Yeni Dünya ( FİNAL)

17 2 0
                                    


Özlem geniş ve oldukça rahat görünen büyük bir koltukta bağdaş kurmuş elinde sekreterlik gibi bir dayanağın üstünde bulunan kâğıda altından yapılmış ve değerli taşlarla süslenmiş dolmakalemi ile bir şeyler yazıyordu. Kalemin kâğıdın üzerinde dolaşırken çıkardığı ses dışarıdan oldukça rahatça duyulacak kadar sessizdi içinde bulunduğu geniş salon. Salonun duvarları da aynı şekilde taşlarla süslenmişti ama bunlar değerli taşlar değil bilakis quartz ve benzeri donuk beyaz renkli kristallerdi.

Bir sarayı andıran salon daha önce dünyada hiç var olmamış bir tasarıma sahipti. Dijital teknoloji adına hiçbir şey yoktu. Salonun en dibinde büyük bir tekli koltuk vardı tahtı andıran. Koltuk bembeyaz ve sırt yaslama kısmı da altı köşeli yıldız şeklinde bir tasarıma sahipti. Hemen önünde de cam fanusu andıran bir küre, içinde de tuhaf mekanizmalar vardı. Büyük bir yemek masası salonun ortasında öylece boş duruyordu. Sadece tam ortasında duran bir parça yuvarlağımsı kristal vardı. Kristal Özlem'in elbisesi ile aynı renkte yine aynı kırık beyaz bir renkteydi.

Özlem yazısına son noktayı koydu ve ayağa kalkıp salonun ortasına masaya doğru yürüdü ve kâğıdı kristalin üstüne bıraktı. Sonra da camdan bir fanusu andıran mekanizmanın yanına geldi ve elini üstüne koydu. İçinde yanan ışıkların her birisi birbiri ile kesişip en ortada birleşerek bir yön belirtti.

Yön yukarısını gösteriyordu.

Özlem gülümsedi, zaman gelmişti.

Ardından salonun doğu cephesine doğru yürüdü. Duvarlar iradesi ile yarıldı ve bir kapı ve balkon oluştu açılan deliği dolduran parçalardan. Özlem şöyle bir dışarıya baktı önce. Uçsuz bucaksız ağaçlarla kaplı yeşilin her tonundan bir manzara mavinin tertemiz berrak bir tonuna, okyanusa kavuşuyordu. Aşağıya doğru hafif eğilip baktığında ise sarayın bahçesinde el ele dolaşan kendi aralarında bir şeyler konuşmakta olan Zeynep ile İlkay'ı gördü.

Gülümsedi tekrar...

Başını kaldırdı ve gökyüzüne baktı. Bir ışık huzmesi indi bedenine doğru ve onu çepeçevre sardı. Özlem'in önce ayakları usulca yerden kesildi ve sonrasında da muazzam bir hızla yükselip ışıkla birlikte gök yüzüne doğru yükseldi ve gitti...

Birkaç saat sonra ancak İlkay ve Zeynep sarayın salonuna geldi ve annelerinin burada olmadığını anlayınca paniğe kapıldılar. Sadık' da neler olduğunu bilmiyordu ve sorduklarında tek bir cevap bile veremedi.

'' Günlerdir buradan çıkmıyordu, annemiz nereye gitti ki? '' dedi İlkay. Sarı saçları kulaklarının arkasından ensesine kadar uzanıyor koyu mavi gözleri de aynı annesininkilere benziyordu. Üstlerindeki kıyafetler birbirlerine benzeyen renklerde parlak ipekten dokunmuş çok şık elbiselerdi. Zeynep'in boynunda bir güneş kolyesi, İlkay'ın ise Ay şeklindeki kolyesi göz alacak kadar parlaktı.

Zeynep '' baksana neredeymiş '' diye sordu İlkay'a. İlkay' da emir almış gibi aynı anda gözlerini kapatıp annesinden miras gören gözü ile onu görmeye çalıştı...

Başaramamıştı.

'' Gitmiş, yok '' dedi telaşla.

'' Nasıl olabilir dedi Zeynep ve etrafı kolaçan etmeye başladı '' nasıl gider, nereye gider, senin göremeyeceğin bir yere gitmeyi nasıl başarır? '' diye histerik bir şekilde kafası kesik tavuk gibi dolanıyordu.

Sonunda gördü...

Masanın üstünde bir kâğıt vardı. Eline aldığı anda içinde bir soğukluk dolaştı ve İlkay'a baktı. Genç adam ne olduğunu anlamak istemezmiş gibi başını salladı ve Zeynep'in yanına geldi. Mektubu elinden aldı ve kısa bir göz gezdirdikten sonra sesli bir şekilde okudu.

SoNYıLWhere stories live. Discover now