20 - evermore

671 86 72
                                    

merhabalar, normalde böyle bir alışkanlığımız olmasa da bu bölüm için iki tane şarkı var aklımda. okurken bir şeyler dinlemek isteyenler varsa eğer taylor swift ft. bon iver - evermore ve coldrain - miss you dinleyebilirler. yazarken ve düzenlerken ben bunları dinliyordum, keyifli okumalar 🌞

•••

"Baekhyun, Sehun yanındaysa bizi hoparlöre al, değilse onu bulup öyle hoparlöre al." Arayan Jongdae'ydi, telefonu açar açmaz hal hatır sormadan konuşmaya başlamıştı. Eve döndüğümüzden beri çok fazla konuşma şansımız olmadığı için bu ani girişi çok tuhaf hissettirdi.

Onun dediğini yapıp telefonu hoparlöre alırken, "Sana da merhaba Jongdae," dedim kinayeyle. "Nasılsın?" Son birkaç gündür, Sehun ve ben sürekli ağaç evde oturup eski eşyalarımızı karıştırıyorduk. Senelerdir izlemediğimiz filmler, kaybolduğunu sandığımız hediyelik eşyalar, Sun büyüyünce okusun diye bir kenara ayrılmış ve orada unutulmuş sarı yapraklı kitaplar bulmuştuk. Bu sabah da erkenden buraya gelmiştik, pek konuşamasak ya da eğlenemesek de evde kendi kendimize oturup acı çekmektense, burada oyalanmak ve bir arada acı çekmek daha iyi düşünüyorduk. Ayrıca eğer uyumuyorsam annemle aynı evde iki saatten fazla kalmama imkan yoktu. Durmadan kurduğu iğneleyici cümlelere dünyanın en sabırlı insanı bile katlanamazdı. Sabah gelirken yanıma Sun'ı da almak istemiştim fakat annem dönmeyeceğimi bildiğini ve geceyi ağaç evde geçirirsek Sun'ın üşüyüp hasta olacağını söyledi. Sorumlu bir abi gibi davranıyorsam bunları düşünmeliymişim, Sun benimle gelemezmiş. Onu hava kararmadan eve bırakabileceğimi söyledim, yine de dinlemedi beni. Biraz tartıştık, kardeşimin üstünü örtmeyi akıl edemeyecek kadar da değildim ama bunu anlamak istemiyordu. Bu işin sonunun gelmeyeceğini anlayınca pes etmek zorunda kaldım. Sırf annem yüzünden bile takılabileceğim en iyi yer eski müzik çalarlarımız, kasetlerimiz ve posterlerimizle dolu ağaç evimizdi.

"Asıl siz nasılsınız?" dedi Minseok lafa atlayarak. "Yaranıza tuz basmamak için çok sık arayıp durmak istemedik-"

Jongdae, Minseok'un lafını böldü. "Ama biraz daha konuşmazsak düşüp bayılacağız. Sehun orada mı acaba?"

Sehun açık yeşil battaniyeyi üstüne çekerken hafifçe güldü. "Jongdae beni bu kadar özleyeceğini bilsem seni de yanımıza alırdım." O konuşurken Minseok'un yüksek sesle Jongin'e seslendiğini duydum.

Özlediğine pişmanmış gibi, "Valla bu kadarını ben de tahmin edemedim." diye söylendi Jongdae.

"Bir hafta oldu, ne zaman geleceksiniz?" diye arkadan seslendiğini duydum Jongin'in. Yan yana olmasak da gözümün önünde canlanıyordu, muhtemelen Jongdae bizimle konuşurken Jongin bir koşu mutfağa gidip gelmişti. Sesi bu yüzden uzaktan geliyordu.

Eve ne zaman döneceğimizi daha önce konuşmuştuk Sehun'la, fakat konuşmamız bir yere bağlandı mı emin değildim. Bana kalsa aileme rağmen sonsuza dek burada kalırdım. Ama Chanyeol'ü görmekten kaçamayacağımı ve sorunlarımı sonsuza kadar bu tahta evin dışında tutamayacağımı biliyordum. Başkente döndüğümde ne kadar kaçarsam kaçayım bir şekilde karşılaşacak ya da göz göze gelecektik. Aynı ortama girdiğimizde, onu görmemiş gibi yapmam gerektiği için bulunduğu tarafa bakmamaya çalışacaktım ama beceremeyecektim. Yeol belki konuşmak isteyecekti ve onu bıkmadan usanmadan bin defa reddetmek zorunda kalacaktım ya da konuşma teklifini kabul edip büyük kavgalar etmemize müsaade edecektim. Tüm bunlar hiç yaşanmayabilirdi de. Belki ben yokmuşum gibi davranacak ve içten içe çürümeme sebep olacaktı. Bu konuda gerçek hayat oldukça acımasızdı, izlediğim hiçbir filme benzemiyordu. İzlediğim filmlerden yaşanacakları tahmin etmek öyle kolaydı ki! Sorun çözme ve tahmin yürütme kabiliyetlerimin konu ben olunca bir anda zayıflamaya karar vermesini hiç mantıklı bulmuyordum. Her nasıl oluyorsa, başkalarının problemlerini çözmek ve onu rahatlatmak daha kolaydı. Gündemimdeki kişi ben değilken her şey çok daha kolaydı.

iyiyi anlamlandırma safhası // chanbaek Where stories live. Discover now