Belki Bir Gün || Berna Aslıhan

VisneCurugumm tarafından

62.6K 5.6K 7.8K

Leyla ve Oğuz, henüz iki küçük çocukken sevmişlerdi birbirlerini. Kader onları bir araya getirdiği gibi her d... Daha Fazla

Tanıtım
-İlk Aşk, İlk Öpücük-
-Avuçlarımda Hayal Kırıklığı Var-
-İlkler Kalır, İliklere Kadar-
-Bu Yıkıntıları Onaramazsın-
-Kaçıncı Kor Bu Söndürdüğüm?-
-Kaldı Çocukluğum Sende-
-Nefes Gibi Muhtacım Sana-
-Aşktır Ölümden Güzel Olan-
-Senden Bana Hatıra Şimdi-
-Unutmayı Öğrenemedim-
-Ayrılıklar Sevgiyle Beraber-
-Unutulan Sevgi Tohumları-
-Aşk Eski Bir Şarkı-
-Geçmiş Değil Bugün Gibi-
-Özlemekmiş Oysa Sevmek-
-Sen Güzel Seversin-
-Sen Beni Unutamazsın-
-Yine Kendini Çok Özletti-
-Öyle Bir Gel ki Bana Nefes Nefese-
-Sevdalı Bir Yağmur Gibisin-
-Yüreğini Yasla Bana-
-Eskimeyen Bir Resim Gibi-
-Sesinde Kuşlar Yaşıyor-
-Bunlar Hep O İhtiyar Dünyanın Yalanları-
-Gözümün Gördüğü Göğsümün Bildiğiyle Bir Değil-
-Her Nefeste Sonsuzluk ve Aşk-

-Yarım Kalan Bir Hikâyeyiz Seninle-

2K 212 133
VisneCurugumm tarafından

Bölüm şarkımız; Sezen Aksu - Küçüğüm
Herkese keyifli okumalar dilerim.

☘️

Eve kendimi zor atmıştım. Arabayı park ettiğimde gözlerimin kararması neredeyse görüşümü sıfıra indirmişti. Kontağı kapatıp kendime gelmeye çalıştım. Hem sinirden hem de açlıktan şekerimin düştüğünü hissedebiliyordum.

Neredeyse öğlen olmuştu ve ben hâlâ yemek yememiştim. Apartmana girip daireme ulaştıktan sonra çantamdaki anahtarı buldum. Ellerim titriyordu. Ağzımın uyuştuğunu hissedebiliyordum. Kilidi zor tutturup anahtarı çevirdim. İçeri girdiğimde şeker ölçme aletini bulup çantayı nereye attığıma dikkat etmeden koltuğa oturdum.

Tahmin ettiğim gibi şekerim çok düşüktü. Ayaklarım birbirine karışırken mutfağa güçlükle gidip kendime şekerli su hazırlayıp içtim. 

Oğuz daha ilk günden bütün dengemi alt üst etmeyi başarmıştı. Onunla sürekli yüz yüze gelmeye nasıl dayanacaktım? Henüz başlayamadığım işimden ayrılmayı düşündüm. Ancak yapamazdım. Yenilgiyi böyle kolay kabul edip arkama dönmeyecektim.

Ne yaşanırsa yaşansın bu kadar zayıf davranamazdım. Dakikalar birbirini kovalarken biraz olsun kendime gelmiş hissediyordum.

Şekerimi tekrar ölçtüğümde değerlerim normale dönmüştü. Tekrar düşmesini engellemek için bir şeyler yemeliydim. 

Çekmeceden bir çatal alıp tabağıma doldurduğum yemeği yemeye başladım. Birkaç çataldan sonra kenardaki sandalyeyi çekip oturmuştum. Akılımı Oğuz'dan uzak tutmaya çalışıyordum ancak nafileydi. Yıllar sonra onu kanlı canlı karşımda görüp de tek kelime edememek, öfkemi kusamamak benim için gerçekten çok zordu.

Onu beklediğim beş sene bile benden böylesine alıp götürmemişti. O zamanlar bir umudum vardı. Oğuz'u bulduğum zaman edeceğim bir çift sözüm vardı. Peki, ya şimdi? Neden karşısına geçip de geçmişte olanların hesabını soramıyordum? Ya da gözlerine bakıp da nasıl beni hatırlamazsın diyemiyordum?

Her şeyden önemlisi; yıllarca onun yokluğuna kendimi alıştırmıştım. Şimdi onu görünce her şey yerle bir olmuş gibiydi. Benliğime ihanet ediyormuş gibi hissediyordum. Oğuz'u görünce kalbimin hızlanmasına izin veremezdim. İhaneti dün gibi aklımdaydı.

Yıllar içerisinde ne zaman onu özleyecek olsam o kadınla, yarı çıplak, yataktaki görüntüsünü hatırlamaya zorlamıştım kendimi. Etrafıma ördüğüm duvarları yıkmasına izin verecek değildim. Hele ki beni görüp de tanımamışken!

Kararlı bir ifadeyle oturduğum yerden kalktım.

"O artık geçmişte hayran olduğun ilk aşkın değil!" Boş tabağı ve çatalı elime aldım. "Bunu kendine yapamazsın!" Kendi kendimi azarlamaya devam ederken bulaşığı lavabonun içine koydum. "Duydun mu beni?"

Bulaşık süngerine deterjanı hırsla döküp suyun altına tuttum. "Oğuz, senin âşık olduğun o adam değil!"

Tabağı öyle bir sürtüyordum ki üzerindeki yaldızın silikleştiğini görebiliyordum. Durmadım. "O odada nasıl küçük düştüğünü unutamazsın. Sen kendine saygı duymazsan kimsenin sana saygı duymasını bekleyemezsin."

Zavallı çatalı kaçıncı kez sürttüğümü bile saymamıştım. Tekrar suyu açıp bulaşıkları duruladıktan sonra kenardaki bezin üzerine koydum.

Ellerimi, her zaman dolabın kapağına sıkıştırdığım kurulama bezine silip içeri geri döndüm. Bu gece kolay geçmeyecekti. Göreceğim rüyaları şimdiden tahmin edebiliyordum.

Beş sene boyunca Oğuz'u tekrar bulacağım ve hesap soracağım anın hayaliyle uyurken her gece tekrar tekrar rüyamda o anları görüp durmuştum. Bu gece de onlardan farklı olmayacaktı.

☘️

Hava çoktan kararmıştı. Elimdeki kitabın son sayfasını okuyup kapattım. Başlarda dikkatimi vermekte zorluk çeksem de sonradan kitap, beni içine çekmiş ve tıpkı yapmak istediğim gibi zihnimi Oğuz'dan uzaklaştırmıştı.

Kitabı kenardaki sehpanın üzerine bırakıp kumandayı elime aldım. Kanallar arasında amaçsızca gezerken telefonum çalmaya başladı.

El yordamıyla bulup açtım. Kimin aradığına bile bakmamıştım. "Efendim?"

"Kuzucuğum!"

Annemin sesini duyunca boğazım düğümlendi. Ağlamamak için kendimi tutarken, "Annem!" dedim.

"Nasılsın bakalım? İşe bugün başlayacaktın değil mi?"

Göremeyeceğini bilsem de başımı iki yana salladım. "Yarın başlayacağım."

"Karıştırdım demek ki..."

"Hı, hı. Bugün patronumla tanıştım. Önceki görüşmemde tanışma fırsatım olmamıştı."

Sesimdeki hüznü bastırmaya çalışsam da annem bir sorun olduğunu anlamıştı.

"Pek sevmedin sanırım."

"Hayır, sevdim. Çok kibar bir adam."

Kısa süreli bir sessizlik olduktan sonra annem devam etti. "Sorun ne o zaman bebeğim? Sesin çok hüzünlü geliyor."

Yine boğazım düğümlendi. Gözlerimi zorlayan yaşları serbest bırakmamak için çabaladım. "Sorun yok. Sadece yorgunum. Az önce bir kitap okudum." Sormasına izin vermeden ekledim. "Kötü sonluydu. Bilirsin her zaman etkilenirim kötü sonlardan."

İnanmasa da üstelemedi. "Bilirim. Ama sen de annelerin her şeyi bileceğini ve çocukları onlara ne olduğunu söylemese bile bir kitap yüzünden üzgün olmayacaklarını anlayacağını bilmelisin."

Cevap vermedim. Çünkü sesimin titremesinden korktum. En iyisi konuyu değiştirmek olacaktı. Boğazıma oturan yumruyu yok etmek için yutkundum. "Babam nasıl?"

"İyi, o da seninle konuşmak istiyor."

"Bir sesini duysam iyi olacak."

"Telefonu veriyorum o hâlde. Kendine iyi bak. Beni aramayı unutma."

"Tamam annem."

Telefonu babama vermeden önce ekledi. "Seni seviyorum."

Şu an yanımda olsaydı, başımı dizlerine yaslayıp hıçkıra hıçkıra ağlasaydım. Sonra annem saçlarımı okşayıp bana her şeyin geçeceğini söyleseydi. Buna o kadar çok ihtiyacım vardı ki...

Derin bir nefes aldım. "Ben de seni seviyorum."

Saniyeler sonra hattın diğer ucundan babamın sesini duydum. Uzunca bir süre de babamla sohbet ettikten sonra telefonu kapatıp koltuğa bıraktım.

Onlardan uzakta olmaya alışıktım. Üniversitenin üç senesini şehir dışında son yılımı ise yurtdışında okumuştum. Mezun olduktan sonra yine uzun bir süre İsveç'te kalmıştım.

Yıllardır evden uzaktaydım. O yüzden yine onlardan uzakta yaşayacağımı söylemek benim için zor olmamıştı.

Hayatıma karışmaz, kararlarıma her zaman destek verirlerdi. Ailemden maddi anlamda destek almayı bırakalı yıllar olmuştu. Ayaklarımın üzerinde durabiliyor olmam onlar içi bir gurur kaynağıydı. Tek zorluğu onlardan uzak kalmaktı.

Bakışlarım saati bulduğunda uykumun gelmesine şaşırmadım. Mutfağa girip gece insülimi dolaptan aldıktan sonra sandalyeye oturup şortumun açıkta bıraktığı bacağıma iğneyi yaptım. Saniyelerin geçmesi için saydıktan sonra iğne ucunu atık çöpüme atıp insülini dolaba geri koydum.

Yatağa ulaştığımda şimdilik iyi gidiyordum. Son birkaç saattir Oğuz aklıma bile gelmemişti ve ben rahat bir uyku çekmenin hayaliyle yanıp tutuşuyordum. Her şeyin sadece bir rüyadan ibaret olmasını öyle çok isterdim ki...

Onu terk ettiğimde bir daha yüzünü asla görmeyeceğime yemin etmiştim. Şimdi yaşananlarsa hayatın bana; her şey senin istediğin gibi olmuyor küçükhanım deme şekliydi. Yatağa uzanıp yorganı üstüme çektim.

Uyuyacaktım. Uyuyacak ve her şeyi unutacaktım.

☘️

"Özleminden öleceğimi sandım."

Kokusunun genzime dolduğunu hissedebiliyordum.

"Sen gitmeden olabildiğince çok kez kokunu solumak istiyorum."

Kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu. Tıpkı onu ilk gördüğüm zamanki gibi...

Kollarının bedenimi sardığını, kalbimi sıcacık ettiğini hissettim. Hepsi gerçek gibiydi.

"Bu bir veda değil, biliyorsun değil mi?"

"Zor olacak ama dayanacağız."

Sahne değişti. Boş sokaklarda koşuyordum. İçim acıyla kavruluyordu. Tıpkı o günkü gibi...

"Leyla! Bekle!"

"Açıklayabilirim! Yemin ederim aldatmadım seni!"

Rüya görüyorsun Leyla uyanmalısın! Gözlerimi açmaya çalıştım ama yapamadım. Karanlık sokaklarda koşmaya devam ederken kendimi birden bir odanın içinde buldum. Oğuz karşımdaydı ve bana gülümsüyordu. İlk önce rahatlamış gibi hissetsem de ardından Ömer Bey'in sesini duydum.

"Tanıştırayım; ortağım, aynı zamanda başmühendisimiz Oğuz Bey."

Ah! Bitmiyordu! Kahretsin!

"Düğün hazırlıklarından kendini kurtarabilirse inşallah en yakın zamanda aramıza dönecek."

Hayır! Duymak istemiyorum! Uyan Leyla! Uyan!

Oğuz'un kahkaha atan sesi kulaklarımı tırmalıyordu.

"... düğüne sizi de bekliyorum."

Kan ter içinde yattığım yerden doğruldum. Gözümden yaşlar akıyordu. İki elimi yatağa dayamış derin derin nefes alıyordum.

"Sakinleş, geçti." Bir elimi tişörtümün açıkta bıraktığı göğsüme koydum. "Sadece bir rüya."

Ensemi rahatsız eden saçlarımı tepemde toplayıp tekrar uzandım. Hâlâ rüyanın etkisindeydim. Kahretsin! Bu tarz rüyalar görmeyeli uzun zaman olmuştu.

Gözlerimi kapatıp uzunca bir süre kendime gelmeye çalıştım. Bir yandan zihnimi boşaltmaya çalışıyor diğer yandan sakince nefes alıp veriyordum.

Su, su içmeliyim.

Yattığım yerden kalkıp sarsak adımlarla mutfağa girdim. Ellerim titriyordu. Bir bardak su doldurup sandalyeye oturdum. Yudum yudum su içerken gözlerimi kapatmamaya çalıştım. Çünkü ne zaman gözlerimi kapatsam Oğuz'un görüntüsü önümde beliriveriyordu.

Onu atlatmak için çok çaba harcamıştım. O ise tek bir günde her şeyi yine mahvetmişti. Elimi alnıma yaslayıp tek elimde bardağı tutmaya devam ettim.

"Güçlü olmak zorundasın. Sakın pes etme."

Daha yolun başında böyle hissediyorsam onu her gün görmeye nasıl dayanacaktım?

Hele ki...

Cümlemi içimden bile tamamlayamadığımı fark edince sinirlendim ve kendimi, yüksek sesle bunu söylemeye zorladım. "Evlendikten sonra... Bunu söylemeye kendini alıştırsan iyi olur. Birkaç güne evlenmiş olacak."

Kendi kendime canımı ne de güzel yakıyordum. Ama buna alışmak zorundaydım.

Yarım kalmış bir hikâyeyiz seninle... Asla nokta koyamayacağımız, her zaman üç noktayla eksik kalacağımız bir hikâye...

Kendime öfkelendim. Hayata karşı dimdik duran Leyla'ya ne olmuştu?

On sene boyunca sırf kendisine saygısından o adamın adını ağzına bile almayan Leyla'ya ne olmuştu!

Elimdeki bardağı öylesine büyük bir öfkeyle sıkıyordum ki patlama sesini duyduğumda ilk önce ne olduğunu anlayamadım. Elimden akan kan bacağıma hızla damlamaya başlayınca kendime gelip ayağa kalktım.

Bir bu eksikti!

Elimi suyun altına tutup kesikte cam parçası kalmadığına emin olana kadar yıkadım. Suyun rengi resmen kırmızıya dönmüştü. Akan su bile kanın durmasına yardımcı olmuyordu. Kenardan bulduğum havluyu elime sarıp elimi havaya kaldırdım.

Kolumu sandalyenin sırt kısmına dayamış havada tutmaya devam ederken yavaşça havluyu açtım. Baskı azalır azalmaz yeniden kanayacak gibi bir hareketlenme olunca tekrar kapatıp bastırmaya devam ettim.

Zeytinyağı... Ne zaman bir yerimi kessem annem kesiğin üzerine hemen zeytinyağı dökerdi. Elimi havada tutmaya özen göstererek zeytinyağı şişesini buldum. Kapağı açıp lavabonun içine uzattığım elimin üstüne döktükten sonra tekrar havluya sarıp bastırmaya devam ettim.

Kanın pıhtılaşması bayağı bir zaman almıştı. Şeker hastası olduğum için basit kesikler bile normal insanlara kıyasla daha geç iyileşiyordu.

Derin bir kesik değildi ve dikiş gerektirecek gibi durmuyordu. Antibiyotikli bir krem bulup avucumun içine sürdükten sonra bandajla sarıp kapattım. Yeteri kadar canım acımıyormuş gibi buna bir de elimdeki kesiğin acısı eklenmişti.

Aradan biraz daha geçtiğinde günün ilk ışıkları pencereden içeri süzülmeye başlamıştı. Uykusuzluktan gözlerim acıyor, başım ağrıyordu.

Kahvaltı edip bir ağrı kesici içmeliydim. Şeker aletinin olduğu küçük çantayı bulup masaya koydum. Tek elle hareket etmek zordu. Ölçüm çubuğunun olduğu kutuyu zorla açıp içindekileri dökmemeye özen göstererek bir tane aldıktan sonra cihaza yerleştirdim.

Lanset kalemiyle bir süre bakıştım. Yaralı elimden kan alamazdım. Sağlam elime baktım. Kan almaya uygundu ancak kalemi nasıl bastıracaktım.

Elimdekileri öfkeyle fırlatmamak için kendimi tutmak zorunda kaldım. Yara sızlıyordu. Öyle ki; sızısı bütün elime dağılmış durumdaydı.

Yapacak bir şey yoktu. Lanseti kalemin içine yerleştirdim. Sağlam olan elime alıp kurduktan sonra diğer elimin işaret parmağına dayadım. Tuşa bastığımda iğnenin girip çıktığını hissetmiştim. Bu, her zamankinden daha fazla acı vermişti.

Yüzümü buruştururken parmağımdan akan ilk damlayı peçeteye silip çıkan temiz kanı stribin üzerine damlattım. Yara iyileşene kadar uzun bir süre bu eziyeti çekmek zorunda kalacaktım.

Sabah sabah yaşadığım aksiyona rağmen şekerim fena sayılmazdı. Dolaptan insülin alıp bu defa koluma uyguladıktan sonra kahvaltı hazırlamaya koyuldum.

Tek elimle, olabilecek en seri şekilde kahvaltımı hazırlayıp acele etmeden yedim. Yaptığım her hamleyi düşünerek hareket ediyordum. Bunun nedeniyse elbette aklımı Oğuz'dan uzak tutmaktı. Ve başarılı da oluyordum.

☘️

Asansöre binene kadar tanıdık kimseyle karşılaşmamıştım. Zaten burada tanıdığım insan sayısı şimdilik bir elin beş parmağını geçmeyecek kadar azdı.

Kapılar açıldığında asistanın yanına ulaştım.

"Leyla Hanım, günaydın."

İsmini hatırlamaya çalıştım ama hiç öğrenmediğimi hatırlayıp kendimi zorlamadım. "Günaydın."

Bana ismini söylemesi için bakarken sanırım ne için beklediğimi anlamıştı. "Hale." dedi gülümseyerek. "İsmim Hale."

Aynı sıcaklıkla gülümsedim. "Sanırım bir giriş kartı almam gerekiyor. Her geldiğimde danışmaya açıklama yapmamı istemeyiz değil mi?"

"Ah, elbette." Masasına ulaşıp çekmeceyi açtıktan sonra elindeki kartı uzattı. "Dün insan kaynaklarından vermişlerdi. Ancak siz fenalaşınca aklımdan çıktı." Durumumu merak eder gibi baktı. "İyisiniz değil mi?"

Başımla onayladım. "İyiyim. Sorduğun için teşekkür ederim."

Sessiz kalırken gözleriyle rica ettiğini belli ediyordu. "İşyeri hekimiz..."

"Şafak Bey."

"Evet, Şafak Bey odasında mı?"

Gözlerindeki bakış hemen telaşa döndü. "İyi olduğunuzu söylemiştiniz."

Çantamdaki insülin kutularını çıkardım. "Benim için dolapta saklamasını isteyeceğim."

Elimdeki kutulara baktı. Bilmeyen biri için bunlar elbette çok yabancı şeylerdi. "İnsülin iğneleri." dedim açıklama yaparak.

Yıllardır alışık olduğum bakışlar direkt olarak beni buldu. Acıyan bakışlar... Bu genç yaşımda diyabetimin olması insanları her zaman üzerdi.

Devam etmesine müsaade etmeden Şafak Bey'in odasına ulaştım. Daha doğrusu revire... Kapıyı hafifçe tıklatıp girdiğimde o da tıpkı Hale gibi merakla bana bakıyordu. Nasıl olduğumu sormasını beklemeden, "İyiyim, merak etmeyin." dedim.

"İyi olmanıza sevindim." Elimdeki kutulara baktı. "Sanırım elinizdeki kutularda insülin iğneleriniz var."

Başımla onayladım. "Her öğle arasında eve gitmek istemedim. Ayrıca birkaç tane glukagon iğnesi de var içinde."

"İyi düşünmüşsünüz. Hem ters bir durum olursa müdahale etmem kolay olur."

Kutuları verip dolaba koymasını bekledikten sonra iyi çalışmalar dileyip Hale'nin yanına geri döndüm. Nerede çalışacağımı öğrenmeliydim.

"Beni takip edin lütfen."

Sessiz kalıp Hale'yle birlikte koridorda ilerledim. Kısa bir süre sonra bir odanın önünde durduk. Diğer mühendislerle ortak bir çalışma alanı beklerken kendi odamın olacağını öğrenmek beni şaşırtmıştı.

Hale, kapıyı açıp içeri girmemi bekledi. "Odanız..."

İçeri girip etrafıma bakındım. Siyah mobilyalara göz gezdirdim. Duvarlar beyaza yakın bir renkteydi. Pencerenin önündeki saksı, odaya doğal bir ortam katmıştı. Duvarda asılı olan tablolarsa odanın soğukluğunu tamamen yok etmişti.

"Diğer mühendislerle birlikte çalışmayı tercih ederdim."

Hale gülümsedi. "Herkesin odası ayrı. Ortak bir çalışma alanımız yok."

"Anlıyorum. Peki o zaman. Teşekkür ederim Hale."

"Rica ederim."

Odada yalnız kaldıktan sonra çantamı kenardaki ayaklı askıya astım. Etrafımı incelemeye devam ederken üzerimdeki ceketi de dilsiz uşağa astığımda koltuğuma yerleştim.

Bilgisayarı açmak için eğildiğimde bana henüz herhangi bir iş verilmediğini hatırladım. Ömer Bey'le mi iletişime geçmeliydim?

Normal şartlarda başmühendis iş dağılımı yapardı ancak malum şahıs düğün hazırlıklarıyla meşgul olduğundan elbette buna vakti yoktu.

Masanın üzerinde duran telsizi ve dâhili numara listesini görünce fazla düşünmedim. Ömer Bey'in dâhilîsini tuşlayıp bekledim.

"Efendim?"

"Ömer Bey, benim Leyla... Müsaitseniz yanınıza gelebilir miyim?"

Hiç beklemeden cevap verdi. "Tabii, gelebilirsiniz."

Telsizi kapatıp masaya bıraktıktan sonra ayağa kalktım. Odadan çıkıp koridorda ilerledikten sonra Ömer Bey'in odasına ulaştım. Zaten odama fazla uzak sayılmazdı. Yürürken saçma bir soru takıldı aklıma. Acaba Oğuz'un odası neredeydi?

Sonra bu soru aklıma takıldığı için kendime kızdım. "Sana ne Leyla!"

Yavaşça kapıyı tıklayıp içeriden gelecek olan sesi bekledim. "Gir!"

Dün bu odadan çıkışımı hatırlarken aklımın dağılmasına izin vermedim.

"Günaydın."

"Günaydın Leyla Hanım."

Ayakta dikilmeye devam ederken Ömer Bey'in işaret ettiği yere oturdum. Neden yanına geldiğimi sorgularcasına bakıyordu.

"Ben direkt odama geçtim ama herhangi bir iş vermediniz bana."

Gülümsedi. Çok sıcakkanlı birine benziyordu. Hani bazı patronlar olurdu ya, böyle küçük dağları ben yarattım dercesine bakışlara sahip olan... Ömer Bey kesinlikle onlardan biri değildi.

"Şu an bir firma için yazılım hazırlıyoruz."

Detayları anlatırken can kulağıyla onu dinledim. Uzunca bir süre yazılacak programı, bunu kimlerin kullanacağını, kullanılacak olan dili anlattı.

"Gerekli bilgilerin detayını bilgisayarınızda bulacaksınız."

Yüzüme düşen saçlarımı geri ittirdiğimde elimdeki bandajı fark etmişti. "Leyla Hanım, elinize ne oldu?" Sesi endişeli çıkmıştı.

Bandaja bakıp gülümsedim. "Önemli bir şey değil. Ev kazası. Bardak kırıldı."

"Geçmiş olsun. Her gün bir sağlık sorunu yaşıyorsunuz. Dikkat edin lütfen kendinize."

"Çok naziksiniz. Dikkatli olacağım, merak etmeyin."

Konuşmanın sonuna gelmiş olduğumuzu hissettiğim için müsaade isteyip ayaklandım. Kapıya ulaştığım sırada dün olanlar aklıma doldu. Kalp atışlarım istemsizce hızlanırken Ömer Bey'e bir şey belli etmeden kapıyı açıp koridora çıktım.

Henüz birkaç adım atmıştım ki karşımdan gelen Oğuz'u görünce duraksamamak için üstün bir çaba harcadım. Dik duruşumdan taviz vermeden kendime güvenen adımlarla ona doğru ilerledim.

Eğer yanımda durmazsa ben de durmayacaktım. Hatta göz kontağı bile kurmamaya özen gösteriyordum. Odama neredeyse ulaşmıştım. Oğuz'un da aynı yöne yönelmesi hoşuma gitmemişti. Aramızdaki mesafesinin kapanmasına birkaç adım kalmıştı ki Oğuz durdu.

"Leyla Hanım," dedi gözlerime bakarak. Kahretsin ki sesi, içimin titremesine neden oluyordu. Ne yaparsam yapayım bunu aşamayacaktım.

"Oğuz Bey," ben de tıpkı onun gibi gözlerine baktım ve ekledim. "Düğün hazırlıklarıyla meşgul olduğunuzu sanıyordum."

Mutlu bir ifadeyle gülümsedi. "Öyleydi. Ancak yazılımda hata varmış. Mühendisler dün geceden beri çözemeyince mecbur gelmek zorunda kaldım."

İlgiyle baktım. "Öyle mi? Ben de yardımcı olmak isterim."

Sanki küçümser gibi baktı bana. Birisi, sevgili başmühendisimize söyleyebilir mi? Ben de burada çalışıyorum ve tıpkı kendisi gibi bir mühendisim.

"Hatayı bulabileceğinize inanıyor musunuz?"

Sorduğu soruya gülmek istedim. "Özgeçmişimi incelemek isterseniz bir kopyasını verebilirim." Oğuz'un tek kaşı havaya kalkınca devam ettim. "Yeteri kadar tecrübem var. Hatayı bulmanızda yardımcı olabilirim."

Meydan okumam sanırım hoşuna gitmişti.

"Peki öyleyse, gelin benimle."

Yalnız kalacağımızı düşünmek hoşuma gitmese de geri adım atmadım. On sene önce olsa ona herhangi bir konuda meydan okumaya cesaret edemezdim. Çünkü birçok alanda benden iyi olduğunu düşünüyordum. Ancak dediğim gibi bu, on sene önceydi.

Şimdi en az onun kadar iyi bir yazılım mühendisi olduğumu ve zekânın, sararmış kitap sayfaları arasında kaybolmaktan daha fazlası olduğunu biliyordum.

Odamın hemen çaprazında kalan odanın önüne ulaştığımızda bu durum hoşuma gitmemişti. Odası başka bir katta ya da benden en azından biraz daha uzakta olsa işim çok daha kolay olacaktı.

Dedim ya, hayat benimle dalga geçme konusunda gerçekten çok başarılıydı.

İçeri girdiğimizde odanın büyüklüğü dikkatimi çekti. Çok fazla eşya yoktu. Ortada kocaman bir masa, duvarda en az masa kadar büyük bir ekran vardı.

Masanın etrafında bulunan çok sayıda sandalyeden anladığım kadarıyla birçok toplantı burada gerçekleştiriliyordu.

Oğuz, bilgisayarın başına geçip sistemi açtıktan sonra yanına gelmemi işaret etti. "Ekrandan takip edebilirsiniz."

Cevap vermeden yanındaki sandalyeye oturdum. Hatayı bulabilmek için klasik hata ayıklama kodlarını yazmaya başladı.

Bu kadar kolay bir çözümü olsaydı bence buradaki mühendisler bütün gece uğraşmazdı. Çünkü yazdığı kodlar yazılıma henüz başlamış olanların bile aklına ilk gelecek olanlardı.

Birkaç denemesinden sonra öfkelendiği her hâlinden belli olan bir ifadeyle etrafına bakıp kravatını gevşetti ve çıkarıp masanın üzerine bıraktı. Bir sonraki başarısız girişimindeyse ceketini çıkarmıştı. Her başarısız olduğunda üzerinden bir parça çıkaracaksa işimiz vardı.

Duvarda asılı olan büyük ekrana dikkatlice bakarken aklıma bir fikir gelmişti.

Dikkatini çekebilmek için koluna dokundum. Bakışları hızla beni buldu. Elimi geri çekmem de aynı hızla olmuştu. "Deneyebilir miyim?" diye sordum ekranı işaret ederek.

Yine o alaycı bakışları beni buldu. "İddialıyım diyorsunuz yani?"

Yorum yapmadan klavyeyi kendime çektim. "Sadece farklı bakış açısı diyorum."

Küçük bir program yazıp bekledim. Verileri taraması birkaç dakikayı bulmuştu. Oğuz, başaramayacağımdan emin bir ifadeyle kollarını göğsünde bağlamış, arkasına yaslanmıştı. Büyük ekrana bakmaya devam ederken birden akan kodlar durdu ve kırmızı satır yanıp sönmeye başladı.

"İşte!" dedim ekranı işaret ederek. "Buldum."

Bu defa keyiflenme sırası bendeydi. Oğuz, kollarını yavaşça aşağı indirip bilgisayar ekranına daha dikkatli baktı. "Nasıl yaptınız?"

"Aslında dediğim gibi sadece bakış açımı değiştirdim. Siz hatayı kodda ararken asıl hatanın veri kaynaklı olabileceğini düşündüm ve sonuç."

Hâlâ ekranda yanıp sönmekte olan hatayı gösterdim. Etkilenmiş gibi bakıyordu. Kısa bir süre bakışlarımız birbirini bulduğunda yine o tanıdık hissin gözlerinden akıp geçtiğini gördüm. Ancak bu, o kadar kısa sürmüştü ki emin olamadım.

Oğuz oturduğu yerden kalkıp masaya bıraktığı kravatını alıp acele etmeden boynuna taktı. Ardından ceketine uzanınca ben de tıpkı onun gibi ayaklandım.

"Tebrik ederim Leyla Hanım. İlk günden kendinizi ispatladınız."

Kendimi ispatlamaya çok da ihtiyacım olduğunu sanmıyorum, demek istesem de sustum. Teklifin onlar tarafından geldiğini arada bir hatırlamama gerek var mıydı acaba?

"Teşekkür ederim. Bu tarz sorunlar için işlerinizi bırakıp gelmenize gerek yok. Ben her zaman buradayım." Gözlerimi gözlerinde gezdirirken ekledim. "Nişanlınızı bu süreçte yalnız bırakmamalısınız."

Aramızdaki soğuk savaş hızla devam ediyordu. O da tıpkı benim yaptığım gibi gözlerini gözlerimde gezdirdi. "Haklısınız. Kadınlar bu gibi zamanlarda gerçekten yalnız bırakılmamalı. Bir şeyleri yanlış anlayıp terk etmeleri an meselesi olabiliyor."

Kurduğu cümleyle ayaklarım yere çakılı kalmıştı. Açık açık söylemese de gözlerindeki bakışlardan beni de geçmişimizi de hatırladığını görebiliyordum.

Yarım kalan bir hikâyeyiz seninle.

☘️

Bölüm sonuu!!

Eveeet, ne düşünüyorsunuz?

Bölümü beğendiniz mi?

Oğuz ve Leyla arasındaki sürtüşme iyice aldı başını gidiyor. Sizce neler olacak?

Oğuz sonunda kendini açık etti. Acaba Leyla nasıl bir tepki verir?

Ben bölüm günü olduğunu unutmuşum. İnsan hatırlatmaz mı, hı?

Erken aklıma geldi de hemen ayarladım bölümü Allah'tan. Bölüm günü gelince beni bi' dürtün. İş güç derken çıkıyor aklımdan.

Haftaya görüşmek dileğiyle...

Esen kalınız,
Berna.

Okumaya devam et

Bunları da Beğeneceksin

52.3K 4.5K 44
Ayakta durmakta bile zorlanıyordu ama ağır adımlarla bana doğru yaklaştı. Tam karşımda durduğunda, odadan içeriye sızan ay ışığı sayesinde gözlerini...
65.6K 5.5K 27
AŞK-I NEY SERİSİNİN DEVAMIDIR.. Ateş mi ? Yakmazdı onu bilirdi. O ateşle kavrulalı çok olmuştu.. Korkmak mı? Asla... Ateşin aşkına düşen pervane kork...
2M 132K 67
Ardındaki demir kapının çıkardığı tok sesle yerinden sıçradı.Şaşkınlıkla etrafına baktı ve her şeyin ne kadar farklı olduğunu düşündü.Derin bir nefes...
16.7K 2.4K 80
"Kendi planlarımızı yapıyorduk, Ama kaderin de planları olduğunu unutmuştuk." Dostoyevski/ Suç ve Ceza *** Murat Albayrak'ın tek istediği arkasını dö...