BİR KİBRİTLE 𝘠𝘖𝘒 OLMAK

By zanegzo

7M 651K 561K

❝İnsan bir kutu kibrite benzer. Varolur, yanar ve söner.❞ Bu hayatta nasıl bir kibrit olacağına sen karar ve... More

BİR KİBRİTLE 𝘠𝘖𝘒 OLMAK
Bilgilendirme
Gelecekten Kesit
İLK KİBRİT
2. KİBRİT
3. KİBRİT
4. KİBRİT
5. KİBRİT
6. KİBRİT
7. KİBRİT
8. KİBRİT
10. KİBRİT
11. KİBRİT
12. KİBRİT
13. KİBRİT
14. KİBRİT
15. KİBRİT
16. KİBRİT
17. KİBRİT
18. KİBRİT
19. KİBRİT
20. KİBRİT
21. KİBRİT
22. KİBRİT
23. KİBRİT
24. KİBRİT
25. KİBRİT
26. KİBRİT
27. KİBRİT
28. KİBRİT
29. KİBRİT
30. KİBRİT
31. KİBRİT
32. KİBRİT
ÖZEL KİBRİT
ÖZEL KİBRİT II
ÖZEL KİBRİT III
33. KİBRİT
34. KİBRİT
35. KİBRİT
36. KİBRİT
37. KİBRİT
38. KİBRİT
39. KİBRİT
40. KİBRİT
41. KİBRİT
42. KİBRİT
43. KİBRİT
44. KİBRİT
45. KİBRİT
46. KİBRİT
47. KİBRİT
48. KİBRİT

9. KİBRİT

129K 10.7K 5.3K
By zanegzo

Bir kibrit yak...

«Sarılıp yatmak mümkün değil bende senden kalan hayâle.
Halbuki sen orda, şehrimde gerçekten varsın etinle kemiğinle!
| Nazım Hikmet Ran»

Biz aynı ülkede, aynı şehirde, aynı yerde, aynı nefesteydik. Sen farkında bile değildin. Başımda bekledin, yanımda durdun, bana dokundun ama ben tepki bile veremedim, Balkan kızı.

| Şimdiki zaman, Kuzey Makedonya Cumhuriyeti |

Üzerini örttüğümüz her şeyin altında kalırız, demiş Alice Miller. Eksik olduğumuzu ararız, hem de eksik bırakandan ya da ona benzeyenden. Noksanımızı, bizi zaten noksan bırakandan dileniriz bir ömür boyu.

Eksikliğim bir vatandı. Arayıp da bulamadığım, gitmek isteyip de varamadığım, dilediğim ama gerçekleşmeyen bir ülkenin yokluğu yüreğimde bir sızıdan ibaretti. Bir ülkeden bir ülkeye göçtüğümde sırtıma yük binen şeyler yalandan ibaret olabilirdi. Bunca yıl bir hiç uğruna doğup büyüdüğüm ülkeden koparılmış olabilirdim.

Ertesi gün, dün öğrendiğim bilgilerin etkisinden kalmış biri olarak gözlerimi açmıştım. Uyandım demek doğru olmazdı, sabaha kadar yatakta dönüp durmuştum. Dünden beri dalgın bir halde derin düşüncelere dalmıştım. Dayım bütün akşam neyim olduğunu sorup durmuştu. Karısı Vesna ise her seferinde durumu toparlamak adına geçiştirmişti. İlgisine diyecek lafım yoktu. Her zaman ilgili bir adam olmuştu. Onu anne ve babamdan daha çok görmüştüm. Bazen bu duruma üzülmüyor değildim.

Aileme ne olduğu konusunda dayım her zaman net olmuştu. Öldürüldüler. Canice öldürüldüler ve size de bir şey olmaması için kelimenin tam anlamıyla Türkiye'den kaçırdım, demişti. Orayı unutun, orası sizin de mezarınız olur. Burada güvendesiniz. Artık dünya değişti ve size bu ülkede hiçbir şey yapamazlar. Ben sizi hep koruyacağım.

Dayımın bizi, kimden ve neyden korumaya çalıştığını çoğu zaman anlayamamıştım. Bizi korkutarak büyütmüştü ve hayatımın hiçbir anında kendimi güvende hissederek yaşamamıştım. 

Dayım bu işin peşini nasıl bırakmıyorsa aynı şekilde ben de bırakmayacaktım. Bir şeyler dönüyordu. Dün bir türlü fırsat bulup da maillerine bakamamıştım. Bugün ya da yarın çok geç olmadan o mailde ne yazdığını okuyacaktım.

Yataktan kalktığımda günlük kıyafetlerimden seçtiğim parçalara baktım. Üstüm için sarı bluz, altıma ise bol paça kot pantolon giymiştim. Uyuşuk hareketlerle giyinmek biraz daha uzun sürmüştü. Aynanın karşısına geçip uykusuzluktan moraran gözaltlarımı kapattım ve ten makyajımı yaptım. El işi örme olan bandanamı da saçlarımın üzerine geçirmiştim. Bandana alışkanlığı annemden geliyordu. Doktor olduğu için günün çoğu zamanında medikal bandanalardan takardı. Tamamen hazır olduğumda odamdan çıktım.

Her sabah yaptığım gibi ilk işim olarak kardeşimin odasının yolunu tuttum.

Alisa, Alaz soyadını taşıyan, aynı kandan olan tek varlığımdı. Küçük kız kardeşimdi. Tabii Alisa bunu dememden her ne kadar nefret etse de, benim gözümde küçük bir bebekten farkı yoktu. Dayım, bizi küçüklüğümüzde Türkiye'den alıp Makedonya'ya yerleştirmiş ve onunla yaşamamızı sağlamıştı. Alisa o zamanlar daha bebekti. Benim az çok aklım eriyordu fakat Alisa ne annemi ne de babamı hiç tanıma şansı bulmamıştı.

Tek şanssızlığı bu da değildi. Kendisi özel bir bireydi. Ne konuşabiliyor ne de işitebiliyordu. Peter Kalovski sanki bizim kahramanımız olmaya ant içmiş gibi, küçük kardeşimin bebekliğinden itibaren tedavisini üstlenmişti. En iyi doktorlara götürmüş, ameliyatlar olmasını sağlamıştı. Başarılı bir sonuç alınmasa da, en azından dayım bunun için çok çabalamıştı.

Alisa'nın odasının kapısını yavaşça araladım. Kapıyı açmamla tavşanı dışarıya doğru kaçtı. Onu iyice uzaklaşmadan tutarken kucağıma aldım. Bu eve ilk geldiğinde sinek kadar olan hayvan, şimdi kucağıma sığmıyordu. Saçlarımla, gözleri aynı renkti. Alisa'nın onu hiç istemeyeceğini sanarken tavşanı en çok o benimsemişti. Onun odasında kalıyordu.

İçeriye girdiğim an, onu koltuğuna oturmuş bir halde buldum. Kucağımdaki tavşanı okşamaya devam ettim. Alisa annemin ikizi gibiydi. Tavır ve huy olarak babama çekse de, tıpatıp anneme benziyordu. Alisa hiçbir zaman çocukluğunu diğer çocuklar gibi yaşayamamıştı. Bunun en büyük nedenlerinden bir tanesi anne ve babasının hiç olmaması, hep bir eksikliğinin olmasıydı. Diğer neden ise, çocukluğunu hep hastane köşelerinde ya da dil terapi eğitimlerinde geçirmesinden kaynaklanıyordu.

Her sabah yapması gerekenlerden biri, dil tembelliğini gidermek adına konuşmaya çalışmasıydı. Onu bir süre izlerken derin düşüncelere dalmıştım. Alisa hızlıca bana döndüğünde geldiğimi dakikalar sonra fark etmişti.

Anında susup geriye doğru çekildi. Normal bir insana göre çok fazla içine kapanık bir kızdı. Tavşan benim kucağımdan zıplayıp ona doğru adımladı. Kucağımın boşalmasıyla, "Neden sustun?" diye sormak için elimi kaldırdım. Onunla işaret diliyle anlaşıyorduk. Çoğu zaman dudak okuyarak da anlaştığımız oluyordu.

Cevap vermedi. Yanına ilerleyip arkadan yüzünü avuçladım ve yanağından öptüm. Bir varlığın ablası olmak, paha biçilemez bir duyguydu. Ona tekrar sorduğumda masa üzerinde olan küçük aynasından yüzüne bakıyordum. Elini kaldırdı ve isteksiz bir şekilde kelimeleri parmaklarından döktü. "Biri yanımda olunca konuşamıyorum."

Kendini herkesten soyutluyordu. İlkokul ve ortaokulu dayımın ve benim zorlamalarımla okula giderek tamamlamış; liseyi ise evden eğitim alarak okumayı tercih etmişti. Henüz lise öğrencisiydi. Aramızda sekiz yaş vardı. Şu an on altı yaşındaydı.

"Ben senin ablanım." Sesim çıksa, ne kadar çaresiz olduğumu hissedebilirdi lâkin onun karşısında tamamen sessizdim.

İnce parmaklarıyla, "Tek başıma daha rahat oluyorum," dedi. Bakışlarını benden kaçırdı. 

Ona dokunup bana bakmasını sağlarken, "Birlikte yapalım mı?" diye sordum. Hiçbir tepki vermedi. Vermiyordu. Uzun kızıl saçları, solgun beyaz teni ve ince zarif bedeniyle ölü gelinden halliceydi. "Hadi ablacığım," dedim. Bakışlarımda yoğun bir ısrar vardı.

"İstemiyorum." Kısa kesip oturduğu koltuktan kalktı ve yatağına doğru ilerledi.

Hızlı adımlarla o oturmadan yatağına ben oturdum ve bana bakmasını sağladım. "Neyin var?" diye sordum. "Günlerdir çok mutsuzsun. Benim adıma eğitimcine hasta olduğunu bildirip online derslere katılamayacağını belirten bir yazı göndermişsin. Bana sınav için izin alacağını söylemiştin. Sana da bu yüzden adımı kullanman için izin vermiştim!"

"Bir şeyim yok."

"O zaman hazırlan, şu dayımın aylardır dilinden düşürmediği davet için kıyafet bakmaya gidelim. Vesna'nın aldığı elbise içime sinmiyor, başka bir şey bakmak istiyorum. Bana eşlik etmek ister misin?"

Bana bakmadığı için ona tekrar dokundum fakat Alisa cin çarpmış gibi geri çekildi. "Aliş," dedim benim duymamasına rağmen. Ona Aliş derdim, benim küçük Aliş'imdi.

Alisa gözlerini kapatıp benden tamamen uzaklaştı. Tavşan, kucağına geçmesine rağmen hiç tepki vermedi. Konuşmak istemediği zaman bunu yapardı ve bu durumda yapacak hiçbir şeyim olmazdı. Ona tekrar dokunduğumda gözlerini açmak zorunda kaldı. Vakit kaybetmeden, "Gözlerini kapatıp benden kaçamazsın!" dedim.

Beni geriye doğru itti ve hızla ellerini kaldırdı. "Yeter!" dedi. Gözlerinde yoğun bir öfke vardı. "Yeter artık!"

Dudaklarım titremeye başladığında yutkunamadım bile. "Ne oldu şimdi?" Ne oldu da bana bu kadar nefretle bakıyorsun Aliş?

"Ne mi oldu?!" dedi Alisa. Yoğun öfkesi gözlerinin kırmızılaşmasına neden oldu. Parmakları zangır zangır titriyordu. Onu bu kadar öfkelendirdiğimin farkında değildim. "Annem ya da babam değilsin. Öyleymişsin gibi davranmaya bir son ver artık. Üstelik bana çocuk muamelesi yapıyorsun. Çocuk değilim ben! Büyüdüm!"

Kaşlarımı çattım. Dediklerini anladıkça başıma ağrılar giriyordu. "Sen benim kardeşimsin, canımdan bir parçasın. Elbette seni düşüneceğim ve üstüne düşeceğim. Keşke benim de bir ablam olsaydı. Çoğu şeyi tek başıma düşünmek zorunda kalmazdım!"

"Ne kadar şanslı olduğunun farkında değilsin. Evin küçüğü olup sürekli olarak gözlerin üstünde olmasına katlanmıyorsun," dedi Alisa.

Ona anlamayan gözlerle bakarken, "Bu seni neden rahatsız ediyor anlamıyorum," dedim.

"Aşırıya kaçtığının farkında değilsin. İzinsiz odama giriyorsun, her şeye burnunu sokuyorsun, dayımla bir olup benim adıma kararlar veriyorsun ve çoğu zaman beni sinir ediyorsun."

"Dayımla bir olup derken? Her şeyi senin için yapıyoruz Alisa!" Sinir katsayım giderek artıyordu. "Dayımın senin için ne kadar uğraştığını görmüyor musun? Kendi çocuğuna yapmadığı babalığı bize yaptı!"

"Uğraşmasın! Yapmasın!" dedi Alisa. Dayımın üstümüzde emeği çoktu. Hem annelik hem babalık yapmıştı. "Ben ondan böyle bir şey istemedim. Senden de istemedim. Kendi odamda bile rahat değilim artık! İzinsiz girmekten vazgeç!" Sinirle odanın kapısını işaret etti.

Onu kıracak, ona eksik olduğunu düşündürecek hiçbir şey demek istemiyordum. Bu yüzden kelimeleri özenle seçmeye çalıştım. "Kapıya tıklatamam, sana seslensem de beni duyamazsın ki, odana mecburen izinsiz giriyorum Alisa."

Tekrar kapıyı işaret etti. "Odamdan çık!" dedi. Bağırabilse, kulak zarımı yırtacak bir ses yüksekliğine sahip olurdu. O bağırmasa bile ben bağırdığını hissetmiştim.

İlerlemeye başladığımda bakışlarımı onun yüzünden ayırmıyordum; belki söylediklerine pişman olur diye ama o, beni bu odaya girdiğim için pişman edecek son cümlelerini ellerinden akıttı: "Mümkünse hayatımdan da çık!"

Hayatımdan da çık...

Onun bunu dediğine hiç pişman olmamasını diledim.

💀

Alisa ile olan anlamsız kavgadan sonra evden nasıl çıktığımı bilmiyordum. Alisa genel olarak soğuk bir karakterdi; benim aksime. Ben ise bir çiçeği koklayarak bile hayattan zevk alabilecek bir insandım. Rengarenk giyinen, sürekli olarak neşe saçan, ağzı hiç kapanmayan bir yanım vardı. Bu güçlü olmak sayılır mıydı? Sayılsın isterdim çünkü en çok da kardeşim için örnek olmam gerekiyordu.

Evin arka tarafındaki bitki bahçesine ilgim bir hayli yüksekti. Özellikle de fakülteden mezun olduktan sonra büyük bir boşluğa düştüğüm için kendimi oyalamak adına yeni hobiler edinmiştim. Şimdi ise üzerinde çalıştığım bir deney için çiçekleri il dışında yer alan enstitüye teslim etmem gerekiyordu. Gözlemleme sürem bittiği için benim tarafımdan yapılacak bir işlem kalmamıştı.

Evde Türkçe şarkılar dinlemem hoş karşılanmadığı için genelde arabada dinliyordum. Dayım, ne zaman Türkçe şarkılar dinlesem ona annemin aklına geldiğinden, çok üzüldüğünden bahsedip durduğu için zamanla onun yanında dinlemekten vazgeçmiştim.

Şarkı listemde Mustafa Sandal'dan Aşka Yürek Gerek şarkısı açıktı. Bu şarkının Balkan versiyonu da mevcuttu. Hatta birçok Türkçe şarkının Balkan versiyonu vardı. Evdeyken onları, arabadayken Türk sanatçıların seslendirdiklerini dinlerdim.

Sokaklar yine emniyet ekipleriyle doluydu. Mahalle aralarında bile asker, polis ya da özel timlerin olmasına hiç şaşırmıyordum. Bu alıştığımız bir şeydi. Eğer olmadıkları gün olursa, işte o zaman şaşırıyorduk. İnsanlar ITO'dan korkuyordu ve kendilerini emniyet güçlerine teslim etmeyi tercih etmişti. Yönetim, tamamen askeri güçte değildi.

Arabamı durdurmam için işaret eden polis, camı açmamı işaret etti. Dinlediğim Türkçe şarkının sesini kıstım. Frene basıp tamamen durdum ve büyük bir sakinlikle camı indirdim. Polis kafasını uzatıp, "İyi günler," dedi. "Kontrolleri gerçekleştirebilmek için ehliyet ve ruhsat rica edebilir miyim?"

Hazırda duran eşyalarımı ona doğru uzattım. "Buyurun."

"İl değiştirme nedeniniz?" diye sordu. İl değiştirirken il giriş çıkışlarında emniyete bilgi vermemiz gerekiyordu. Anayasaya işlenmiş bir kanundu.

"Çiçek teslimatım vardı. Onları bırakmam gerekiyor."

Bakışlarını arka koltuğa çevirdi, istediği manzarayı bulamadığı için çenesiyle arkayı işaret etti. "Bagajı açın," dedi. Bir başka polisi daha çağırdığında ikisi birlikte ilerlediler. Bagaj için tuşa bastım ve beklemeye koyuldum. Çok geçmeden polis memuru, "Arabadan ayrılın," dedi.

Sakince arabadan indiğimde kollarımı göğsümde birleştirdim. Diğer polis, "Saksılarda ne var?" diye sordu.

"Anlamadım?" dedim. Saksılarda ne olduğu gayet açıktı. Bitkiler vardı. Fakat polisler öyle olmadığını iddia eden bir tavırla bana bakıyorlardı.

"Saksıların içinde ne var?" diyerek sorusunu yeniledi. Elindeki ince çubukla çiçeğin yapraklarına dokundu. "Neden farklı bu bitkiler?"

Bitkilerin üstünde bir sıvı mevcuttu. "Geliştirilmek üzere olan bir projede kullanılan çiçekler. Onlar birer autoluminescent plants*," diyerek nahif bir tonda anlatmaya başladım. "Kendiliğinden parlayan bitkiler. Çiçek yapraklarına ışıtan enzim kullanılarak bitkilere enjeksiyon yapıldı. Kısaca özetlemem gerekirse nanobiyonik ışıldama sağlanacak. Bu yüzden alışık olduğumuz çiçek formunda değiller."

Bana boş gözlerle baktılar. "Yani?"

"Siz hiç ateş böceği gördünüz mü?"

Birbirlerine baktıktan kısa süre sonra bir diğeri bana döndü. Oldukça sertti. "Bu bir şifre mi?" diye sorarken bana doğru bir adım attı. Geri adım atmadım. Tam aksine gözlerinin içine bakmaya devam ettim.

"Ateş böceği," dedim hülyalı bir ses tonuyla. "Çiçekler tıpkı ateş böcekleri gibi kendi kendine parlayabilirler. Düşünsenize balkonumuzun, evimizin, sokağımızın bir köşesinde duran ağaçlar ve çiçekler hiçbir enerji kaynağı olmadan bir ışık gibi parlayabilecek. Tek yapılması gereken yapraklarına nanoparçacıklar enjekte etmek."

Diğeri, omzunda takılı olan telsize doğru, "Arabayı kenara çekin ve yolun açılmasını sağlayın," dedi. Kalbimin hızlanışı damarlarıma giden kanın akışını da artırırken yavaşça yutkundum. Bana ait olan evrakların üstüne kırmızı bir damga vurdu.

"Şüpheli."

Siktir.

"Ne?!" diye çığırdım. Fakat istemsizce dudaklarımdan Türkçe kelime dökülmüştü. "Affedersiniz, ne?!" derken konuşmayı yeni öğreniyormuş gibi davranıyordum.

Elindeki kelepçeyi gördüğümde üstüme palto niyetine aldığım sakinliğim beni terk etti. "Bitkileri imha edin ve hanımefendiyi sorgu için il emniyet ekiplerine teslim edin!"

Çiçeklerin yere atıldığını gördüğümde polislerin kalın postallarıyla hiç vakit kaybetmeden üstüne basışlarına şahit oldum. Her şey saniyeler içinde gerçekleşirken, "Hayır, hayır..." diyerek Rumence karşı çıkmaya çalıştım. Panik yaptığım zaman bildiğim bütün diller birbirine giriyordu. "Bakın çok önemli bir projenin bitkileriydi!"

Beni tutmaya çalışan polis, "Susma hakkınız bulunuyor," dedi. "Zorluk çıkarmayınız ve emniyet ekibinin işini yapmasına yardımcı olunuz. Sadece güvenlik amacıyla sorguya götürülüyorsunuz." Polis kelepçeyi takmaya çalışırken ben, bitkileri kurtarmanın peşine düşmüştüm.

"Lütfen saksıları yok etmeyin!"

Fakat çiçekleri yok etmelilerdi.

Çünkü her kırdıkları saksının içinden bir madde çıkıyordu ve bu maddenin ne olduğunu biliyordum. Ticareti ve üretimi yasaklanan bir maddeydi. Saksıların içinde ne işi vardı?

Direnmeye bir son verip beni kelepçelemelerine ve polis aracına bindirmelerine izin verdim. Bakışlarım onların henüz fark etmediği maddede takılı kalmıştı.

Üzerini örttüğümüz her şeyin altında kalırız, diye boşuna dememiş Alice Miller. Ben farkında olmadan neyin üzerini toprakla örtmüştüm de şimdi altında kalacaktım?

💀

Bölüm notları;

• *Autoluminescent plants, ışıldayan bitkiler projesi gerçekte vardır ve bir doktor çiçeklerin dnasını değiştirip prototipini piyasaya sürmüştür. Daha detaylı araştırma için autoluminescent plants ya da starlight avatar diye aratarak bakabilirsiniz. En sonda fikir sahibi olabilmeniz için bitki görselini ekledim.

Continue Reading

You'll Also Like

14.2K 1.3K 18
❝𝖹𝖺𝗆𝖺𝗇 𝖻𝖺𝗓𝖾𝗇 𝗄𝖺𝗍𝗂𝗅𝖽𝗂𝗋, 𝗒𝖺𝗌̧𝖺𝗇𝗆ı𝗌̧𝗅ı𝗄𝗅𝖺𝗋ı𝗇ı 𝗈̈𝗅𝖽𝗎̈𝗋𝗎̈𝗋.❞ ********** O geceyi hatırlıyor musun? Gece süsü meleğin...
47.3K 3.8K 15
Daha ne kadar susacaksın? Ne zamana kadar takacaksın maskeni? Ne kadar daha saklayabileceksin gerçeği? Susma! Konuş, Parçala at maskeni, Açıkla tüm g...
15.7K 5K 42
•VE LANET SONA ERER SERİSİ• 1. Kitap: Kanlı Kanatlar (tamamlandı) 2. Kitap: Saklı Yaralar (yayımlanıyor) WattpadFantasyTR Doğaüstü Geçidi listesinde...
219K 26.1K 63
Bilim Kurgu | Romantik | Her şey üç buçuk yıl önce Güney Afrika'da başladı. Güney Afrika'da Tabari adında elli iki yaşındaki bir teyzenin vücudundaki...