XXXIV- Like Human

1.4K 149 417
                                    

Ertesi gün, Harry uyandığında eşinin göğsünde uzanmış, beline sarılıyordu. Başını kaldırıp uyku sersemiyle ona baktı. Nasıl da huzursuz uyuyordu...

Seferden döndüğünün üzerinden dört gün geçmişti. İlk zamanlarda Louis geceleri irkilerek uyanıyordu. Terden sırılsıklam olurdu ve nefesleri hızlanırdı. Harry her sorduğunda ise, "Kendimi seferde, askerlerimi ölürken görüyorum," derdi. On beş gün boyunca nasıl kanlı bir savaş ve geri püskürtme olduysa, Louis bundan çok etkilenmişti.

Üstelik savaşta yalnızca Vizigot askerleri değil, paralı Doğu Roma askerleri de vardı. Louis bunu söylediğinde Harry çok kırılmıştı. Sonuçta buna izin veren babası ve Doğru Roma ordusu komutanıydı. Babası Valentinian'ın böylesine düşüncesizce hareket etmiş olması hem sinir bozucu hem de üzücüydü. Evet, bir devlet olarak karşı devletle çok büyük bir yakınlık içinde değilsen, onlara karşı yapılmış saldırıda kendi ordundan paralı asker vermek çok da sıra dışı bir durum değildi. Ama Harry yine de duygusal yaklaşıyor, Valentinian'ın, en azından oğlunun eşi için böylesine bir şeyi kabul etmemesi gerektiğini düşünüyordu.

Harry, eşini sıkıca sarıp yanağını öptü. Louis de bunu beklemiyormuş gibi irkilerek gözlerini açtı. Harry böyle olacağını hesaba katamadığı için endişeyle geri çekildi. "Afedersin, uyandırmak istemedim seni."

Louis nefesini düzene sokmaya çalışarak, bir şey yok dercesine başını salladı ve arkasını dönerek uykuya devam etti. Harry onun saçlarını okşayıp yatıştırmak istese de, uykusunun bir kez daha bölünmesinden ürkerek vazgeçti.

Louis, bu zamana kadar böylesine kırılgan gelmemişti gözüne hiç. Her sefer veya savaştan sonra da böyle olmadığının bilgisini Hans'dan öğrenmişti. Doğrusu üstü kapalı bir şekilde, "Louis savaştan sonra nasıl olur?" diye sormuştu ve o da, "Ağabeyim savaşı kazanırsak mutlu olur," demişti.

Şimdiki fark neydi?

Kendisine sürekli, "Benimle karşılaştıktan ve hatta evlendikten sonra fazlasıyla duygusal oldu," diyordu. İşte tüm mesele buydu. Louis, olduğu kişilikten farklı bir evreye geçmişti. Artık daha duygusal ve daha korku doluydu. Harry'yi kaybetmekten korktuğunu zaten kendisi söylemişti. Ama artık bu duygusallık onun tahtını da sarsıyordu.

Tam bu noktada Harry'nin içi hiç rahat değildi. Ne kadar kırgınlık verici ve sinir bozucu gözüktüğünü biliyor olsa da Louis'yle evlenmesi gereken kişi kendisi değil, Hun halkından biriydi. Ama olaylar işte bu şekilde gelişmişti ve her ne kadar galibiyet olmuş olsa da günler öncesinde sınırlar yağmalanmış, ölüler verilmişti. Bu durum halkta veya orduda hiç de iyi bir izlenim bırakmayacaktı.

Ah, bir de Louis "sorun olursa boşanacağız" sözünde durabilseydi...

Düşündükçe kalbi sızlıyor ve sıkıntıyla doluyordu. Böylece yataktan çıkıp bordo renkli elbisesini giydi. Beline siyah kuşağını bağlayarak elbisenin bol görünümünü düzeltti. Sonrasında saçlarını yaptı, Louis'nin hediyesi olan inci kolyesini ve ortasında inci bulunan, altınlarla çevresine su damlası konmuş küpelerini taktı. Eşi belki de bunalıma girmiş olabilirdi ama önemli olan Harry'nin bunalımda olmamasıydı. Dolayısıyla eşini o bunalımdan çekip almak için öncelikle kendisi bir adım atmak istiyordu.

Deri ayakkabılarını giyip, köşedeki testiyi alarak dışarı çıktı. Öncelikle kimi insanın kınayıcı bakışları (bunlara son zamanlardaki olaylar yüzünden sıkça rastlıyor ama görmezliğe vermeye çalışıyordu), kimi insanın da sevecen dolu selamlayışları arasında kuyuya doğru ilerledi. Soğuk suyu çektikten sonra testiye doldurdu ve ardından yemek hazırlanan çadıra geçip, kahvaltı tepsisini kendisi hazırladı. Bugün eşiyle hoş vakit geçirmeyi temenni ediyordu.

Constantinople | Larry ✔Where stories live. Discover now