Geçmiş Zaman Olur Ki- Köşe Kapmaca

2.1K 120 112
                                    


Telefonuna düşen çağrıyla bir kez daha yüzünü buruşturdu Berrin. Bu kaçıncıydı Allah aşkına! Cevaplamayacağını anlaması için kaç çağrıya daha katlanmak zorundaydı? Niyeydi bu ısrar anlamıyordu... Açıp ne diyecekti? Önceki gece kendini rezil edişinin ardından ne söyleyebilirdi?

Geçirdiği, keyifli bir cuma akşamı olabilirdi aslında. Tabi, kendini bu denli rezil olmuş ve huzursuz hissetmeseydi. Hiçbir yere sığamamıştı... Bütün gün hastanede oradan oraya koşuşturmuş, kendini oyalamayı başarmıştı. Ta ki akşam olana kadar... Akşam olup hastaneden çıktığında ne yapacağını bilememişti. Eve gitmek istemiyordu. Önceki akşam yaptıkları, reddedilişi, Serdar'ın çekip gidişi gözlerinin önüne geldikçe duvarlar üzerine üzerine gelecekti, biliyordu. O da soluğu her zamanki sığınağında aldı.

Bu kafeyi seviyordu. Sıcacık atmosferi, samimi çalışanları ve tonton sahibi Berrin'e her zaman huzurlu hissettirirdi. İçeri girdiğinde yine alışkın olduğu gibi tebessümle karşılandı ve cam kenarındaki berjerli masalardan birine yerleştirildi. Akşam yemeği yememiş olmasına rağmen canı pek bir şey istemiyordu. Kapıyı göremeyecek şekilde oturup sade bir kahve siparişi verdi. Her daim yanında kitap bulunduruşuna şükredip çantasından son okuduğu kitabı çıkardı. Kitabı açar açmaz da gözüne ilişen satırla kısa bir an dondu kaldı: "Parça parça geliyordun bana sanki. Acaba hayat seni tamamlamama izin verecek miydi? "

Serdar sanki aklından bir an olsun çıkıyormuş gibi bir de kitap cümleleri onu adanmışçasına çıkıyordu karşısına. Evren adamı bir an olsun aklından çıkarmamak, onu beynine kazımak için yemin etmişti sanki. Okuduğu satırlar uzunca bir süre sarstı genç kadını. Ne baktığını görebildi, ne de etrafındakileri duyabildi. Parça parça geliyordu Serdar onun da hayatına. Öylesine örselenmiş, lime lime olmuştu ki adamın ruhu her defasında yeni bir keşif yapıyor, yeni bir parçasını keşfediyor ve bir yapbozu tamamlar gibi özenle biriktiriyordu o parçaları. Her seferinde tamamlanacağına dair umudu artıyordu. Berrin, Serdar'ın eksik bırakılmışlığını daha ilk andan fark etmemiş miydi zaten? Avare gönlü ilk buna tav olmamış mıydı? İçindeki en umutlu yan, her daim tek bir şey fısıldamıştı: Birlikte tamamlanacaklardı...

Bütün bir gün, tek bir aramasına cevap alamamıştı Serdar. Defalarca aramıştı Berrin'in telefonunu... Sayısına bakmaya utanmıştı en sonunda. Cevap almaktan umudunu kesince de şansını hastane telefonunda denemişti. Sekreteri her defasında aynı cevabı vermişti: "Berrin Hanım bugün çok yoğunlar Serdar Bey..."

Berrin'in yoğun çalıştığını elbette biliyordu. Yine de bu kez önüne konulanın bahane olduğunun da farkındaydı. Önceki geceden sonra ulaşamamıştı Berrin'e. Utanmış olduğunu tahmin edebiliyordu elbette. O kadar olsun tanıyordu genç kadını... Diğer yandan ne kadar anlıyor olursa olsun içine kök salan endişeye engel olamıyordu. Akşamdan beri hep aynı soru zihninde dolanıp duruyordu: 'Acaba yanlış mı yapmıştı?' Ama içten içe biliyordu ki yanlış yapmamıştı. Hatta belki de ömründe ilk kez doğru bir iş yapmıştı. Berrin'e özen göstermek istiyordu. Hayatında öyle bir yere oturtmuştu ki onu; kimsenin eli değmesin, bırakacağı anılar lekelenmesin istiyordu. İleride bir gün dönüp baktığında kendinden nefret etmek, yanlış yaptığını düşünmenin azabında kıvranmak istemiyordu. Berrin'i öyle tertemiz bir yere oturtmuştu ki gönlünde, kendi elinin kiri bile bulaşmasın istiyordu. Serdar ömründe ilk kez bir kadına dokunmaya kıyamıyordu. Hoyratlığından utanıyordu...

Daha tanışmalarının haftasına vermişti kararını. Berrin ondan önceki hiçbir şeye benzemiyordu ve benzemeyecekti de. Tökezlese de, bir dünya şeyle sınansalar da deniyordu Serdar. Bir kez olsun birinin onu sevebileceğine inanıyor ve o sevgiye layık olmaya çalışıyordu. Berrin o akşam durmanın Serdar için ne demek olduğunu bir bilebilseydi... Sınanan sadece iradesi değildi ki...

Arabasını kafenin otoparkına bıraktığında derin bir iç çekti adam. Son çaresi burasıydı. Hastane çıkışına gitmiş Berrin'i bulamamıştı. Evine gidip kapısını defalarca çalmış, yanıt alamamıştı. Bir ihtimal buraya gelmişti. Başka bir kadın söz konusu olsa rahat bırakabilirdi Serdar; ama biliyordu ki uğraşmazsa Berrin kabuğuna çekilecekti.

İnip sıkıntılı adımlarla kafeye ilerledi. İçeri adımını attığında tanıdık rüzgâr çanının sesi karşıladı adamı. Başını kaldırıp umutla içeriyi süzdü. Sanki bakışları oraya çekilmişçesine bakar bakmaz da Berrin'i gördü. Dışarıyı gören masalardan birinde elinde kitabı, dalgınca oturuyordu. Kitabı okuyamadığından adı kadar emindi Serdar.

Kadını bulmuş olmanın rahatlığı hemen yansıdı adamın bakışlarına. Onu dışarıdan izleyen bir göz yüz hatlarının rahatlayıp dudaklarının kıvrıldığını, gözlerinin parladığını hemen fark edebilirdi. Adamın duruşu bile değişmişti. Evine gelmiş bir insanın telaşsız rahatlığıyla çökmüştü sanki omuzları.

Aceleci adımlarla Berrin'in yanına doğru yürüdü. Genç kadın varlığını fark edemeden eğilip saçlarını topladı ve tam ensesine sıcacık bir öpücük kondurdu. Kadının saçlarının kokusu doldu ciğerlerine. Her ne kadar o kokuyu uzun uzun solumak istese de Berrin'in irkilişi mani oldu adama. Başını hafifçe kaldırıp genç kadının kulağına fısıldadı usulca: "Yoksa benden mi kaçıyorsunuz doktor hanım?"

Berrin'in birinin saçlarını topladığını fark etmesiyle ensesinde sıcacık bir dokunuş hissetmesinin arasında bir saniye bile yoktu. İlk an irkilse de içten içe dokunuşun sahibinin Serdar olduğunu biliyordu. Adamın kulağına fısıldadığını duyunca garip şekilde rahatladığını hissetti. Sanki bütün gün ondan kaçan kendisi değildi. 'Benden mi kaçıyorsun?' diye soran muzip sese ne cevap verse bilemedi. Evet, ondan kaçıyordu; ama bunu ona itiraf edecek değildi.

"Ne münasebet!" dedi genç kadın, Serdar karşısındaki koltuğa rahatça yerleşirken.

Adamın sesinde, "Ben de dün akşamdan dolayı saklanıyorsun zannettim!" derken meydan okuma gizliydi. Şimdi bu konuyu konuşamazlarsa bir daha hiç konuşamayacaklarını biliyordu.

O meydan okumayı sezer sezmez öfkeyle çakmak çakmak oldu genç kadının bakışları. "Neden saklanacakmışım!" derken burnunu havaya kaldırmış o da karşısındaki adama meydan okuyordu. "Egom seninki kadar hassas değil, merak etme! Reddedilmeyi kaldırabilirim," diye de eklemeden edemedi.

"Ben mi seni reddettim!" diye hayretle sordu Serdar. Berrin hâlâ onu reddettiğini düşünüyor olamazdı herhâlde!

"En son hatırladığıma göre öyleydi Serdar Bey!"

"Benim hatırladığıma göre de şunu söylemiştim: 'Karım olduğunda... İşte o gün durmayacağım!'"

"Ha, yani diyorsun ki, bu beceriksiz bir evlenme teklifiydi!"

"Yok artık Berrin!" dedi Serdar mahcupça. Berrin bakışları hayal kırıklığıyla sönünce de yaptığı yanlışı fark edip hemen ekledi: "Tamam, öküz olabilirim; ama evlenme teklifini böyle geçiştirmem. Sonra bütün ömrüm boyunca adam gibi bir evlilik teklifi etmedin diye başımın etini yersin!"

"Doğru tahmin Serdar Bey!" derken Berrin bakışlarını kaçırmış gülümsüyordu. "Bakıyorum sizde bayâ gelişme var!"

Serdar uzanıp Berrin'in masanın üzerinde duran elini kavradı ve sıkıp tatlı sert ekleme ihtiyacı duydu. "Bende gelişme var, doğrudur hanımefendi; ama siz asıl gelişmeyi telefonlarıma bir daha cevap vermeyince göreceksiniz!" Genç kadın ne kadar endişelendiğini anlasın diye de, "Aklım çıktı Berrin!" diye ekledi. "Bir daha sakın beni uzağında tutma!"

Berrin henüz farkında olmasa da Serdar'ın planları vardı. İçine onu da dâhil ettiği, yollarını bir ömür bağlayacak, umutlu, gelecek planları yapıyordu adam.


Hüzün Yağmurları-(Kitap Oldu)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin