anımsa

1.9K 183 32
                                    

Son bir saattir hiç kıpırdamadan aynı yerde oturuyordu genç kadın. İzin kullandığı nadir zamanlardan biriydi. Bunalmıştı… Aylardır sığınak bildiği duvarlar birer kafese dönüşmüştü. O da soluğu dışarıda almıştı.
Onun ruhunun sıkkınlığının aksine, Van bahar renkleriyle bezenmiş taze bir gelin gibi cıvıl cıvıldı. Göle nazır mekânlardan birine girmiş, uygun bir yere oturmuştu genç kadın. Ama ne önünde uzanan göl manzarasını gördüğü vardı, ne de başının üstünde coşkuyla dönen kuşları… Dakikalardır bakışlarını tek bir noktaya odaklamış, parmağındaki yüzüğü çeviriyordu sıkıntıyla. Taşıdığı o yüzük parmağına yük olmuştu âdeta. Çıkaramıyordu… Takınca da ağırlığında sıkılıyordu. Cem’i kendinden bu denli ırakta bırakmışken, o yüzüğü taşımak formaliteden farksızdı. Her şeyin farkındaydı Berrin… Kendi dengesizliğinin, bu karmaşasının Cem’i ne denli sarsıp yıpratacağının, her şeyin… Yine de başka türlü davranamıyordu. Karmaşasını sonlandırıp önüne bakamıyordu.
Garson üçüncü defa başka bir şey isteyip istemediğini sorduğunda çaresiz yiyip içmeyeceği bir şeyler daha sipariş etti. Sahi niye oturuyordu ki orada? Etrafını gördüğü, amaçladığı gibi kafasını dağıttığı yoktu ki… Sıkıntılı bir iç çekip, açık saçlarını sol omzuna topladı. Eliyle ensesini ovuşturup bir kez daha gözlerini kapattı. Bitsin istiyordu… Tüm bu karmaşası bitsin, hayatı düzene otursun, içindeki bu kasvet tükensin… Aylardır sıkışıp kaldığı şu cehennem azabı artık son bulsun istiyordu. Yorulmuştu… Tükenmişti… Adım atacak takati kalmamıştı.
Gözlerini tekrar açtığında on yaşlarında bir çocuğun masanın başında durmuş dikkatle onu seyrettiğini gördü. İlk anki şaşkınlığını atlatır atlatmaz gülümsedi çocuğa. Bir şey söylemesine gerek kalmadan çocuk elindeki paketi Berrin’e uzattı. Genç kadın kavrar kavramaz da tek bir açıklama yapmadan koşarak uzaklaştı. Koşan çocuğun ardından birkaç saniye şaşkın bakışlarla baktı Berrin. Hemen ardından bakışlarını elindeki pakete çevirdi. Kafasını kaldırıp merakla etrafa bakındı. Aradığı şey belliydi… Ama ne kadar çabalarsa çabalasın göremedi. Bakışlarını tekrar pakete çevirdiğinde içindeki merakın baskın geldiğinin farkındaydı.
Kendine karşı dürüsttü Berrin. Bahaneler uydurup, ardına sığınmıyordu. İstese o paketi açmayabileceğini, bir şekilde Serdar’ı hayatından uzak tutabileceğini biliyordu. En azından çabalayabileceğini… Seçeneksiz değildi. Ama içindeki meraka engel olamıyordu. Serdar’ı kendinden uzak tutmaya çalışan yanının aksine, diğer tarafı merakla adamın attığı, atacağı adımları gözlüyordu. O tarafı ikna edilmeye, adamdan geleceklere dört elle sarılmaya öyle meyilliydi ki... O yanının zayıflığından nefret ediyordu Berrin.
Paketin etrafına sarılmış ipi çözüp, paketi yırttı. İçinden çıkan kutunun kapağını merakla kaldırdı. Kaldırır kaldırmaz da gördükleri vurgun gibi çarptı kadını. En üstte ona gülümseyerek bakan, eskilerde kalmış bir çifti konuk eden bir çerçeve vardı. O yüzler o kadar uzaktı ki şimdi Berrin’e… Objektife bu denli tasasız gülümseyen sahiden onlar mıydı? Alışılmış düğün fotoğraflarının, çalışılmış pozlarından öyle farklıydı ki o kare…
O gün… O gün Berrin’in hayatının en güzel günüydü. Ansızın önüne koyulan evlenme teklifi, Serdar’ın planladığı tonla hazırlık, alelacele gittikleri nikâh… Belki hayalleri süsleyen cinsten bir düğün değildi; ama Berrin’in mucizesiydi. Saatler içinde Serdar’ın karısı olmuştu genç kadın. Adamın tüm korkularını yendiğini, bağlanmaktan artık korkmadığını, beraber kök salacaklarını düşünmüştü. Ne büyük bir yanılgıydı…
Çerçeveyi alıp göremeyeceği şekilde ters çevirip masanın üzerine bıraktı. Onu kaldırınca kutuya özenle yerleştirilmiş gelin tokası çıktı ortaya. Burukça gülümseyip tokayı eline aldı. Ne kadar da aratmıştı bunu Berrin’e… Demek ki en başından beri ondaydı. Eline alıp zarif bir işçiliğin eseri olan dalları ve çiçekleri okşadı. Belli ki Serdar’ın amacı o günü anımsatmaktı. Oysa Berrin zaten hiç unutmamıştı… Unutamamıştı…
O gün o kuaför salonunda, saçını yapan usta toka kutusunu önüne koyup açmasını beklediğinde nasıl da şaşırmıştı. Hele kutunun kapağını açtığında… Pahalı bir kadifeye bırakılmıştı. Elini uzatıp özenli işlemelerini okşadığında vurulmuştu tokaya. Ama daha da çok Serdar’ın inceliğine… Kim bilir ne kadar aramış, nasıl da önceden hazırlanmıştı…
Berrin’in gözlerini doldurdu o günün anısı. Bir kez daha dolaştı bakışları etrafta adamı görmek için; ama göremedi. Öyle sarsılmıştı ki elleri titriyordu. Bakışlarını dolduran gözyaşları gözlerini sızlatıyordu. Neden bunlarla sınıyordu ki onu? Yetmemiş miydi? Tokayı ve çerçeveyi tekrar kutuya yerleştirip gelişigüzel çantasına attı. Cüzdanını çıkarıp hesaba yeteceğini düşündüğü kadar bir miktar para bıraktı masaya ve telaşla dışarı çıktı.
Biliyordu, buralarda bir yerdeydi. Böyle bir şeyi onu izlemeden yollamış olamazdı. Birkaç adım atıp durdu ve dikkatle süzdü etrafını. Çok geçmeden gördü Serdar’ı. Az evvel oturduğu masayı gören bir yerde, elleri ceplerinde ona bakıyordu. Kısacık bir an öylece durdu Berrin. Aralarındaki mesafeye inat görebildiği tüm ayrıntıları kazıdı beynine. Sonra derin bir nefes alıp Serdar’a doğru ilerlemeye başladı. Belli ki konuşmaları gerekenler vardı…

Hüzün Yağmurları-(Kitap Oldu)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin