Belki Bir Gün || Berna Aslıhan

By VisneCurugumm

62.6K 5.6K 7.8K

Leyla ve Oğuz, henüz iki küçük çocukken sevmişlerdi birbirlerini. Kader onları bir araya getirdiği gibi her d... More

Tanıtım
-İlk Aşk, İlk Öpücük-
-Avuçlarımda Hayal Kırıklığı Var-
-İlkler Kalır, İliklere Kadar-
-Yarım Kalan Bir Hikâyeyiz Seninle-
-Bu Yıkıntıları Onaramazsın-
-Kaçıncı Kor Bu Söndürdüğüm?-
-Kaldı Çocukluğum Sende-
-Nefes Gibi Muhtacım Sana-
-Aşktır Ölümden Güzel Olan-
-Senden Bana Hatıra Şimdi-
-Unutmayı Öğrenemedim-
-Ayrılıklar Sevgiyle Beraber-
-Unutulan Sevgi Tohumları-
-Aşk Eski Bir Şarkı-
-Geçmiş Değil Bugün Gibi-
-Özlemekmiş Oysa Sevmek-
-Sen Güzel Seversin-
-Sen Beni Unutamazsın-
-Yine Kendini Çok Özletti-
-Öyle Bir Gel ki Bana Nefes Nefese-
-Sevdalı Bir Yağmur Gibisin-
-Yüreğini Yasla Bana-
-Eskimeyen Bir Resim Gibi-
-Sesinde Kuşlar Yaşıyor-
-Gözümün Gördüğü Göğsümün Bildiğiyle Bir Değil-
-Her Nefeste Sonsuzluk ve Aşk-

-Bunlar Hep O İhtiyar Dünyanın Yalanları-

1.1K 132 110
By VisneCurugumm

Ben geldim!
Bölüm sonunda döversiniz beni.
Şimdi hemen bölüme geçelim. 
Bölüm şarkımız;
Can Koç - Gökyüzünü Tutamam

☘️

Birkaç hafta sonra...

Elimdeki telefona kararsızca bakarken aklımdan binlerce düşünce geçiyordu. Zihnim, geçmiş yılların anılarıyla dolup taşarken Zeynep'e yaptığım haksızlıklar bir bir gözlerimin önünden geçip gidiyordu.

Bu hikâyede hatası olmayan tek kişiyi cezalandırmıştım. Onun ne suçu vardı da uzaklaşmıştım?

Sadece onu görmek, onunla konuşmak bana Oğuz'u ve yanlış bildiğim ihanetini hatırlatacaktı. Tek savunmam buydu.

Dalgın bakışlarla boş telefon ekranına bakmaya devam ederken saçlarımın arasına değen dudakların sıcaklığıyla arkama baktım.

"Birkaç gündür çok dalgınsın. Bir sorun mu var?"

Başımı yavaşça iki yana salladım. "Zeynep'i düşünüyorum. Onu sosyal medyadan buldum. Ancak mesaj atıp atmamak konusunda kararsızım."

Oğuz, arkamdan dolaşıp yanıma oturdu. Yüzüme düşen saçlarımı kulağımın arkasına doğru ittirirken gözlerine bakmamı sağladı.

"Suçluluk duygunu yok etmek için onunla konuşmak istiyorsun ancak seni affetmemesinden korkuyorsun."

Derin bir nefes aldım. "Daha da kötüsü mesajıma cevap bile vermeyebilir."

Elinin tersiyle yüzümü okşadı. "Önce kendini affetmelisin. Sen bile kendini affetmiyorken onun seni affetmesini bekleyemezsin."

Haklıydı. Ancak o kadar kolay değildi. Kendimi Zeynep'in yerine koruyorum da ben olsam affeder miydim?

En yakın arkadaşımı, sırdaşımı elimden almış olsaydı onun açıklamasını ciddiye alır mıydım? Hem aradan yıllar geçmişti. Belki de artık o, benim tanıdığım anlayışlı arkadaşım değildi.

Bakışlarım tekrar telefonu bulduğunda ellerim titriyordu. Sadece bir mesaj atacaktım. En fazla ne olabilirdi ki? Beni affetmeyeceğini ya da benimle konuşmak istemediğini söylerdi. Hatta belki cevap bile yazmazdı. Ben de en azından denediğim için bile olsa bir nebze rahatlardım.

Kararlılıkla telefonun ekranına dokundum. Acele etmeden şifreyi girdim. Sosyal medya klasöründe duran simgeye dokunup açılmasını bekledim.

İnternetim biraz yavaştı. Arama kısmına ismini yazdım.

Zeynep Şengöz.

Aslında soy ismi Avcı'ydı. Ancak profil fotoğrafından da anlaşılacağı üzere evliydi ve iki tane çocuğu vardı. Kullanıcı isminde hâlâ evlenmeden önceki soyadını kullanıyor olmasaydı onu bulmam imkânsız olurdu.

Küçük fotoğrafa bakarken içim daha da suçlulukla doldu. Evlenmişti, çocuğu olmuştu... Belki zor zamanlar geçirmişti ya da sadece mutluluğunu paylaşmak isteyeceği birilerini aramıştı.

Ben hangisinde onun yanındaydım? Evlenirken, ilk çocuğu olduğunda, çocuğu ilk kez konuştuğunda... Hiçbirinde yanında değildim.

Tüm bunları düşünürken çoktan mesaj kısmına girmiştim. Profil gizliydi ancak mesaj atabiliyordum. Hoş, belki de mesajım istek kutusunda çürüyüp gidecekti.

Ellerim titremeye devam ederken aklımdan geçen ne varsa yazmaya başladım. Sonra sildim. Ondan sonra yine bir şeyler yazmaya başladım ve onları da sildim. En sonunda şunları yazdım:

Sana anlatacağım çok şey birikti. Lütfen beni arar mısın?

Mesajın sonuna telefon numaramı yazdım. Belki ismimi çoktan unutmuştu. Sen kimsin yazan bir mesaj gelse şaşırmazdım. Hakkıydı beni hatırlamamak. On yıldan fazla olmuştu.

Oğuz, benimle aynı heyecanı paylaştığını belli edercesine kolunu omzuma atıp güven verircesine sıktı. İkimiz birlikte on dakika kadar mesaj ekranına baktık. İlk pes eden ben olmuştum.

Telefonu kilitleyip koltuğa bıraktım. Başımı geriye doğru yaslarken, "Saat geç oldu. Belki de uyumuştur." dedim.

Saat henüz on bir bile değildi. "Ya da sadece kendimi kandırıyorum. İstek kutusundaki mesajı gördü ve görmezden geldi."

Ellerimle yüzümü sıvazlayıp sakinleşmeye çalıştım. Aklımı dağıtmalıydım. Oğuz'a doğru dönüp gülümsemeye çalıştım.

"Aklımı dağıtmama yardımcı olur musun? Yoksa düşünmekten delireceğim."

Yüzünde muzip bir gülümseme oluştu. "Seve seve!"

İşte bu, gülümsememe yardımcı olmuştu. Yavaşça koluna vurdum. "Arkadaşım aklımda dolaşıp dururken seninle sevişmeyeceğim Oğuz."

Kaşlarını indirdi. "Hadi ya!" Sonra hemen gülümsedi. "Tüh, neyse artık. Ne yapalım?"

Kısa bir süre düşündükten sonra, "Film izleyebiliriz." dedi. Film izlemek iyi bir fikirdi. Hem aklım dağılırdı hem de zaman geçerdi. Belki bu sırada Zeynep mesajımı görüp cevap yazardı bana. Onu onayladığımı belli edercesine başımı salladım.

Oğuz sehpadaki kumandaya uzanıp kararsızca filmler arasında dolaşmaya başladı. Birkaç dakikanın ardından belki de onlarca kez izlediğim On İki Adam filmini açtı.

Aklım bu kadar karışıkken bildiğim bir filmi izlemek işime gelmişti. Yeni bir şeyler izlesek muhtemelen aklımı toparlayıp da kurguyu takip edemezdim. O yüzden hiç itiraz etmeden filmi izlemeye başladım.

İlk kırk dakika henüz bitmişti ki telefonum çalmaya başladı. Heyecanla yerimde zıplayıp telefonu buldum. Numara yabancıydı. Beklentiyle Oğuz'a baktım. Sanırım gülümsüyordum çünkü o da benim gibi gülümsemeye başlamıştı.

"Açmalısın. Zeynep olabilir."

Titrek bir nefes alıp telefonu açtım. "Efendim?"

"Leyla?"

Telefonun diğer ucundaki kadın sesi ismimi söylediğinde onun Zeynep olduğundan emin olmuştum.

"Zeynep..." Ses tonum öylesine zavallıca çıkmıştı ki... Sesimdeki hüzne engel olamamıştım.

Bakışlarım Oğuz'u bulduğunda ayağa kalktı. İçeri gideceğini işaret edip yanımdan ayrıldı.

Aramızdaki sessizlik devam ederken daha fazla dayanamadım. "Nasılsın?" diye sordum. Aldığım cevap duygudan yoksundu.

"İyiyim. Sen nasılsın?"

İçim suçlulukla dolarken, "İyiyim," diyebildim.

"İyi olmana sevindim."

Yine sessizlik... O an olan biteni telefonda anlatmak doğru gelmedi. O yüzden cesaretimi toparlayıp, "Seninle görüşmek istiyorum." dedim.

Güldüğünü duydum. "Sen İsveç'te değil misin? Nasıl görüşeceğiz?"

"Hayır, döndüm."

Alaycı ses tonu devam etti. "Ah, öyle mi? Demek sonunda Oğuz'u unuttun ve beni de saçma bir şekilde kendinden uzaklaştırdığını idrak ettin."

Ne diyeceğimi bilemedim. Artık mantığımdan bağımsız konuşmaya başlamıştım. "Unutmadım." Bir şey söylemesine fırsat vermeden devam ettim. "Onunla tanıştığım yerdeyim. Yani başladığım noktaya geri döndüm."

"O şehre bir daha adım atmayacağını sanıyordum."

Sesi şaşırmış gibi geliyordu.

"Öyleydi. Ancak kader beni buraya geri getirdi."

Hiç duraksamadan cevap verdi. "Bir de Oğuz'u buldum de tam olsun."

Ona bunu telefonda anlatamazdım. "Seninle buluşup her şeyi anlatmak istiyorum."

Ters bir ses tonuyla konuştu. "Seni görmek istediğimi de nereden çıkardın?"

Düz duvara vurmuşçasına öylece kaldım. Hiçbir şey söylemedim. Dilimin ucuna binlerce kelime gelip geri gidiyordu. En sonunda kendimi toparladım. "Ama beni aradın."

"Mesaj atan hesabı görünce gerçekten sen misin yoksa biri benimle alay mı ediyor diye merak ettiğim için aradım."

Buna verecek cevabım yoktu. Zeynep, bana sandığımdan daha da kızgındı ve affetmek gibi bir niyeti yoktu. Bunu anlayınca daha fazla kendimi rezil etmemek adına telefonu kapatmaya karar verdim.

"Peki, aradığın için teşekkür ederim. Kusura bakma akşam akşam rahatsız ettim seni. Sesini duymak güzeldi. Hoşça kal."

Bir şey söylemesine fırsat bırakmadan telefonu kapatıp gözlerimden akan yaşları sildim. Oğuz'un yanıma ulaşması birkaç dakika sürmüştü.

Beni koltukta oturmuş ağlarken bulunca telaşla sarıldı. "Sen elinden geleni yaptın. Lütfen ağlama."

Elimde değildi. Ne kadar kendimi durdurmaya çalışsam da yapamıyordum. Oğuz'a sarıldım ve içimi boşaltana kadar ağlamaya devam ettim.

Hiçbir şey söylemeden sadece bana sarılıyordu. Zaten ne diyebilirdi ki? Ne söylerse söylesin şu an beni hiçbir şey teselli edemezdi.

Bunca yıldır aklın neredeydi diye kızmayın bana. Oğuz'u bana hatırlatan ne varsa arkamda bırakmak benim için de çok zordu. Evet, suçluyum biliyorum. Arkadaşımı kendimden uzaklaştırmak yerine ona sığınıp acımı paylaşmalıydım.

Ancak o zamanlar bunu yapmak bana daha doğru gelmişti. Sağlıklı düşünemiyordum. Şimdi dönüp baktığımda bunun ne kadar yanlış bir karar olduğunu görebiliyorum. Çok geç...

Şimdiye kadar beni bu kadar iyi anlayan, güvenebileceğim tek arkadaşıma sırtımı dönmüştüm. Ve beni hemen affetmesini beklemek de salaklıktan başka bir şey değildi.

Geri çekilip yanaklarımdan akan yaşları sildim. Başımı iki yana sallarken Zeynep'in söyledikleri hâlâ aklımda dönüyordu.

"Bana çok kızgın."

Oğuz, yüzümü avuçlarının arasına alıp dudaklarıma bir öpücük bıraktı. "Bunu tahmin ediyorduk zaten. Sen doğru olanı yaptın. Yıllar sonra da olsa onu aradın. En azından artık ne düşündüğünü biliyorsun. İhtimaller üzerine düşünmek zorunda değilsin."

Kendime gelmeye çalışırken burnumu çektim. "Haklısın. Bu geri dönüş beni üzse de artık bana vereceği tepkiyi düşünmek zorunda değilim."

Oğuz gülümseyip yanağımı okşadı. Ayağa kalkıp bana elini uzattı. "Hadi, uyuyalım artık."

Başımı sallayıp onu onaylarken ben de ayağa kalktım. İkimiz birlikte el ele odamıza geldik. Rex yatağın üzerinde uyuyordu. Onu görünce yavaşça yanına oturup başını okşadım. Bu dokunuş olduğu yerde gerinip garip sesler çıkarmasına neden oldu.

Birkaç saniye sonra sanki huzursuzluğumu hissetmiş gibi yattığı yerden kalıp kucağıma yattı. Kucağımda hissettiğim sıcaklık, huzurla nefes alıp verişi beni sakinleştirmişti. Onu uyandırmamaya çalışıp yanıma yatırdıktan sonra sırtımı Oğuz'a yaslayıp gözlerimi kapattım.

Uyumak iyi gelecekti. Bunu ummaktan başka yapabileceğim bir şey yoktu.

☘️

Günler sonra biraz daha kendime gelmiştim. Artık Zeynep'i düşünmüyordum. Çünkü bunu yapmak beni üzmekten öteye geçmiyordu. İlk iki gün ondan bir mesaj ya da arama beklediysem de hiçbir şey olmadı.

Onunla konuştuğum gecenin sabahında annemi arayıp olanları anlatmıştım. Hem bana hem de Zeynep'e hak vermişti. Tepkisinin normal olduğunu, on yıldan uzun bir süre sonra o, beni arasa ne düşüneceğimi sormuştu.

Haklı olduğunun elbette farkındaydım. Ancak küçük bir ihtimal de olsa Zeynep'le eski güzel günlere dönmenin hayalini kurmak bile güzeldi. Gerçek hayata geri dönmek zorunda olduğum için bir haftaya yakın bir sürede bu durumu atlatmayı başarmıştım. Zeynep yıllardır yanımda yoktu ve yine olmaması bana bir şey kaybettirmeyecekti.

Bilgisayar ekranından başımı kaldırdığımda çoktan öğlen olduğunu fark ettim. Oğuz yine dakika şaşmadan soluğu odamda aldı. Elindeki şeker ölçme kitiyle yanıma ulaştığında itiraz etmeden bana yardımcı olmasına müsaade ettim.

Günlerdir ne kadar çok yıprandığımı bildiğinden beni mutlu etmek için elinden gelen her şeyi yapıyordu. İnsülin iğnemi yaptıktan sonra çantayı toparlayıp kenara koydu.

"Bugün yemeği dışarıda yiyelim mi?"

"Olur."

Biraz değişiklik bana da iyi gelecekti. O yüzden kabul ettim. İkimiz birlikte el ele şirketten çıkarken insanlar artık dönüp bize bakmıyordu. Diğerlerinin bu durumu normalleştirmiş olması beni de rahatlatmıştı. Hatta hakkımda kötü konuşmak bir yana birçoğuyla arkadaş olmuştum. Artık şirket, benim için gergin bir ortam değildi.

Şirketin birkaç blok ötesindeki restoranda ulaştığımızda içeri girip cam kenarındaki masalardan birine oturduk. Oğuz, yanıma oturmuş bırakmadığı elimi okşamaya devam ederken garson yanımıza gelmiş ve siparişlerimizi almıştı.

Sandalyemi geri ittirip ayağa kalktım. "Ellerimi yıkayıp geliyorum."

Beni başıyla onayladığında aceleci olmayan adımlarla lavaboların olduğu koridora doğru ilerledim. O sırada erkekler tuvaletinden çıkan adamla göz göze geldim. Onu hatırlamak için uzun bir süre yüzüne bakmam gerekmişti. Tanıdık geliyordu ancak bir türlü onu nereden tanıdığımı çıkartamamıştım.

Artık aramızda birkaç adımlık mesafe kalmıştı. Beni tanımaya çalışan bakış onun gözlerinde de vardı. Emin olmaya çalışarak, "Leyla?" diye sordu.

Hâlâ adını hatırlamaya çalışıyordum ki yüzündeki gülümsemeyi görünce onu tanıyıverdim. "Enes!"

Bana elini uzatıp tokalaştı. "Vay be! Yıllar sonra burada seninle karşılaşacağım aklımın ucundan bile geçmezdi."

Başımı sallayarak onu onayladım. "İlginç bir karşılaşma oldu."

"Öyle gerçekten."

Enes benim liseden arkadaşımdı ve onu görmeyeli gerçekten çok uzun zaman olmuştu. Herhalde en son mezuniyette görüşmüştük. Aslında lisedeyken çok yakın sayılmazdık. Zaten üniversiteye geçtikten sonra da bir daha görüşmemiştik.

O daracık koridorda çoktan sohbet etmeye başlamıştık. Uzun zamandır bu kafeye gelip gitmeme rağmen onunla hiç karşılaşmamıştım. Bunun nedeniyse; Enes doktordu ve buradaki hastaneye yeni tayin olmuştu. Hatta taşınalı iki gün olmuştu. Eski bir arkadaşımı görüp de yıllarını nasıl geçirdiğini öğrenmek gerçekten ilginçti.

Oğuz'la olanları anlatmayı es geçip İsveç'e gidişimi ve buraya dönüşümü anlatmak işime gelmişti. Onsuz geçirdiğim yılları başka birine anlatmak benim için hâlâ kolay bir iş değildi.

Biz koridorda sohbet etmeye devam ederken omuzumdaki dokunuşu hissedince arkama döndüm. Oğuz meraklı ve kızgın hatta biraz da korkmuş gözlerle bana bakıyordu.

"Seni merak ettim."

Ne kadar süredir burada sohbet ettiğimizin farkında bile değildim. Oğuz'un kızgın bakışlarının aksine gülümseyip Enes'i işaret ettim.

"Liseden arkadaşım Enes." Daha sonra Oğuz'a dönüp Enes'e hitaben, "Erkek arkadaşım Oğuz." dedim.

Enes, tokalaşmak için elini uzattığında Oğuz bakışlarını benden uzaklaştırıp onun elini sıktı.

"Vay be! Lisedeyken tüm erkeklerden uzak dururdun. Erkek arkadaşın olduğunu duymak ilginç geldi."

Oğuz, onun elini gereğinden fazla sıkıp tehditkâr bir ifadeyle gözlerine baktı. "Lisedeyken de sevgiliydik. O yüzdendir."

Enes daha da şaşırmıştı. "Bilmiyordum."

Sanıyorum bu konuşma hoş yerlere gitmeyecekti. Oğuz neden bu kadar kızmıştı anlam verememiştim. Bu gergin ortamdan uzaklaşmak için araya girdim.

"Seninle karşılaşmak güzeldi." Lavabonun kapısını işaret ettim. "Benim gitmem lazım." Oğuz'u da buradan uzaklaştırmak için koluna dokundum. "Hayatım sen de buraya kadar gelmişken ellerini yıka istersen."

Hiçbir şey söylemeden başını sallayıp yanımızdan ayrıldı. Ben de Enes'e veda edip lavaboya girdim. İlginç bir karşılaşma olmuştu. Ancak hâlâ Oğuz'un neden gerildiğini anlayamamıştım. Lavabodan çıkıp masaya döndüğümde Oğuz sessizce yemeğini yiyordu.

Yanına oturup çatalı elime aldım. Tam bıçağa uzanacağım sırada vazgeçip bakışlarımı ondan tarafa çevirdim. "Sorun ne?"

Omuzunu silkti. "O adamdan hoşlanmadım."

"Anlıyorum."

Tavuğu parçalara ayırıp ağzıma bir lokma aldım. İçeceğime uzandığım sırada, "Peki bana neden kızgınsın?" diye sordum.

"Kızgın değilim."

Verdiği cevaba elbette inanmadım. Bana bakmasını sağlamak için koluna dokundum.

"Büyütecek ne var anlamadım. Arkadaşımla karşılaştım ve ayaküstü bir iki dakika sohbet ettim."

Pes edercesine çatalını ve bıçağını bırakıp bana baktı. "Bir iki dakika mı? Tam yirmi iki dakika o koridordaydın Leyla. Aklımdan neler geçti bir fikrin var mı?"

Bu kadar uzun süre orada Enes'le sohbet ettiğimi fark etmemiştim.

"Büyütüyorsun Oğuz. Ne olmuş olabilir ki? Alt tarafı lavaboya gittim."

Parmaklarıyla saymaya başladı. "Lavaboda düşmüş olabilirdin, şekerin düşmüş olabilirdi daha da kötüsü bilincin kapalı bir şekilde dakikalarca yerde baygın yatıyor olabilirdi." Kurduğu her cümlede bir parmağını açıyordu.

"Enes'le konuştuğum için değil yani, endişelendiğin için kızgınsın."

"Oradan bakınca medeniyetsiz bir adama mı benziyorum? Senin için endişelenip kadınlar tuvaletine girmeyi göze aldıktan sonra koridorda seni o adamla sohbet ederken buldum." Kısa bir süre duraksayıp ekledi. "Ayrıca o adamın sana bakışlarından hiç hoşlanmadım. Yüzü benden tarafa dönüktü ve seninle konuşurken gözlerindeki o hayranlık dolu ifade canımı sıkmaya yetti."

Gülüp gülmemek arasında kararsız kaldım. Aslında ona kızmam gerekirdi ancak bence düşündükleri komikti. Yani benim için endişelenmiş olmasını anlayabilirdim ama Enes'le ilgili yaptığı yorum, kıskançlığını gözler önüne seriyordu ve kızmam gerekirken içimden gülmek gelmişti.

İleri uzanıp elini tuttum. "Çocukluk ediyorsun. Beni kıskanman hoşuma gidiyor ancak bence bu konuyu daha fazla uzatmayalım."

İkna olmasa da başını salladı. Konuyu kapatıp yemeğimizi yedikten sonra hesabı ödeyip şirkete dönmek üzere kapıya doğru ilerledik. O sırada Enes görüş alanımıza girmişti. Başımla hafif bir selam verip Oğuz'la birlikte dışarı çıktım.

Gergin ortam dağılmıştı. Oğuz yine gülümsüyordu. Kolunu omuzuma atıp sarıldı. "Köşedeki kahveciden en sevdiğin kahveyi ısmarlayayım mı sana?"

Elbette içerde yaptığı saçmalığı uzatacak değildim. Ben de tıpkı onun gibi gülümsedim. "Harika olur."

Kahveye çok düşkün değildim ancak sütsüz şekersiz zehir zemberek kahve içmeye fazla alışmıştım ve bu teklifi reddedemeyecek kadar kafeine ihtiyacım vardı.

Hızlı adımlarla kahveciye ulaşıp, birkaç dakika sıra bekledikten sonra elimdeki karton bardakla birlikte adımlarımızı şirkete yönlendirdik. 

"Annenleri ve bizimkileri arayıp buraya çağırmayı düşünüyorum."

Tam yutmak üzere olduğum kahveyi püskürtmeden sağ salim yutup öksürmeden toparladım kendimi. "O nereden çıktı şimdi? Ne gerek var ki?"

Oğuz'un bakışları değişti. "Bu seni neden bu kadar gerdi?"

Omuzlarımı silktim. "Gerilmedim. Sadece beklemediğim bir anda söyledin. Ailemden sakladığım hiçbir şey olmadı bugüne kadar."

"Anladım. Evlenmekten korktuğun için değil yani?"

Sorduğu sorunun ne kadar saçma olduğunun farkında mıydı acaba?

"Neden evlenmekten korkayım ki?"

Yıllardır içimde büyütüp baktığım o aldatılma korkusunu artık gömmüştüm gitmişti. Oğuz'la her şey bu kadar iyi giderken eski korkularımı elbette gün yüzüne çıkaracak kadar salak değildim.

"Ama ailemden önce bana bi' danışmak istersin belki."

Oğuz, anlamsız bir ifadeyle yüzüme baktı. "Neyi?"

Gülmemek için kendimi tutmak zorunda kaldım. "Hani evlilik iki kişinin de kabul etmesiyle gerçekleşen bir müessese ya sevgilim... Sormak istersin belki."

Bu kez kahkaha attı. Tuttuğu elimi dudaklarına götürüp öptü. "Sen kabul et de ben kaç kez istiyorsan teklif ederim sana."

Havalı görünmeye çalışıp saçımı savurdum. "Sen bir teklif et bakalım. Kabul ederim elbet."

Oğuz tek kaşını havaya kaldırdı. "Öyle mi?" Sonra düşünüyormuş gibi yapıp devam etti. "Sana öyle bir teklifte bulunacağım ki ağlamaktan bana cevap veremeyeceksin."

"Ooo! Bakıyorum da bayağı iddialıyız."

Göğsünü kabarttı. "Öyleyimdir."

"Göreceğiz bakalım."

Şirkete ulaştığımızda konuşmayı daha fazla sürdürmedik. Odalarımızın olduğu kata ulaştıktan sonra Oğuz, çok işi olduğunu söyleyerek odasına kapandı. Sanırım mesai bitene kadar görüşmemiz mümkün olmayacaktı.

Onun aksine benim neredeyse hiç işim yoktu. Çünkü Oğuz gibi iş biriktirmek yerine bana verilen işi zamanında ve ondan çok daha pratik bir şekilde bitiriyordum.

Kol saatimi kontrol ettiğimde daha mesaimin bitmesine bir buçuk saat olduğunu fark ettim. Sıkıntıdan patlamak üzereyken kendime birkaç iş türetmek için bilgisayara dönüp Harmest yazılımının testini tekrar gözden geçirdim. Bu işlem de birkaç dakika sürmüştü ve yine işsiz kalmıştım.

Daha fazla dayanamayıp Oğuz'u kontrol etmeye karar verdim. Ayağa kalkınca başım dönse de çok fazla üzerinde durmadım. Seri adımlarla odamdan çıkıp karşıdaki kapıya ulaştım. Bir kez çaldıktan sonra içeri girdiğimde Oğuz pür dikkat önündeki klavyeyi parmaklarıyla dövüyordu.

Parmakları klavyenin üzerinde o kadar seri hareket ediyordu ki kısa bir an başını kaldırıp bana gülümserken bile durmadı. "Bebeğim hoş geldin." deyip işine devam etti.

Yanına gidip elimi omuzuna koydum ve ekranda akan kodlara baktım.

"İşim bitti ve çok sıkıldım. Sen ne yapıyorsun diye bakmaya geldim."

Başını yine ekrandan kaldırmadı. "Harmest müşterilerinin verilerini işlediğimiz yazılımda bazı hatalar var onları yeniden yazıyorum." Kısa bir süre duraksayıp, "Senin yazılım testinde sorun var mı?" diye sordu.

Bana bakmasa da başımı iki yana salladım. "Sorunsuz teslim. İşimiz bu." dedim ukala bir ifadeyle. Aslında amacım ukalalık yapıp onun dikkatini çekmekti ancak kurduğum cümle sadece gülmesine neden oldu.

Tek elini klavyede gezdirirken diğer eliyle avucumu kavradı ve dudaklarına bastırdı. "Sen her zaman mükemmelsin."

Pes edip omuzlarımı düşürdüm. "Oğuz, çok sıkıldım. Kodları neredeyse ezberledim. Sen de işe sonra devam etsen." Davetkâr bir ifadeyle kulağına eğildim. "Bence eve gidersek çok eğlenceli vakit geçirebiliriz."

Bir an duraksayacak gibi oldu. Ancak bu bile onu bilgisayar ekranından uzaklaştıramadı. "Mükemmel teklifini üzülerek akşama ertelemek zorundayım. Bu kodları acilen düzeltmem gerekiyor."

"Peki."

Ağır bir kabullenişle odadan çıkacağım sırada uzanıp elimi tuttu ve tekrar öptü.

"Ama sen istersen eve geçebilirsin. Hatta belki şu meşhur kahvecinin kurabiyelerinden alıp beni mutlu edebilirsin." dedi ve elbette eklemeyi unutmadı. "Tabii ki seviştikten hemen sonra yemek şartıyla."

İşte bu beni gülümsetti. Bahsettiği kahvecinin şekersiz kurabiyeleri de vardı. O yüzden gönül rahatlığıyla oradan alışveriş yapabiliyordum. Teklifini reddetmedim. Hem kahveci eve çok yakındı, hem de orada bir süre oyalanıp kahve eşliğinde kitap okuyabilirdim.

"O zaman ben gideyim de kurabiyeler bitmeden yetişeyim."

Oğuz ilk kez klavyeden uzaklaşıp ayağa kalktı ve beni kollarının arasına alıp dudaklarıma hiç de masum sayılmayacak bir öpücük bıraktı. "Özle beni tamam mı? Ben seni çok özleyeceğim ve eve geldiğim zaman bu özlemi dindirmek için elimden geleni yapacağım."

Muzip bakışlarına karşılık verdim. "Vaatlerine de sana da bayılıyorum adam!"

Az önceki kadar ateşli bir öpücükle ikinci kez ödüllendirildikten sonra duramamaktan korkup hızlı adımlarla odadan çıktım. Kendi odama geçip toparlandıktan sonra yavaşlamadan şirketten çıkıp yürüme mesafesindeki kahveciye doğru ilerlemeye başladım.

Sabahtan beri beni terk etmeyen baş dönmesi adımlarımın sendelemesine neden olsa da gözlerimi birkaç kez kapatıp açtıktan sonra yürümeye devam ettim.

Bunlar sık yaşadığım ve alıştığım şeylerdi. İnsülin iğnemin saati gelmemişti. Aç değildim ve şu an bu baş dönmesinin mantıklı tek açıklaması vitamin değerlerimin düşmüş olmasıydı.

Oğuz'u telaşlandırmak istemiyordum. O yüzden yarın bir hastaneye gidip kan tahlillerimi yaptıracaktım. Caddede ilerlemeye devam ederken ağzımdaki kuruluk arttı.

Sanki soğuk soğuk terlemeye başladığımı hissediyordum. Şekerimin çıkması ihtimali beni korkutmaya başlarken kahveciyi es geçip eve ulaşmaya karar verdim.

Yanımda iğnem yoktu. Şirket ve ev birbirine çok yakın olduğu için iğneleri yanıma almaya şimdiye kadar hiç ihtiyaç duymamıştım. Evin önüne ulaştığımda çantamdaki anahtarı güçlükle çıkardım. Deliği tutturmaya çalışırken artık görüşüm tamamen gitmeye başlamıştı.

Duvara yaslanıp kendime gelmeye çalıştım ancak hiçbir faydası olmadı. Artık pes etmek üzereydim. Ayaklarım beni taşımaz hâle gelmişti. Ne olacaksa olsun diyerek kendimi yere bıraktım. Tam yere düşmek üzereyken belimi saran kuvvetli eller düşmemi engelledi.

"Leyla!"

Gözlerimi kapatıp açtığımda karşımdaki kişi Enes'ten başkası değildi. Adını söyleyemedim. Konuşmaya çalıştım ancak başaramadım.

"Yüzün bembeyaz olmuş." Çantama uzanmaya çalıştı. "İğnen yanında mı?"

Başımı iki yana salladım. Elimdeki anahtarı işaret ettiğimde burada oturduğumu anlaması uzun sürmedi. Kapıyı açıp beni içeri taşıdı ve asansöre ulaştık.

"Kaçıncı kat?"

"İki..." diyebildim.

Asansörden ne zaman indiğimizi hatırlamıyordum. İçim uyuşmaya devam ederken 4 numaralı daireyi işaret ettim. Sonrasıysa derin bir karanlıktı.

☘️

Kendime gelmem ne kadar sürmüştü bilmiyordum. Boğazımdaki kuruluk artık acıya dönmüştü. Görüşüm yavaş yavaş geri gelirken salonda olduğumu fark ettim.

Etrafımı görmeye çalışırken Enes'in yandaki koltukta oturduğunu gördüm. Neler olduğunu hatırlamaya çalıştım. Eve gelişim benim için tamamen hayali sahnelerden ibaretti. Enes'i gördüğümü hatırlıyordum ancak sonrası yoktu.

Kendimi konuşmaya zorladım. "Enes?"

Hızla oturduğu yerden kalkarken elindeki meyve suyuyla dolu bardağı üstüne döktü.

"Kahretsin!"

Gülümsedim. "Hâlâ çok sakarsın. Nasıl doktor olmayı başardın?"

İyi olduğumu görünce yüzündeki tedirgin ifade kayboldu. "Sağlam yerlerde dayılarım var diyelim."

Yaptığı siyasi espriye gülsem mi gülmesem mi bilemedim. Yüzündeki gülümseyen ifade yine ciddiyete büründü.

"Kendini nasıl hissediyorsun?"

"İyiyim ama bir şeyler içmem gerekiyor."

Az önce üstüne döktüğü meyve suyuyla dolu bardağı işaret etti. "Kendine gelince içersin diye hazırlamıştım ancak gördüğün gibi şu an üstümde artistik bir çalışma yapıyor kendisi."

Beni yine güldürmeyi başardı. Yattığım yerden kalkmaya çalışıp sırtımı koltuğun koluna yasladım.

"Ben sana bir bardak daha doldurup getireyim."

Mutfağa gidip dönmesi uzun sürmedi. Elindeki bardağı bana uzattığında itiraz etmeden içtim. Gerçekten iyi gelmişti.

"Sana rastlamış olmam büyük şans."

"Gerçekten çok şanslısın. Birkaç cadde ilerideki hastanede görev yapıyor olmasam ve bu tarafa eşimle bulaşmak için gelmesem karşılaşmayacaktık. İnan o zaman ne durumda olurdun bilemiyorum."

Hâlâ pek kendime geldiğim söylenemezdi ancak yine gülümsemeye çalıştım. "Gerçekten her şey için teşekkür ederim."

"Rica ederim. Şekerini ölçelim tekrar."

Çantamdan bulduğunu düşündüğüm şeker ölçme kitini çıkartıp parmağıma uzandı. Ölçüm sonucu sanırım onu mutlu etmemişti.

"Duş alsan iyi olacak. Suyu biraz serin tut ama olur mu?"

Oturduğum yerden kalkmama yardım etti. Beni lavaboya kadar götürüp gömleğini işaret etti. "Ben de bunu temizleyip çıkayım." Kolundaki saati kontrol etti. "Deniz birazdan çıkar. Beni göremezse merak etmesin."

"Tabii ki... Her şey için tekrar teşekkür ederim."

Gülümsedi. "Mutfakta temizlensem uygun olur mu?"

Başımı olumlu yönde salladım. "Elbette."

İçeri girip kapıyı kapattım. Soğuk bir duş eminim beni kendime getirecekti. Kendimi yormadan üstümdekileri çıkartıp duşa girdim. Suyu özellikle soğuk tarafa çevirip başımdan aşağı akmasını bekledim.

İlk birkaç saniye üşüsem de sonradan soğuk suyun beni ne kadar çok rahatlattığını fark edince soğukluk hoşuma gitmeye başladı.

Yeteri kadar suyun altında durduktan sonra hasta olmamak için çıkıp bornoza sarındım. Saçlarıma havluyu sararken içeriden gelen zil sesini duydum.

Oğuz gelmiş olamazdı. Anahtarı vardı. Kapıyı açıp açmamak konusunda kararsız kalsam da banyodan çıktım. Koridoru geçtiğimde karşılaştığım manzara ayaklarımın yere çakılı kalmasına neden oldu.

Kapı açıktı. Oğuz içerideydi ve en korkunç kısmıysa Enes elindeki lekeli gömlekle Oğuz'a bakıyordu. Şu an bayılsam, durumu açıklamak zorunda kalmasam ne olurdu?

Elbette böyle bir seçim hakkım yoktu. Tam Oğuz'a doğru bir adım atacağım sırada gözlerindeki öfke dolu bakışlarla karşılaştım.

Siktir!

İçine düştüğüm duruma şöyle dışardan bir baktım ve o an aklıma dank etti; Bundan on sene önceki duruma düşen kişi şu an benden başkası değildi!

Bunlar hep o
ihtiyar Dünya'nın yalanları...

☘️

Bölüm sonu!

Bence size upuzuuuuun bir bölümle geldiğim için beni affettiniz ve sövmeyeceksiniz (sevimli surat emojisi şeysi)

Sövmezsiniz de mi?

Valla bana ne oldu bilmiyorum. Halbuki evlenip gelecektim. Anacım kimse demedi ki evlenince derdin bitmez diye... Bi' uyarsaydınız bari. Olmadı yani yazmayı bırakın bilgisayarı alamadım elime. (Kendimi acındırayım da affedersiniz belki böyle)

Neyyyssseeee bence affettiniz artık. Azcık da bölümden konuşalım.

Zeynep nerede diye soranlara hiç beklemediğimiz bir karşılık aldık galiba değil mi? (Sanki ben yazmamışım gibi tövbest 😂)

Zeynep sizce doğru olanı mı yaptı?

Siz olsanız ne yapardınız?

Leyla'nın tecrübe etmediği tek bir şey kalmıştı o da Oğuz'un düştüğü duruma düşmek.

Peki sizce Oğuz nasıl bir tepki verecek?

Ben durup bi' sorardım ne bok yiyosun sen diye demişti vakti zamanında.

Acaba kendisini frenleyebilecek mi?

Yoksa dönüp arkasını gidecek mi?

Yorumlar sizde :)

Düzenli olarak bölüm yayınlamak için elimden geleni yapacağım.

Kendinize iyi bakınız,
seviliyorsunuz.
Berna...

Continue Reading

You'll Also Like

483K 2.1K 3
Tamamlandı ve kaldırıldı. Geçmişten gelen sırlarla dolu adam, bir daha dönmeyeceğini düşündüğü genç adamın hayatını karartan olayda tek görgü tanığ...
12.1K 1.1K 6
✨🍁Berceste 2 - Aşk-ı Sırri🍁✨ Yüzüne çarpan ılık meltemlerin hissiyle araladı gece karası gözlerini genç kız. Gözlerinin görüşü evvela bulanmış, sık...
1.6M 12.1K 13
Icindeki alev alev yanan ateşle atıldığı savaşta tüm değerleri yerle bir olan kara gözlü bir adamdı Savaş. Ve o savaşın ortasında kalan , en büyük...
2M 132K 67
Ardındaki demir kapının çıkardığı tok sesle yerinden sıçradı.Şaşkınlıkla etrafına baktı ve her şeyin ne kadar farklı olduğunu düşündü.Derin bir nefes...