Sevdanın Ateşi

170 57 9
                                    

Su'dan devam;

"İçimi kor gibi yakan bir sevdanın içine düşmüş insandım ben..."

İnsan, hiç ulaşamayacağı şeyleri hayal eder mi?
Edermiş, kendini yiyip bitirse de yaparmış bunu. Ömründen ömür gitse de, canı yansa da hiç kimseye farkettirmeden kendi içinde yaşarmış acısını. Kendi kendine merhem olurmuş, farketmeden.

Ben yıllarca hayal kuranlardandım. Ama artık hayallerim canımı acıtıyordu. Kalbimi un ufak ediyordu. Ve bunun çaresi de yoktu benim için. O yüzden hayal kurmayı bir süreliğine rafa kaldırmıştım. Ateş Bey'den uzak durma kararı almamın üzerinden iki hafta geçmişti bile. Bu süre zarfında sadece işime odaklanmıştım. Gerçi geceleri yastığa başımı koyduğumda aklıma gelmiyor değildi ya hani. İşte o anlarda kendimi yiyip bitiriyordum. Ben belki de bir daha acı çekmemek için mutluluğu da göz ardı ediyorumdur. Ama hala bundan bile pek emin değilim. Emin olduğum tek bir şey var, o da; gerçekten acı çekiyor olduğum..

Ben bu iki hafta boyunca Ateş Bey'den ne kadar kaçmaya çalıştıkça o da sanki beni kovalıyormuş gibi geliyordu. Sanki bana inat dibime giriyordu. Zaten insanlar da boşuna dememişler, "Kaçan Kovalanır" diye.
Şuan yine o anlardan birindeyim. Toplantıdan sonra ışık hızıyla odadan kaçmıştım. Tabii ben kaçana kadar o beni yine kıskıvrak yakalamıştı. İşte şimdi yanmıştım.

"Su, yeter artık. Ne bu böyle?
İki haftadır oyuncak ettin beni kendine. Neden kaçıyorsun?
Yanlış bir şey mi yaptım?"

"Hayır, hayır yanlış bir şey yapmadınız Ateş Bey. Hem ben kaçmıyorum bir kere. Sadece hep acele işim çıkıyor. Aynı şuanda olduğu gibi. İyi günler Ateş Bey."

Ona konuşma fırsatı vermeden ışık hızıyla şirketten çıkmıştım. Yine Ateş Bey'den bir şekilde kaçmayı başarabilmiştim ama bu daha ne kadar sürerdi hiç bilmiyorum. Ben daha ne kadar dayanabilirim hiç bilmiyordum doğrusu.
İstediğim sadece sakin ve mutlu bir hayattı. Çünkü artık gerçekten çok yorulmuştum bu koşuşturmacalardan. İnsanların ikiyüzlülüğünden, yalanlarından bıkmıştım artık. Çoğu şeye de güvenim kalmamıştı. Haliyle insan, en yakınından bile kazık yiyince hiçbir şeye inanası gelmiyordu doğrusu.

Kendimi yine deniz kenarına atmıştım. Denizin beni uzak diyarlara götürmesine fırsat vermiştim. Çünkü bana iyi gelen tek şey buydu. Sessizlik, sadece doğanın sesiydi bana iyi gelen. Ama bu halde bile kafamdaki düşüncelerden kurtulamıyordum. Daha doğrusu, belki de kurtulmak istemiyorumdur. Onun o sıcacık bakan gözlerinden, kokusundan, her daim o sert duran ama esasında kocaman bir kalbe sahip oluşundan kurtulasım yoktu. Ne kadar uzak durmaya çalışsam da bir o kadar da yakınımda dursun beni hiçbir zaman bırakmasın istiyorum. Galiba çok şey istiyorum. Ona bunu yapmaya hakkın yok. Benim gibi kalbi kırılmış birisini beklemektense önüne bakmalı belki de. O da aynı benim gibi benden uzak dursa belki işim daha kolay olur. En azından çabalamıyor diyebilirdim kendime. Ama işte bunu diyemiyordum. Çünkü bir dakika bile yalnız bırakmıyor beni. Hep bir yerlerde, sanki ben nereye gitsem o da orada.Mesela,şuan onun kokusunu duyuyorum.

Kalbim yine çarpmaya başlıyor, tüm vücudum karıncalanmaya ve titremeye başlıyor. Beni kendine öyle alıştırmış ki sanki gittiğim her yerde o var. Mesela şuan yanımda, tabiki gerçek değil o hayal. Ama gerçek olsaydı ne güzel olurdu. Bir kere sarılsaydım. Uzak durduğum haftaların hıncını çıkarana kadar sarılmaktan boğsaydım onu. Ve kendimde onun kokusunda boğulsaydım ne güzel olurdu. Ama bunların hiçbiri gerçek değil ve hiçbir zamanda olmayacak. O yüzden en iyisi eve gidip uyumak. Tam kalkıyordum ki, biri sertçe kolumu kavramıştı. Ve kavrayan da Ateş Bey'di.
Ne yani, hayal değil miydi o?
Burada yanımda dakikalarca oturuyor muydu, öylece?
Gerçekten şuan heyecandan bayılabilirdim.

"Su, yarım saattir bana ne olduğunu anlatmanı bekledim. Ama sen ne yaptın?
Sadece kendi içinde tartışarak yine benden kaçtın. Hiçbir şey olmamış gibi, öylece kalktın ve gidiyordun. Ama biliyor musun?
Galiba sen haklısın. En iyisi iyi birer iş arkadaşı olmak. Çünkü bizden bu gidişle başka hiçbir şey olmayacak. Çünkü sen bunları haketmiyorsun. Sen, beni de benim yaptıklarımı da kendi bencilliğinle kaybettin."

"Sen bana bunları nasıl söylersin?
Benim neler yaşadığımı, neler atlattığımı bilmeden nasıl böyle konuşursun?
İçimde kopan fırtınaları bilmeden nasıl böyle ithamlar da bulunursun?
Hani bana diyorsun ya, bencilin tekisin diye sende düşüncesiz bir herifin tekisin Ateş...
Asıl bu sözlerinle şimdi sen beni kaybettin."

"O zaman söyle Su, haftalardır benden uzak durmanın, ben senin gözünün içine baktıkça benden kaçmanın nedenini söyle. Söyle ki, nerede hata yaptığımı, sana nasıl acı çektirdiğimi bileyim. Söyle ki, zor da olsa bulduğum bu sevdayı söküp atmayayım içimden. Söyle artık, neler yaşadın da şuan hem kendini hem de beni harabeye çeviriyorsun?
SÖYLE!!! "

"Söyleyemem, söylersem eğer yine canım yanar ve yine inanırım başka hayallere. Hiç bitmeyecek masallara. Ama biliyor musun?
Her masal bir gün bitiyor ve sonu her zaman da mutlu bitmiyor. Geriye acılar ve hayal kırıklığı kalıyor. Ve benim bir daha bunları yaşamaya gücüm yok. Bir daha bu kadar çok sevipte günün birinde kalbimin yine un ufak olmasına gücüm yok. Anlıyor musun?"

"Ne yani şuan pes mi ediyorsun?  Bir kere üzüldün diye gelecekteki sevinçlerini çöpe mi atıyorsun?  Su, ben seni böyle tanımadım. Sen her zaman kafanın dikine giden ve hiçbir zaman pes etmeyen bir kızdın. Söylesene ne oldu o kıza?  Ona ne yaptın da böyle zavallı bir hale geldi o savaşçı kız?  Söylesene, benim sevdiğim kadına ne yaptın?
Benim inatçı keçime ne yaptın da o şuan bu halde? "

"Sus, artık sus. Hiçbir şey bildiğin yok tamam mı?  Bilmediğin şeyler hakkında bana bunları söyleyemezsin. Ben haftalardır neler yaşadım biliyor musun?  İçimdeki bilinmezliklerle savaştım. Eğer bir daha seversem ne olur diye?
Bir daha acı çeker miyim diye?
Ama biliyor musun?
Ona rağmen yine de sevdim. Bana o sıcacık bakan gözlerini, deniz kokusunu, bana papatya deyişini ve o sıcacık yüreğini sevdim. Ama korktum. Bir daha yanmaktan ölesiye korktum. O yüzden haftalardır kaçtım ondan ve onunla ilgili olan her şeyden. Ama olmadı yakalandım işte. Anlıyor musun, şimdi senden neden uzak durduğumu?
Lütfen bırak artık gideyim. Bana daha fazla acı yaşatmadan bırak da gideyim. Sen de senin için en doğru olanı yap ve bırak beni. Hayal kırıklıklarıyla dolu olan bu kızı bırak da artık gitsin."

Bunları ona söyledikten sonra gidiyordum ki beni sertçe çekti ve dudaklarını dudaklarıma bastırdı ve beni öpmeye başladı.
Galiba ne kadar acı çeksem de, ne kadar kaçmaya çalışsam da yine de bu sevdadan vazgeçemiyordum.
Çünkü bir kere girmiştim o ateşe.
Ya yanıcaktım, ya da anka misali küllerimden yeniden DOĞACAKTIM...

"Düşmüştüm bir kere bu sevdaya. Vazgeçmek, pes etmek benim doğama aykırıydı..."


Uzun zaman oldu yazmayalı. Ama sonunda oldu ve içime de sindi bu bölüm. Umarım sizler de beğenirsiniz.Seviyorum hepinizi 😘😘❤️

Size çok sevdiğim bir sözle veda etmek istiyorum..
"Eğer sonunda mutluluğa ulaşmak istiyorsanız, bütün acıları da çekmeye razı olursunuz."
Ve unutmayın, en umutsuz olduğunuz an da bile yine de yitirmeyin umudunuzu. Çünkü hayat bu, ne olacağı belli olmaz.
O yüzden sımsıkı sarılın hayallerinize, umutlarınıza.
ÇÜNKÜ YARIN YENİ BİR GÜN😊😊😘😘

Küllerinden Doğan Anka| Kitap Oldu🧡Where stories live. Discover now