Bizim Mucizemiz

By mucizeseverbiri

92.1K 6.2K 3K

İstediği hikayeyi, olayı, repliği, naifliği, farkındalığı, kısaca eski dizisini göremeyen MD fandom! Bu kitap... More

TANITIM
1.BÖLÜM
2.BÖLÜM
3.BÖLÜM
4.BÖLÜM
5.BÖLÜM
6.BÖLÜM
7.BÖLÜM
8.BÖLÜM
9.BÖLÜM
10.BÖLÜM
11.BÖLÜM
13.BÖLÜM
14.BÖLÜM
15.BÖLÜM
16.BÖLÜM
17.BÖLÜM
18.BÖLÜM
19.BÖLÜM
20.BÖLÜM
21.BÖLÜM
22.BÖLÜM
23.BÖLÜM
24.BÖLÜM
25.BÖLÜM
26.BÖLÜM
27.BÖLÜM
28.BÖLÜM
29.BÖLÜM
30.BÖLÜM
31.BÖLÜM
BİLGİLENDİRME

12.BÖLÜM

2.8K 193 55
By mucizeseverbiri

Keyifli okumalar MD ailesi! 🤸🏻‍♀

👉🏻 İlk sahnemize yukarıdaki müzik ile başlayabilirsiniz "Precipitation-Thomas Hewitt Jones"

Nazlı sabahın ilk ışıklarına uyandığında, gözlerinin kamaşmasıyla beraber kaşlarını çattı. Gözlerini birkaç defa kırpıştırdı ve yattığı daha doğrusu oturduğu yerde kıpırdandı. Her yerinin tutulduğunu hissediyordu. Bir eli battaniyenin altındaydı ama diğer eli oldukça üşümüştü. Hafifçe öne doğru eğildi ve karşılaştığı manzarayla bir anda yüreği yumuşacık oldu.

Eli karşısındaki yatağa doğru düşmüştü ve Ali'nin elinin üzerinde öylece duruyordu. Birbirlerinin ellerini tutmuyorlardı sadece üst üste bir haldeydi. Ama bu bile Nazlı'nın kalbini hızlandırmaya yetmişti.

Elini hafifçe oynattı ve uyandırmamaya gayret ederek Ali'nin elini narince tuttu. Kaldırdığı başını yeniden koltuğa dayadı ve bakışlarını karşısında uyuyan sevdiği adama çevirdi. Nefes alış verişleri kulağına ninni misali gelirken, hiç olmadığı kadar huzurluydu. Nefes aldığını duymak bile Nazlı'ya bir nimetti.

Usulca gülümsedi ve üzerindeki battaniyeyi biraz daha kendine çekti. Gözleri şahitlik edebileceği en güzel manzaraya tanıklık ediyordu, elleri ise en güven verici limandaydı. Bakışları sevgilisinde uzun süre gezdi. Saniyeler dakikaları kovaladı ama Nazlı bir an olsun gözünü kırpmadı.

Bir insan nasıl uyurken bile kalbini yansıtabilirdi? Yüreğindeki güzelliği, saflığı, temizliği nasıl bu denli gösterebilirdi? Ali yapıyordu. Hiçbir şey yapmasa bile karşısındaki insana kendini değerli hissettiriyor, sevgisini olduğu gibi veriyordu.

Nazlı derin bir nefes aldı. Ona kalsa zamanı durdurur ve yerinden milim kımıldamazdı ama yapması gereken sorumlulukları da vardı. Bu aklına düşünce hiç istemeyerek elini yavaşça çekti ve oturduğu yerde doğrulmaya çalıştı.

Bütün bedeni uyuşmuş durumdaydı ama bundan hiç şikayetçi değildi. Vücudu sağlam olamasa dahi, günler sonra ruhu tamamen sağlamdı. Bir aydır ilk defa bu kadar derin ve huzurlu bir uyku çekmişti. Halbuki yattığı yer sıcacık yatağına kıyasla oldukça rahatsızdı. Ama gerçekten Nazlı hiç yorgunluk veya uykusuzluk hissetmiyordu. Aksine çok da neşeli ve enerjikti. Kafa sağlıklı olduktan sonra bulunulan yerin hiçbir önemi kalmıyordu.

Bacaklarını koltuktan sarkıttı ve ayakkabılarını giydi. Üzerindeki battaniyeyi kenara çektikten sonra yanında duran telefonu eline aldı. Saat henüz sekiz civarını gösteriyordu, gün yeni yeni aydınlanıyordu. Ali yine uyanma saatini geciktirmişti. Sevgilisine baktı.

"Yine saatinde uyanmadın... ama düzelecek."

Kendi kendine başını salladı.

"Düzelecek."

Oturduğu yerden kalktı ve telefonu geri masaya koydu. En ufak bir ses çıkarmamaya özen gösteriyordu. Battaniyeyi güzelce katladı ve koltuğu da usul usul düzeltti. Parmak uçlarında dolaba yöneldi ve kapağı açtı. Elindeki battaniyeyi güzelce yerleştirirken askıdaki önlüğünü de alıp üzerine geçirdi. Önlüğün altında kalan oldukça dağılmış saçlarını hiç önemsemeden gelişigüzel düzelttikten sonra kapağı kapadı. Ali'nin baş ucuna yaklaştı ve masanın üzerindeki telefonunu da alıp cebine attı.

Bakışları monitördeki değerlere kaydı. Herhangi bir sorun görünmüyordu. Daha sonra da kolundaki serumu kontrol etti. Hemşirelerden birisi gece değiştirmiş olmalıydı çünkü ağzına kadar doluydu. Oksijen kabı içindeki havaya da bakıp emin olduktan sonra kahveleri Ali'ye döndü.

Derin bir nefes aldı ve elini kaldırdı ama havada bıraktı. O kadar güzel uyuyordu ki, uyandırma riskini göze almak istemedi. Onun yerine parmak ucuna bir öpücük kondurdu ve hafifçe alnına değdirdi.

Çok uzun tutmadan geri çekildi ve çıkmadan önce odanın lavabosuna girerek elini yüzünü yıkadı. Aynada kendisine baktığında ister istemez haline güldü.

"Bu ne ya? İyice paspal bir şeye dönmüşüm. Ali bu halimi görse kesin kararından pişman olur."

Ellerini kaküllerinden ve az önce öylesine attığı saçlarından geçirdi. Düzletmeye çalıştı ama aynı zamanda saçma sapan gülümsüyordu.

"Aa iyice sapıttım."

Durdu. Aynada bir süre kendine baktı. Ellerini lavabonun mermerine dayadı. Durup durup istemsizce gülümsüyordu. Gerçekten delirmişti.

Başını önüne eğdi. "Kendine gel Nazlı... kendine gel."

Başını kaldırdı ve yanındaki peçetelerle yüzünü kuruladıktan sonra lavabodan çıktı. Son kez Ali'sine baktı ve usulca kapıyı açtı. Kendini koridora attıktan sonra aynı şekilde geri kapattı.

NOT: Bu sahneden itibaren aşağıdaki müziğe geçebilirsiniz "Timing Is My Everything-Jordan Rees, Daniel Marantz"

Ali'nin odası deskin tam karşısında yer alıyordu. Bu yüzden gördüğü ilk kişi Gülin olmuştu. Gülin telefonla konuştuğu için başta cevap veremese de telefonu kapattığında yüzündeki gülümsemeye engel olamadı.

"Günaydın Nazlı."

Nazlı da karşılık verdi. Bugün gerçekten herkese gülmek istiyordu, içindeki neşenin tarifi yoktu.

Sessizce karşılık verdi. "Günaydın."

Gülin'e yaklaştı ve hafifçe masaya oturdu. Yutkundu, elini nereye koyacağını bilemedi. Gülin'in tuhaf bakışlarını üzerinde hissettiğinde konuyu değiştirmek için masanın üzerindeki kalemliği eline aldı.

"Ya bu yeni mi? Deseni çok hoşmuş."

Gülin kaşlarını çattı ama aynı zamanda gülüyordu.

"Sen iyi misin?"

Nazlı gözlerini tavana dikti ve elindekini geri yerine bıraktı.

"İyiyim neden olmayayım?"

"Yani ne bileyim... bir farklısın bugün sanki."

Nazlı tam ağzını açacağı sırada Açelya ortada bulunan odadan bağırarak çıktı.

"Aşktan bunlar hep aşktan!"

Nazlı bir anda ciddileşti ve kaşlarını çattı. İşaret parmağını dudaklarının üzerine koydu.

Fısıldadı. "Şşşş Açi! Sessiz ol biraz Ali'nin odasının önündeyiz..."

Elini indirdi ve bakışlarını kaçırdı.

"...uyandıracaksın."

Gülin gülmemek için dudaklarını birbirine bastırırken Açelya da elindeki ilaç tepsisini masaya bırakmıştı.

"Ne var yalan mı? Daha birkaç saat oldu ama yüzünde güller açıyor maşallah."

Gülin ve Açelya aynı anda ciddileşip kulaklarına dokundular ve parmaklarını birkaç defa masaya vurdular.

"Tü tü tü nazar değmesin."

Nazlı bir süre yüzündeki ciddi ve sinirli ifadeyle arkadaşlarına baktı. Ama bu çok uzun sürmemişti. Bakışlarını yine kaçırdı ve gülümsedi.

"Ya tamam ya... mutluyum işte."

Gülin ve Açelya birbirlerine baktılar. Nazlı da ellerini iki yana açtı.

"Ne yani olmayayım mı?"

Açelya başını salladı.

"Ol tabii canım ol..."

Nazlı derin bir nefes aldı.

"Arkadaşlar... Ali uyandı farkında mısınız? Bir ay ya, koskoca bir ay. Nasıl geçmedi biliyor musunuz? Hala daha inanamıyorum, hayal gibi geliyor."

Gülin gülümsedi ve Nazlı'nın omzunu okşadı.

"Ama artık geçti değil mi? Bundan sonrası daha önemli."

Açelya da onayladı.

"Aynen öyle. Artık yeni ve daha güzel hayaller kurma zamanı."

Nazlı dudaklarını birbirine bastırdı.

"Haklısınız ya."

Oturduğu yerde kıpırdandı ve parmağını havaya kaldırdı.

"Bundan sonra Ali ile bir sürü yeni anı biriktireceğim. Öncekilerin değerini bilemedim ama bundan sonra öyle olmayacak. Her dakikanın her saniyenin hesabını ölçüp biçeceğim."

Ellerini iki yana açtı.

"Böyle bir sürü madde hazırlayacağım Ali ile yapılabilecek şeyler listesi diye. Ve hepsini de tek tek tek..."

Nazlı çenesini havaya kaldırdı.

"...beraber yaşayacağız."

"Hayrola kim kiminle beraber yaşıyor?"

Demir'in sesiyle beraber bütün bakışlar oraya dönerken yanında esneyen Doruk'la birlikte deske yaklaşıyordu.

Nazlı başını iki yana salladı.

"Kimsenin biriyle yaşadığı yok. O nereden çıktı?"

Demir durdu ve önlüğünün kollarını katlamaya başladı.

"Ne bileyim beraber yaşayacağız falan dedin ondan sordum."

NOT: Bu sahneden itibaren aşağıdaki müziğe geçebilirsiniz "Walking In The Rain-Aytekin Ataş"

Açelya kaşlarını çattı ve tereddütle Nazlı'ya döndü.

"Nazlı..."

Nazlı kaşlarını havaya kaldırdı ve arkadaşına döndü.

"Efendim?"

"Aslında sen... yani Ali ve sen yeniden mi deneseniz birlikte yaşama işini?"

Nazlı duraksadı. Yüzü bir anda düştüğünde Demir Açelya'ya döndü ve kaşlarını havaya kaldırdı.

Açelya parmağını havaya kaldırdı ve ses çıkarmadan dudaklarını oynattı.

"Bir saniye."

Nazlı derin bir nefes aldı.

"Yani Açi biliyorsun... olanları. Ali ile zaten bu yüzden ayrıldık biz, ben onu yeniden kaybetme riskini göze alamam."

Başını iki yana salladı.

"Hayır asla olmaz."

Açelya lafını devam ettirdi.

"Taburcu olduğunda zaten yanında birinin kalması gerekecek biliyorsun. Alçıların çıkmasına daha var ve bu süre içinde tek başına kalamaz."

Gülin başını salladı.

"Açi haklı Nazlı. Hem belki birbirinize falan da alışırsınız aynı zamanda. Yani şimdilik yardım etmek için yanında kal, sonra da bir bakmışsın... alışmışsınız."

Nazlı ofladı. Bu konuda çok hassastı ve deli gibi korkuyordu.

"Bilmiyorum... çok korkuyorum. Ya yine onu farkında olmadan zorlarsam? Ya benim yüzümden yine stres olursa?"

Duraksadı. "Ben bir daha kendimi affedemem."

Demir lafa girdiğinde tüm gözler ona döndü.

"Yani Nazlı bence bir dene. Direkt birlikte yaşayalım anlamında değil de, işte Gülin'in dediği gibi yardım etmek için sor. Kabul ederse belki de gerçekten bir süre sonra alışırsınız. Hem bu süreç içinde Ali'ye gerçekten yardım edecek birisi lazım, kendisi de kabul edecektir."

NOT: Bu sahneden itibaren aşağıdaki müziğe geçiş yapabilirsiniz "Sneaking Suspicions-Jordan Rees, Adele Roberts"

Demir Doruk'a baktı. Doruk daha uykusunu açamamıştı ve konuşulanları anlamıyordu. Bu yüzden de sohbete dahil olmamıştı.

"Şunun suratına baksana. Bir aydır bu tipi çekiyorum ben. Ben bunu kaldırabiliyorsam siz de hayli hayli alışırsınız."

Doruk yarı açık gözlerle Demir'e baktı ve yapmacık bir şekilde güldü.

"Çok komik. Oğlum ben kendim mi istedim seninle yaşamayı? Allah Allah... zorunda kaldık herhalde yoksa kalacağım son yer bile değil senin evin."

"Kurban ol sen be benim evime. Ben olmasam sokaklarda sürünüyordun şu an."

Doruk kendine gelmişti.

"Sürünecekmişim... oğlum ben zaten sürünmüşüm sürüneceğim kadar. Sen benden betersin, şu haline bak. Gözler uykusuzluktan davul, saçlar desen..."

Doruk bir süre Demir'in saçlarına baktı ve yüzünü buruşturdu.

"Yani sanırım bir 3-4 gündür yıkanmıyor. O da tahmini ha, daha fazla da olabilir. Kıyafetler de işte haftada bir falan anca yıkanıyor... o da unutulmazlarsa. Gariplerim yazık sepetin içinde ağlıyorlar resmen 'Demir abi beni yıka! Demir abi beni yıka!' diye. Ben olmasam yazık valla..."

Açelya şaşkınlıkla sevgilisine dönerken kollarını önünde kavuşturmuş ve kaşlarını havaya kaldırmıştı. Demir sahte bir sırıtış yerleştirdi dudaklarına ve elini havada salladı.

"Peh, konuşana bak. Sanki dünyanın en temiz insanı, parlıyor yani böyle parlıyor gözünü açamıyorsun..."

Demir'in bakışları sevgilisine kaydı ve yüzündeki ifade yavaşça soldu.

"...ışıktan."

Boğazını temizledi ve başını önüne eğdi. Nazlı ve Gülin birbirlerine bakıp gülmemek için dudaklarını birbirine bastırıyorlardı.

Açelya kaşlarını çattı ve masanın üzerindeki ilaç tepsisini eline geri aldı.

"Demir..."

Demir başını hafifçe kaldırmaya zorladı. Bakışları tam olarak Açelya'nın gözlerinde değildi, oradan oraya dolaşıyordu.

"Mümkünse bir süre konuşmayalım. Hem araya özlem girsin biraz iyi olur."

Açelya sarı saçlarını savurup arkasını döndü, deskin etrafından geçti. Arkadaşlarının yanından geçerken bilerek Demir'den olabildiğince uzak duruyordu. Duvarın dibinden dibinden geçerken yapmacık bir şekilde gülümsedi. Ve hızlıca oradan uzaklaştı.

Doruk bir anda gülmeye başladığında parmağını havaya kaldırdı. Nazlı ve Gülin de istemsizce ona eşlik etmişlerdi.

"Bak bak bak surata bak, nasıl da morardı."

Demir'in keskin bakışları Doruk'a döndüğünde hiç ama hiç mutlu değildi. Aksine hastanede olmasalar bir kaşık suda boğacakmış gibi bakıyordu.

"Geç sen dalganı geç."

Parmağını tehdit edercesine havaya kaldırdı.

"Ama unutma günün sonunda..."

Güldü. "...benim evimde kalıyorsun. Yani arada bunu bir hatırla."

NOT: Bu sahneden itibaren aşağıdaki müziğe geçiş yapabilirsiniz "Let's Do It-Aytekin Ataş"

Demir elini Doruk'un omzuna koydu ve bir iki defa vurdu. Doruk yavaş yavaş sustu ve yutkundu. Nazlı ve Gülin de sessizleştiklerinde Ferman'ın sesiyle herkes oraya dönmüştü.

"Evet arkadaşlar..."

Nazlı yarım bir şekilde oturduğu masadan kalktı ve duruşunu düzeltti. Doruk ve Demir de ciddileşmişlerdi. Gülin ise önündeki bilgisayar ekranına geri dönmüştü.

"Herkese günaydın."

Hep beraber karşılık verdiler.

"Günaydın hocam."

Ferman derin bir nefes aldı.

"Bugün herkes acilde olacak, belli bir vaka yok. Aynı zamanda hastaneye özel bir misafir gelecek o yüzden her zamankinden daha dikkatli olun. Sorusu olan?"

Ferman bir süre bekledi ama kimseden ses çıkmayınca konuşmasına devam etti.

"Müthiş o zaman-"

"Hocam."

Ferman Doruk'a döndü.

"Efendim Doruk?"

"Çok özür dilerim ama bir şeyi merak ettim. Bu kadar özel olan misafir kim?"

Ferman çenesini hafifçe kaldırdı.

"Ne yapacaksın Doruk? Karşılama töreni mi?"

"Yok hocam yani ondan değil de-"

"O zaman konu kapanmıştır. Sadece hastane için önemli bir şey olduğunu bilmeniz yeterli, ona göre davranın."

Doruk başını salladı ve önüne döndü.

"Peki hocam."

Ferman ellerini birbirine çarptı.

"E hadisenize işinizin başına."

Doruk ve Demir birbirlerine baktıklarında Demir konuşmak için öne atıldı.

"Hocam aslında biz inmeden önce bir Ali'nin yanına uğramayı düşünüyorduk. Eğer izniniz olursa-"

"Ali uyuyor Demir. Saat henüz erken uyanmasın şimdi."

Nazlı, Demir'in sözünü kestiğinde ellerini de birbirine kenetlemişti. Demir başını salladı.

"Haklısın, peki o zaman biz de gün içinde boşumuz olursa geliriz."

Gülümsedi ve Ferman'a karşı başını salladı.

"Kolay gelsin hocam."

Doruk'la birlikte oradan uzaklaştıklarında Nazlı da tam arkalarından ilerleyecekken Ferman'ın sesiyle duraksadı.

NOT: Bu sahneden itibaren müziği kesebilirsiniz.

"Nazlı bir saniye."

Nazlı, Ferman'a döndü.

"Evet hocam?"

"Ali nasıl? Yani dün gece herhangi bir şey olmadı değil mi?"

Nazlı başını iki yana salladı.

"Hayır hocam gayet iyi uyudu."

Ferman başını salladı.

"Tamam güzel. Bugün kan tahlili, MR, röntgen ne varsa yeniden yapıyoruz. Yarın taburcu olmadan son kez kontrol edip emin olalım, yoksa içime sinmez. Ben seni uyandığı zaman gün içinde çağıracağım. Şimdilik sen de acile in, benden haber bekle."

Nazlı gözlerini kapatıp açtı ve başını salladı.

"Tabii hocam benim de aklımdan geçiyordu, iyi olur."

Ferman Nazlı'yı onayladı ve Nazlı da çok geçmeden uzaklaştı. Ferman bakışlarını Ali'nin oda kapısına yöneltti ve derin bir nefes aldı.

Dün kafasına takılan bir şey olmuştu ve gece boyu bunu düşünmüştü. Ali hala aynı Ali'ydi buna şüphe yoktu ama eksik bir şeyler vardı. Gözlerinden kaçan bir şeyler... Ya da sadece kendi kendine kuruntu yapıyordu. Ama aklındaki şeye cevap bulmadan da rahat edemeyecekti.

Tam bir adım attığı sırada Adil Hoca'nın karşıdan geldiğini görmesiyle duraksadı. Adil Hoca başta Ferman'ı dahi fark etmemişti sadece Ali'yi görmek istiyordu. Tam kapıya yaklaştığı sırada Ferman önüne geçti.

"Hocam, hocam."

Adil Hoca duraksadı ve bakışlarını Ferman'a çevirdi.

"Ne oldu Ferman? Bir sorun mu var?"

Ferman başını iki yana salladı.

"Hayır hayır bir sorun yok. Sadece Ali uyuyor, henüz uyanmamış."

Adil Hoca başını kaşıdı.

"Öyle mi? O zaman sanırım biraz daha sabretmem gerekecek. Neyse ne yapalım gece boyu bekledim biraz daha bekleyebilirim sanırım değil mi?"

Ferman gülümsedi ama çok uzun sürmeden kafasındaki şeyi paylaşmak için dudaklarını araladı.

"Hocam müsaitseniz kafeye inelim mi? Sizinle konuşmam gereken bir şey var."

Bu konuşmalara Gülin de şahitlik ederken Adil Hoca'nın kaşları çatılmıştı.

"Olur olur müsaitim de... bak Ferman bir şey yok değil mi? Ne ile ilgili konuşacaksın?"

Ferman durdu. Hala tereddütleri vardı kimsenin aklını durduk yere bulandırmak istemiyordu ama birisine de danışmalıydı.

"Hocam Ali ile ilgili ama önemli bir şey değil yani telaş yapmanıza gerek yok. Sadece bir şey aklıma takıldı ve beni bilirsiniz öyle kolay atamıyorum kafamdan."

Adil başını salladı.

"Tamam pekala."

Adil Hoca yürümeye başladığında Ferman da arkasına takılmıştı. Gülin'in ise yüreğine bir korku düşmüştü. Bakışları istemsizce Ali'nin bulunduğu odaya kayarken elini sıktı.

"Lütfen... lütfen bir şey çıkmasın lütfen."

**********

NOT: Bu sahneden itibaren aşağıdaki müziğe geçebilirsiniz "Deep Sea Mysteries-Simon Rushby, Andrew Ernest, Nicholas Hill"

Adil Hoca ve Ferman beraber kafeye indiklerinde cam kenarındaki masalardan birisine geçmişlerdi. Adil Hoca onlara yaklaşan çalışana eliyle işaret verdi.

"Oğlum bize iki çay getirir misin?"

Çalışan başını salladı ve arkasını döndü. Adil Hoca elindeki telefonu masanın üzerine bıraktı ve meraklı bakışlarını Ferman'a çevirdi.

"Evet Ferman seni dinliyorum."

Ferman derin bir nefes aldı ve ellerini birbirine kenetleyerek kolunu masaya dayadı. Başını öne eğdi ve baş parmağı ile diğer elini okşamaya başladı.

"Hocam nasıl desem bilmiyorum..."

Adil Hoca kaşlarını çattı.

"Bak beni daha da geriyorsun, söyle hemen ne olduysa."

Ferman başını kaldırdı.

"Hocam emin değilim ama dün Ali'nin tavırları biraz farklıydı. Yani biz o gece..."

Ferman gözlerini kapatıp açtı.

"Biz partinin olduğu gece Ali ile bir tartışma yaşadık. Biliyorsunuz Nazlı ile de arası açık, ama dün Ali oldukça rahattı. Yani tamam Ali o ama hocam yine de o da insan. Bir şekilde bir tavır takınırdı, Ali hiçbir şey yapmadı. Fazla normaldi."

Adil Hoca biraz geri çekildi.

"Ne diyorsun yani?"

Ferman kaşlarını kaldırdı ve Adil Hoca'nın gözlerinin içine baktı. Adil Hoca bir elini sandalyenin kenarına diğer elinin de masanın üzerine dayadı.

"Ferman yoksa sen... Ali'nin hafızasında eksik olabileceğini mi söylüyorsun?"

Ferman başını iki yana salladı.

"Hocam bilmiyorum. Dediğim gibi emin değilim sadece... belki de bir kuruntudur, ben fazla düşünüyorumdur. Ama yine de emin olmamız gerekmez mi?"

Adil Hoca elini başına dayadı ve şakaklarını ovaladı. İçine bir korku düşmüştü.

"Evet... evet haklısın eğer öyle bir durum varsa bunu öğrenmemiz gerekiyor. Ona göre davranmalıyız."

O sırada çalışan elinde iki bardakla geldiğinde Ferman söyleyeceği şeyle durakladı. Çaylar masaya bırakıldığında Adil Hoca başını salladı.

"Teşekkürler."

Çalışan geri dönüp uzaklaştığında Ferman öne eğildi.

"İyi de hocam bunu Ali'ye çaktırmadan nasıl öğreneceğiz? Ben yine bugün MR'a götüreceğim çocuğu ama ikimiz de biliyoruz oradan bir şey çıkmaz."

Adil Hoca sakalını sıvazladı ve bir süre düşündü.

"Alttan alttan yönelteceğiz. Yani direkt sormak yerine laf arasında bir anı anlatacağız ve tepkisini kontrol edeceğiz. Ama bu anıları net bir şekilde anlatmamamız lazım, eğer bir şey hatırlayamazsa telaş yapar."

Ferman başını salladı.

"Peki diğerlerine söyleyecek miyiz?"

Adil Hoca elini havaya kaldırdı.

"Şimdilik sadece Nazlı'ya söyle. Kiminle daha fazla hatırası varsa hafıza kaybı olup olmadığını ya da nerede olduğunu daha hızlı ve iyi anlarız."

Ferman onayladı.

"Tamamdır hocam. Ali birazdan uyanır, bir iki saate Nazlı'yı odaya çağıracağım testleri yaptıktan sonra da size haber veririm. Öncesinde biz bir yoklayalım sonra da birlikte konuşuruz."

Adil Hoca oldukça düşünceli bir şekilde belli belirsiz kafasını salladı.

"Olur... olur."

"Hocam endişe etmeyin. Ali hala aynı Ali, bizi hatırlıyor önemli olan da bu. Tamamen unutarak da uyanabilirdi."

Adil Hoca sıkıntıyla derin bir nefes aldı.

"Haklısın Ferman. Ama baba yüreği işte, konduramıyor insan."

Ferman gülümsedi.

"Öyle oluyor... her ne kadar sizin kadar olmasa da o da benim kardeşim hocam. Ali'ye nasıl baktığımı biliyorsunuz. Ben de çok korkuyorum ama dediğim gibi, hiçbir şey hatırlayamaya da bilirdi. Kendimize bunu hatırlatmamız lazım sürekli. Ne siz oğlunuzu kaybettiniz ne de ben kardeşimi..."

Adil Hoca da Ferman'ın gülümsemesine karşılık verdikten sonra bakışları arkasındaki cama kaydı ve bir süre orada kaldı. Gerçekten aslında şükretmeliydi. Hayatındaki tek dayanağı da, yaşama sebebini de sonsuza kadar kaybedebilirdi. Yüreği kaldıramazdı...

**********

Yaklaşık iki saat sonra Ali hafif hafif gözlerini aralamıştı. Önce nerede olduğunu kavrayamadı, birkaç kez gözlerini kırpıştırdı. Başını soluna çevirdi ama Nazlı'yı görememişti. Sonra da gözlerini tavana dikti ve bir süre öylece bekledi.

Saatin kaç olduğunu bilmiyordu ve yanında da kimse yoktu. Yatmaktan da oldukça sıkıldığını hissetmişti. Kaşlarını çattı, huzursuzluk tüm bedenine yayılırken kalkmak istedi.

Yavaşça doğrulmaya çalıştı. Ama bedenindeki tüm uzuvlar zonkluyordu. Başını geri yastığa dayadı ve derin bir nefes aldı. Yeniden kendini kalkmaya zorladığında dudaklarından ufak bir nida dökülmüştü.

"Ah..."

Sağ kolunu zaten oynatamıyordu, sadece sol eliyle yataktan destek alabiliyordu. Dişlerini sıktı ve biraz daha zorlandı. En sonunda yatakta düz bir şekilde oturduğunda yüzü acıdan kıpkırmızı kesilmişti.

Derin derin nefes aldı ve bir süre öylece oturduğu yerde bekledi. Sol elini sanki acısını geçirecekmiş gibi göğsüne dayadı ve hafifçe ovaladı. Kaşlarını çattı. Bu hale nasıl düştüğünü hatırlıyordu, araba çarpmıştı. Ama onun öncesinde ne olduğunu hatırlayamıyordu. Ne olmuştu da bunu yaşamıştı?

NOT: Bu sahneden itibaren aşağıdaki müziğe geçiş yapabilirsiniz "Friendship-Aytekin Ataş"

Yüzündeki acı ifadesi bir an olsun silinmezken, yanına eğildi. Bin bir güçlükle masanın üzerindeki yatak kumandasına uzanmaya çalıştığı sırada kapının açılmasıyla bakışları oraya döndü. Selvi elindeki ilaç tepsisi ile içeriye girdiğinde karşılaştığı manzarayla kaşlarını havaya kaldırdı.

"Ali! Sen ne yapıyorsun?"

Hemen yatağa yaklaştı ve elindeki tepsiyi ayak ucundaki masaya bıraktı. Sonra da Ali'ye yaklaşarak ellerini uzattı ama havada bıraktı. Dokunursa rahatsız olacağından korkmuştu.

"Lütfen önüne döner misin? Ayrıca neden bize seslenmedin? Hemen gelirdik."

Ali yavaşça geri önüne döndüğünde Selvi de kumanda ile yatağın başlığını dikleştirmişti. Kumandayı geri masaya bıraktı ve Ali'nin arkasındaki yastığı düzeltti. Ali sırtını yastığa dayadı ve boştaki eliyle alçılı kolunu tuttu.

"İşiniz vardır diye, meşgul etmek istemedim."

Selvi tam ağzını açıp biraz kızacakken, Ali'nin yüzündeki mahcubiyeti gördüğünde sustu. Derin bir nefes aldı ve yatağın kenarına usulca oturdu.

"Ali... onlar nasıl sözler öyle? Şu anda bizim senden önemli hiçbir işimiz yok, olamaz da. Kendini bu kadar sıkma canım..."

Ali'nin yüzünde sıkıntılı bir ifade vardı. Selvi onu böyle gördükçe içi daha da parçalanıyordu. Onu biraz neşelendirmek istedi.

"Hem bak sen bir daha böyle konuşursan seni Adil Hoca'na şikayet ederim. Sonra dilinden kurtulmak içi kaçacak delik ararsın."

Ali bakışlarını Selvi'ye döndürdü. Kaşlarını çattı.

"Ya ben neden delik arıyorum? Nazlı da daha önce böyle söyledi, anlamadım. Dediğinizden bir şey anlamıyorum."

Selvi gülümsedi.

"Delik aramak demek saklanmak demek. Yani Adil Hocan ya da Nazlı onların dediklerini yapmazsan o kadar çok konuşurlar ki sen de saklanmak için bir yer aramak zorunda kalırsın."

Ali kaşlarını havaya kaldırdı.

"Gerçekten o kadar çok mu konuşurlar?"

Selvi yüzündeki tebessümü eksik etmeden başını salladı.

"Hem de o kadar konuşurlar ki başın ağrır. O yüzden sen bir daha böyle şeyler söyleme tamam mı? Bizim için çok değerlisin, üzülmeni istemiyoruz. Anlaştık mı?"

Ali derin bir nefes aldı ve mırıldandı.

"Hım hım... anlaştık Selvi hemşire."

Selvi yutkundu.

"Tamam o zaman anlaştığımıza göre..."

NOT: Bu sahneden itibaren aşağıdaki müziğe geçiş yapabilirsiniz "At Least-Aytekin Ataş"

Yerinden kalktı ve tepsiyi bıraktığı ayak ucuna geri döndü. Dosyayı açtı ve kalemi eline aldı.

"Evet Ali'cim, kendini nasıl hissediyorsun bugün? Yorgun-"

"Yorgun değilim sadece biraz halsizim, acıma beş üzerinden üç buçuk veriyorum, ateşim de yok, nabzım da gayet yerinde, başım dönmüyor, bulanık da görmüyorum, göğsümdeki ağrıyı saymazsak sanırım tamamen iyiyim. Sen sormadan teşekkür ederim."

Selvi elindeki kalemle öylece kalırken dudaklarını birbirine bastırdı ve bir süre bakışlarını Ali'de tuttu. Yüzündeki gülümseme o kadar masumdu ki Selvi gülmemek için kendini zor tutuyordu.

Önüne döndü ve hızlıca dosyayı doldurdu. Kapağını kapattı ve kalemi de içine sıkıştırıp masanın üzerine geri koydu.

"Pekiii, asıl ben teşekkür ederim Ali'cim. Zamanımdan tasarruf ettirdin bana şu an."

"Rica ederim."

Selvi o an Ali'yi ne kadar çok özlediğini fark etti. Bir aydır gerçekten hastanede hiçbir ses yoktu sanki. Ali'nin yokluğu o kadar belli etmişti ki kendini, şimdi bunu uyanınca daha net anlamıştı.

"Kahvaltını yaptın mı?"

Ali huzursuzca başını iki yana salladı.

"Hayır henüz yapamadım. Saatin kaç olduğunu bile bilmiyorum ama sanırım uyanma saatimi de geçirdim."

Selvi başını salladı ve kolundaki saate baktı.

"Saat on buçuk, kahvaltı dağıtımı bitti ama hemen aşağıdaki kafeden bir şeyler ayarlayalım sana. İlaç da içmen gerekiyor çünkü."

Ali başını salladı ve o an aklına gelen şeyle gözlerini kocaman açtı. Yutkundu ve dudaklarını yaladı.

"Şey Selvi hemşire acaba tost-"

Bir anda açılan kapıyla birlikte Ali'nin sözü yarım kalırken ikisinin de bakışları oraya dönmüştü.

"Birisi tost mu dedi sanki?"

Ferman odaya girdiğinde kapıyı ardına kadar açtı ve orada bekledi. Nazlı elindeki tepsiyle birlikte kapıda belirdiğinde yüzünde kocaman bir gülümseme vardı.

"Tadaaam!"

Ali anında odaya dolan sıcacık tostun kokusunu derince içine çekerken istemsizce gözlerini kapatmıştı. Gözlerini yeniden açtığında Nazlı'ya karşılık vererek o da genişçe gülmüştü.

"Nazlı..."

Nazlı yatağa yaklaştı.

"Ali..."

"Sen benim tost isteyeceğimi nereden bildin?"

Ferman kapıyı kapattığı sırada hepsi de gülmüştü.

"Oğlum senin tost sevdiğini cümle alem biliyor. Nazlı mı bilmeyecek?"

Selvi hemen yatağın üzerine çekilebilen sehpayı yaklaştırdı ve Ali'nin kucağına gelecek şekilde ayarladı. Nazlı elindeki tepsiyi sehpanın üzerine koydu ve tabağın üzerindeki peçeteyi açtı.

"Turşusuz, bol kaşarlı, dışı çıtır çıtır, içi yumuşacık sımsıcak bir tost. Tam sevdiğin gibi."

Ali nedensizce heyecan yapmıştı. Çok uzun zamandır yemiyordu bu yüzden de çok özlemişti.

Nazlı sehpanın diğer tarafında olacak şekilde Ali'nin karşısına geçti ve yatağa oturdu. Ali usulca eğildi ve fısıldadı.

"Teşekkür ederim."

Nazlı da aynı şekilde öne doğru uzandı.

"Afiyet olsun."

İkisi de geri çekildiğinde yüzlerindeki sevinç gözle görülür haldeydi. Selvi, Ferman'a baktı.

"Ben çıkayım hocam. İlaçları masanın üzerinde siz, verirsiniz."

Ferman başını salladığında Selvi son kez bakışlarını Ali'ye çevirdi ve gülümsedi.

"Afiyet olsun Ali'cim, güzelce doyur karnını. İlaçlarını da sakın aksatma ha."

"Merak etme Selvi hemşire, asla aksatmam. Teşekkür ederim."

Selvi arkasını döndü ve odadan çıktı. Ferman da kafe koltuğu yatağa yaklaştırdı ve oturdu.

"Afiyet olsun bakalım."

Ali tam tostu eline alacakken durdu. Elini geri çektiğinde Nazlı kaşlarını çattı.

"Ne oldu? İstemediğin bir şey mi var?"

Ali bakışlarını ikisinde gezdirdi.

"Siz... yediniz mi? Eğer açsanız karşınızda yemek istemem."

Ferman gülümsedi.

"Biz yedik Ali'cim, gayet tokuz o yüzden fazla soğutmadan ye tostunu."

Ali derin bir nefes aldı ve başını salladı. Tostu yeniden eline aldı ve önce her zaman yaptığı gibi kokladı. Nazlı kendi kendine güldü. Onun bu hallerini çok özlemişti.

NOT: Bu sahneden itibaren aşağıdaki müziğe geçiş yapabilirsiniz "Evidence-Aytekin Ataş"

Ufak bir ısırık aldı ve çiğnemeye başladı. Nazlı yanındaki portakal suyunun dolu olduğu bardağı tuttu.

"Sürekli bırakıp durma, istersen ben içireyim."

Durdu.

"Yani eğer rahatsız olmazsan..."

Ali lokmasını yuttu.

"Olur, teşekkür ederim Nazlı."

Nazlı kaşlarını kaldırdı. Şaşırmıştı çünkü Ali'nin buna izin vereceğini düşünmemişti. Sadece onu denemişti.

Bardağı Ali'ye uzattı ve bir iki yudum aldıktan sonra geri masaya bıraktı. Bakışları Ferman'a kaydığında az önce konuştukları şeyler aklından geçti.

"Nazlı bir gelir misin?"

Ferman, Adil Hoca ile konuştuktan sonra acile geçmişti. Nazlı, Ferman'ı duyduğunda Doruk ve Demir'e seslendi.

"Siz halledin geliyorum ben hemen."

Doruk hastanın koluna dikiş atmaya devam ederken, Demir de başını sallayıp Nazlı'yı onaylamıştı.

Nazlı elindeki eldivenleri çıkardı ve yanındaki çöpün içine attı. Ferman otomatik kapının oradan çekildi ve koridora çıktı. Nazlı da arkasından ilerledi.

"Buyurun hocam."

Ferman elini başının arkasındaki saçlardan geçirdi.

"Nazlı şimdi sana söyleyeceklerimi bir kez anlatacağım o yüzden iyi dinle."

Nazlı kaşlarını çattı.

"Dinliyorum."

Ferman derin bir nefes aldı.

"Ali'nin hafızası sandığımız kadar sağlam olmayabilir."

Nazlı'nın nefesi kesilmişti.

"Nasıl anlamadım? Hocam siz de gördünüz gayet iyi, her şeyi hatırlıyor."

"Evet her şeyi hatırlıyor hem de her şeyi... ama sence de her şeyi hatırlayan birisine göre fazla rahat değil mi? Yani..."

Ferman bunu her dile getirdiğinde kendisinden nefret ediyordu ama yine de bundan kaçamazdı.

"... mesela ben Ali'yle partide bir tartışma yaşamıştım. Detayları önemli değil ama benim bildiğim Ali her ne kadar dünyada tanıdığım en iyi insan olsa dahi bir tavır gösterirdi."

Nazlı durdu ve düşündü. Yavaş yavaş parçaları birleştirdi. Ali uyandığından beri gerçekten rahat gözüküyordu. Her ne kadar ayrılığın konusunu açmamış olsalar da sanki fazla çabuk toparlamıştı. Dokunmasına bir şey demiyordu, ya da uyandığında biraz olsun Nazlı'dan uzak kalmamıştı. Bunların hepsini onu çok özlediği için bir anda atlatamazdı.

Ferman, Nazlı'nın yüzündeki ifadeyi gördüğünde başını salladı.

"Anladın değil mi ne demek istediğimi?"

Nazlı bakışlarını odakladığı mermerden ayırdı ve Ferman'ın gözlerine çıkardı.

"Hocam gerçekten... gerçekten olabilir mi? Yani Ali bazı şeyleri hatırlamıyor mu?"

"Adil Hoca'yla konuştum, bu konuyu şu an sadece üçümüz biliyoruz ve kesinleşmeden kimseye de bir şey demeyeceğiz. Tamam mı?"

Nazlı belli belirsiz başını salladı.

"Birazdan işini bitir ve yanıma gel. Ali'yi testlere götürmeden önce bir ağzını yoklayalım. Unutma, net sorular yok. Sadece şimdilik deneyeceğiz."

NOT: Bu sahneden itibaren aşağıdaki müziğe geçiş yapabilirsiniz "Diamonds Are Forever-Aytekin Ataş"

Ferman başını Ali'ye fark ettirmeden hafifçe salladı.

"Ali, akşam da beraber döner mi yesek? Şöyle karşılıklı abi kardeş... ne dersin?"

Ali ikinci lokmasını da yuttuktan sonra Ferman'a döndü.

"Bu müthiş bir fikir Ferman hocam. Hem daha öncekinde siz bana ısmarlamıştınız, şimdi de sıra bende."

Ferman gülümsedi. Bunu hatırlamıştı.

"Ona akşam bakarız."

Nazlı bardağı bir kez daha Ali'ye uzattı.

"Ali peki sen iyileştikten sonra beraber sahil kenarına gitmek ister misin? Yürüyüş yaparız belki... şu geçen gittiğimiz yerde."

Ali dudaklarını bardaktan çekti ve kaşlarını çattı.

"Geçen gittiğimiz yerde mi? Oraya gideli çok oldu Nazlı..."

Fısıldadı.

"Hatta sen ilk kez orada başını omzuma yaslamıştın ve ben korkmamıştım."

Nazlı ne diyeceğini bilememişti. Aslında kast ettiği o zaman değildi. Birlikte el ele yürüdükleri günden bahsetmişti.

Gülümsemeye çalıştı ve başını salladı.

"Evet, evet doğru aslında baya oldu."

Ali önündeki tosta geri döndüğünde Nazlı dudaklarını ıslattı. Ferman'a döndü ve başını iki yana salladı. Ferman ellerini birleştirdi ve dirseklerini dizlerinin üzerine dayadı. Biraz daha zorlamalıydı.

"Ali bak aklıma ne geldi? Sizin o hep buluştuğunuz mekan var ya, orası bana da çok eğlenceli geldi. Yani daha fazla gitmem gerektiğini düşündüm. Bir ara sadece ikimiz gidelim mi? Kafa dağıtırız hem."

Nazlı'nın kalbine bir taş oturmuş gibi hissetti. O gece olanları hatırladıkça, Ali'nin sözleri yeniden gün yüzüne çıktıkça kendini daha da kötü hissediyordu.

Ali ağzındakini çiğnemeyi bıraktı. Kaşlarını çattı ve yüzünü Ferman'a döndü. Konuşmadan önce lokmasını boğazından aşağıya gönderdi.

"Ferman Hocam, siz oraya tek başınıza mı gittiniz? Eğer gittiyseniz neden daha önceden haber vermediniz? Yalnız başınıza çok sıkıcı olmuştur. Keşke beraber gitseydik..."

Ferman duydukları karşısında şok olurken eğildiği yerden doğruldu ve birleşik durumda olan ellerini açtı.

"Aslında bana uygun bir yer değil ama yanımda arkadaşlarım olunca birazcık daha rahat oluyorum."

Nazlı'ya döndü ve gülümsedi.

"Daha doğrusu Nazlı olunca öyle hissediyorum."

Geri önündeki tostuna döndü ve son parçaları ısırmadan önce yeniden konuştu.

"Bir dahakine birlikte gidelim hocam. Çok iyi düşünmüşsünüz, yalnız gitmek hiç iyi bir fikir değil."

Nazlı nefesini tuttu. Ali'nin bu halini gördüğünde boğazı düğümlendi. Hala arkadaşlarından bahsediyor, onlar olduğunda daha rahat olduğunu söylüyordu. Halbuki o gün söylediklerini hatırlıyor olsa şimdi bunları söylemezdi. Ali aslında arkadaşlarını kaybetmemek için, aralarına dahil olmak için, Nazlı'nın ondan uzaklaşmaması için sesini çıkarmıyordu. Nazlı'ya bunları kendi ağzıyla söylerken, şimdi yine hiçbir şey olmamış gibi kendini sıkıyor ve yalnız kalamamak için çabalayıp, zorluyordu.

Nazlı usulca yerinden kalktı.

"Şey ben... ben bir Açelya'ya gidip geleceğim. Ona sormam gereken bir şey vardı da, unutmuşum."

Ali kaşlarını kaldırdı. Nazlı bakışlarını ona çevirdi ve gülümsemeye çalıştı.

"Hemen geleceğim tamam mı? Ben gelene kadar bitsin o tost."

Ali başını salladı ve önüne döndü. Nazlı son kez Ferman'a baktı ve arkasını döndüğü gibi zorlukla kendini odadan çıkardı. Önündeki deskte kimse yoktu. Oraya doğru yürüdü ve ellerini masaya dayadı. Dünya üzerine yıkılmış gibi hissediyordu.

Çok geçmeden arkasından Ferman da çıktığında Nazlı yüzünü ona döndü. Ferman kapıyı kapattı ve Nazlı'ya yaklaştı. Oldukça sessiz bir şekilde konuşmaya çalıştı.

"Nazlı, Ali..."

Gözleri sulanmıştı.

"Ali-"

"Sadece mutlu olduklarını hatırlıyor."

Nazlı, Ferman'ın sözünü kestiğinde gözünden düşen bir damla yaş da beraberinde gelmişti. Bakışları yerdeki tek bir noktaya odaklıydı.

"Kötü anıları hatırlamıyor..."

💙

👉🏻 Vay beh! Geldik upuzuuuuun bir bölümün daha sonuna. İkinci en uzun bölümümüz oldu bu 😊 Nasıl buldunuz olayları? Bundan sonraki gidişat hakkında herhangi bir fikriniz var mı? Görüşlerinizi bekliyor olacağım 🧡

👉🏻  Beğenilerinizi, yorumlarınızı eksik etmeyin lütfen. Seviliyorsunuz! 💙
























Continue Reading

You'll Also Like

58.5K 3K 42
Komşunuz Barış Alper Yılmaz olursa ne mi olur?
205K 20.5K 31
Ülkesine dönen delta ve kendi halinde takılan sessiz bir omega bir gece birlikte olur.
377K 34.6K 32
Kore'nin nesillerdir düşman olan iki sürüsü; Kim'ler ve Jeon'lar aynı davete katılır. Beklemedikleri şey ise attığı yumruk ile ruh eşi oldukları orta...
259K 24.5K 25
Jeon Jungkook, 20 yaşına gelen herkesin dolunay gecesi kurt cinsiyetini ôğrenmesi şerefine düzenlenen baloda, kardeşinin kurt cinsiyetini kutlamaya g...