15 | uzakta bir yerlerde, senden ıraktayım

6.4K 645 425
                                    


-

Birbirine düğümlenmiş ağların keskin hatlarını dilinin pürüzlü yüzeyinde hissetmek henüz tattığı, tadının henüz damağına yeni yeni yerleştiği bir yemekti. Tehlikeli bir suyun içinde yüzdüğünü düşünmekten öteye gidemiyordu. Elleri arkasında sıkıca bağlanmış, bacakları sonunda sadece kendini paralamaktan öteye gidemeyeceği bir çırpınmanın içine çekilmiş olmalıydı. Düşünceleri karışıktı, hiçbir zaman toplu oldukları söylenemezdi ya, hoş, bundan şu ana kadar şikayet ettiği de görülmüş şey değildi fakat bir de yekpare bir sancı göğüs kafesinde atmakta olan kalbine canı pahasına tutunmuş, nefesini kesmeye yetmişti. Elindeki telefonun ışığı gözlerini yoruyordu. Bu kalbi ve aklı arasındaki kargaşadan çok daha az yorucuydu belki ama kurumuş dudaklarını diliyle ıslatırken dahasını düşünmedi. Evlerinden birkaç sokak ötedeki parkta, güneş henüz batıp da gökyüzünü koyu bir griliğe bulamışken oturduğu bankta biraz daha yayıldı.

Doğru olan neydi, doğru olanı ne zamandan beri böyle hıncahınç bir şekilde arar olmuştu ve bu doğrular, kimin doğrusuydu? Neyin doğru olduğuna kim karar veriyor, vicdan denen şu illet şey ne zaman böyle sızım sızım nefesini kesiyordu? Gözlerini kapatıp kafasını geriye attı. Kısa bir an sürdü. Sadece bir an için tüm kapıları kapadı ve parmakları ekrandaki numaraya ulaştı.

Arama cevaplandı ve gözleri tamamen siyah bir boşluğa boyanan gökyüzüne takılıp kalırken ardından kalan hiçbir şeyi umursamadı.

"Hey," dedi. "Aradığım için kusura bakma. Benim, Jung Hoseok."

"Hey," diğerinin sesinde rahatsız olduğuna dair hiçbir kırıntı duymadı. Sesi belki biraz da memnun olmuşa benziyordu fakat bunun me kadar süreceğini tahmin etmek zordu. "Sana da selam Jung Hoseok, ne hoş bir akşam değil mi?"

"Öyle...sanırım."

"Senin için pek de öyle değil gibi, anlatmak ister misin?"

İsterim, diye düşünürken yaslandığı bankta gözlerini kapattı. Ona her şeyi anlatmak isterdi.  Bir bankta tek bir beden gibi oturmayı, sıcaklığına sığınırken belki bir de saçlarını savuran keskin rüzgar onun göğsüne takılıp son bulsun isterdi. Eşiyle başka bir zamanda, başka bir durumda karşılaşmayı dilerdi ve işte o zaman, onun sesini duyduğu ilk anda ne kadar büyük bir boşluğun esiri olduğunu dile getirmeyi düşlerdi. Gözlerini açtığında bankın sol tarafı boştu. "Biliyorsun değil mi?" dedi hiç düşünmeden, elbette neyden bahsettiğini biliyordu. "Elbette," Taehyung'un sesi bu sefer ipek kadar yumuşak bir sıcaklıktaydı. "Sen olduğunu biliyorum, omega."

"Sevindim," şu an için sevinmekten çok uzak hissediyordu, "sana söyleyeceğim şeyden sonra da aynı şeyi düşün olur mu?

"Ne olduğunu sorma, sadece, olur mu?"

Taehyung, olur, dedi ve Hoseok da üzerindeki monta biraz daha sığınarak dilinin düğümlerini çözdü.

"Geçen yıl yine böyle bir kış günüydü. Kasım, aralık, bilmiyorum. Her neyse, sadece sıradan bir gündü ve ben de evdeydim.  Benim için sıradan bir gün olsa da abim o gece heyecanla odama girdiğinde her şeyin bu hale geleceğini düşünmemiştim. Onu bulduğunu söyleyip keyifle gülmüştü," gözleri önündeki görüntü çok eskide kalmış gibi hissediyordu. "Ben de onunla güldüm çünkü seni görmemiştim henüz, Jungkook'un Jimin'e bakışını görmemiştim ve her şeyin güzel olacağına inanmıştım. Sonuçta, abim omegasını bulduğunu söylüyordu değil mi? Bu bizim gibilerin beklediği tek şeydir sonuçta. Onu bir okul çıkışında Yoongi'yle beraberken gördüğünü söyledi. Orada ne aradığını sormadım, sadece sevindim işte ve birkaç ay sonrasında da o okula kaydımı aldırdım. Jimin'i gerçekte hiç görmemiştim ama bir şekilde onun da abimi gördüğü ilk seferde kendini tamamlanmış hissedeceğini düşünüyordum. Onlar eşti, ben Jimin'le arkadaş olacaktım ve işte, onlar da mutlu olacaklardı."

selenophile » jikookWhere stories live. Discover now