1 - boyalı göl

2.7K 232 139
                                    

Bir balet için dansın ilk ve en önemli hamlesi, parmak uçlarında ayakta kalmayı başarmaktır. Eğer balet ilk hamleyi hallettiyse ve biraz da esnekse, kendini müziğin ruhuna kaptırır ve dans başlar. Bu açıdan bakınca balenin gerçek hayatla birtakım benzerlikler gösterdiğini düşünüyorum. Hayat da tıpkı bale gibi kendi ayaklarımızın üzerinde kalmayı başardığımızda başlıyor. Tek farkı; burada parmak uçlarına çıkma zorunluluğumuz yok, düşmememiz yeterli.

Hayatın da tıpkı bale gibi bir ritmi ve ruhu olduğuna inanıyorum, o ritmi tam olarak özgür kaldığınızda duyuyorsunuz. Özgür kalmak derken aile baskısından kurtulmaktan bahsetmiyorum. Tabii siz işe dış baskıdan kurtularak başlayın ama benim asıl bahsetmek istediğim konu; insanın kendi kendine yaptığı baskı. Eğer kendi kendinizi tutsak ediyorsanız, benden süzülme konusunda herhangi bir tavsiye vermemi bekleyemezsiniz. Size küçük bir sır vereyim; bu konuda size istesem de yardım edemem. Yedi yaşımdan beri parmak uçlarımda kalabilmek için eğitim görüyorum fakat nasıl kendimi özgür bırakacağım hakkında pek de bilgili değilim.

Üniversiteye başlamadan önce bu duruma neden olan şeyin yaşadığım kasaba olduğunu sanırdım. Küçük bir kasabadan geliyorum. Okyanusal iklim, genelde nemli ve yağışlı. Yanlış anlamayın kasabam çok güzeldir ama bazen uçsuz bucaksız ormanlarına ve göllerine rağmen sanki dört duvar arasında kalmışım gibi hissettirir. Yine de bu kasaba benim için önemli hislerin karşılığıdır, tezatlarımın bütünüdür. Neredeyse bütün anılarımın geçtiği ve beni büyüten mekandır.

Küçükken çok esnek bir çocukmuşum. Kollarımı ve bacaklarımı garip şekillere sokar, son derece akrobatik hareketler yaparmışım. Annemle babam da tutup demiş ki nasıl kullanabiliriz bu esnekliği, iyisi mi balet olsun Baekhyun. Sonra senelerce özel dersler, kurslar derken hayatıma katmışım baleyi. Hayatımın merkezine almışım, bu yüzdendir ki zaten küçük olan kasaba daha da dar gelmeye başlamış. Bir gün gerçek bir sahnede süzülmeye söz vermişim kendime, bir de tıpkı kendim gibi bir deli daha bulmuşum: Oh Sehun. Sanki kendime verdiğim sözü gerçekleştirmişim gibi aynı sözden bir de Sehun'a vermişim. O da ne hikmetse inanmış bana (normalde pek yaptığı bir iş değildir) ve beraber hayaller kurmaya başlamışız. O hayaller bizi şehre kadar getirmiş ve ben ancak o zaman anlamışım sorunun mekandan değil benden kaynaklandığını.

"Sehun, sarı kazağımı nereye koydun?"

"O benim kazağım, aptal!"

"Nasıl senin olabilir? Geçen kış kaşındırıyor diyip attın kenara, bir kere bile giymedin."

"Kaşındırıyor olması sana vereceğim anlamına mı geliyor? Bakma yüzüme öyle, vermeyeceğim sana."

İşte başlıyoruz. Üç, iki, bir.

"Al, tamam kazağımı da al bir tek canım kaldı zaten." O, kazağı yatağımın üzerinde açık duran valizime doğru fırlatırken ben büyük bir keyifle sırıtıyordum. Geçen sene bu kazaktan iki tane alalım dediğimde, aynı şeyi mi giyeceğiz diye yüzüme çemkirmişti. O gün sadece omuz silkmiştim ama bugün, zafer benimdi. Oh Sehun diğer kazaklarıyla idare edebilirdi.

"Jongin aradı beni," dedim odağını kazağımdan çekmek için. "Bütün yaz yoktunuz bari bugünkü festivale gelin dedi." Bir yandan da valizden aldığım pantolonumu dolaba yerleştiriyordum.

"Gelemeyiz deseydin." Neşeyle dilimi damağıma vururken elime valizimden bir pantolon daha aldım. "Tam aksine, Sehun bu fikre bayılır dedim."

Sehun kaşlarını çatıp birkaç saniye etrafa bakındı. Yatağının üzerindeki yastığı görür görmez uzanıp bana doğru fırlattı. Neyse ki son anda yerimde sekmeyi başardım.

iyiyi anlamlandırma safhası // chanbaek Where stories live. Discover now