XXXIX- On the Ship

876 137 163
                                    

Harry, hâlâ dudaklarına kapanmış elle yatağında uzanmış dururken, Louis'yi görmenin getirdiği farkındalıkla gözlerinin yavaşça dolmasına engel olamamıştı. Kalbi hiç olmadığı kadar hızlı atmaya başladığında, yastığa süzülmüş saçlarına yaşları döküldü usulca. Louis bu görüntüyle kalbinin sızısını hissetmişti.

"Elimi çekeceğim, Harry ama konuşmayacaksın, hiçbir şey konuşmayacağız. Buradan bir an önce gitmeliyiz, kaçacağız. Yalnızca pelerinini al, senin için kıyafet ayırdım. Limanda bizi bir gemi bekliyor. Oraya gideceğiz, beni anlıyor musun?"

Harry onu görmenin etkisinden kurtulamamış hâlde başıyla onayladığında, Louis onu tuttuğu gibi yataktan kaldırdı. Harry titreyen elleriyle zorlukla pelerini boynuna sardı ve eşinin elini tutarak odadan ayrıldı. Hep kapısında duran Maximian bu kez merdivenin başında aceleyle el kol işareti yapıyordu. Harry onun da bu iş içinde olmasına şaşırsa da, ânın etkisiyle hiçbir şey diyemedi ve eşiyle merdivenleri bir rüzgâr gibi indi.

Alt kata indiklerinde hızlıca büyük salona girdiler. Arka pencereden önce Louis atladı, sonra da Harry çıkmak üzereyken, henüz eşiğe tırmandığında Louis onu koltuk altlarından tutup kendine çekmişti bile. Çıplak ayakları zeminle buluşurken, bu kısacık zamanda Louis'nin mavi gözlerine hüzünle bakma fırsatı yakalamıştı. Ama Louis bu bakışa karşılık verecek ânı bulamayıp, eşinin elini kaptığı gibi çekiştirmeye başlamıştı yeniden.

İkisi de hızlıca ama sessizce koşuyordu. Surun arka kapısından çıktıklarında, kapı muhafızları da görünürde yoktu. Her şey âdeta hazırlanmış gibiydi. Harry'ye bunlar çok fazla geliyordu, hiçbir şey anlamıyor ve başı dönerek mide bulantısı yaşıyordu.

Bu gerçek mi, yoksa bir rüyada mıyım, diye düşünüyordu.

Eşi elini sımsıkı tutup koşarken arkasından onu çıplak ayaklarıyla takip ediyordu. Ayağına batan minik çakıllar ve çalılar hiçbir şeydi o anda, nefes nefese kalmıştı. Ağustos sıcağında, ormanın içindeki ateşböceği sürülerini geçiyorlardı hızlıca.

Nihayet boğazın serin dalgaları ve limandaki yük bindirilen gemiler çıktı ortaya. Louis koşuşunu yavaşlattı, sonunda durdu, eşine dönüp onu tek katlı bir binanın dibine konmuş ahşap sandık üzerine oturttu. Harry yavaş yavaş kırptığı gözleriyle onu izlerken, Louis sandığın kenarından bir çuval çıkarıp eşine deri ayakkabılar verdi.

"Özür dilerim," diye fısıldadı Louis, onun önüne çökerek. "Giy bunları. Ayakların çok acıdı mı?"

Harry başını sallayarak onu onaylamaya çalıştı. Sonra da usulca eğilip ayakkabılarını giymeye çalışsa da, titreyen elleri ve yeniden ıslanmış gözleri bunu engellemeye başlamıştı.

Louis bunu fark ettiğinde kendisi de ağlamak istemişti aslında. Eşinin ellerini tutup narince çekti ve sağ ayağını tutarak kendi dizine koydu. Belli yerleri minikçe kanayan yaraları baş parmağıyla okşarken, "Özür dilerim," diye fısıldadı acıyla, oysa mesele ayakkabısız koşması bile değildi o anda; ayrılığın acısıydı ya...

Sonra hafifçe eğildi, eşinin kirlenmiş, acı çekmiş ayağına öpücükler kondurdu. Sol ayağına da aynısını yaptı. Ayakkabısını giydirirken, Harry'nin gözlerinden yaşlar akıyordu artık. Eşinin burada olduğuna hâlâ inanamıyordu. Titreyen elini kaldırıp ona dokunmaya yeltense de, buhar olup uçmasından korkarcasına elini indirdi. Eğer rüyaysa bile uyanmak istemiyordu, bu denli gerçekçi bir rüyayı bozmak en büyük kabalık olurdu.

"Nihayet geldiniz."

Harry başını kaldırdığında donakalmıştı. Maximian bir yana, kardeşinin de bu işin içinde olmasını hiç beklemiyordu. Harry'nin şaşkın ifadesine karşılık Jovian gülümsedi. Yanına oturup onu koluyla sardı ve alnını öptü. Harry hâlâ sersemce ona ve ayakkabılarını giydiren eşine bakıyordu.

Constantinople | Larry ✔Where stories live. Discover now