18 | bir ateşin ortasında sadece ikimiz

6.6K 614 290
                                    

Jimin, Jungkook'un göğsüne yasladığı bedeniyle kendini tüm dünyadan korumaya aldı.

Görüşü hala bulanıktı, saçları hiç durmadan büyük olan tarafından şefkatle okşanırken abisinin ve Hoseok'un çok uzaktanmış gibi gelen seslerini duyumsuyor, araya giren yabancı bir sesin acı dolu iniltisi kulağına doluyordu fakat hareket etmeye gücü yoktu. Olsa bile, bulunduğu bu sıcaklıktan kopup da karşılaşmak istemedikleriyle yüzleşmek istemiyordu.

Abisini görmek istiyordu fakat yanındaki çocuk, onun arkadaşı olduğunu düşündüğü o güzel çocuğu görmeye dayanabilir miydi bilmiyordu.

Bunu neden ona yapmıştı, açıklaması neydi, Jimin'i sadece bir kere olsun arkadaşı olarak görmüş müydü yoksa sadece abisinin önüne attığı öylesine bir yem miydi bunca zamandır? Cevabı bulmak için fazla dağınıktı ve bilakis, öğrenmeye de meraklı değildi.

Canı yanıyordu.

Fiziksel bir acıdan daha çok, ruhu cayır cayır yanan bir kazanın üzerinde haşlanarak can vermeye mahkum edilmiş gibi çığlık atıyor, bağırıyor, çırpınıyor ve hazin sonunun gelmemesi için dua ediyordu.

Duaları duyacak kimse yoktu.

Bir tek o; Jungkook vardı ve bildiği diğer bir şey ise ondan başka hiçbir şey istemediğiydi.

Bu yüzdendir ki, Hoseok ismini seslendiğinde onu duyduğuna dair hiçbir belirti göstermedi. Çocuğun sesindeki cam kırıklarını duyamıyordu, "Jimin, lütfen beni dinle." Ona dönmedi. Diğerinin cam kırıklarını şu an toparlayamazdı ki çünkü tam da şu anda, kendi kırıkları etine batarak onu oluk oluk kanatıyor, sadece kendi kırmızı kanı görüşünü kaplıyordu. "Yemin ederim böyle olsun istemedim," demeye devam etti çocuk fakat Jimin, Jungkook tarafından kucaklanıp bulunduğu duvar köşesinden temiz havaya çıkana kadar ne gözlerini açtı ne de dudaklarını oradan çıkacak birkaç kelime için araladı.

Sadece koca bir karmaşanın ortasında, annesinden koparılıp alınmış küçük bir çocuk gibi nereye gideceğini bilemeden kalakaldı. Kalabalık korkutucuydu, hiçbirini gerçekten duymadığı sesler tenini yakıp geçiyordu ve en çokta yıpranmış düşünceleri canını sızım sızım sızlatıyordu.

"Jimin..." abisinin sesini duyduğundaysa buğulu gözleri açılıp çoktan Jungkook'un arabasının önünde durdukları noktada onunkileri buldu. Yanındaki kızıl saçlı omegaya bakamıyordu fakat gözleri biraz aşağı inip de birbirine kenetlenmiş elleri görüş açısına girdiğinde dudaklarından titrek bir nefes çıktı. Bu aslında cevabı çoktan belli olan bir soruydu fakat sormadan kendine sormadan edemedi; Neden o olmak zorundaydı? Evren dedikleri bu acımasız güç onunla dalga geçmeye mi çalışıyordu?

Parmakları Jungkook'un göğsünü sıkarken sesini çıkarmadı. "Güzelim benim, benimle de mi konuşmayacaksın?" Taehyung, belli bir cevap alamadığındaysa derin bir nefes almış, bu sefer Jungkook'a yönelik konuşmuştu. "Jaehyeong'u bana bırak. Sen şimdi sadece Jimin'i eve götür. Yarın," daha çok kendini ikna eder gibi kafasını ağır ağır salladı, "yarın konuşsak daha iyi olur. Şu an sadece dinlenmesi gerek," gözleri tekrar küçük kardeşine kaydığındaysa, "Her şey iyi olacak, Jimin, yarın her şey daha iyi olacak. Onun hiçbir suçu yok, bunu bil ve bize küsme olur mu?" Sözleri ipek gibi yumuşak olsa da gözlerindeki kırıkları seçmek hiçte zor değildi.

Jimin, kuruyan boğazına inat dudaklarını aralayarak onayladı abisini. "Yarın," dedi, "yarın yanımda ol abi," fakat Hoseok'la ilgili hiçbir şey dökülmedi dudakları arasından. Gözleri hiçbir yerde Jaehyeong'un silüetine dair bir şey aramadı ya da ona ne olacağını sorgulamadı ve başını tekrar alfanın boynuna gömerken gözlerini bir daha açmak istemediğine karar verdi.

selenophile » jikookWhere stories live. Discover now