(25)

905 120 272
                                    

Selmm

Ve lütfen şurada yks denen şeye iki ay falan varken sizin için yazı yazıyorum alel acele bari yorum, oy falan :')

💠

İleri, geri, ileri, geri Carrie koca odada kırk dönüyordu. Etrafındaki tüm mobilyalar kraliyet ailesini memnun edecek türdendi ve içinde olduğu oda güneşe olan açısı sayesinde ışıkla dolu.

Sarı saçları, her şeye rağmen tel tel ipek gibi omzundan aşağı serpiliyor. Üzerinde en sevdiği renkten, kırmızı, tüllü bir elbise var. Sandaletlerini giymiş özenle. Evinin önündeki sahilde sabah uzun uzun yürüdüğü içinse beyaz teni güzel bir bronzluk kazanmış. Güneş onu rahatlatıyor. 

Seslice iç çekti ,gösterişli aynanın karşısında durdu. Dudaklarını ısırmak istiyordu ama daha yeni krem sürmüştü. Kaşlarını çatmak istiyordu ve yüzünü asmak ama o zaman da yüzü kırışırdı.

Mavilerini yansımasındaki ifadesiz kadına dikti sonra da süzdü baştan aşağı onu.

Öğlen güneşi tenindeydi, açık balkonun kapısından martı sesleri dalga seslerine karışıyordu. Yapayalnız ve güzeldi. Gülümsemeye çalışıp hafifçe salındı aynaya bakarak. Boynundaki elmas kolyesine dokundu.

Eğer bu kıyafetler ve mücevherler, ün, kurduğu baskınlık olmasa Carrie çırılçıplak kalırdı. Aynadan kendisine bakamazdı asla ve evet işte sebebi bu kıyafetler, mücevherler, ün, baskın ifadesi olmadan bir saniye geçirmemesinin.

Kırmızı elbisesi çok güzeldi, kırmızı elmaları da vardı masadaki tabakta, en sevdiği şarkıyı dinledi sabah, sahilde güneşle dans etti.

Gözleri doluyor.

Arkasını döndü hemen aynaya. Odada turlamaya devam etti. Neden haber gelmiyordu? Neden kimse aramıyordu? Unutmuşlar mıydı onu? Mark bile merak etmiyor muydu? Louis peki, o yeni annesini mi seçmişti? Neredeydi Han?

Tırnaklarını yemek için elini kaldırdı ama aceleyle toparlandı, etrafında döndü. Yine ayna vardı, döndü. Saçlarını savurdu. Yatağa yürüdü uzanmak istedi, vazgeçti hemen.

Gözleri cidden dolmuştu.

Ama hayır. Üzgün değil sinirli. Bunu nasıl yaparlardı? Onu burada sonsuza kadar sürgün mü ediyorlardı ha? Kimse sesini çıkartmıyor onun için çabalamıyordu. Göreceklerdi.

Hele Louis, nasıl bir kez olsun aramamıştı annesini? Onun için neler yapıyordu bilmiyordu bile,  bir defa olsun o sorsun istemişti, arasın...çünkü Louis, oğluydu.

Bebekken geceleri ona sarılıp uyuyor ve her ağladığında yanında oluyordu. Küçükken sarı saçları vardı onun da, tıpkı annesi gibi işte! Onlar birbirlerine çok yakınlardı, aynılardı. Ama Louis büyüdükçe saçları koyulaşmış, mavileri açılmıştı, teni bronzlaşmış güneşten olmaksızın, annesi gibi olmaz olmuştu.

Kocasına aşıktı ama oğulları annesine benzemeyi bıraktıkça eşi de eşe benzemeyi bırakmıştı. Sorduğu olmuştu açıkça, bir hata mı vardı, cevap hep "Saçmalama Carrie!" olsa bile.

Ne dese, giyse, istese deli oluyordu, saçma oluyordu, gereksiz, pardon duyamadım? Hep böyle olmuştu. Görünmezdi o, kimse sormazdı ,merak etmezdi. Hatalı çocuktu zaten . 

Ama en fazla bu kadar düzeltebilirdi o kendisini. Hem alınmıyordu artık. Gurur duyuyordu kendisiyle, güzel buluyordu bedenini ve en güçlüydü ona göre ruhu. Tek başına yapmıştı hepsini kimse olmadan. Ve tüm bunları iğrenç gençliğinde her yanını kaplayan o nefrete borçluydu.

Küçük bir kızken çöp gibi hissederdi, tek yaptığı etrafa bakmak ve somurtmaktı. Ergenken de kendisinden ve diğer her şeyden nefret ederdi yemez ve içmezdi bu yüzden, hoş ısrar eden de yoktu. Tüm cezayı kendisine keserdi.

Tea and Coffee /Larry Stylinson Where stories live. Discover now