sevil, neye uğradığını şaşırmış bir şekilde odanın içinde duran askerlere bakıyordu. Onu kaldırmamaya çalışma nedenim de askerleri görmemesi içindi.

"Kendine geldiğine göre paket yapabilirsiniz," dedim oturduğum yerden ayağa kalkarken. "Ekiplere teslim etmeden önce siz sorguya çekin. Burada işbirlikçisi varsa itiraf ettirin."

Sevil'in bağırışları odayı inletse de timdekiler kısa sürede onu etkisiz hâle getirmişti. Saatler boyunca süren sorgudan sonra terörle mücadele ekiplerine teslim edilmişti. Diğerleriyle birlikte kendi bölgemize giderken arabanın içindeydik. Hepsi kendi arasında konuşurken İmam'ın, "Az kala komutanımı everiyorduk," dediğini duydum. "Çok korktum bu ırz düşmanına varacak, bu kanı bozuğa yenge hanım demek zorunda kalacağız diye. Valla ben nikahlarını kıymazdım! Başka imam bulun derdim!"

"Komutanımı kimseye yar etmem," dedi Yamalı. "Yakışıklı, kaslı, çekici bir adam eyvallah ama o kadar kolay değil. Evlenirse bizi unutur gider. Evde kalmış zaten kalacağı kadar. Bize bu saatten sonra turşusunu kurmak düşer. Bir küçücük fıçıcık, içi dolu turşucuk, cevap ne? Barut komutanım!"

"Şu bilmeceleri değiştirip durma amına koyayım ya," diye söylendi Kanca. "Senin yüzünden doğrusunu unutuyorum!" Dilini damağına vurdu. "Hem komutanım vatan aşkıyla yanıp tutuşan biri. Evleneceğini sanmıyorum."

"Komutanımın gönlü zaten dolu," dedi Mermi. "Benimle dolu demek isterdim lâkin yıllardır bir kadını seviyor."

Arkaya doğru bir hışımla döndüğümde Mermi'nin kafasına sertçe vurdum. "Sen ne biliyorsun da konuşuyorsun sik kırığı?!" diye bağırdım. Bağırışımla birlikte arabayı süren Siren direksiyonun hâkimiyetini kaybetti. Hızlıca toparladığında geri yola devam etti.

"Acıttınız ama komutanım! Ya ameliyatlı yerime denk gelseydi!" dedi Mermi, kafasını okşarken. "Hem siz bizi mi dinliyordunuz?"

"Arabaya bindiğinizden beri kafamı sikiyorsunuz!" dedim öfkeyle. "Lan göt kadar arabanın içinde babanı mı dinleyeceğim eşek! Sizi dinliyorum tabii ki! Senin o dilinin olmayan kemiğini sikeyim ben, ne götünden laf uyduruyorsun?!"

Mermi küskün bir tavırla bana bakıyordu. Bir yandan kafasını sıvazlamaya devam ediyordu. "Komutanım üstüme vazife değil ama dilinizde bir Göçmen kızı, başka da bir şey dediğiniz yok. Yani o yüzden gönlünüzün dolu olduğunu düşündüm."

"Göçmen değil lan Balkan kızıydı o..." dedi Kanca. "İyi bok yedin yanlış söyleyerek salak, daha ne söylediğini bilmiyorsan niye konuşuyorsun dalyarak?!"

"Yarın sabahtan itibaren her sabah içtimada bağıra bağıra Göçmen Kızı türküsü söyleyeceksiniz!" dediğimde gözlerimden adeta alev çıkıyordu. "Madem benim dilimde bir Göçmen kızı, benim askerlerim değil misiniz, sizin de dilinizde olacak!"

Önüme döndüğüm sırada diğerleri Mermi'nin ağzına sıçıyordu. Mermi ağlamaklı bir sesle, "Zaten doktor fobim oluştu," dedi. Öne doğru yaklaştığında, "Komutanım ben şimdi nasıl gönül rahatlığıyla doktorlara yanaşacağım? Yazık günah değil mi bana?" diye sordu.

"Araba mısın da yanaşmaya çalışıyorsun Mermi?!" dedim. Bu çocuğun yavşama sanatı beni benden alıyordu.

"Komutanım ayıptır söylemesi benim hem kızıllara hem de doktorlara zaafım var, görünce bana bir hâller oluyor," dedi Mermi. "İyi ki bu kadına hiç yanaşmadım, yoksa beni zaafımdan vurup hemen nikahına almıştı!"

Dikiz aynasından arka tarafa göz attım. "Siz mi döversiniz ben mi döveyim?"

"Benim epeydir elim kaşınıyordu," dedi Kanca. "İzninizle komutanım." Aynadan bakışlarımı çekmezken Kanca'nın Mermi'nin üstüne çullandığını gördüm. Hiçbir şey olmamış gibi tekrar bakışlarımı yola çevirdiğimde müziğin sesini açtım ve bağırış seslerinin kesilmesini sağladım.

Hayalet Timi böyleydi işte. Yıllar önce ben de bu timin yalnızca bir askeriydim. Zaman geçti; kimileri şehit düştü, kimileri gazi kaldı, kimileri ise kayboldu. İçinde bulunduğum timin komutanı oldum. Bir gün ben de yok olacaktım lâkin bu tim hep de kalmaya devam edecek sadece askerleri değişecekti.

💀

4.06.2023 | sizi seven özge naz 🔖

Continue Reading

You'll Also Like

376K 17.6K 22
Siz de yeryüzünde olan bitenin sahte olduğunu biliyorsunuz. Bilmiyorsanız...? O zaman sahteler ve yalanlar, eviniz olur. Dikkat edin, gerçekleri ö...
530 377 5
Umut mu? Sanmam Nefes mi? Kesildi Sevgi mi? Bitti Söyle bana doktor. Peki ya psikoloji?
8.9K 908 28
Siz: 1 Müslüman, 2 Müslüman... 14. Müslüman kalk sahur vakti! 14. Müslüman: Ben oruç tutmuyorum. Siz: Madem müslüman değilsin niye cumaları namaza...
47.3K 3.8K 15
Daha ne kadar susacaksın? Ne zamana kadar takacaksın maskeni? Ne kadar daha saklayabileceksin gerçeği? Susma! Konuş, Parçala at maskeni, Açıkla tüm g...