(14)

2.2K 170 611
                                    

Medya Robin Schulz'un In your eyes şarkısı, kitaba çok uyumlu geldi anlamına bir bakın ve okurken dinleyin derim ✌️

Şey ilk kısımları okurken bu şarkı pek iyi gitmez ama sembolden sonra dinleyebilirsiniz

💠

İpek kumaşla kaplı kaz tüyü yastığa gereksiz derecede gevşek yumruğunu indirirken yarım saattir istifini bozmadan sırt üstü yatıyordu. Gözleri sonuna kadar açıktı yeni doğmaya başlayan güneşin cılız ışığına rağmen karanlıkla fazlasıyla bakıştığı için bu hafif aydınlık ona öğlen parlaklığı kadar net geliyordu.

Sabahın köründe isteği dışında kalkmıştı ve saatlerdir yatakta döne döne kendi kafasını şişiriyordu. Saçları darma dağınık olmuş ağır fikirler taşıyan düşünceleri yüzünden ter içinde kalmıştı, kalbi kulaklarını çınlatarak atıyordu, yattığı yerde başı dönüyor içindeki kelebekleri kendi elleriyle öldürüp öldürüp diriltiyordu. Ateşi yoktu ama kalbindeki huzursuzluk yangını ciğerlerini ele geçirmişti. Kafasının içinde duyulmayan ama fazlasıyla gürültülü bir şarkı çalıyordu sanki. Nefes bile alamadı Harry, sıcak hava mıydı bundan sorumlu olan?

Hayır tabii ki, yan odasındaki Louis onun aksine fazlasıyla üşüyordu. Hemde aynı sebeplerden ötürü. Titriyordu durmaksızın, buna rağmen üstünü de örtmemişti. Elleri ayakları kaskatıydı, kalbinde bir rüzgar esiyor sürekli iç çekmek zorunda kalıyordu. Ama bu iç çekişler öksürüklere dönüşüyor Louis artık bıktığı için küfürler ediyor ayaklarıyla yatağı dövüyordu.

Harry daha önce yaşamadığı bir karmaşanın içindeydi o yüzden Louis'e göre daha çok sarsılmıştı haliyle. O alışıktı, saatlerce uyumaya ama uykusuz olmaya, fazla düşünmekten rüyalarında kaldığı yerden eylemine devam etmeye, gördüğü şeyin baktığı şey olmamasına, en küçük ışığın onu kör etmesine...hepsine alışıktı.

Bu yüzden yadırgamıyordu, sadece atmak istediği çığlıkları ısrarla içine atarken dinlediği bağırış çağırışları ifadesizce izliyordu. İnsanlar ona kızdığında, yüzüne yüzüne nefret ya da sevgi kustuklarında. Bakıyordu öylece, ama yine de boğazı saatlerce onlara bağırarak karşılık vermiş gibi ağrıyordu. Şimdi de kendisine bağırıyordu içten içe, boğazı öksürüp durmanın acısına nasıl katlanırsa buna katlanır sanıyordu. Canı yandıkça gözlerini sımsıkı yumuyor acının kendisine zevk vermesine, attığı sessiz çığlıkların sessiz yumruklar ve tekmelere dönüşmesine izin veriyordu.

Bedeninde hissettiği her sızı ruhuna şifaydı ama kendi elleriyle ona zarar verecek kadar ruhunu sevmiyordu. Dünyaya yalvarıyordu, Tanrıya ve bildiği tüm kutsal şeylere. Acı için kıvranıyordu, çoğu insanın kaçtığı şey onun ilacıydı.

Ve nihayet oluyordu, farkındaydı artık. Geceleri yükselen ateşi ve şiddetli öksürükleri bel ve baş ağrısı yapıyordu. Günlerdir tek yaptığı dersleri bittiği gibi eve gelip yatmaktı. Ama sadece yatmak, uyuyamıyordu bir türlü. İçindeki yıkım sesi onu uyutmuyordu, kulakları kırılma parçalanma sesleriyle doluyorsa da sızlayan kemikleri yüzünden onu görmezden geliyor sabaha kadar tavana bakıyordu.

Ama şimdi cumartesiydi, günler geçmişti ikisinin de hatırlamaya bilinç altlarının yetersiz olduğu o anın üstünden. Hatırlanmadıkça düş olmuştu sanki, eskisinden de sessizlerdi artık. Ama Harry'nin Louis'nin önünde zıplaya zıplaya derdin ne senin demesi an meselesiydi.

Cinayet işlemişler de leşi sokağa atmışlar gibi korkulu ve kaçaktı onu öpen adam.

Minik bir kibrit yakıp ormanı yakacak kadar cüretkar davranırken birden üflemişti ona, hemde koskoca ormanın gözleri önünde.

Tea and Coffee /Larry Stylinson Where stories live. Discover now