Bölüm 41

4.8K 248 29
                                    

Doruk'tan

24 saati geride bırakmıştık. Önümüzde kritik 24 saat daha vardı. 24 saat boyunca hiçbirimiz yoğun bakım koridorundan ayrılmamıştık. Arada ikizlerin annesi ve babası bize zorla bir şeyler yedirmeye çalışıyorlardı, bazense uyumamız gerektiğini söylüyorlardı. Ek olarak bir de Akın gelmişti.

24 saat boyunca kimseyle konuşmamıştım. Yanıma gelip beni teselli etmeye çalışanları dinlememiş sadece kafamla evet hayır gibi işaretler yapmıştım ama onlar da dinlemediğimi biliyorlardı zaten. Kafam tamamen Gece'deydi ve onun iyiliğinden başka bir şey düşünmek istemiyordum.

Belli saatlerle ablam veya annem beni arıyordu ama konuşacak gücü bulamadığım için telefonları Deniz açıp konuşuyordu. Hoş, ablam yani Defne zaten sevgilisiydi. Ablam benden 2 yaş büyüktü sadece. Deniz ise babasının işi dolayısıyla ilkokulda birkaç yılını yurt dışında geçirdiği için buraya geldiğinde 2 sınıf alttan başlamak zorunda kalmıştı. Deniz, ablamın kanser mücadelesindeki en büyük destekçisiydi. Ablam ondan aldığı umutla bu hastalığı yenmişti.

Gece de benim umudumu hissedip açar mıydı gözlerini acaba?

Deniz'den

Çalan telefonumla elimi cebime atıp telefonu çıkardım ve kimin aradığına baktım. Ekrandaki yazıyı görmemle ayaklanıp hastanenin bahçesine çıktım.

"Sevgilim, nasılsın?"

"Beni boşver, Deniz. Gece'den bir haber var mı?"

"Hâlâ kesin bir şey yok. Burdaki herkes yaşayan ölü gibi bir görsen. Kimsenin ne ağzına bir lokma girdi ne gözüne bir damla uyku."

"Doruk nasıl?"

"Perişan. Kendini suçlayıp duruyor. Dünden beri kimseyle konuşmadı. Hâlâ biraz şokta aslında. Durmadan ağlıyor ama kendi bile farkında değildir."

"Yaa kıyamam ki ona. Gelmek isterdim ama ameliyattan sonraki 1 ay çok önemli diye gelemiyorum da."

"Kendini hiç riske atma, güzelim."

"Alp nasıl?"

"Nasıl olsun? Kardeşim diye sayıklayıp duruyor. Araları Gece ile bir süredir kötüydü. Çok pişman. O da sadece oturup yeri izliyor. Arada Ateş ile konuşuyorlar. Bir de anne babasıyla ilgileniyor bazen."

"Anne babasını hiç sormak bile istemiyorum. Ateş ve ikizi nasıl?"

"Ateş dün bayılmıştı. Serum falan takıldı söylemiştim zaten. O biraz daha güçlü durmaya çalışıyor ama içten içe kendini yiyor. Az önce tuvalette karşılaştım, hüngür hüngür ağlıyordu. Biraz da Su'yu toparlamaya çalışıyor. Belli etmiyor ama çok korkuyor. Su zaten susmadı asla. Hıçkıra hıçkıra ağlıyor dünden beri. Bir ara yorgun düştü herhalde, uyuyakaldı. İkizlerin anne babası da uyumamız gerektiğini söyleyip biraz yemek yedirmeye çalışıyor hepimize."

"Yeseydiniz bir şeyler. Dünden beri aç açına olur mu?"

"Ben birkaç kez kahve alıp geldim hepsine. Midelerine giren tek şey o şu an. Çok ısrar da etmek istemiyorum. Haklılar. Gece o hâldeyken insan midesini düşünmüyor yani."

"Sen nasılsın?"

"İyiyim. Gece'yi ben de çok severim ama aramızda birinin toparlama görevini üstlenmesi lazım. Herkes böyle olunca bu görev de bana kaldı haliyle. Bir de Akın geldi sabahtan. Nerden haberi oldu bilmiyorum. O da hepimizden uzakta bir sandalyeye oturdu, öylece duvarı izliyor. Ona da üzüldüm. Birazdan da onunla konuşacağım."

"Ya birtanem dikkat edin kendinize. Bir haber alır almaz hemen beni ara tamam mı? Doruk konuşmak isterse beni arasın hemen bir de."

"Tamam sevgilim. Konuşuruz yine sonra. Öpüyorum."

"Bende."

Telefonu kapatıp geri içeri girdim ve bu sefer toparlamam gereken kişi olan Akın'ın yanına doğru ilerledim.

Zürafa|yarı texting [Tamamlandı]Where stories live. Discover now