16. Bölüm: Yiten İnançlar

2.7K 216 44
                                    




Azra eline aldığı ayakkabının altına isimleri yazmaya çabalarken, Berrin bir kez daha elbisesinde olmayan kırışıklıkları düzeltti. Kendinden ne kadar utanıyor olursa olsun, orada olmak istemiyordu. Birazdan içeriye girmek zorunda kalacağını düşündükçe midesi düğüm düğüm oluyordu.
Azra parlayan gözlerle “Seni de yazdım!” deyip başını kaldırdığında, yüzündeki sıkıntılı ifadeyi maskelemeye yeteceğini umduğu bir tebessüm oturttu suratına kadın. Ama arkadaşının bakışlarının solduğunu fark ettiğinde nafile bir çaba verdiğini anladı. Yine de şansını deneyip Azra ağzını açmadan şakaya vurarak, “Ben eksik kalırsam olmazdı zaten!” dedi. Hâlbuki gelin ayakkabısının altına isminin yazılıp yazılmamasını zerre umursamıyordu.

Azra kırık bir sesle “Berrin…” dediğinde ne gözlerine hücum eden yaşlara ne de bakışlarının puslanmasına engel olamadı kadın. Kendini bile ikna etmekten uzak bir sesle “İyiyim,” dedi.
Oysa değildi… Ruh hâlinin iyi olmakla uzaktan yakından alakası yoktu. Kardeş bildiği biricik dostunun düğün gününde orada olmayı istemeyecek kadar bencil olduğunu düşündükçe daha beter hissediyordu. Serdar’ın içeride olduğunu, birkaç dakika sonra ister istemez karşılaşacaklarını anımsadıkça önleyemediği bir endişe nöbetine tutuluyordu. Aylardır yaşamaktan korktuğu karşılaşma öyle ya da böyle gerçekleşecekti. Damadın Serdar’ın en yakın arkadaşı olduğu düşünüldüğünde karşılaşmamalarını ummak çocukluk olurdu zaten. Gelmeden adamın ufak da olsa düğüne katılmama ihtimaline sarılsa da, Azra önceki gün tüm umutlarını yıkmıştı. Serdar gelecekti…
Çağrı’nın heyecanla odaya girmesi Azra’nın dikkatini dağıtıp Berrin’in derin bir nefes almasını sağladı. Berrin fırsattan istifade arkadaşına son bir kez sarılıp salona doğru yol aldı. İçeri girip ona ayrılan yere bakışlarını çevirdiğinde bir kez daha şansına hayıflandı. Serdar’la aynı masaya oturuyor olmaları ya Azra’nın gözünden kaçmıştı ya da Çağrı bilhassa planlamıştı. Hangi seçenek doğru olursa olsun önündeki birkaç saati nasıl Serdar’la dip dibe geçireceğini bilmiyordu.
Bir kez daha panik tüm vücudunu ele geçirdi. Bir an evvel çıkmak istiyordu oradan. Arkasına bile bakmadan kaçmak, aylardır ona sığınak olan Van’ın güvenli sessizliğine gizlenmek istiyordu. Bakışlarını ardına çevirip gidip gitmeme savaşı verirken gelinle damadın gelişini haber verircesine ışıklar karartılıp orkestra giriş parçasını çalmaya başladı. Geç kalmıştı… Azra’nın gözlerinin içine baka baka en mutlu gününden tüyemezdi.
Bakışlarını bir kez daha masaya çevirdiğinde Serdar’ın dikkatle onu izleyen gözleriyle karşılaştı. Artık hiç gidemezdi…
Bakışları birkaç saniye Serdar’ınkilere kilitli kaldı. Yine öyle çok şey anlatıyordu ki adamın gözleri… Berrin’in ardına bile bakmadan gitmesinden duyduğu endişe taşıyordu içlerinden. Sessiz bir yalvarış vardı o mavilerde. Berrin masaya doğru ürkek bir adım attığında kendini, kararının Serdar’ın sessiz yakarışıyla alakası olmadığına inandırmaya çalışıyordu. Oysa içten içe sebebin adama kayıtsız kalamayışı olduğunu biliyordu.
Elindeki ufak çantayı öyle sıkı kavramıştı ki eklem yerleri beyaza kesmişti. Çenesini havaya kaldırmış, bakışlarını bilhassa adamın göz temasından uzak tutmaya çalışıyordu.
Soğukkanlı görünmek için verdiği tüm çaba masaya vardığında Serdar’ın sandalyesini çekmek için ayağa kalkıp “Hoş geldin Berrin, nasılsın?” demesiyle ağır bir darbe aldı.
Zaman kavramını yitirmişti artık Berrin. Ne kadar zaman geçmişti Serdar’ın sesini son duyuşunun üzerinden? Ardını dönüp adamı yatak odalarında bırakalı, yuva saydıkları evden çıkalı ne kadar olmuştu? Sanki yüzlerce gün hiç geçmemiş, zaman yaralarına hiç deva olmamıştı. Sanki az evvel kapamıştı o kapıyı… İçini kasıp kavuran özlem inceden ciğerini sızlatırken, kayıpları derin bir kesik gibi aralarında duruyordu. Hâlâ taze, hâlâ canlıydı acı… Serdar’ı görmek aylardır kat etmeye çalıştığı yolu silip süpürmüştü sanki.
“İyiyim,” dedi bir nefeste kadın, soluklanmadan ekledi, “Çok iyiyim…”
Kimi ikna etmek için yapmıştı o eklemeyi kendi bile bilmiyordu. İyi olmanın kelime anlamını bile anımsamıyordu oysa. En son ne zaman iyi olmuştu Berrin?
Görünen o ki Serdar da iyi olmaktan uzaktı. Kısacık bir an doyasıya inceledi karşısındaki adamı. Kaç kilo vermişti acaba? Avurtları çökmüş, gözlerinin etrafını koyu halkalar sarmıştı. Salonun loşluğunda belirli belirsiz seçebildiği tüm ayrıntıları zihnine kazıdı Berrin. Serdar anımsadığından, zihninde kalandan başka bir adama dönüşmüştü. Hastanedeki suçluluk duygusuyla kavrulan, evdeki yitik adamdan daha bedbahtı son hâli. Sanki zaman Serdar’ı tarumar edip geçmişti. Yine de “Sen nasılsın?” dedi Berrin. Dilinin dönmesine, anlamlı bir cümle kurabiliyor oluşuna şaştı kaldı içten içe.
Daha Berrin’in kapıda göründüğü ilk an çakılıp kalmıştı Serdar olduğu yere. Aylardır içten içe beklediği, hevesinden daha çok korktuğu an gelip çatmıştı.
Biliyordu Serdar… Bir gün karşılaşacaklarını, bu ânın yaşanacağını biliyordu. Bilip hem özlemle bekliyor hem de canhıraş korkuyordu. Sanki bir ömür geçmişti Berrin’den uzak. Aylar değildi… Her gün bin yıldan beterdi. Zaman geçmemişti, geçememişti… Saplanıp kalmıştı. Çırpınmaya bile mecali kalmamış, sadece beklemişti. Umutlu bir bekleyiş de değildi üstelik payına düşen. Geçecek zamanın ona getireceklerinden ümitsizdi. Gidilecek yolları tükettiğinden, denemeye yüz bulamadığından elinden gelene tutunmuş, sadece beklemişti.
Berrin’in orada olacağını, beklediği karşılaşmanın o gün gerçekleşeceğini haftalar öncesinden biliyordu Serdar. Kendinde yüz bulamasa da, içinde ufacık da olsa bir umudun yeşermesine mani olamamıştı. Berrin’i görecekti…
Ama umut etmek başkaydı yüzleşmek bambaşka… Tüm gün saklanacak delik aramıştı. Berrin’in etrafında bir yerlerde olduğunu bilmek gerginliğini beslemişti. Ne söyleyecekti? Aylardır baş edemediği özlemle dolup taşmışken kadının karşısında nasıl dağılmadan kalacaktı?
Berrin tüm korkularını, gizli ümitlerini kuşanmış; aylardır yanıp tutuştuğu özlemi giyinmiş de girmişti salon kapısından içeri. O Serdar’ı ilk anda fark edememiş olsa da Serdar daha ilk saniye görmüştü kadını. Görüp taş kesilmişti… Zaman anlamından arınmış, yaşadıkları o an havada asılı kalmıştı. Tüm salon, etrafındaki bütün sesler ve renkler silinmiş bir Berrin kalmıştı.
Kadın hem hatırladığı gibiydi hem de değildi. Onun aksine kilo almıştı Berrin. Aylar öncesinde kalmış, zihnine kazınmış o bitap hâli silinip gitmişti. Bir tek bakışları… Bir onlar aynıydı. Göz göze geldikleri an bir tek bundan emin oldu Serdar. Aylar önce görmeye dayanamadığı acı yerli yerindeydi. Öyle saydam, öyle el değmemiş bir yangın parlayıp sönüyordu ki o kahvelerde, aralarındaki mesafeleri anlamsız kılıyordu. Kuşandığı acıdan başkasını anlamsız bırakıyordu.
O dakika öyle bir korku yer etti ki Serdar’ın içine… Ne yaparsa yapsın, ne kadar denerse denesin anlatamazdı. Berrin’in yerinde çakılı kaldığı o birkaç saniye neredeyse emin oldu adam kadının ardına dönüp gideceğinden. Onu gördüğü tek bir an yetmişti belli ki Berrin’e. Başını çevirip ardını kontrol edişinden belliydi gitmenin hesabını yaptığı.
Berrin’in gidip kalmanın muhasebesini yaptığı o birkaç saniyede Serdar içinden binlerce dua sıraladı peş peşe. Aylar sonra ilk kez buruk bir duayı konuk etti dili. Tüm o zamanların inkârını yalanlarcasına samimi bir yakarıştı yüreğinden kopup gelen. İliklerine kadar sarıp sarsan korkuya rağmen Berrin kalsın istiyordu. Söyleyecek tek bir kelimesi olmamasına rağmen özlemin sızılı sancısı ağır basıyordu. Yanına gelmese bile orada kalsın, birkaç saat de olsa onu izlemesine müsaade etsin istiyordu.
Göz göze geldiklerinde tüm bu yakarışlarla dolmuştu bakışları. Hatta çok daha fazlasıyla… Berrin kısacık bir an daha tereddüt ettiyse de masaya doğru ilk adımını attığında derin bir nefes aldı Serdar. Galip miydi mağlup mu emin olamadı. Berrin’in ona doğru attığı her adım bir asır sürdü sanki. O arada kelimelerini sinip kaldıkları yerden zar zor çıkarmayı başardı. Uzanıp sarılmaya, hatta tokalaşmaya bile cesaret edemediğinden ayağa kalkıp kadının sandalyesini tuttu. Buruk bir ‘Hoş geldin’i, mahcup bir ‘Nasılsın’ı zar zor söyleyebildi.
Ve Berrin’in dudaklarından dökülen ‘İyiyim’i kana kana içti.
Ağzının söylediğine inat ne denli sarsıldığını, yanında olmanın onu nasıl etkilediğini görse de dillendirmedi Serdar. Bu gerçekle yüzleşmeye ne mecali ne de söylemeye cesareti vardı.
Tuttuğu sandalyeye ona değmemeye çalışarak otururken ‘Sen nasılsın?’ diye soran ses beklediğinden daha çok sarstı Serdar’ı. Nasıldı?
Azra ile Çağrı’nın düğününde olduğunu, etraflarındaki meraklı bakışların takibinde olduklarını bilmese hüngür hüngür ağlardı Serdar. Nasıl bir cehennemin ortasında kaldığını nasıl anlatırdı Berrin’e? Dahası Berrin duymak ister miydi?
Gözlerini sızlatan acıya rağmen yutkunup “Gördüğün gibiyim…” dedi. İyiyim demeye dili varmamıştı.
Aralarındaki kısacık sohbetin son cümlesi oldu adamın dudaklarından dökülenler. Berrin de tıpkı onun gibi yutkunup bakışlarını kaçırdı ve masadaki tanıdıklara döndü. Tek bir an daha yakalayamadı Berrin’in bakışlarını gözlerinde. Oysa o, geçen tüm o süre boyunca bir an ayırmadı gözlerini ondan. Kirpiklerinin perdelediği anlara bile tahammülsüz, Berrin’i izleyemediği her saniyeye sitemliydi. Birbirini kovalayan dakikalar boyunca aylar süren orucunu bozarcasına Berrin’in her bir mimiğini içti adam.
Onları düğünün sonuna götüren her dakika, yeni bir vedaya hazırlayan her saniye bir kaya gibi oturdu Serdar’ın içine. Kulaklarına yeni bir dans müziği çaldığında daha fazla bekleyemedi. Ayağa kalkıp elini Berrin’e uzattı.
Berrin birkaç saniye ne istediğini anlamaya çalışırcasına adamın ona uzanmış eline baktı. Hemen ardından bakışlarıyla etrafı taradı. Masadaki herkes onun ne tepki vereceğini bekliyordu. Serdar’la yapacakları bir dansın düşüncesi bile tüylerini diken diken ederken onlara odaklanmış bakışların ağırlığında ezilerek tuttu adamın elini.
Piste doğru yürürken dişlerinin arasından, “Ne yapıyorsun Serdar?” diye sormadan edemedi.
Serdar Berrin’in rahatsızlığının farkındaydı farkında olmasına; ama yine de kendine engel olamadı. “Bir dans Berrin… O kadar da mı hatırım yok?”
Verecek cevabı yoktu Berrin’in. Olsa da Serdar elini beline yerleştirdikten sonra aklından uçup giderdi. Adamın teması, elbisesinin üzerinden bile dağladı kadının tenini. Sustu Berrin… Serdar’ın sıkı sıkı sarılmasına, başını saçlarının içine gömmesine ses etmedi, edemedi. Kendi burnuna da adamın kokusu doluyordu çünkü. Tıraş losyonunun altından belirli belirsiz burnuna dolan Serdar’a ait o koku… Kendine adamın kollarında sessizce durmasının sebebinin Serdar’ın isteğini kıramaması olduğunu söylüyordu. Dürüst bir yüzleşmeye gücü yoktu. Gözlerini kapatıp sadece âna odaklanmaya çalıştı. Ne geçmiş, ne de gelecek… Sadece o an, dedi kendi kendine… Sadece tek bir dans…
Sadece birkaç saniye sürdü sükûneti… Serdar’ın sesi geçmişin asla geçmeyeceğini anımsatan bir mayın gibi patladı kulaklarında.
“Sana hep beni çok sev dedim. Hiç seni ne kadar çok sevdiğimi söylemedim. Ben seni çok sevdim Berrin… Ben seni her şeyden öte sevdim…”
Yüreğinde infilak eden sızıya inat yumuşacık bir fısıltıydı esasında o ses. Ama etkisi… Kuşandığı anlamlar… Her bir harfle bir parça daha ezildi Berrin’in yüreği. Yumdu gözlerini… Ama belli ki Serdar’ın susmaya niyeti yoktu.
“Olmuyor… Sensiz nasıl yaşanır unutmuşum ben! Yapamıyorum… Nefes bile alamıyorum sen yokken. Senden öncesinin tüm ızdırabı, bütün olmamışlığı kayboldu, bir sen kaldın geriye. Bir sana saplanıp kaldım… Yapamıyorum Berrin! Yapamıyorum…”
Bakışlarını Berrin’inkilerle buluşturmaya cesareti yoktu Serdar’ın. Ona bakmak için bile olsa tutuşunu, sarılışını gevşetmek istemiyordu. Burnu Berrin’in saçlarındayken bir milim bile uzaklaşmak istemiyordu. O ânın tükenmemesini diliyordu. Zaman bir lütufta bulunup o an dursun… Berrin hep kolları arasında kalsın…
Ve anlaşılmak istiyordu Serdar. Berrin onu yine anlasın, ne denli özlediğini bilsin istiyordu.
“Ölesiye özledim seni… Hangi kelimeye döküp anlatayım? Hiçbir sözcüğün anlamını kuşanmaya yetmeyeceği kadar çok özledim seni Berrin!”
Tahammülü yoktu Berrin’in. Onca ayın tüm çabasını silip süpürecek sözler duymak direncini de, iradesini de sınıyordu.
“Sus Serdar lütfen…” dedi çaresizlikle. Biraz daha dinlerse yenilecekti çünkü.
“Tek bir şans daha istiyorum senden. Tek bir şans… Bu kez her şeyi bambaşka yapacağım göreceksin! Bu kez hata yapmayacağım! Tek bir şans Berrin… Beni senden mahrum etme, ne olur! Beni kendinle cezalandırma artık…”
Serdar’ın tek bir şans dediği Berrin’in yenilgisi olacaktı. Üstelik adama baktıkça anımsadığı acı hâlâ aralarında dururken tek bir şansları daha yoktu. Yitirmişlerdi… Berrin’in ‘Gitme’ dediği, Serdar’ın tek bir an tereddüt etmeden kaçtığı o gün, tek şanslarını da yitirmişlerdi. Bebeklerini kaybetmeselerdi de değişmeyecekti bu gerçek.
“Sus artık, lütfen… Yapma…”
Bu kez daha sertti kadının sesi. Mümkün olduğu kadar adamdan uzaklaşmış, pistin ortasında, müziğe inat kıpırdamadan duruyordu. Bakışlarını Serdar’ın mavilerine dikip “İkimiz için de daha fazla zorlaştırma!” dedi.
Serdar’ın kadının belini kavramış eli istemsizce yanına düştü. Berrin’in bakışlarındaki ruhunu buz kestiren ayaz aralarına yeterli mesafeyi bırakmıştı zaten. Uçurumlar vardı aralarında…
“Zaten zor Berrin! Daha fazlası mümkün mü? Ben zaten sensiz nefes alamıyorum ki!”
Daha başka hangi kelimelere sığınabilirdi Serdar? Hangi kelime cana gelip çaresizliğini kuşanabilirdi? Olmayışını; eksik, paramparça kalışını hangi kelimeyle anlatacaktı?
Oysa anlıyordu Berrin. Anlıyor ve kendine kızmadan edemiyordu. Artık Serdar’ı anlamak istemiyordu. Adamın ruhunu ayna gibi yansıtan bakışlarından, o bakışlardan sızıp canını yakan her bir duygudan kaçmak istiyordu. Serdar’ın acısı ona da acı olmasın, her şeyi daha da zorlaştırmasın istiyordu.
“Söyledim sana Serdar!” dedi son bir gayretle. “Bitti…”
Derin bir nefesle soluklanıp bundan sonraki cümlesi için güç diledi. Bakışlarını uzunca bir süre perdeleyip tekrar adama baktı.
“Bitti…” dedi tekrar. “Bitirdik… Deneyecek, düzeltecek bir şey bırakmadın ortada. Aynı yanılgıya bir kez daha düşüp aynı hatayı yapmayacağım! Beni sevdiğine inanıp kendimi kandırmayacağım! Bitti anlıyor musun? Ben inancımı yitirdim!”
Tek bir söz söylemesine daha fırsat tanımadan arkasına dönüp hızlı adımlarla pistten ayrıldı. Ardında nasıl bir enkaz bırakacağını tahmin ediyor, bununla yüzleşmek istemiyordu. Serdar’ın gözleri gözlerine kenetlenmişken kendini zor tutmuştu; ama lavabonun yerini ararken yanaklarından süzülen ılık yaşlara mani olamadı. Öyle zordu ki… Serdar öyle bakarken tüm o cümleleri sıralamak… Sesinin titremesine, gözyaşlarının süzülmesine engel olmak… Ama her şeyden ötesi içi avaz avaz dudaklarından dökülenlere muhalefet ederken o cümleleri kurmaya devam etmek öyle zordu ki…
Tek bir cümlesi gerçekti sıraladıklarında. İnancını yitirmişti Berrin… Tüketmişti adam. Ne yaparsa yapsın sevgisi tükenmemişti belki ama inancını yitirmişti. Tam da bu yüzden olmazdı, olmayacaktı. Onlar denenecek hiçbir şey bırakmamışlardı geride. Koskoca bir enkaz aralarında dururken; yıkıntılarından değil sırça köşkler, harabe bile inşa edilemezdi.
Lavaboda dakikalarca ağladı Berrin. Dakikalarca bir kez daha viranelerinin yası taştı göz pınarlarından. Olanlara, olmayanlara, yaşadıklarına, yaşayamadıklarına, içinde ukde kalan tüm heveslerine; ama en çok da aylar öncesinde kalmış, anılarından burukça gülümseyen âşık o çifte akıttı gözyaşlarını. Bu kaçıncı vedaydı? Kaçtır veda saydığı, son bellediği sapaklar aynı çıkmaza bırakıyordu onu?
Peş peşe derin nefesler aldı. Akan makyajını peçeteyle temizleyebildiği kadar temizleyip çıktı lavabodan. Gece bitene kadar orada saklanmak istese de yapamayacağını biliyordu. Kapıdan adımını atar atmaz bir kez daha Serdar’ı buldu karşısında. Adamın ağladığını anlamış olması için kızaran burnunu ve gözlerini fark etmesine gerek olmadığını biliyordu. Yine de istemsizce kaçırdı bakışlarını. Hızla, tek kelime etmeden yanından sıyrılıp geçmeyi denedi; ama Serdar müsaade etmedi sessiz kaçışına.
“Neden Berrin?” diye sordu adam fısıldar gibi.
Öyle çok şeyin nedenini sorguluyordu ki o an, Berrin hangi birini yanıtlasa bilemedi.
Van’dan yola çıktığından beri içini kemirip duran endişeyi anımsayıp bakışlarını kaldırdı ve son kez olmasını umarak Serdar’ınkilere baktı.
“Çünkü,” dedi, “Ben evleniyorum!”

Hüzün Yağmurları-(Kitap Oldu)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin