Constantinople | Larry ✔

By missingsound

66.8K 8.1K 19.1K

Doğu Roma tüm ihtişamıyla, yerden göğe uzanan kale ve surlarıyla parlıyor, Prens Harry, tütsü kokulu odasında... More

I- Not Real Love
II- King Of Hun
III- Slap
IV- Inn
V- New Life
VI- Touch
VII- Anchin
VIII- Headache
IX- Narcissus Flower
X- Journey
XI- Letter from Hun
XII- Together
XIII- King and Prince
XIV- The Guest
XV- Unrest
XVI- Morning Look
XVII- Another Place
XVIII- Serel & Hans
XIX- Plan of the King
XX- Historical Diary
XXI- Different Century
XXII- Wedding Day
XXIV- Dead Body
XXV- Blaze
XXVI- Beautiful Smile
XXVII- In the Forest
XXIII- Rainy Night
XXIX- At the Home
XXX- Perfume
XXXI- Winter
XXXII- For Me...
XXXIII- Always You
XXXIV- Like Human
XXXV- For Louis
XXXVI - The Stupid King
XXXVII- Ulpia
XXXVIII- Finally
XXXIX- On the Ship
THE END

XXIII- Sensitive

2.3K 171 295
By missingsound

İmparator Louis sert biriydi. Disiplini severdi. Lakaytlığa, alaya hiç meyil etmez, kendisiyle veya biriyle dalga geçilmesinden hiç hoşlanmazdı.

Ama bir o kadar da yumuşak bir kalbi vardı.

Sekiz yaşında Vizigot'ta iken birçok kötü tecrübe yaşamıştı, küçük yaştan itibaren kardeşi için ağabeylik değil de babalık yapmaya başlayacak kadar sorumluluk sahibi olmuştu, ailesi katledilmişti, ölümü görmüştü ve içinde bir yerlerde hep sevgi eksikliği yaşamıştı. Buna rağmen İmparatorun, içinde bir sevgi boşluğu olduğundan haberi dâhil yoktu.

Öylesine hayat koşturmacasına odaklanmış; öylesine bu yaşına dek kardeşi ve devleti için çabalamak üzere kendini yetiştirmişti ki, sevginin tam olarak ne anlama geldiğini veyahut kalbinde nasıl bir hisse vesile olduğunu bile bilememişti. Aslında kardeşini seviyordu ama ona karşı sevgisini hiç belli edememişti. Çünkü nasıl sevilir, sevgi nasıl gösterilir, sevdiğin insana neler dersin diye bir şey görmemişti. O sadece rekabet dolu bir toplumda, değer verdikleri için hayatta kalmayı öğrenmiş ve onlara öğretmişti.

Ta ki, sevginin vücut bulmuş olduğu bir prensle karşılaşana dek bu sevgi sözcüğüne hep yabancı kaldı.

Yalnızca vergi almak üzere gittiği Doğu Roma topraklarında böylesine güzel, kalpte derin ve anlamadığı türde hislere neden olan bir erkekle karşı karşıya geleceğini nereden bilebilirdi? İçinde aslında bir sevgi boşluğu olduğunu ve bu boşluğun bir insanın yeşil gözlerinde saklı olduğunu nereden bilebilirdi? Aşkı tadacağını, bir gülüşün kalbinin binlerce mil koşmuş gibi hızlı atmasını sağlayacağını nereden bilebilirdi?

İmparator, içindeki bu duygusal boşluğu, yanına aldığı prensle doldurmuştu ve bu sevgi öyle güzeldi ki, gittikçe bağımlısı olduğunu fark edemiyordu. Duygu yüklü kararlar aldığını, tattığı sevginin geçmişteki öz disiplinin ve mantığının önüne geçtiğini fark edemiyordu.

Pamir, ormanın derinlerinde, karşısında duran Vizigot Kralı Konrad'a elini uzattı. Yüzündeki o sırıtış da, Kral Konrad'ı gülümsetti ve elini sıkmayı kabul etti.

"Anlaşmak güzel, Pamir."

"Hem de nasıl..." Elini çekip kılıcın kabzasına koydu ve onu sardı. "Aynı fikirde olmak beni güvende hissettiriyor."

"İmparatorun ölmesi hepimiz için kârlı bir adım olacak."

Pamir gülümsedi. "Doğrudur."

"Anlaşmayı bir daha gözden geçirelim..." Kral Konrad ellerini arkasında bağlayıp, yavaş ve ağır adımlarla sağa sola yürümeye başladı. "Onu öldürmeyi başarınca ben Hun topraklarına karışmış, kendi ülkeme ait olan kısmı tekrar alacağım."

Rona arkadan huzursuzca kıpırdandı, bakışlarını eğdi: Bir gece baskınla bize savaş açıp, her yanı yağmaladıktan ve yüzlerce sivili öldürdükten sonra ceza olarak sizden aldığımız toprakları yani, diye düşündü ama bunu sesli söyleyemedi.

"Öyle..." dedi Pamir neşeli bir tonda ama yine de suratı ciddiydi, sadece gözlerinin hafif kısılmış olması ve ses tonu gösteriyordu neşesini.

"Ve?"

"Ve biz de hak ettiğimiz tahtı alacağız elbette. Bir Vizigot'un ve aptal bir Romalı'nın tüm hanedana yayılmasını kabul etmek, saygınlığımıza büyük bir lekedir!"

"Yemeğine bir zehir katıp işi bitirseydik ya!"

"Yemekleri çok disiplinli bir şekilde hazırlanmaktadır. Hem hâlâ çok sevilmektedir. Birini tutup onu öldürmek hiç kolay değildir. Biz ziyafet verdiğimizde de onu zehirlersek suç bize kalır. O zaman haklıyken haksız duruma düşeriz!"

"Peki bu iş nasıl olacak? Ne düşünüyorsunuz? Nasıl indireceğiz onu?"

Sırıttı. "Nasıl olacak? Romalı bir prensle evlendiği aşikâr zaten. Güya sürgün edilmiş, bak sen! Halka ufak kıvılcımlar yaymak yeterlidir. Gücü zayıflar, koruyanı kalmaz... Kendisini koruması gereken bir asker bile zor bulur!"

Konrad keyifle güldü. "Gerçekten, dostum, zekâna hayran kaldım. Sizinle anlaşma yapmak en doğru karardı!"

İkisi ve Vizigot'un iki büyük devlet adamı daha gür bir sesle gülerken, Rona göğsündeki sıkıntı ile sessizce yeri izliyordu.

☆ ● ° • . ○ ● * ☆ ○ . ● • ° ○ ● * ☆

"Bir keresinde, bana en çok ne yapmaktan hoşlandığımı sormuştun."

Harry beline kuşağını dolarken anlamadan Louis'ye baktı. "Evet, hatırladım. Sen de söyleyecek bir şey bulamamıştın."

"Düşündüm ve neyden hoşlandığımı buldum."

Harry ilgiyle ona döndü. Louis'nin elinde orta boylu bir ahşap sandık vardı. Karşısına geçip ona uzattı. "Ben... Açayım mı?"

"Evet."

Harry dediğini yaptı. Sandığın içinde büyük, kalınca bir defter duruyordu. Kapağı kalın bir deridendi. Onu merakla eline alıp, bir tür mücevheri seyreder gibi inceledi. "Kitap okumayı mı seviyorsun?" diye sordu ona bakarak.

"Sayılır." Sandığı kapatıp kenara bıraktı. "Bu, bir buçuk sene boyunca başında bulunduğum İmparatorluğun tarihi. Yıllardır süren bu İmparatorluğu bu deftere sığdırmak elbette imkânsızdır. Ancak bir yerden başlamak lâzımdı."

Şaşkınca başını kaldırdı. "Senden önce kimse tarih günlüğü tutmadı mı?"

"Tuttu. Lâkin hep harap oldular, iyi korunamadılar. Gelecek nesillere sadece altın veya yapıt bırakmak istemedim. Ya da farklı imparatorlukların kaynaklarından bilinelim istemedim. Önceki tarihi günlüklerin korunamaması bana iyi ders oldu, ben de iyi bir şekilde tutmaya çaba gösteriyorum ve bununla ilgilenmeyi çok seviyorum. Yani en azından fark ettim bunu sevdiğimi."

Louis kitabı dikkatle onun elinden aldı. Sanki kırılgan bir kırağıymış gibi davranıyordu ona. Ne kadar değer verdiğini ve sevdiğini görebiliyordu Harry.

"İlgilenecek bir şeyler bulman beni çok mutlu etti." diye gülümsedi, Louis'nin ona bakmasına neden olarak. Yemyeşil gözleriyle sevginin temsilî gibiydi, Louis yüreğinde hissediyordu bunu. Anlaşıldığını hissetmek ve her zaman anlaşılacağını bilmek ne güzel bir şeydi! Bunu Harry'le yaşamıştı genç İmparator.

Sandığın içine defteri bırakıp, "Burada bekle beni," dedi ve sandıkla beraber odadan çıktı, taht odasında bekleyen muhafızlara doğru ilerledi. Sandığı onlara verip, "Götürün ve izlenmediğinizden emin olun," diye tembihledi, iki muhafız evden ayrılmadan önce.

Harry merakla ona bakıyordu. Simsiyah kedileri Anchin ise kuyruğunu ve bedenini Harry'ye sürterek ilgi beklercesine miyavlıyordu. Aç değildi, yemek ve su kabı başına kadar doluydu ama Harry yine de onunla ilgilenmedi, tüm dikkati eşindeydi.

Louis kapının büyük kilit odununu yerleştirdi ve tekrar tahtı geçip mor renkli perdeyi ardından kapattı. Harry ânında bunu anlamış, alt dudağını ısırarak elbisenin eteğini avuçlarına hapsetmişti. Kalbi âdeta gümbürdüyor ve vücudundaki kan hızlanıyordu. Heyecandan diz kapakları onu taşımayacak diye korkmuyor da değildi.

Louis ona dönüp, belinin iki yanından sararak kendine çekti. Harry dudaklarından nefesini bırakırken parmakları da eşinin omuzlarına tutunmuştu ister istemez.

"Evet," dedi Louis o dolgun dudakları keşfe çıkmışken. Minik dudak çizgileri ve aralarındaki ıslaklık bile heyecan vericiydi İmparator için. "Yazıtlarla ilgilenmeyi seviyorum. Ama şimdi seninle ilgilenmek istiyorum." Gözlerine bakınca, eşinin alt dudağını ısırıp kendisine bakamadığını fark ederek keyif duydu bundan. Bembeyaz dişleri, şimdi boynunda olan inciler gibi parlıyordu. "Ve seninle ilgilenmeyi, nefes almaktan bile daha çok seviyorum."

Yutkundu. Nihayet gözlerine bakabildiğinde, mavilerde gördüğü arzu sebebiyle kazandaki sıcak demir gibi eriyecekti imparatorun kollarında. Ama onu boynundan sarıp iyice bedenine yaslanarak, "Ben de istiyorum," diye fısıldadı zorlukla.

Louis onu dudaklarından yakalayıp derin bir öpücüğe çekti. Her öpücükte Harry mırıldanıyor ve onun kolları arasında kıvranıyordu. Eşinin yavaş yavaş sürüklemesiyle adımları geriledi ve kendini, üzerindeki Louis ile beraber yatakta boyluca uzanırken buldu.

Louis çok sabırsızdı. Harry'nin kuşağını bir paçavra gibi belinden söküp attı ve elbisesini hemen çıkardı. Yalnızca yünlü, bileğine kadar gelen bembeyaz patikleri kalmıştı ayaklarında ama Louis bununla uğraşmak istemedi. Bir kez onunla sevişmenin tadına varmıştı en başta, tıpkı Harry'ye duyduğu sevgiye bağlandığı gibi buna da bağlanıyordu git gide. Dolayısıyla sabırsızlık duyuyordu tenine dokunmak için.

Harry çırılçıplaktı Louis'nin altında. Boynundan göğüslerine doğru uzanan eşi tarafından hediye edilmiş inci kolyesi, ayaklarında patikleri ve saçlarında doğal bukleleri vardı. Ama süt beyazı vücuduydu Louis'yi baştan çıkaran. Belki de öpülmekten parlayan dudakları, arzuyla ıslanmış gözleri... Hayır hayır, eşinin her zerresiydi.

Louis kenara attığı kuşağı aldı. Harry'nin ince bileklerini bağlarken Harry ne olduğunu anlayamıyordu, daha önce hiç böyle bir şey yaşamamıştı elbette. Aslında Louis de yaşamamıştı. Sadece askerlik zamanlarında geyik muhabbetlerinde duyduklarını hatırlıyor ve şimdi eşiyle birlikte olurken kendine en yakın gördüklerini ona yapmak istiyordu.

"Louis?" diye fısıldadı endişe ve heyecan karışımı bir sorguyla.

Louis bileğini bağladıktan sonra uzun kısmını da yatağın ucundaki uzun çıkıntıya bağladı. Hızlıca kendi gömleğinden kurtulup, kollarını eşinin her iki yanına koyarak âdeta ıslanmış ve alnına çam dikenleri gibi düşmüş saçlarıyla eğildi. "Çok seveceksin," diye fısıldadı yüzüne doğru.

Harry'nin kolları başı üzerindeydi, ona da itiraz edemedi. Heyecanı doruktaydı, bu yüzden yutkundu ve eşinin dudaklarına uzandı. Louis hiç hareket etmeden öylece bekledi. Dolgun ve yumuşak dudaklar kendi ince dudaklarını minik minik öperken arzuyla inilti çıkarıyor, kıvranıyordu heyecanla.

Harry onu daha çok öpmek istedi ama Louis sadece birkaç santime başını kaldırarak öpmesini engelledi. Harry huysuzca başını yastığa bırakıp ellerini çekiştirdi ama başarılı olamayınca Louis'nin sırıtmasına neden oldu. "Her yerini öpeceğim şimdi, merak etme."

Harry ânın etkisiyle ve dedikleriyle sertçe yutkundu. Sonra da eşinin dudakları boynuna indi. Lotus kokusunu içine çeke çeke öperken Harry âdeta ağlarcasına inleyip kıpırdandı ama elbette ellerini çekemedi. O da ona dokunmak istiyor, başaramıyor ve bundan bile zevk alıyordu.

İnce dudaklar sürtünerek her yanından geçti. Ardından bedeni bir anda ters döndü. Artık yüz üstü uzanmış, eşini arkasına almıştı.

Şaşkınca ona bakmaya çalıştı Harry. Sırıttığını gördüğünde istemeden kendi de güldü. "Beğendiniz mi, kralım?"

Louis bir şey demedi ama yüzü zaten belli ediyordu beğenisini. Yanık tenli vücudu kaslarının sert görünümü eşliğinde parlıyordu (terlemişti de). Bileğinde kalın deri bileklikler vardı, pantolonunu da bir çırpıda çıkardı. Parmaklarını nemli saçlarından geçirip arkaya yatırırken Harry bu ateşli görüntüyle alt dudağını ısırdı ve beklentiyle önüne döndü.

Arkasında hissettiği ıslaklık sonrası Louis'nin yavaşça içine adımlaması, kaşlarını ağlarcasına buruşturması ve dudaklarını aralaması bir oldu. Tamamı girdiğinde ise derin bir oh çekerek alt dudağını ısırdı. Öncelikle yavaşça hareket etti içinde. İniltileri sessizdi, sonrasında ise yükselmeye başladı. Ardından Louis hızlandı ve dolgun saçları kavrayarak ona eğildi, dudaklarını kulağına yasladı.

"Bana öyle güzel bakıyorsun ki..." diye fısıldadı. "Seni her gün... Her an istiyorum."

Harry hiçbir şey diyemiyordu. Elleri bağlıydı ama bir yandan dirsekleri üzerinde de doğrulmuştu. İnliyor ve bazen zevkle daha fazlası için yalvarıyordu. Louis de eşine onun istediği gibi davranıyordu: Sert ve baskın.

Louis yerinde doğruldu, rahat edemeyerek Harry'nin göbeği altına bir yastık yerleştirdi ve kalçalarını daha da bir kaldırdı. Sırt çizgisinden bel gamzelerine kadar tüm çıkıntıları mermer üzerindeki gölgeler gibiydi. Dolgun, beyaz ve sıkılmaktan pespembe olmuş kalçalarını kavrayıp yoğururken hareketlerinin ne kadar sert olmasını umursamadı. Sağ elini kaldırıp bir çat! sesiyle kalçasına tokat attı, Harry zevkle inledi. Bedeni öyle hassastı ki...

Louis kendini çok yakın hissediyordu, Harry de öyle. Zaten biraz olsun dizleri üzerinde kalkmıştı ve sertçe kendini Louis'ye bastırıyordu. Tenlerinden yükselen ses ve boğazlarından fırlayan haykırışlarla Louis onun belinin her iki yanını sıkıca kavradı, Harry de bileklerini saran ipi sımsıkı tutup, "Geliyorum!" diye çığlık attı. Ardından ikisi de sertçe kendilerini bırakmıştı.

Louis nefesini düzenleyebildiğinde Harry'yi çözdü ve o hâlâ yüz üstü dinlenirken bir bez alıp Harry'nin kirli kısımlarını temizlemede yardımcı oldu. Sonra yanına uzanıp, Harry'yi belinden sardı. Harry yorgun bakan gözlerle başını eşine çevirdi ve yastığın altına soktu kollarını. Sonra da içtenlikle gülümsedi.

"Ne kadar doyumsuzsun..."

Louis'nin parmakları onun narin teni üzerinde gezinirken, dudaklarını eşinin pembeye çalan omzuna bastırıp öptü. "Yaktım mı canını?"

Harry hemen başını sağa sola salladı. "Hayır. Hiç..."

"Dayanamıyorum sana." Parmaklarını sürterek saçlarına çıkardı. Yüzüne düşen bukleleri geriye yatırıp o masum yüzü açığa çıkarırken tebessüm etti. Harry ise gün ortalarında olmalarına rağmen bu yakınlık sonrası çok yorgun ve uykulu hissediyordu artık. Gözleri kapalıydı. Çok tatlı görünüyordu gözüne.

"Şu bilek bağlama işi..." Bir gözünü kıstı. "Nereden esti aklına?"

"Askerlikte ne muhabbetler dönüyor bilmezsin."

"Neler oluyormuş?"

"Sadece bekle. Anlarsın."

"Çok ketum ve sinsi bir cevaptı ama sanırım anladım." Bir an sessizlik oldu. "Louis?"

"Evet?"

"O sandık... Onu muhafızlar nereye götürdü?"

"Ormanda bir yer belirledim. İyi muhafaza edilmesi için oraya gömülüyor."

"Ah... Anladım." Yorgunca esneyip yüzünü iyice yastığa gömerken Louis gülmeden edemedi. "Uykum var."

Bu sırada Anchin yatağın üzerine zıpladı. Harry kendisiyle ilgileniyor diye onu çok seviyordu. Harry'nin bir yanına yumak gibi kıvrılarak başını onun bukleli saçları arasına gömdü. Louis de tamamen ona sarıldı ve başını onun yastığına yerleştirerek yumdu gözlerini.

"Sizi görünce benim de uyuyasım geldi."

"Uyuyalım o zaman," diye mırıldandı.

"Önce sen uyu."

"Hayır, sen..."

Kısa bir süre gözleri kapalı hâlde tembelce devam ettiler bu oyuna. Düzenli nefesleri birbirine karışırken, dört gündür evli olan bu çift tatlı uykularına daldı.

Ama saatler sonra ilk uyanan Harry oldu ve bir süre eşini izledikten sonra dudaklarını minik minik öperek onu uyandırdı. "Louis," dedi fısıltıyla. "Bir daha..."

BUGÜN

(Historical Book)

Alarmın sesi rahatsız edercesine çalarken, Edward hızlı kalp atışlarıyla ve sımsıcak olmuş bir bedenle uyanmıştı.

Elleri yorgan dışında kaldığı için soğuktu. Avuçlarını sıcacık yanaklarına bastırıp rahatlamaya çalıştı. Bir yandan aslında çokça da utanmış hissediyordu. Harry ve Louis'nin yakınlaşması aklına gelince acıyla inledi. Elleriyle tamamen yüzünü kapatıp, "William'a nasıl bakacağım ki?" diye yakındı uykulu sesiyle. Hem de iki kez görmüştü bunu, aptal hormonlar!

Yatağından kalktı, hemen Rüya Defteri'ni açıp hatırladıklarını yazdı:

12 Kasım 2020

Harry ve Louis taht odasında.
Louis tarihi kayıtları çok seviyor.
Harry'ye bunu söylüyor.
Birlikte oluyorlar.
Siyah kedileri Anchin.

Defterini kapatıp üzerini değiştirdi. Bugün pazartesiydi, dersi yoktu ama sınavları çok yaklaşmıştı. Ders çalışmak için kütüphaneye gitmeyi seviyordu, çünkü evde olunca hep dikkati dağılıyor ve zamanını verimli kullanamıyordu. Bu ders döneminde ilk kez gidecekti kütüphaneye.

Bacaklarını saran siyah kotunu giydi. Koyu mavi bir gömlek giyip üzerine gri hırkasını geçirdi. Açık bıraktığı gömleğin yakalarına görünecek şekilde kolyeler taktı. Kolye takmayı çok seviyordu Edward. Saçlarını da minik bir topuz yapıp siyah kabanını üzerine geçirdi. Çantasını aldı ve ailesinin "Günaydın!" deyişlerine karşılık verdi.

"Eddy, kahvaltıya kalmıyor musun?"

Spor ayakkabılarını giyerken annesine bakarak bağcıklarını bağlamaya başladı. "Kütüphaneye gidiyorum, çalışacağım. Giderken bir şeyler alırım."

"Bu kadar erken gitmene gerek yok ki, saat daha sabahın onu."

"Ders çalıştıktan sonra saat üç gibi Melody ve Daniel'la buluşacağım."

"Peki. Söyle onlara arada gelsinler, özledim çocukları."

"Tamamdır."

Evden çıkıp kapüşonunu başına geçirdi. Otobüse bindi ve kampüse yakın bir durakta indi. Hava soğuktu, bu yüzden kampüsün sıcak kütüphanesine girince hem ısındı hem de üşüyen yanakları uyuştu.

Kütüphane çok büyük ve genişti. Girildiği anda cam duvarlar karşılıyordu sizi. Üst taraftaki asma kat demir tırabzanlarla süslenmişti. Çalışma masaları bu tırabzanlara yaslanmıştı ve arka taraflarında yan yana sıra sıra dizilmiş büyük kitaplıklar vardı. Edward asma katta ders çalışmak istedi, kitapların önündeki atmosfer sıcacık hissetmesine neden oluyordu. Kendine tırabzanlara dayanmış bir sandalye ve boş masa buldu, kabanını çıkarıp çantasıyla sandalyesine astı.

Çantasından defterini, kalemlerini ve notlarını çıkarmıştı ki, gördüğü dersin başlığı onu bir an için durdurdu. Roma Dönemi ve Arkeolojisi.

İçinden bir his ona bazı şeyler fısıldadı. Bu fısıltılar şuna benziyordu: Derste Roma dönemini görüyorum ama doğru dürüst bilgi alamadığımı hissediyorum. Bilmediğim daha çok şey olmalı.

Büyük babası, okul kitapları her şeyi öğretmez, derdi. Bunu söylerken aslında çoğu kez ahlâki kurallara vurgu yaptığını biliyordu ama ilk kez ona bu konuda katıldığını hissetti. Ders kitapları, notlar veya profesörün anlattıkları her şey demek değildi. Arka planda bir şeyler olmalıydı ve Roma hakkında daha çok şey bilmek istiyordu.

Özellikle şimdiki İstanbul, geçmişin Constantinople'ı hakkında...

Bu sırada William alt katta, elinde birçok kitap tutarak etrafa bakınıyordu ki, asma katta, notlarını inceleyen Edward'ı görerek adımları istemeden yavaşladı, sonra tamamen duraksadı. Alt dudağını ısırmış, odaklanmış yeşil gözleriyle tüm dikkati tamamen kâğıttaydı. Aslında bir şeyler düşünüyor gibi görünüyordu.

Çok güzeldi.

Tokasından bir tutam kaçamak bir şekilde yüzüne düşmüştü. Dolgun dudakları âdeta beyaz teni üzerinde parlıyordu. Her şeyin yanında ne kadar utangaç olduğunu da biliyordu William. Yanakları kızarır, kekeler ve utangaçça gülümserdi. Onu bu denli ayrıntılı incelerken derin bir nefes aldı, yutkundu ve bir an için önüne dönüp, öylece boşluğa baktı. Tekrar yutkundu ve yoluna devam etti.

Edward notlarını masaya bıraktı. Telefonunu sessize alıp cebine attı ve tarih bölümüne yöneldi. Neredeyse kimse yoktu kütüphanede. Aşırı sessizlikten kulakları uğuldamıştı nedense. Koca koca ansiklopedileri, siyasal yazıtları taradı gözleri. Parmak uçlarıyla üzerlerinden geçip bir şey aramaya çalışıyordu kendi kendine.

"Yardımcı olabilirim."

İrkildi. Başını kaldırınca William'la karşı karşıya geldi. Kalbini kabartan heyecan yüklü bir nefes aldı. Sadece rüyasının o kirli sahnelerini düşünmemeye çalışıyordu. "B-ben... Öylesine bakınıyordum."

"Sınavlarla ilgili mi?"

"Ah... Şey... Roma İmparatorluğu hakkında merak ettiklerim vardı."

William başını salladı. "Gel."

William yürümeye başlayınca Edward da peşine takıldı. Açıkçası ondan böyle bir yakınlık ve ilgi gördüğü için de çok heyecanlanmıştı, hatta onu az önce ilk kez karşısında gördüğünden daha fazla. Çünkü onun için görünmez biri değildi, kendisiyle iletişim kuruyordu ve bu, Edward için fazlasıyla büyük bir adımdı.

Kütüphanenin en uç noktasındaki bir kitaplığın önünde durdu William. "Burası Roma tarihine ait."

Edward kitaplara bakınıp, "Teşekkür ederim," diye mırıldandı. Sonra da anlamadan gözlerini ona çevirdi. "Burada ne yapıyorsun?"

Boynuna astığı görevli kartını gösterdi. "Hafta sonları ve dersimin olmadığı günler yarı zamanlı olarak burada çalışıyorum."

Edward, ve beni görerek yanıma geldin, diye sevinçle düşünse de bunu ona söylemedi. "Bu kitapları hemen buluverdin. Sanırım... Kütüphanede çok sık zaman geçiriyorsun?"

William başını sallayarak kitaplara bakındı. "Geçmiş tarihi araştırmayı severim."

"Ben de severim," diye atıldı birden. Onunla ortak noktası olmasına çok sevinmişti. Aslında aynı bölümde okusalar bile, her arkeoloji bölümü öğrencisi tarihi bu kadar araştırmaya pek yanaşmazdı. Derste öğrenilen yeterdi.

William ona dümdüz bakıyordu. Suratında, tıpkı bir psikopat gibi ne hissettiğini belli etmeyen bir ifade vardı ama Edward yine de onun gözlerinde, kendisine karşı duyduğu bir ilgi ve merak görebiliyordu aslında. Melody her zaman William'ın bakışlarından korktuğunu söylerdi, oysa Edward onunla göz göze geldiğinde bu bakışlarda kendisine karşı inanılmaz bir yakınlık ve sıcaklık seziyordu.

"Ne okuyacağını veya nereden başlayacağını biliyor musun?" diye sordu William. "Aklında bir kitap var mı?"

"Hayır, yok... Sadece merak ediyorum. Artık ne bulursam," diye gülümsedi ufak bir omuz silkmeyle.

William kitaplara bakındı. Bir tanesini alıp ona uzattı. Edward da şaşkınca kitabı alıp, "Neden veriyorsun?" diye sordu.

"Doğu Romanın krallarıyla ilgili. Geçmişi, bazı rivayetleri... Buradan başlayabilirsin."

"Teşekkür ederim," dedi yeniden, bu kez kocaman bir gülümsemeyle.

"Anladım. Ben... İşime geri döneyim."

Edward nedense, tam kalbinin derinlerinde, içgüdüsel bir duyguyla aslında onun gitmek istemediğini hissetti. Alt dudağının içini ısırdı bu hissin verdiği heyecanla. "Pekâlâ... O zaman... O zaman ben de dersime odaklansam iyi olur."

"Evet."

Edward kitabı göğsüne bastırdı. "E-evet."

William bakışlarını etrafta gezdirdi ve huzursuzca nefes aldı. Bir şeyi dese mi yoksa demese mi diye tartıyordu içinde ama sonra bunu kendine saklamak istemedi. "Ben... Ortak noktamızın olmasına sevindim."

Sonra da, Edward'ı hızlı kalp atışları ve ardından kendisine hayranlıkla bakan gözlerle bıraktı.

Continue Reading

You'll Also Like

770 133 11
Hürkan krallıkta yeni bir güne uyandı. Pirinç tarlasında başıboş gezen siyah bir at buldu. Bunun normal olduğunu kendine kabul ettirmeye çalışırken b...
342K 26.8K 28
İki ay önce biten savaşın ardından herkes toparlanmaya, yaralarını sarmaya çalışıyor. Büyücü dünyasında neredeyse herkesin kahraman olarak kabul etti...
11.7K 1K 37
"Ve sen insanoğlu, bir kurdun aşkı ile sonsuza dek mühürleneceksin."
535 73 6
Baekhyun, gece yarısı hem acıktığı hem de evdeki eksikleri almak için marketin yolunu tuttu, alışverişini tamamlayıp sarı klasik Camaro'suna giderken...