❦ Tutku Meyvesi | 14/1

30.7K 1.5K 85
                                    

-14- / 1

Günler birbirini kovalarken Tuna vazgeçmeksizin Nağme'yi arıyor fakat bir türlü ona ulaşmayı başaramıyordu. Kaç defa evine kadar gidip konuşmaya karar verdiyse de bunu başaramamıştı. Hatta evinin olduğu sokağa kadar gitmiş, kırılan cesareti yüzünden geri dönmüştü. Onun karşısına çıkacak yüzü yoktu. Ve onu rahatsız etmeye hakkı olmadığını bilse de ondan vazgeçememek en büyük eziyetti. Sevdiği kadını kaybetmek istemiyordu ama ne yapacağını da bilmiyordu. Aslında belki de onu kaybedeli çok olmuştu da o farkına varamıyordu. Kendini öyle dönülmez bir çıkmaza sürüklemişti ki, artık bu yüzden kendisinden ölesiye nefret ediyordu.

Günlerdir hatta haftalardır yaptığı gibi tekrar aradı o an. Sonuç yine farklı olmadı. Ona ulaşamıyordu. Elindeki telefonu usulca masaya bırakırken "Açmıyor." diye mırıldandı.

Günlerdir arkadaşının duygu hezeyanlarıyla uğraşmaktan bunalmış olan Berkan ise artık bunu gizleme gereksinimi bile duymuyordu. Zira bu mesele gereğinden fazla uzamıştı onun nazarında. "İstemiyor oğlum işte, artık zorlama. Demek ki kafasında bitirmiş. Senin ısrarın da bir şeyi değiştirmez şu saatten sonra."

"Ama ben onu çok seviyorum, onsuz yapamam."

"Onu aldatmadan önce düşünecektin."

Aralarında bir kısırdöngü gibi tekrarlanan bu muhabbetten yorulmuştu Tuna. Arkadaşının haklı çıkmasından da aynı şekilde. Bunu sevdiği kadını aldatmadan önce düşünmeliydi, dost acı ama doğru söylüyordu. Mahcup ve düşünceli bir tavırla başını öne öğen Tuna, ne yapıp edip Nağme'ye ulaşmanın bir yolunu bulması gerektiğini düşünmekten alıkoyamıyordu kendini. Ancak bunu genç kızı zor durumda bırakmadan yapmalıydı. Evine gider de ailesinden birine görünürse Nağme durduk yere zor duruma düşebilir, işler aniden daha da içinden çıkılmaz hâle gelebilirdi. Peki, telefonlarını dahi açmayan bu kıza Tuna nasıl ulaşacaktı?

●●●

Kapıdan içeri girmeden önce abisinin ayakkabılarını gördü ve derin bir nefes aldı genç kız. Onunla konuşmak için doğru bir zaman olabilirdi. Ayrıca ne kadar çabuk konuşursa o kadar iyiydi. Günlerdir doğru zamanı kollamaktan bir hâl olmuştu doğrusu. Üstelik bunu nasıl söyleyeceğini, abisini bu konuda nasıl ikna edeceğini de bilemez hâldeydi. Kara kara düşünmenin kimseye faydası yoktu, artık cesaretini toplayıp harekete geçmeliydi. Salonda oturan genç adama doğru yürüdü. "Hoş geldin abi."

"Hoş bulduk."

"Babam nasıl, iyi mi?"

"Az önce baktım. Gayet iyi, uyuyor şuan."

"Sevindim." Derin bir nefes alıp özgüvensiz bir ifadeyle öksürdü. "Abi, hazır baş başayken biraz konuşabilir miyiz?" Meseleye nasıl gireceği ise merak konusuydu.

Kız kardeşinde bir hâller olduğunun ayrımında olan Salim ise "Konuşalım bakalım." diyerek tüm ilgisini Nağme'ye verdi. Onun tedirgin duruşundan bir karın ağrısı olduğunu fark edebiliyordu. Önemli bir şey mi vardı acaba? Kardeşini oldukça düşünceli görüyordu. "Hayırdır?"

Kendini garanti altına almak isteyen Nağme akıllıca bir başlangıç yaptı. "Öncelikle kızmayacağına söz ver."

"Kızacağım bir şeyse kızarım tabii Nağme. Hadi söyle." Şimdi ne söyleyeceğini daha da merak ediyordu Salim. En azından kızabileceği bir şey olduğunu anlamıştı.

Yönteminin işe yaramadığını görünce abisinden herhangi bir söz alamasa da en azından "Tamam, ama en azından ani bir tepki verme, önyargılı yaklaşma. Önce bir sonun kadar dinle." diyerek kendine bir şans yaratmak için çabaladı. En kötü ihtimalle sakince dinleseydi genç kız Salim'i ikna edebileceğine inanıyordu.

"Neyse karın ağrın anlat artık."

"Benim üniversiteden arkadaşım Ümit ve İclal'i hatırlıyorsun. Onları da çok seversin bilirim, çok güvenirsin."

"Evet de, konunun onlarla ne ilgisi var şimdi? Bir şey mi olmuş onlara?"

"Yok, hiçbir şey olmamış çok şükür iyiler. Ama..."

"Ama?"

"İclal bana Kıbrıs'ta bir iş bulmuş abi."

"Ne?"

Abisinin yüzündeki ifadenin değişip sertleştiğini anladığı an savunmaya geçti Nağme. "Çok iyi bir iş abi! Bak sinirlenmeden önce bir dinle."

"Sen delirdin herhâlde! Neyi dinleyeceğim kızım? Ben seni tek başına karşı yakaya göndermiyorum, ne Kıbrıs'ı ne diyorsun sen?" Kendi kendini gaza getirerek başını iki yana salladı adam. "Yok, yok! Ben seni tek başına oralara göndermem. Unut o işi sen. Burada benim dizimin dibinde oturacaksın. Bitti."

"Abi bak tek başıma olmayacağım. İclal ve Ümit orada yaşıyor zaten biliyorsun. Onlara yakın bir ev de tutarım. Hem maaşı falan çok iyi! Ücretli öğretmenlikten çok daha fazlasını kazanacağım."

"Nağme, olmaz! Olmaz diyorsam olmaz abicim. Aklım sende kalır bir kere. Hem sen gidersen babama kim bakacak, yarım akıllı Serra mı? Onun aklı beş karış havada, ona bile sen bakıyorsun! Ben de iş bulup çalışmış olacağım, babama bakacak kimse yok burada."

"Abi bu geçici bir süreç. Babamın ameliyat masrafları için en fazla 1 sene çalışacağım. Babam için! Diyelim ki donör bulduk, cebimizde beş kuruş para yok. Neyle ameliyat ettireceğiz onu biz? Bak ben her şeyi düşündüm, aldığım paranın bir kısmıyla ben gelene kadar burada geçici olarak güvenilir bir bakıcı tutarsınız. Ya inan ben de uzağa gitmek istemiyorum, sizleri hele ki babamı bırakıp gitmek ister miyim hiç? Ama gerçekçi olalım ki başka çaremiz yok şuan. Ameliyat masraflarını başka türlü karşılayamayız bunu sen de biliyorsun." Mantıklı düşünmeye çalışan adamın direncini kırmak üzere olduğunu hissedince biraz daha bastırdı. "Ben seni çiğneyip gitmek istemem abi ama başka çare yok. Ben çok düşündüm. Sen elinden geleni yapıyorsun ama yetmiyor, yetmez! Bu senin suçun değil, bir evde tek kişiye yüklenmek olmaz. Herkes elinden gelen fedakârlığı yapmalı. Artık benim de elimi taşın altına koymam gerek, bu böyle olmaz. Tek kişinin altından kalkabileceği bir yük değil bu."

"Ameliyat parasını da donör bulunca düşünürüz."

"Olmaz abi, son anda toplanabilecek bir para değil bu sen de çok iyi biliyorsun. Ha deyince bulamayız ki, öncesinde hazırlığımız olmalı."

Salim gönülsüz, isteksiz ama düşünceliydi. O an başka bir çözüm üretme şansı olsa asla bu soruyu sormazdı ama aklı başında düşününce Nağme'nin de haklı olduğunun farkındaydı. "Ne işiymiş peki bu?"

"Ümit'in otomotiv sektöründe iş kuran bir arkadaşı var. Geniş bir çalışma alanı var, o yüzden adam sürekli seyahat etmek zorundaymış. Şubelerinden birinde güvenilir bir personele ihtiyacı varmış. Ümit de bizim durumu biliyor, malûm. Direkt beni önermiş, adam da gelsin başlasın demiş. Dolgun bir ücret veriyor, her türlü imkânı sağlayacaklar."

Aklına yatmamıştı bu iş. Kız kardeşini o kadar uzaklara göndermek hiç içine sinmiyor, buna gönlü bir türlü razı gelmiyordu. Beklenmedik bir biçimde itiraz etti. "Olmaz."

"Abi hemen olmaz deme, ne olursun."

"Nağme başında bek yokum, kim koruyacak seni? Başına bir iş gelse elim kolum yetişmez, nasıl olacak?"

"Ya Ümit var, korur o beni. Sonra İclal var, yalnız bırakmazlar abi biliyorsun."

Çatık kaşlarla bir süre düşündükten sonra huysuzca kalkıp giderken "Hiç içime sinmedi bu iş! Ne biçim şey bu ya..." diye söylenmeye başlamıştı evin içinde.

Söylenerek giden adamın arkasından tebessüm etti Nağme. Çünkü biliyordu ki bu abisinin lügatinde "Bu hiç içime sinmese de çaresiz olduğum için kabul ediyorum." anlamına geliyordu. Neyse ki abisi ona güveniyordu. Neyse ki. Bu zamana kadar abisini utandıracak, onun güvenini sarsacak hiçbir şey yapmamıştı. Bu yüzden onu ikna etmesi tahmin ettiği kadar zor olmamıştı. Buna mutlu mu olsun yoksa bu iğrenç planı yüzünden abisini kandırdığı için utansın mı bilemedi. İşin zor kısmını hallettiğini düşünse de asıl zorlu dönem daha yeni başlıyordu.

...

Tutku Meyvesi | Taşıyıcı Anne Serisi 1 ღBİTTİღTahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon