Geçmiş Zaman Olur Ki- Bir Zamanlar

2.2K 211 60
                                    

Sekreteri arayıp saat üç randevusunun iptal olduğunu haber verdiğinde derin bir soluk alıp başını koltuğuna yasladı Berrin. Tüm günün yorgunluğu boynuyla omuzlarında birikmişti âdeta. İnceden bir sızı yokluyordu bedenini. Yine de ne yorgunluğuna ne de omuz ağrılarına takılmadı kadın. Gözlerini kapatıp, her boş ânında yaptığı gibi Serdar’ın tüm düşüncelerini ele geçirmesine izin verdi.
Artık yadırgamıyordu bu durumu. Her ânının Serdar’la dolup taşmasına öyle alışmıştı ki… Oysa hepi topu kaç ay olmuştu tanışalı? Bir ömür gibi geliyordu Berrin’e. Sanki yetersizliği açığa vuracak, ufacık bir zaman dilimi kadar değildi de, kendini bildi bileli tanıyordu Serdar’ı. Bütün ömrü boyunca sadece onun yolunu gözlemişti âdeta. Serdar anahtarı sadece onda olan, gizli bir odanın kapılarını aralamıştı. Berrin bütün ömrü boyunca onu beklemişti. Başka türlü aralarında gelişenlerin teklifsizliğini, zamansızlığını, hızını açıklayamıyordu kadın.
Üstelik şikâyetçi değildi bu durumdan. Ne başını döndüren hızdan, ne de hissettiklerinin şiddetinden korkmuyordu. Oysa hissettikleri bir parça sağduyusunu yerinde bırakmış olsa sorgulamalıydı tüm bunları. Olası bir felakette hissedeceği acının saadetiyle doğru orantılı olacağını durup düşünmeliydi. Ayakları yerden kesilmiş, metrelerce yükseğe çıkmıştı sanki. Hoyrat bir fırtına yüreğinin kanatlarını kırdığında tam da o yüksekten düşüp paramparça olacağını kestirebilmeliydi. Ama düşünmüyordu Berrin. Olumsuz tek bir senaryoyu bile aklının ucuna getirmiyor, umutsuzluğun zerresiyle lekelemiyordu sevdasını. Sırça bir fanus inşa etmişti Serdar’la ikisine. Onların dışındaki her şey o fanusun dışında kalıyordu. İçi şenlik yeri gibi parıl parıldı.
Kapısı tıklatılıp Serdar kafasını içeri uzattığında bir an zihninin ona oyun oynadığından endişe etti kadın. Tereddüdünü yalanlarcasına içeri girdi adam. Elinde kocaman bir buket kır çiçeği vardı. Yüzündeki dingin tebessümle çiçekleri Berrin’e uzattı Serdar.“Elden teslimat!” dedi coşkuyla.
Berrin daha adam içeri adım attığında ayaklanmıştı. Aralarındaki mesafeyi kapayıp adamın uzattığı buketi aldı. Serdar’ı görmenin sevinci gözlerine yansımıştı, yüzü ışıl ışıl parlıyordu. Uzanıp adamın dudağının kıyısına ufacık bir öpücük kondurduğunda hem kendini hem de Serdar’ı şaşırtmıştı. Yine de adamın şaşkınlığıyla içten içe bir parça daha keyiflenip, kendi mahcubiyetini unuttu.
“Ne güzel sürpriz!” dedi sevinçle. Çiçekleri burnuna götürüp derin bir soluk aldı. Beklediğinin aksine doğal kokularından uzaktı çiçekler. İnsan elinin değdiği her şeyin kaderi yok olmakken, onlar da paylarına düşeni almış, çiçekçilerin kullandığı suni bir spreyin kokusuna bürünmüşlerdi. Umursamadı Berrin… Yüzünü kocaman bir gülümseme kaplamışken “Hangi rüzgâr attı seni buraya?” diye sordu.
Kadını görmek bile Serdar için başlı başına bir keyifken, bir de kadının onun gelişinden duyduğu memnuniyeti bu denli riyasız belli etmesi adamı mest etti. Berrin’in neşesi bulaşıcıydı, emindi artık. Hele dudağının kıyısına bırakılan o öpücük… Tek bir öpücükle bu denli heyecanlandığı olmuş muydu hiç, emin olamadı. Hele bunun Berrin için ne büyük bir adım olduğunu bilmek… Ayaklarının daha fazla yerden kesilmesi mümkün müydü? Tecrübesizliği mümkün olmadığını fısıldıyordu içten içe. Öylesine büyük bir mutlulukla sarmalanmıştı ki daha fazlasını düşünemiyordu. Ama vardı… Serdar çok daha fazlasını tadıp yerden kilometrelerce yükselecek ve yükseldiği hızla yere çakılacaktı. Üstelik beraberinde Berrin’i de sürükleyecekti, henüz habersizdi.
“Seni özledim,” dedi lafı evirip çevirmeden. Gelişine kılıf uydurmak, bahanelerin ardına sığınmak istemiyordu artık. “Hem bak şansıma boş ânına denk geldim. Hadi gel birer kahve içelim.”
Duvardaki saate göz atıp bir sonraki randevusuna geç kalmamayı umarak başını salladı Berrin. Çiçekleri vazoya koyması için sekreterine emanet edip seri adımlarla kafeteryaya doğru yol aldı Serdar’la beraber.
Serdar iki kahvenin bulunduğu tepsiyi eğreti tutarak yanına geldiğinde, Berrin dakikalardır onu seyrediyordu. Son zamanların tüm zorluğuna rağmen adam o dönemi atlatmış gibi görünüyordu. Üstelik o yangından Berrin’e daha da yaklaşarak çıkmıştı. Kadının umduğunun aksine bir enkaz kalmamıştı gerilerinde.
Serdar’ı apartmanının önünde bulduğu günün ardından her şey üst üste yaşanmıştı. Sanki birbirlerine karşı dürüst olmaları olacakların fitilini çekmiş gibiydi.
O akşamın üstünden iki gün bile geçmeden annesinin ölüm haberini almıştı Serdar. Kadını hasta yatağında ziyaret etmemişti adam. O akşamki konuşmalarının ardından, iki gün boyunca tek bir adım atmamıştı hastaneye. Annesiyle karşılaşmaya hazır olmadığını anlayabiliyordu Berrin. Nitekim annesinin Serdar’ın kendini hazırlayacağı kadar zamanı kalmamıştı.
Ne ölüm haberini aldığında ne cenazede tek damla gözyaşı dökmemişti adam. Cenazede insanların arasına karışmamış, uzaktan izlemeyi seçmişti. Tüm o anlarda Berrin hep yanı başındaydı. Melike’nin mezarı kapatılıp, kalabalık dağılmaya başladığında sadece “Bitti!” demişti Serdar. O tek kelime binlerce mânâ yüklenmişti.
Cenazeyi kovalayan günler ürkütücü bir sıradanlıkla geçmişti. Hiçbir şey olmamış, hayatının bir dönemini kapatmamış gibi endişe verici bir sessizliğe ve aldırmazlığa vurmuştu kendini adam. Aslında o hâllerini öyle iyi anlıyordu ki Berrin… Yine de ses etmemişti. Serdar konuşmaya hazır olduğunda konuşacaklarını ummuştu. Oysa annesi öyle derine sızmış, öyle iflah olmaz, o denli onulmaz bir yaraydı ki Serdar’ın içinde... Bağladığını sandığı kabukların altı hastalıklı bir irinle kaplanmış, el değmeden duruyordu. O yaraya dokunmaya korkuyordu adam. Görmezden gelmek yüzleşmekten daha kolaydı.
Serdar önüne kâğıt kahve bardağını bıraktığında adamın üzerine odakladığı, düşüncelerle gölgelenmiş bakışlarını aceleyle kaçırdı kadın.
“İki dakika yalnız bırakıyorum hemen bakışların gölgeleniyor. Bu gidişle bir an ayrılmayacağım yanından!”
Berrin adamın şakayla karışık ettiği cümlelerle gülümsemeden edemedi.
“Hadi oradan! Sonra sıkılır kaçarsın benden…” dedi. İçin için bundan korkmuyor değildi. Serdar’ın kanat takmaya alışmış göçebe ruhunu eğleyememekten ölesiye korkuyordu.
“Senden mi? Mümkün değil Berrin… Senden kaçmam mümkün değil!”
Vaat miydi Serdar’ın dillendirdiği, yoksa güvence miydi emin olamadı Berrin. Sadece inanmak istedi, tüm kalbiyle inanmak…
“Kaçma da zaten… Bir adım bile uzağımda durma sakın…”
“Durmam!”
Serdar Berrin’e anlatabilmeyi dilerdi. İstese de ondan uzakta kalamayacağını; en derinine, en mahremine kazındığını; aralarına girecek mesafelere tahammülsüz olduğunu anlatabilmeyi isterdi. Ama yapamıyordu… Tek bir kelimenin ardına sığınıp, Berrin’in yetinmesini bekliyordu mahcupça. Konunun hassasiyetinden uzaklaşmak istercesine, “Söyle bakalım doktor hanım akşama planın var mı?” diye sordu adam.
Berrin de onları derin düşüncelere salacak, bir adım yol aldırmayacak, kendi çıkmazına sürükleyecek konulardan bahsetmek niyetinde değildi. Serdar’ın konuyu değiştirişine minnet duyarak , “Yok… Hayırdır, plan yapasın mı var?” dedi.
“Aynen! Akşama kaçırıyorum o zaman seni.”
En rahat kuşandığı maskesine bürünmüştü yine Serdar. Rahat, umursamaz, dalgacı bakışları gelip yerleşmişti gözlerine. Derinlerindeki tüm her şeyi gizlemek istercesine usta ve riyakâr bir perdeydi bakışlarına astığı. Berrin’i kandırmayı başaramayacağını bilse de denemekten asla yorulmayacaktı.
Adamın uğraşını boşa çıkarmak istememecesine gülümsedi Berrin. Ne perdeyi ne de Serdar’ın çabasını yadırgamadan kabullendi. Ne de olsa o yalancı neşe sahneden indiğinde geri kalanların tek şahidi yine o olacaktı.
“Geri getireceğine söz verirsen olur,” dedi sesine kattığı eğreti neşeyle.
“Bu seferlik o sözü rahatlıkla veririm.”
Dediği gibi yaptı Serdar. İş çıkışına kadar Berrin’i sabırla bekleyip, sonra nereye gideceklerini söylemeden yola koyuldu.
Başta işin gizemli yanı Berrin’i eğlendiriyor olsa da, şehir merkezinin epey uzağına gittiklerini fark edince eğlence yerini büyük bir meraka bıraktı. Sonunda bahçeli, küçük villalardan oluşan, yeni yapılmış bir siteye girdiklerinde daha da katlandı genç kadının merakı. Serdar arabayı durduğunda kendine engel olamadan “Buraya neden geldik?” diye soruverdi Berrin.
Serdar yola çıktıklarından beri kadının süregelen sessizliğinin sonlanmasına sevinse de belli etmedi. İçi kıpır kıpırdı adamın. Aylardır sürekli planladığı ama bir türlü hayata geçiremediği ev alma işini nihayet gerçekleştirecekti. Hem de Berrin’le… Serdar için asıl kıymetli olan bu detaydı. Bilhassa getirmişti Berrin’i yanında. Evvela o beğensin, onay versin istiyordu. İçten içe bunu neden bu kadar çok istediğini de biliyordu üstelik. Sadece yüksek sesle dillendirmek için uygun zamanı kolluyordu.
“Emlakçıyla randevumuz olduğu için geldik.”
“Ev mi değiştireceksin? Burası çok uzak değil mi?”
“Biraz uzak… Ama İstanbul’da yakın yer mi var? Gel bir bakalım ev nasılmış, içimize sinecek mi görelim.”
Adamın onu ev bakmaya getirmesi ayrı şaşırtmıştı Berrin’i. Hem şaşırmış hem de anlamlandıramamıştı. Üstelik buradan ev almayı düşünüyorsa epey yüklü bir meblağı gözden çıkarmış olmalıydı.
“Bakalım…” dedi aklındaki düşünceleri dağıtmaya çalışırcasına. “Yalnız banka falan soymadın, değil mi? Eğer öyleyse söyle önlemimi alayım, suç ortağı saymasınlar beni!”
Serdar arabayı park ederken gülümseyerek dinledi kadını.
“Siz beni bir şeye benzetemediniz sanırım doktor hanım!” dedi eğlenerek. Hemen ardından ilave etti. “Baktığın yerden çok mu çulsuz görünüyorum?”
Adamın sorusu Berrin’e ufak bir kahkaha attırdı. Egosunu zedelemediğini umarak dürüstçe yanıtladı genç kadın. “Ben seni öğretim üyesi sanıyordum, ha diyorsan ki bilmediğin bir şirkete gizli ortağım, orasını bilemem. Ya da ben bilmeyeli öğretim üyeleri iyi kazanır olmuşlar.”
Aslında bir ihtimal daha vardı Berrin’in aklında. Serdar Melike’nin mirasçılarındandı. Selda’yla son konuşmalarında Serdar’ın mirası reddedeceğini öğrenmişti. Adamın kararını değiştirme ihtimali de vardı; ama Berrin bunu pek olası görmüyordu.
“Yok yok… Öğretim üyeleri hâlâ senin bildiğin kadar kazanıyorlar. Hiçbir yere gizli ortak falan da değilim. Ama hanımefendi şu noktayı atlıyorsunuz. Patenti bana ait tırnak içinde belirtiyorum ‘birkaç’ yazılımım var.”
Bu Berrin için Serdar hakkında edindiği yeni bir bilgi kırıntısıydı. Şaşkınlıkla adama dönüp “Bak sen!” dedi, “Demek ‘Türkiye’nin Bill Gates’i benim!’ diyorsun?”
“Yok artık Berrin! O kadar da değil!”
Gülüşerek arabadan inip evlerden birine yöneldiler. Daha verandaya adım atar atmaz, geldiklerini gören emlakçı kapıyı açtı. Orta yaşlı, bakımlı bir kadındı. Evde attıkları ufak bir turun ardından gördükleri son derece memnun etmişti Berrin’i. Kullanışlı, abartısız ve modern bir yapıydı gezdikleri. Uygun eşyalarla donatılınca çok daha güzel olacağını gözünde canlandırabiliyordu. Üst kat terasından önlerindeki orman manzarasını seyrederlerken “Beğendin mi?” diye sordu Serdar.
“Çok beğendim,” diye yanıtladı Berrin, lafı evirip çevirmeden.
Adamın yüzüne geniş bir gülümseme yayıldı kadının cevabıyla. Beğenisini bakışlarından okumuş olsa da bir de duymak istemişti.
“Ee, alayım o zaman, ne dersin?”
“Sen bilirsin Serdar. Neticede yaşayacak olan sensin.”
“Ama ben senin de fikrini önemsiyorum. Hem bakarsın ev arkadaşı olursun bana…”
Serdar’ın muzipçe yaptığı ekleme, genç kadının gözlerini devirmesine neden oldu. “Çok beklersin!” dedi aynı muziplikle. Serdar’ın bakışlarına yerleşen gölgeleri fark edemeden devam etti. “Hem emin ol, sen de benim kadar kuralcı bir ev arkadaşı istemezsin!”
“Hımm, tekrar düşüneyim o zaman ben bu fikri!”
Berrin gibi işi şakaya vurup geçiştirse de Serdar gerçekten de o evde Berrin’le yaşamanın planlarını yapıyordu. Beraber geçirecekleri günleri hayal etmek çok zor değildi adam için. Berrin’in yanındayken hissettiği o dinginlikten ve huzurdan ayrı kalmak istemiyordu.
Tek bir ânı kadından uzak geçmesin, Berrin her an yanında kalsın, aldıkları nefesi paylaşsınlar istiyordu. Ve çok geçmeden benliğine ilmek ilmek işlenen bu arzuyu gerçekleştirmek için elinden geleni yapacaktı.

Hüzün Yağmurları-(Kitap Oldu)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin