Dük ile Beş Çayı

By tgceymn

259K 35.6K 5.9K

Geçmiş hayatınızı yaşama şansınız olsaydı ne yapardınız? On yıllık ilişkisi büyük bir ihanet ile son bulduğun... More

BİRİNCİ BÖLÜM
İKİNCİ BÖLÜM
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
BEŞİNCİ BÖLÜM
ALTINCI BÖLÜM
YEDİNCİ BÖLÜM
DOKUZUNCU BÖLÜM
ONUNCU BÖLÜM
ON BİRİNCİ BÖLÜM
ON İKİNCİ BÖLÜM
ON ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
ON DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
ON BEŞİNCİ BÖLÜM
ON ALTINCI BÖLÜM
ON YEDİNCİ BÖLÜM
ON SEKİZİNCİ BÖLÜM
ON DOKUZUNCU BÖLÜM
YİRMİNCİ BÖLÜM
YİRMİ BİRİNCİ BÖLÜM
YİRMİ İKİNCİ BÖLÜM
YİRMİ ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
YİRMİ DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
YİRMİ BEŞİNCİ BÖLÜM
YİRMİ ALTINCI BÖLÜM
YİRMİ YEDİNCİ BÖLÜM
YİRMİ SEKİZİNCİ BÖLÜM
YİRMİ DOKUZUNCU BÖLÜM
OTUZUNCU BÖLÜM
OTUZ BİRİNCİ BÖLÜM
OTUZ İKİNCİ BÖLÜM
OTUZ ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
OTUZ DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
OTUZ BEŞİNCİ BÖLÜM
OTUZ ALTINCI BÖLÜM
OTUZ YEDİNCİ BÖLÜM
OTUZ SEKİZİNCİ BÖLÜM
OTUZ DOKUZUNCU BÖLÜM
KIRKINCI BÖLÜM
KIRK BİRİNCİ BÖLÜM
KIRK İKİNCİ BÖLÜM
KIRK ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
KIRK DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
KIRK BEŞİNCİ BÖLÜM
KIRK ALTINCI BÖLÜM
KIRK YEDİNCİ BÖLÜM
KIRK SEKİZİNCİ BÖLÜM
KIRK DOKUZUNCU BÖLÜM
ELLİNCİ BÖLÜM -FİNAL-

SEKİZİNCİ BÖLÜM

6.1K 875 121
By tgceymn

Beni instagramdan takip etmeden geçmeyinnn ----tug.cesrgl----

Basit bir öpücüğün böyle hissettirmemesi gerekiyordu.

Çalışma odasından çıkıp yarı aydınlık koridorda koşar adım ilerlerken birinin beni göreceğinden endişelenmiyordum. Adamın bana hissettirdiği duygular o kadar yoğundu ki korkmama neden oldu. Bir kere bile öyle öpülmemiştim.

Merdivenleri tırmanmaya başladığımda misafirlerin görebilme ihtimali yüzünden ağır ağır çıkmaya özen gösterdim. Bir an önce odamın sağlayacağı mahremiyete sığınmak istiyordum.

Korktuğum gibi olmadı ve kimseyle karşılaşmadım. Kırmızı halıyla kaplı merdivenlerin son basamaklarını tırmanırken nefes nefesiydim. Sonunda bana ayrılan kapıyı aralayıp odaya adım attım. Kapıyı kapattığımda bir adım gidecek halim yoktu. Sırtımı kapıya yaslayarak nefesimin düzelmesini bekledim.

Helena'ya kızıyordum ama bende düşüncesizce hareket ediyordum. Adamın benimle evlenmeyeceğini biliyordum. Tersini düşünmek hayal kurmak olurdu. Dük kendisine yeni yetişen, çeyizi oldukça yüklü genç, asil bir kızla evlenecekti. Onun gelecek planlarında olduğumu sanmıyordum.

Öpmeyi bende istemiştim. Emre Mert'ten sonra bir erkeğe yakınlaşma düşüncesi bile midemi bulandırmışken neredeyse adamla beraber olacaktım.

Kapıdan uzaklaşıp yatağa doğru ilerledim. Yaşanılan bu olayı unutmalı, evden ayrılana kadar adamla bir daha yalnız görüşmemek için elimden geleni yapmalıydım. Adamla bir ilişkim olmasını istemiyordum, onunda bedensel zevk dışında benimle ilgileneceğini sanmıyordum.

Yatağın üzerine oturduğumda örgüyle yapılmış örtüyle beraber yatak göçtü. Artık adamın yaşattığı hislerin hayali bedenimde hüküm sürüyordu. Derin bir nefes alarak onun etkisinden sıyrılmaya çalıştım çünkü düşünmem gereken başka bir konu vardı.

Kuzeninin ilgilendiği kadınla öpüşen Sebastian'ı görmüştüm. Bu adam Sebastian Caversham olmalıydı. Dükün kuzeni ve onun mirasçısı. Adamın kadınla birlikte olmasının sebebinin aşk olmadığını hissediyordum nedense. Sanki farklı bir amacın peşindeydi ama ne olduğunu anlamıyordum. Üstelik beni takip etmişti. Evden gidene kadar ondan uzak durabilecek kadar başarılı olabilir miydim?

Üzerimdeki elbiseyi çıkarırken Edward'a gitmek istediğimi söylesem nasıl tepki verir diye düşündüm. Tek arabamız olduğu için gittikten sonra arabanın geri dönmesi zaman alabilirdi. Edward başka birinin arabasıyla seyahat etmeyi tercih edebilirdi. Neler düşünüyordum böyle, ona neden gittiğimi nasıl açıklayabilirdim ki?

Elbiseyi çıkarıp daha sonra Polly'nin temizlemesi için paravanın üzerine bıraktım. Geceliğimi üzerime geçirerek yün şalıma sarındım. Uyuyabileceğimi sanmıyordum. Şöminenin karşısına oturduğumda sıcaklığın beni rahatlatabileceğini düşündüm. Koltuğa oturarak ayaklarımı kendime çektim. Benim için uzun bir gece olacaktı.

***

Sabah güneşin ışıkları kalın perdeye rağmen odayı aydınlattığında gece bir ara yatağıma geçtiğimi fark ettim. Düşüncelerimin beni rahat bırakmayacağını sanarken bir şekilde gözlerimi kapatmış olmalıydım.

Perdeyi açtığımda havanın kapalı olduğunu gördüm. Güneşli günlerin kısa süreceğini biliyordum ama havayı kapalı görmek ruhumun daha da kararmasına neden oldu. Bahçeye de inmek istemiyordum. Dük beni görmemezlikten gelecekti. Yapılacak en doğru hareketti bu. Evlilik pazarından çoktan çıkmış biri olarak yakınlaşmaması gerekirdi. Yüzümde oluşan gülümsemeye engel olamadım. En azından unutulmaz bir öpücük kapmıştım.

Polly elinde bir fincan sıcak çikolatayla içeri girdi. "Günaydın Bayan Mercer sıcak çikolatanızı getirdim," dedi her zamanki saygılı tavrıyla bana yaklaştı. Elinden fincanı alırken gülümsedim.

"Teşekkür ederim Polly, kahvaltı hazır mı?" Aşağıya inmek için sabırsızlanmıyordum ama Sebastian Caversham'ı görmekten çekiniyordum. Benimle konuşmak için bir şekilde zaman bulacaktı ve dükle konuştuğu kadar imalı konuşmayacağını biliyordum. Derin bir iç çektim.

Polly elbisemi almak için paravana giderken konuştu. "Kahvaltı hazır efendim. Birkaç misafir çoktan kahvaltılarını etti bile."

Hangi misafirler olduğunu umursamıyordum. Sormak istediğim dükün kahvaltı yapıp yapmadığıydı. Belki hızlı bir kahvaltı yapıp kırsalda ata binmek için evden çıkabilirdim. İngiliz kadınlarının ata yan eyerle oturduklarını biliyordum. Daha önce hayatımda ata binmemiştim ama Helena bu işte iyi gibiydi. Anılarına ulaşabiliyordu, ata bindiği zamanları hatırlayabiliyordum.

"Polly lütfen binici kıyafetlerini hazırlar mısın? Kahvaltıdan sonra ata binmek istiyorum," dedim hızlıca. Dudaklarıma götürdüğüm lezzetli sıcak çikolatadan ufak bir yudum aldım. Doğada zaman geçirmek iyi gelecekti. İnsanların arasında rahat edemediğime göre eşsiz kırsalın tadını çıkarabilirdim.

Polly menekşe rengi binici kıyafetlerimi çıkardığında ona teşekkür ederek elimdeki boş fincanı sehpaya bıraktım. Kendim giyinmeyi tercih ettiğim için artık ısrar etmiyordu. Paravanın arkasına geçerek kıyafetlerimi seri hareketlerle giydim. Uzun kuyruklu ceket ve bol bir pantolon ayağıma da hırpalanmış çizmelerimi giydiğimde ata binmek için hazırdım. Açıkçası heyecanlıydım. Bırakın ata binmeyi yanına bile yakınlaşmadan otuz üç yıl geçirmiştim.

Paravanın arkasından çıktığımda Polly elinde elbiseye uygun olan şapkayı tutuyordu. Başımı salladım. "Onu takmak istemiyorum," dedim hemen. Helena çillerinden rahatsız olabilirdi ama hem güneş çıkacak gibi durmuyordu hem de şapkadan rahatsız oluyordum. Pijamalarımla markete gittiğim zamanlarda aslında ne kadar şanslı olduğumu bilmiyordum. Şimdi gecelikle kahvaltıya insem deli olduğumu düşünürlerdi. Böyle bir zamanda akıl hastalarına nasıl davrandıklarını düşünmek ürpermeme neden oldu.

Polly'i odamda bırakarak kahvaltıya indim. Birkaç lokma bir şey yiyecek, sonra seyislerden birine uygun bir atı hazırlamasını söyleyecektim. Tabi içlerinden biri de bana eşlik edecektim. En azından bir süre daha Sebastian Caversham'dan uzak kalabilirdim.

Kahvaltı için yemek salonuna adım attığımda içeride dükün olmadığını gördüm. Üç erkek misafir ki bunlardan biri William'dı. Dört kadın olduğunu gördüm. Maria ortalıkta görünmüyordu.

Elime bir tabak alarak kızarmış yumurta, baharatlı sosis, kaz ciğerli börek ve peynir aldım. Masaya otururken elimden geldiğince William'dan uzakta durdum. Onunla konuşmak istemediğim gibi yakın durmakta istemiyordum.

"Dün gece çok az dans ettiniz," dedi leydi Gill. Onun konuştuğunu anlamam bedenimin titremesine neden oldu. Leydi Gill Helena'nın anılarında vardı. Kadın sosyetenin ayaklı gazetesiydi. Duymadığı olay yok gibiydi. Üstelik haberleri yaymada üzerine yoktu.

Anlayışının altına sakladığı tuhaf iması Helena'nın gülümsemesine neden oldu. Charles ile yaşadıklarımızı bilemezdi. En azından bu konuda rahat hissediyordum.

Sosisi küçük parçalara ayırırken cevap vermeyi ihmal etmedim. "Ne yazık ki baş ağrım başlayınca odama çıkmak zorunda kaldım," dedim onun iri ve sulanmış gözlerine bakarak. Kadın tam bir kibir abidesiydi. Düşesin bu yaşlı ve kendini beğenmiş kadını neden çağırdığını anlamıyordum. Bu arada elimdeki gümüşlere şaşkınlıkla baktım. Demek gümüş takımlar böyle bir şeydi. Saplarının en sonunda düklüğün sembolü olduğunu düşündüğüm tuhaf bir amblem vardı.

"Demek öyle, ağırınızın olmasına üzüldüm. Sanırım sizde bay Godfred gibi kırsalda at süreceksiniz."

Leydi Gill'in konuşmasıyla başım William'a döndü. Bizi duymadığı için kahvaltısına devam ediyordu ama onun her zamankinden farklı olarak yün bir ceket giydiğini gördüm. Harika eski nişanlıyla aynı etkinliği yapacağımızı beklemiyordum. Adamdan uzaklaşmaya çalıştıkça karşıma çıkıp duruyordu.

Yumruklarımı sıkmamak için kendimi tuttum. Kadın bir çakal gibi beni süzüyordu. Yapacağım münasebetsiz bir hareket adama karşı bir şeyler hissediyor konumuna sokacaktı beni ama dilimin ucuna gelen kelimeler bir türlü dudaklarından dökülmüyordu.

O sırada imdadıma hiç ummadığım biri yetişti. "Bayan Mercer kahvaltınızı ettiyseniz bana eşlik etmenizden onur duyarım."

Kahvaltı yapan herkes hatta içeride servis için bekleyen hizmetçiler bile şaşkınlıklarını gizleyemeden düke baktılar. Dük bu sefer lacivert renginde bir ceket ve beyaz bir gömlek giyiyordu. Gri pantolonu kaslı bacaklarını sarıyor, çizmelerinin içinde kayboluyordu. Güçlü uylukları olduğu bile görebiliyordu. Sanki Adonis insanların arasına inmiş geziniyordu.

Peçeteyle ağzımı silip hemen ayağa kalktım. İnsanların ama özellikle William'ın bana baktığını hissediyordum. Charles'ın yanına geldiğimde reverans yaptım.

Gülümsedi. "Gidelim mi Bayan Mercer," derken sesi ne kadar da normal çıkıyordu. Sanki beni öpmemiş gibi, ruhuma dokunmamış gibi ama bende ondan geri kalmayacaktım.

Gülümseyerek bana uzattığı koluna elimi koydum. "Gidelim majesteleri," dediğimde benim tepkim karşısında daha fazla güldüğünü gördüm. Gözlerindeki parlaklık ona uyum sağlamamı eğlenceli bulduğunu gösteriyordu. Koridorda ilerlemeye başladığımızda elimi kolundan çektim.

"Beni zor durumdan kurtardığınız için teşekkür ederim," dedim hemen. Elimdeki eldivenleri giyerken ona baktım. "Kadın birden William'ı öne sürünce ne diyeceğimi bilememiştim."

Dük başını salladı ama bir an için gözlerinde öfkeli bir bakışın geçtiğini gördüm. "Bu sayede sizle dün gece olanları konuşmak için fırsat yakalamış oldum," diye açıkladı.

Benden özür dileyecek olması canımı sıktı. Yaptığını bir hata olarak görmesini istemiyordum ama onun dışında nasıl davranacaktı? Bana kur yapamazdı uygun değildim. Diğer genç kızların anneleri beni görmezden geliyordu. Onlar için kızlarına rakip bile olamazdım. Bu düşünceler kahkahalarla gülmeme neden oluyordu. Onlar için ölüm kalım meselesi olan durum benim için bir anlam ifade etmiyordu.

"Artık geçmişte kaldı." Eldivenlerimi giyerken merdivenlerden ağır ağır iniyorduk. Dük seyislerinden birine seslenerek atları hazırlamasını söyledi. Ardından delici mavi gözlerini bana çevirdi. Konuşmaya devam ettim. "Bunu başlatan bendim. Emin olun hareketlerinize bir anlam yüklemiyorum. Özür dilemenize gerek yok."

Kaşlarını çatarak, "Sizden özür dilemeyecektim." Bana yaklaşmıyordu. Hatta aramızdan bir insanın kolaylıkla geçebileceği kadar aralık vardı ama sanki dün gece olduğu gibi tam yanımda hissediyordum. Bakışları sıcak ve samimiydi. "Sizi öpmek istedim ve gördüğüm kadarıyla bundan sizde memnundunuz. Özür dilenecek bir durum yok."

Boğazım kurumuştu. Zorlukla yutkundum. Ona nasıl cevap vermem gerektiğini bilmiyordum ama bana fırsat kalmadan konuşmasına devam etti.

"Ne kadar yaptığımdan pişman olmasam da bir daha tekrarlanmaması konusunda dikkatli olsak iyi olacak."

Bir an durup söylenenleri tarttım. Doğru söylüyordu. O bir düktü ve yakında birini kendine eş olarak seçecekti. Gönül eğlendirecek kadar bile başka bir kadına vakit ayıramazdı. Neredeyse benimle gönül eğlendirmediği için üzülecektim. Onun dolaylı yoldan beni reddetmeye çalışması Emre Mert'in yarattığı özgüvensizliğimi besledi. Herhangi bir adam için vazgeçilmez olmayacağımı kabul etmem gerekiyordu.

Gözlerimin dolacağını düşünerek başımı salladım. "Ne demek istediğinizi anlıyorum," diyerek temin ettim. Kısa bir sessizlik oldu. Şimdi ikimizde dalgın bakışlarla atların gelmesini bekliyorduk.

Ortada kalbimi kıracak bir neden yoktu. Kendime gelmeliydim. Daha William'ın hakkından gelmem gerekiyordu. Saçma düşüncelere kapılmayacaktım.

Seyis atları bize doğru getirirken dükün bakışları o tarafa doğru döndü. Onun artık konuşmayacağını düşündüğüm anda sessizliği bozdu.

"Belki bana neden odama geldiğinizden bahsedersiniz. Kuzenim Sebastian'ın neden sizi aradığını da merak ettim," dedi.

Şimdi gözleri bana merakla bakıyordu. Derin bir iç çektim. "Sanırım bunu sizden saklamak pek akıllıca olmayacak," dedim. Adamın ne yaptığını bilmeliydi çünkü kuzeni bariz bir şekilde kadınla ilgilendiğini gösterdikten sonra ona yakınlaşması normal değildi.

"Biliyorsunuz misafirleriniz arasında pek hoş karşılanmıyorum. Dans olacağı için kimsenin benimle dans etmeyeceğini düşünerek geceyi bir kitapla geçirmeyi düşünüyordum."

Atlar şimdi bize daha yakındı ve dük bana bakarken kaşlarını çatmıştı. Yine de kimsenin dansa kardırmayacağını söylediğimde itiraz etmemişti. Helena itibarını bir şekilde yerin dibine sokmuştu. Dük bile benimle dans edemezdi. Bu onun içinde sorun olabilirdi.

Dilimler kuruyan dudaklarımı ıslattığımda adamın gözlerinden geçen parıltıyı gördüm. Konuşmaya devam ettim. "Kütüphane sandığım odanın kapısını açtığımda kuzeninizi ve leydi Hillant'ı gördüm."

Dük tek kaşını kaldırarak merakla sordu. "Sanırım sohbet etmiyorlardı."

Gözlerinin içine baktım. "Etmiyorlardı," diyerek düşüncesini destekledim. Cevap olarak sadece iç çekti. Konuşamadan atlar yanımıza geldi.

Dük atına binmeden önce yanıma geldi. Ondan yardım istememiştim ama dalgındı ve sanki farkında olmadan bana yardım etmeye gelmiş gibiydi. Tek kelime etmeden belimden tutarak beni eyerin üzerine oturttu. Onun için oldukça kolay olmuştu. Sanki tüy kadar hafiftim. Kendi atına tek bir hareketle ustalıkla binerken kaşları çatılmıştı. Söylediklerimi düşünüyor olmalıydı. Leydi Hillant'tan fazla etkilenmediğini umdum.

Aslında onu bu durumu anlatmaya da bilirdim ama Sebastian denilen adam bir şekilde bana ulaşacak ve tehdit edecekti. Bu olmadan gerekli önlemi alması için düke fırsat sunmuştum.

Atını ilerlettiğinde bende onun peşinden dizginleri salladım. Helena'nın anıları bana kusursuz bir at binme süreci yaşatacaktı. Bisiklete bile binmesini bilmeyen ben at sürüyordum.

"Nereye gidiyoruz," diye sorduğumda çattığı kaşalrı düzeldi. O an yanımda olduğunu hatırlamış olmalıydı.

"Bir işçinin damını onarmak için ustayla konuşacağım. Yeni doğan bebeklerini de kutlamam gerekiyor," dedi. Onun peşinden at sürerken yanında olmamın ne kadar doğru olduğunu sorgulamadan edemedim.

Ev tahmin ettiğimden yakındı. Yağmurla çamurlu bir hal almış yoldan on dakika ilerlemiştik ki tek katlı evler görünmeye başlamıştı. Geniş bir çitle çevrilmiş evin önünde atını durdurduğunda ona uydum.

"Ev burası," dedi çenesiyle evi gösterirken. Sonra atından inerek bana yaklaştı.

Evin önüne çıkan yaşlıca bir adam, etrafında dönüp duran beş çocuk ve kucağında beyaz kundağa sarılı bir bebek taşıyan kadın merakla bize bakıyordu. Dükün kolları beni indirmek için uzandığında telaşla, "Kendim inebilirim," dedim.

O ise benim söylediğime alaycı bir gülümsemeyle karşılık vererek belimden tutarak inmemi sağladı. Ayaklarım yere değdiğinde dengemi kurana kadar omuzlarımdan tuttuktan sonra geri çekildi.

Ona baktığımda çoktan evin çitlerinden içeri giriyordu.

***

Dük uyandığında gece yaptıklarının bir hata olduğunu düşüneceğini ummuştu.

Oysa hala o öpücüğü hata olarak görmüyordu.

Kadını öpmekten hoşlanmıştı. Elinde olsa kadını metresi yapar ondan hevesini alana kadar ziyaret ederdi. Karmaşık duygularını çözmek için basit bir yöntem olurdu. Kadına karşı duyduğu çekim bir hevesten ibaretti. Sonunda onunla beraber olsa her şey son bulacaktı. Kadınlar söz konusu olduğunda sıkılmak kolay oluyordu.

Yine de evlilik pazarına bu kadar girmişken metres tutamazdı. Hem içinden bir ses kadının bu teklifi asla kabul etmeyeceğini söylüyordu. Kim ne derse desin kadında güçlü bir hava vardı. William Godfred'e yaptıklarına nedense inanamıyor, sosyetenin abartması olarak düşünüyordu.

Çalışma odasında kahvaltısını yaparken uşağının getirdiği notu okuyordu. Tarlalarında çalışan işçilerden birinin damı akıtıyordu ve havaların yağmasıyla daha kötü bir hal alacaktı. En kısa zaman bir usta bularak çatıyı halletmeliydi. Üstelik annesinin söylediği gibi yeni doğan bebekleri için onları ziyaret etmeliydi. Bunlar bir dük için angarya görülebilirdi. Ne de olsa o bir baron değildi. Yine de babasından gördüğü gibi hala insanlarına ilgili davranmaktan memnundu.

Bu yüzden çocuklardan biriyle kasabaya haber göndermiş, kendisi ile işçinin evinde buluşmasını istemişti. Aileyi ziyaret edecek, işlerin başladığını gördükten sonra biraz at bindikten sonra geri gelecek, kadından özür dileyecekti. Yaptığından pişman olmasa da centilmenlik bunu gerektiriyordu.

Ama kadını yemek salonunda gözleri ardına kadar açılmış gördüğünde kendini onu kurtarırken bulmuştu.

Kadının gözlerine odaklanıp, dudaklarına bakmamak için kendini zor tutmuştu. Ondan özür dileyeceğini ima eden kadına pişman olmadığını söylerken buldu kendini. Ne kadar tam tersi olması gerekse de o anı bir daha yaşasalar kadını yeniden öperdi. Bu sefer daha tutkulu olurdu.

Ondan öğrenmek istediklerini duyduğunda kuzeninin boş durmadığını anlamış oldu. Adam hangi kadınla ilgilenirse ilgilensin bir şekilde onu kandırmayı başarıyordu. Genç kadınların aşk ve şiirlerden hoşlandığını biliyordu. Sebastian lanet olası yakışıklılığı ve tatlı diliyle kadınlara şovalye gibi görünüyordu. Bu soruna bir çözüm bulmazsa evlendiğinde varisinden nasıl emin olacaktı?

Kadın ona bir soru sorduğunda cevapladı. Helena Mercer ile ilgilendiğini duysa ona da aynı şekilde yaklaşır mıydı? Bir an Sebastian'ın kadına kollarını sardığını düşündü ve çenesi kasıldı. O onursuz adam gülümsediği her kadını bile baştan çıkarmaya çalışırdı. Tabi Helena Mercer ona yüz vermezdi. En azından gördüklerinden sonra yapmazdı bunu.

Aklında bir düşünce aydınlanıyordu sanki ama onun üzerinde düşünecek kadar sakin hissetmiyordu kendini. Varmak istedikleri eve geldiklerinde atından inip yanakları kızararak kendi inebileceğini söyleyen kadının attan inmesine yardım etti. Ona dokunmak için her bahaneyi kullandığının farkındaydı.

Haber verdiği usta gelmişti. Onunla yapılacakları konuştu. Kadının kucağındaki bebeği kollarına alıp ismini söyledi. İyi bir kaderi olmasını diledi. Ona ve ailesine iyi bakacağına dair içinden söz verdi. Bu onun kutladığı onuncu çocuktu. İşçileri çocuk yapmayı seviyordu.

Kendisinin de bir varisi olacaktı. Tabi kuzeninin planlarını ortaya çıkarıp onu başından savdıktan sonra.

Damı kontrol ederken işçisiyle mahsullerinin durumları hakkında konuştu. Yağmur bulutları dağılınca mavi gökyüzü kendini göstermiş, güneş sanki gri olan yeryüzünü renklere boyamıştı. Ustanın dama başlamasını kararlaştırdıktan sonra işçisinin de ona yardım etmesine izin verdi. Tüm bunları ayarlarken kadının hala bıraktığı yerde dikilip dikilmediğini merak etti ve arkasını döndü.

Kadın kucağında bebekle gülümsüyordu. Onun gülümseyen yüzünü gördüğünde sanki güneş kadının üzerinde parladı. Helena Mercer mutlulukla parlayan yeşil gözlerini kocaman bir gülümsemeyle Charles'a çevirdiğinde adam gördüğü manzara karşısında büyülendi. 

Continue Reading

You'll Also Like

841 75 14
Kendi öz irademle yayimlamaya basladigim bana ait bir çalışmadır. Örnek teşkil edilmesi icin lütfen izin alip bildiriniz. Lütfen tanıtım bölümümü oku...
AŞIK CİNİM By Gece....

Historical Fiction

77.8K 3.2K 33
Nefret ettiği bir insanoğluna aşık olmuş bir cin aşık bir cini olan kız Peki sizce bu aşka ne olacak başlamadan bitecekmi yoksa büyük bir yasak a...
Algon By cicek8899

Historical Fiction

30.8K 1.4K 29
iki düşman ailenin arasında filizlenen bir sevda meselesi🌼
180K 16.5K 15
Tamamen sıradan iki gencin, tamamen sıradan hikayesi... Büşra Köprü