XXXV- For Louis

1.1K 155 237
                                    

İthaf: stanoflarry

Louis'nin de dâhil olduğu Pamir ve askerlerinin yola koyulmuş olan kervanı, gece vakti dinlenmek üzere ormanın içinde konaklamıştı. Louis'nin bağlı ellerine, kafesin parmakları arasından bir tas su ve kuru ekmek verilmişti.

Gecenin karanlığında yakılmış meşaleler altında, kafesin ucuna bağdaş kurarak, iki eliyle tuttuğu ekmeği yemek üzere oturmuştu. O sıra lokmasını yutup ekmeği ağzına götürecekken, duyduklarıyla donup kalmıştı.

"Harry mi?" demişti askerlerden biri. "Onu mu istiyorsun?"

"Evet," diye fısıldamıştı, Harry'yi tutup yere atan asker. "Onu kendim için istiyorum."

"Nasıl olacak bu? İmparatorun eşi sana mı bakar!" diye dalga geçmişti arkadaşı.

"Bakmasına gerek yok," diye sırıtmıştı. "Artık İmparator diye bir şey mi kaldı? Seferden birkaç gün sonra Segedin'e döneceğim. Harry'yi zorla da olsa alacağım. Öyle güzeldi ki... Tanrım, günlerdir aklımdan onu çıkaramıyorum."

Askerler Latince konuşmuşlardı. Ancak bilmiyorlardı ki, Latince konuşan Harry'nin eşi Louis, zaten bu dili biliyordu.

İki gün geçmişti.

Louis pelerinine sarılmış, kafes içinde hâlâ uzaklara götürülüyordu. Taşlara takılıp sarsılan, rüzgâr geçiren kafes yüzünden çok rahatsızdı ama bunu hiçbir zaman dile getirmedi. Yüzü öyle ifadesizdi ki, ne düşündüğü anlaşılmadığı gibi konuşmaya da cürret etmiyordu.

Pamir bunu fark ettiğinde her ne kadar Louis'yi kışkırtarak onun konuşmasını, sinirlenmesini, laf dalaşına girmesini istese de Louis öylece ona bakmış, hatta alay edercesine sırıtarak başını çevirmişti. Pamir bundan nefret etmiş ve asıl öfkelenen kendisi olmuştu, böylece tekrar atına binmişti.

Suçluların konduğu zindana getirildiğinde, kafesten indirilip, bileklerine bağlı uzun iple çekiştirildi. Ne vardı ki, yüzünden hâlâ bir şey okumak güçtü. Ne hissediyordu? Eşini arkada bırakmıştı, belki de idam edilecekti, bunlardan korku duymuyor muydu? İşte onu Kara Zindanı'na götürenler ancak bunları düşünüyor ama sorularına bir cevap bulamıyorlardı.

Bir yeraltı merdivenine doğru indiler. Sıra sıra dizilmiş demir parmaklı kafeslerden birinin kapısı açıktı. Louis adımlarını içeriye atıp, demir parmaklı küçük pencereye çevirdi gözlerini. Bilekleri hâlâ çözülmemişti, öylece çözülmesi için bekliyordu.

Pamir, Prens Harry'yi yere fırlatan askerine bir baş hareketiyle emir verdi. En güçlü askeri oydu, her işi ona koşardı. Asker de bu bakışı anlayarak kafese girdi, Louis'nin önüne geçerek bileklerini çözmeye başladı.

Louis'nin çenesi gergindi. Gözlerini yavaşça pencereden alıp önündeki askere çevirdi. Mavi gözleri, koyu sığ kirpikleri arasında ifadesizlik barındırıyordu. Ama bu, Harry'nin görmeye bayıldığı bakışlar değildi. Bu kez insanı huzursuz hissettiren cinste bir bakıştı.

Asker gözlerini ona çıkarıp, alaylı ve ufacık bir sırıtışla işine döndü. Louis'nin de dudağının köşesi keyifle kıvrılmıştı. Sırtı, arkasındaki Pamir ve diğer askere dönük olduğundan onlar görememişti ama önündeki asker bunu gördüğünden rahatsızca kaşlarını çattı.

"Anlaşılan-" dedi Louis. "- vaziyetim hoşuna gitti."

Asker sustu. Nihayet Louis'nin bileklerini çözdüğünde, yanından ayrılacağı sırada Louis dirseğini onun boğazına öyle bir geçirdi ki, asker gırtlağından yayılan hırıltılarla pencere dibine devriliverdi. Parmaklığın ardındaki asker içeri girmek istediğinde, Pamir bir bakışla onu durdurdu ve keyifle onlara döndü.

Constantinople | Larry ✔Where stories live. Discover now