(Final)

585 52 131
                                    

Bitirmenin vakti gelmişti-

Geçmişti hatta...

💠

Güzel yüzü kıpkırmızı kesilmişti narin bedeni olduğu yerde yavaşça salınırken ve ruhu acı içindeydi ateş saçan öfkeyi iliklerine kadar hissederken.

Kadın titreyerek ağlıyor, gözlerinden akan yaşları donuk, ritmik bir şekilde siliyordu.

Saçlarını bağlamamıştı, sapsarı tutamlar güneş ışığından bir parça gibi parlıyor, boynunun etrafını sarıp onu ısıtıyordu. Bu sıcaklık can sıkıcıydı. Nefessiz hissettiriyor ve yakıyor.

Carrie iç çekti.

Bedenine doladığı kollarıyla birlikte kafasını da dizlerine yatırmasıyla zaten ufak tefek olan vücudunu komodinin arkasında yok etmişti. Dudaklarını göğsünden taşmak isteyen hıçkırıklara inat birbirine bastırıyor, tırnaklarını kollarına geçiriyordu.

Koskoca odada yankı yaparken kırgınlığı kimse onu duymuyordu. Her zamanki gibi.

Bazen "Ama o benim oğlumdu..." diye mırıldanıyor kafasını iki yana sallıyor "Neden kaçtı ki?" soruyor kaşlarını çatıp duraksıyordu. "Ona iyi bakamadım ve hasta oldu. Bana kızdı evet evet, bana çok kızdı. Yeterince yanında olamadım."

Kendi kendisine konuşurken aslında yaptığı tek şey bunca yıl olduğu gibi yine kendisini kandırmaktı ama bu sefer başaramadığı için de oldukça yıkılmıştı. Yapamıyordu. Yapmıyordu.

O öldü, demek de istemiyordu! Louis'nin eninde sonunda kendisinin anladığı ama asla kabul etmediği gerçekleri anlayacağından her geçen yıl deli gibi korktuğu için çileden çıktığını kabul etmek istemiyordu. Aldatıldığını bunun suçlusunun sadece kocası olduğunu da aynı şekilde kabul etmek istemiyordu.

Burnunu çekti, kırmızıya dönen mavilerle boşluğa baktı.

Hak etmemişti.

Annesi gibi bir kadın kocası tarafından Tanrı ilan edilmiş, çocuğu olarak bile görmediği bu kıza en azından cinsiyetini öğretmiş, umursamazlık ve eğlence dolu bir hayat geçirmişti. Kendisiyse- Hayır. Hak etmediği tüm bu şeyleri kabul de etmeyecekti.

O kadın kocasını kızlarıyla ayartıyordu. Terbiyesizdi, ahlaksızdı, yalan söylüyordu sürekli. Louis kendi oğluydu ve sadece hasta olduğu için annesine kızgındı. Carrie de onu eğitemediği için kendisine çok kızgındı. Bunu telafi edecekti. Oğlunu yanına aldığında onu saklayacak bir daha Styles'ların pis yaratığına bırakmayacaktı. Hatta ortalıkta bir tane bile Styles bırakmayacaktı. Her şeylerini ellerinden alacaktı kafasına koymuştu. Kiminle uğraştıklarını bilmiyorlar, diye tısladı. Gözleri anlık parladı.

Genç bir kız olduğu zamanlarda hep gelecekti ailesinin asla kendininki gibi olmayacağını tekrar ederdi. Annesinin yüzüne bakmaz o uyurken ya da televizyon izlerken başını çevirip iğrenerek göz devirirdi sadece. Ama yine de üzülürdü, annesinin hep yanında olmasını isterdi, onun kendisini sevmesini, eğitmesini, saçlarını örmesini ya da sadece evin bir ferdi olarak saymasını. Babasının annesine olan düşkünlüğü başını döndürürdü, annesi gözünde büyüdükçe büyürdü. Hem düşman hem de hedefti. Ama büyüdüğünde bir hiç oldu Carrie için. Yıllarca aklına bile gelmemişti varlığı.

Artık ona tapan, evliliğini bile aşkından bitiren bir kocası ve çok sevdiği yakışıklı, mükemmel bir oğlu vardı. Düşman yok edilmiş hedefe ulaşılmıştı.

Kimsenin bunu bozmasına izin vermeyecekti.

O öldü.

Başını iki yana sallayamadı. Anlık parıltı söndü. Tüm inkarları yere seriliyordu yine. Son günleri hep böyle geçiyordu. Kabul, inkar, kabul, inkar -

Tea and Coffee /Larry Stylinson Where stories live. Discover now