20 | seninle yanma(m)a izin verdiğinde

10.6K 644 354
                                    

    Bölüm başlığından anlayacağınızı düşünsem de, bölüm cinsellik içeriyor eğer rahatsız olacaksanız  "⚠️ " işaretinden sonrasını okumayabilirsiniz.

Keyifli okumalar. 💙





  Aşkın yakıcı olduğunu herkes bilirdi.

Bu ağızdan ağza yayılmış bir klişeydi ve insanlar da klişeleri severdi; bunun yersiz olduğunu düşünmüyordu. Ya da yanıldıklarını. Yaktığı kesinlikle doğruydu ki bu iki kişi arasında oynanan zehirli bir oyundu. Kazanan yoktu, kaybeden olduğunu da sanmıyordu çünkü sonunda geriye sadece küller kalıyordu. Ateş turuncu siyah diliyle içlerini yalayıp geçiyor, fütursuzca davranıyordu ve oyunun başlangıcını kimse hatırlamıyordu. Sonunda küller rüzgara kapılıp farklı ateşlerde can bulmaya çıkıyor ya da kalıyor ve birbirleriyle yeniden doğuyorlardı.

Anka kuşu gibi.

Jimin, bu düşünceyle gülümserken haklı olduğunu düşünüyordu. Kavurucu bir ateşin fitili çoktan atılmıştı. Dolunayın onu boyun eğmeye zorlayan gücünü yanan her odunun çıtırtısında kesinkes hissediyor, ateşiyle ısınan kişinin sadece kendisi olmadığını bilmekse yüzünde daha büyük bir gülümsemeye neden oluyordu.

Jungkook başparmağıyla birbirine kenetlenmiş ellerinin üzerinden tenini okşarken boştaki eliyle de direksiyonu tutuyordu.

"Sen böyle gülümserken yola odaklanabileceğimi mi sanıyorsun?" sahil boyunca hızla ilerledikleri yolda sesi müzik çalardaki şarkının içinde kayboldu. Amber Run'ın sürükleyici sesinin yanında Jungkook'un sesi ipek gibi kayıyordu. Omuz silkti. "Bizi öldürmek istemiyorsan odaklanman gerekiyor," yine de gülümsemesi olduğu yerde asılı kaldı.

"Yol bomboş ve biz de vardık sayılır," Jungkook da tıpkı onun gibi omuz silktikten hemen sonra birleşik ellerini dudaklarının üzerine götürerek minik bir öpücük bıraktı. Jimin bu öpücükleri arabaya bindiklerinde saymaya başlamıştı ama şimdi kaçıncı olduğunu hatırlamıyordu bile. Yine de bu güzeldi. Güzel ve alabildiğine kavurucu.

Anka kuşu hala aklında bir yerlerdeydi.

Aşklarının kaybedeni yoktu, her ikisi de çoktan kazanmıştı ve küllerini zalim rüzgara teslim etmek yerine tekrar doğmayı seçmişlerdi. Jimin ve Jungkook olarak değil, birlikte, tek bir bedende, güneşe direkt olarak bakmak kadar parlak bir eşleşmeyle tekrar nefes almışlardı. Ya da Jimin sadece umutsuz bir romantikti ama bununla bir derdi olduğu da söylenemezdi.

"İşte geldik," dedi o sırada Jungkook. Arabayla sahil şeridi boyunca aralıklarla dizilmiş müstakil evlerden birinin bahçesine giriş yaptı. Jimin, henüz güneş doğmadığı için bahçeyi tamamen göremese de kışın soğuğunda sararıp solmuş ve yer yer çıplak kalmış toprağın kokusunu alabiliyordu. "Burası çok güzel," arabadan iner inmez söyledi. Ellerini uzatmayı denese yıldızlara ulaşabileceğini düşündüğü kadar berrak olan gökyüzüne denizin tuzlu nemi karışıp tenini okşuyordu. Biraz uyku için çırpınan göz kapakları huzurla kapanıyor ve en önemlisi, Jungkook hemen yanı başında gülümseyerek onu izliyordu.

"Emin ol senin kadar değil," dedi küçüğü evin içine geçirmek için belinden kavrarken. "Emin ol hiçbir şey senden daha güzel değil."

Evin içini ısıtmak sandıkları kadar kolay değildi, hoş, kanları sıradan insanlara nazaran damarlarında çok daha sıcak aksa da Jungkook, küçük olanın üşümemesi için elinden geleni yapmaya hazır gözüküyordu. Ev biraz tozluydu, fakat mobilyaların üzerine örtülmüş beyaz örtüleri çekip aldıklarında hiçbir sorun kalmamıştı. Jungkook arka bahçeden taşıdığı birkaç parça odunla şömineyi yakmış, bundan önce camları açarak evdeki basık havayı temizlemeyi unutmamışlardı.

selenophile » jikookWhere stories live. Discover now