23 - kendi düşenler

676 94 77
                                    

Atalarımız neden, "Kendi düşen ağlamaz." demiş? Bu sözden sahiden nefret ediyorum, o kadar nefret ediyorum ki bu sözü ortaya atan her kimse mezarında ters dönüyordur benim yüzümden. Kulağa saçma geliyor, ne kadar düşünürsem düşüneyim mantığıma yatmıyor; bana göre asıl kendi düşen ağlamalıdır çünkü. Hem de öyle böyle değil, çok ağlamalıdır yani. Eğer sizi düşüren başkasıysa öfkenizi bağırıp çağırarak ya da duvarları yumruklayarak çıkarabilirsiniz. Hesap sorabilirsiniz, intikam alabilirsiniz. Elinizde bir sürü seçenek var, hiçbiri işe yaramıyorsa ağlayabilirsiniz de. Ama kendi düşenler kadar değil. Biz kendi düşenler, birine kızmak istesek karşımızda insan bulamayız. Bağırmak istesek sesimiz kısılır, duvara sert bir yumruk indirmek istesek duvar elimizin altından su misali akar gider. Bizim öfkemizin kendimizden başka gidecek hiçbir yönü yoktur. Sadece gözyaşlarımız biraz olsun hafifletebilir üstümüzdeki yerçekimine karşı koyan ve bizi yerin dibine sokan o görünmez ağırlığı. Bundandır ki bana göre en çok kendi düşenler ağlamalıdır. Eğer kendi kendimi soktuğum acınası durum için ağlamaya bile hakkım yoksa bu hayatta, özgürlük kavramından hiç söz etmeyin bana.

İnsanın kendine bilinçsizce ihanet ettiği o an, fikrimce en aşağılık hissettiren anlardan biridir. Bu yüzden biri tam o anda size gelip, "Ayağa kalk, kendi düşen ağlamaz." derse tüm sinirinizi ondan çıkarma hakkınız vardır. "Ağlayan da düşen de benken sana ne oluyor?" demelisiniz. "İnsanların işlerine bu kadar kolay burnunu sokmayı ne zaman öğrendin?" Bu hem içinizdeki öfkeye bir hedef verir hem de insanların biraz olsun durması gereken yeri bilmesini sağlar. İçinizi ne kadar rahatlatır bilinmez ama sizi sinir bozucu insanlarla uzun süre uğraşmaktan kurtaracağı kesin. Bireysel alanınıza başkalarının girmemesi için bazen korkutucu olmanız gerekebilir, bu bencillik değildir. Günün sonunda hepimizin amacı minimum sayıda yara iziyle hayatta kalmak.

Benim düştüğümde ağlamayı kesmemi söyleyen biri yok karşımda. Gözyaşlarım kuruyalı da çok oluyor. Bu yüzden, şimdi ne yapsam, diye soruyorum kendime. Öfkemi bir alev topuna dönüştürüp gelişigüzel fırlatsam sonra da duvarlardan sekip bana çarpmasını mı izlesem? Sessizlik ormanına girip ağaçların arasında biri gelip beni bulana dek kayıp mı olsam? Yoksa bunların hepsini bir kenara koyup gözyaşlarımın geri gelmesi ve içimdeki öfkenin bedenimi terk etmesi için tanrıya mı yalvarsam? Ben şimdi ne yapmalıyım? Sun'ın beklememi söyleyen sesinden başka hiçbir şey duyamıyorum kafamın içinde. Neyi neden beklediğimi bilmiyorum, bunu fazla düşünmemek için, "Görünce anlarım herhalde," diyorum kendi kendime. "Çünkü kalp hisseder; yarayı da ilhamı da..."

Koridoru geçip sınıfın kapısını yavaşça ittirdiğimde görmeyi beklediğim tek kişi Jongin'di. Başta onu başımdan savmaya çalışsam da bir yerden sonra pes etmek zorunda kalmıştım. Bu yüzden burada buluşup beraber çalışırız diye konuşmuştuk, saatin fazla geç olması dolayısıyla kimseyi görmeyi ummuyorduk. Fakat beklediğimin aksine gördüğüm kişi Joohyun'du. Siyah bir balerin kostümle aynalı odanın tam orasına çökmüş ağlıyordu. Saçlarını toplamak yerine taktığı basit beyaz bir taçla geçiştirmişti. Her zamanki gibiydi, ağlarken bile zarifti. Onu yalnızca boyalı göl kavgaya karıştığında ağlarken görmüştüm. İşin aslı, bu kızda anlamlandıramadığım halde merak duygumu besleyen bir gizem vardı. İlk başta yeteneğine duyduğum saygıdandı ve kesinlikle yoğun değildi bu his, fakat şimdi bu kız bana Chanyeol'ü hatırlatıyordu. Değer verdiğim birinin değer verdiği biri, ben farkında olmadan içimde yer etmeyi başarmış gibiydi. Yoksa onu ağlarken görmenin içimde güçlü bir hüzün duygusu uyandırması saçmalık olurdu. Birbirimizden hiçbir zaman hazzetmemiştik sonuçta.

Pek parlak olmayan geçmişimize rağmen, onu böyle acı içinde görmek sanki aynadaki yansımamı görmüşüm gibi hissettirdi. Perişan halde, yalnız başına ağlayan bir balerin... Muhtemelen onunla ilk kez birbirimize benzediğimizi düşündüğüm andı bu. Joohyun'u yalnız bırakmak yerine yanına doğru ilerlediğimde, o beni fark etmemişti. Sakince kabanımın cebinden henüz açılmamış bir paket peçeteyi çıkardım ve yanına gidip yere çöktüm. Ona uzatırken, "İyi misin?" diye sordum. Beni bile şaşırtan sakinliğim ve yumuşak sesim minik bedeninin irkilmesine sebep oldu. Kafasını kaldırıp tedirgince bana baktıktan sonra peçete uzanıp belirsiz bir teşekkür mırıldandı. Görünmez duvarlarıyla kendini saracak vaktinin olmaması beni içten içe mutlu etti. Çünkü buna gerek olmadığını hissetmesini istiyordum. Bugün onun sinir olduğu sınıf arkadaşından ziyade ağladığında peçete uzatan bir çocuk olsam ne olurdu?

iyiyi anlamlandırma safhası // chanbaek Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin