Efendinin Öfkesi

38 32 14
                                    

12: EFENDİNİN ÖFKESİ...

Efendinin kükremesi ile tüm şato uğursuz uykusundan uyandı. Tuğlalar, sütunlar korku ile titremişti. Uğursuz bir rüzgar dolandı odaların arasında. Cornelius irkilerek oturduğu yerden doğruldu. Efendisi bir şekilde rahatsız olmuş olmalıydı ama bu imkansızdı. Bu eve kimse giremezdi. Bir tek gören göz...

Koşarak efendisinin kendisini kapattığı " Hüküm Odası" nın önüne geldi. Hızı kesildi. İçeriye nasıl gireceğini nasıl konuşacağını ne olduğunu bilmiyordu. Bunlar aklında savaşırken kapı gıcırdayarak ardına kadar açıldı. İçeride efendiside dahil hiç kimse görülmüyordu ama Cornelius bir şekilde onun varlığını hissediyordu. Bu sadece ona bahşedilen bir hediyeydi. Bir bacağı üzerinde diz çöktü. Kolunu katlanan dizinin üstüne koydu ve başını eğdi. " Lordum... "

" CORNELIUS. . !!!. Aptallığının cezasını ödüyorum Cornelius. Ben sana günahlarını ödeyeceğimi söyledim, aptallıklarının cezasını değil" Oda çalkalanıyordu. İçeride hiçbir eşya yoktu. Ne bir masa, ne sandalye. Hiçbir şey yoktu. Efendisinin görüntüsü bile yoktu ama ordaydı işte ve hiddetle haykırıyordu.

" Lordum, yüksek efendim. Bana telafi yolları sunun ki yaşamak için nedenlerim olsun. Sorun gören göz mü? "

" O buradaydı. Çelik gibi iradesi ile bana gösteri yaptı. Önümde eğilmedi. Tehditlerimle korkmadı. Ona anlattığım gelecekten korkmadı ve ölümden korkmadı. Hepsi senin yüzünden. "

" Lordum. Onu gördünüz. Söyleyin kim olduğunu ve buna artık bir son vereyim... "

" Sen değil Cornelius. Sen değil. Yıkıl karşımdan... "

Cornelius geri geri attığı adımlarla odayı terk etti. Kapı bir tokat gibi suratına patladı. Doğruldu. Yumruğunu sıkıyordu. Uzun tırnakları avucunun içine saplanmıştı ve Cornelius öfkeyle yumruğunu sıktıkça daha da parçalıyor ve oluk oluk kanatıyordu. Adam ise hiç oralı bile olmuyordu. İlk defa efendisinin bu kadar hiddetli olduğunu görmüştü. Aslında şanslıydı. Çünkü aslında efendisini görmemişti. Efendisinin bu hiddetle nasıl görüneceğini hayal bile etmek istemiyordu. Sadece sesini duymuştu ve bu bile yetmişti. Sessizce kendi odasına geçti ve işinin başına döndü.

* * *

Özlem ayılmış, karakolda ifade verilirken yardımcı olmuştu. Komşular, etraftaki insanlarda şahit olarak gelmişlerdi ve olayları anlatmışlardı. İlkay ve Adem yaptıklarından ötürü teşekkürlerle uğurlandı karakoldan. Özlem tüm ısrarlara rağmen hastaneye gitmeye gerek duymadığını iyi olduğunu söylemişti. Ama aynı şey " saldırgan baba" için geçerli değildi. Adamı en son gördüklerinde ağlayamıyordu bile. Gözlerinden aşağıya sadece kan süzülüyordu ve garip sesler çıkarıyordu.

" O yaptığın neydi, adamın alnına dokunmak, bayılmak? "

Geri eve döneli 5-10 dakika olmuştu. Yolda gökyüzünü incelemişlerdi. Buna bir türlü alışamıyorlardı. İnsan böyle bir şeye nasıl alışabilir?

Özlem anlatacağını sadece biraz sakinleşmeye, dinlenmeye ihtiyacı olduğunu söylemişti. Bu sefer çaylar İlkay' dandı. Adem artık kafayı çizmiş deliler gibi gözükmüyordu. Yaşadığı bir şok onu dağıtırken, öteki geri topluyordu sanki. Aslında buda pek sağlıklı bir şey değildi.

" O adam damgalıydı. Ben onun yaptıklarını gördüm. O bunları rüyasında görmüştü ve ne gördüyse tam olarak onu yapmak üzereydi. " Özlem çok bitkin görünüyordu. Çayı tutan elleri bile titriyordu. Bardağı yere koydu. " Biri yada bir şey ona o rüyaları gösteriyor ve kuklası olarak kullanıyordu onu"

SoNYıLWhere stories live. Discover now