(31) "Baş rol"

Comincia dall'inizio
                                    

Elim dağınık saçımın içinde kaybolurken telefondan gelen bu ses biraz olsun rahatlatmıştı beni. Tam da istediğim gibi. Hayır bunu dilememiştim ama çok iyi gelmişti.

Telefon kapandığında yine televizyona baktım. Ben vardım. Baş rolü aldığım ilk yandan bu ana kadar tek ben oynuyordum. Belki de hep ben oynayacaktım. Çabalarım, gayem tamamen beyhudeydi. Amansız bir ümitsizliğin sardığı zihnim bundan kolay kolay kurtulamayacak gibiydi.

Kalkmanın bir anlamının olmadığını düşünüp yeniden yattım.

Gözlerimi kapattığımda nemlenmişti.

Dün gece belki yeterli gözyaşı yoktu ancak üzerinden saatler geçince yerine yenileri eklenmişti. Yalnız acıyordular. Tuzlu gözyaşları artık yakıyordu canımı. Ağlamak istemiyordum ama elimde değildi.

Bir kere daha derin nefes alıp uyumaya çalıştım.

Bir gibi uyandım. Yeniden uyudum. Üçte uyandım. Bir kere daha uyudum. Yedide uyandım. Yeniden uyandım. Saat dokuzda uyandığımda, müthiş bir susuzlukla kıvranıyordum. Aynı zamanda üşüyor ve terliyordum. Hasta olmuştum belli ki.

Kanepeden destek alıp mutfağa gittiğimde sudan başka bir şeyin kalmadığını gördüm. Ama ben daha ferahlatıcı bir şeyler istiyordum. Hava çoktan kararmıştı. Her şeye rağmen içimi kasıp kavuran bu yakıcılığı bastırmanın da başka yolu yoktu.

Dışarı çıkıp içecek bir şeyler almalıydım. Üzerime kalın bir hırka alıp evden çıktım.

Ayakkabılarımı giyerken karşı dairenin önünde duran topuklu ve şık ayakkabılar dikkatimi çekmişti. Demek böyle biriydi Mihenk. Güzel.

Kuruduğu için bembeyaz olan dudaklarımı ıslattım ve yürümeye devam ettim. Kollarımı göğsümde çapraz birleştirip sarsak adımlarla merdivenden indim.

Apartmanın girişini çıktığımda ayaklarım tanıdık bir yere gidiyordu. Bunu istemsizce yapıyordum ama yapıyordum sonuçta. Yürüdükçe, yaklaştıkça susuzluğum gidecekmiş gibi...

Kapanmasına az bir vakit kalmıştı. Belki de kapanmıştı. Yine de gidiyordum işte. İçimi ferahlatacak bir şeyler için gidiyordum.

Kalabalık sokaklardan, insanlar arasından geçtim. Kararan havada uçuşan yarasalara denk geldim. Sokak lambalarının loş ışıkları ile kendime geldim ve nihayet gelmek istediğim yere de geldim.

Kapalı yazıyordu ama dinlemeden içeri girdim.

Reyonlardan birini yerleştiriyordu.

"Kapa..."

Kelimesini tamamlayamadan durdu. Beni fark etmişti anlaşılan. Üşümeye devam ederken altılı gazlı içeceklerden birini alıp yürümeye başladım. Peşimden geldi.

Kasaya geçtiğinde bana bakıyordu ama ben ona bakmıyordum. Başa dönmüştük sanırım. O ilk günlerde de ben Batı'ya bakıyordum, o bana bakmıyordu.

Altılı içeceği elimden alıp makineye tuttu. Tüm bu işlemleri yaparken gözü bendeydi ama bir kez bile olsun ona bakmamıştım. Buna hakkım yok gibiydi.

Sanki işlem uzadıkça uzuyordu. Normalde birkaç dakika süren ödeme işlemi sürdükçe sürdü.

Uzun uzun klavye sesi geldi kulağıma. Makinenin bozulası tutmuştu kim bilir? Karşısında beklerken bile ferahladığımı inkar edemeyecek kadar zavallıydım. İçeceğin bahane olduğunu, sadece onu görmek için onca yolu geldiğimi itiraf edecek kadar zavallıydım. Onunla aynı ortamda bulunmak için nelerden vazgeçeceğimi düşünecek kadar zavallıydım.

ÖLÜMÜN KORKAK FEDAİSİ Dove le storie prendono vita. Scoprilo ora