❧39. BÖLÜM❧

47.1K 2.1K 119
                                    

Merhabalar iyi geceler nasılsınız bakalım? Allah’ım sizi çok özledim, bölüm gecikti kusuruma bakmayın telafi için iki bölümü tek seferde atıyorum umarım beğenirsiniz.

Oy ve yorumlarınızı bekliyorum düşüncelerinizi benimle paylaşın çünkü benim için önemli.;)

Destekleriniz için çok teşekkür ederim iyi ki varsınız.

Yorumlarda görüşmek dileğiyle ❤️

Bu bölüm tüm okuyucularıma ithaf edilmiştir.

Medya: Buğlem & Karahan

***Keyifli Okumalar Dilerim Canlarım Benim***

Ankara’dan Aksaray’a yaptığımız yolculuğun genelini, dedelere hissettiğim sinirle geçirdiğim için delimle Dinçer meselesini konuşamadım. İkimizde gergin bir halde bitirdik yolu. Evimizin önüne geldiğimizde derin bir nefes aldım ihtiyacım olacak...
“Kıymetlim, canını sıkan olursa haber ver gelip kaçırayım seni,” dedi son derece ciddi bir tavırla.
“Allah aşkına delim, nereye kaçıracaksın?” Zira onun evinde Ateş hattı gibi mübarek....
“Orasını bana bırak güzelim, seni kimselere yedirmem.”
“Sağ ol delim ama içeri girdikten sonra evden çıkmam biraz zor olacak haberin olsun. Malum evde bir ihtiyar var.”

Ağzının içinde bir şey söylendi ama duyamadım. Alnımdan öptükten sonra, “Kimsenin söylediklerini umursama, biz yanlış bir şey yapmadık,” dedi içtenlikle.
“İyi geceler deli devim,” dedim ve yanağından öpüp arabadan indim. Valizimi almak için bagaj tarafına geçecektim delim benden önce davrandı, bende sadece alış veriş poşetlerimle eve çıktım. Deli devim de valizimi çıkardı. Gecenin on iki buçuğu olduğu için kapıyı çalmadan anahtarlarımla girdim içeri. Çok şükür ki evin ışıkları kapalı, en azından yarına kadar azar işitmek uğraşmayacağım. Delimi gönderip eve geçtim kapıyı kapattım.

Salona girdiğimde misafirlerin her yerde olduğunu gördüm ve seslice yutkundum. Dedem her zaman ki gibi büyük kanepede, babaannem hemen yanında, diğer kanepede yengem ve amcam var. Yer yatağında teyzemler... Kısaca adım atacak yer kalmamış durumda. Odama geçip gece lambasını yaktım kardeşim Beril’i yatağımda yatarken buldum.
Yani onun odasında da başkaları yatıyor... Hiç yoktan kardeşim diğerlerinden daha iyidir. Üzerimi değiştirip kardeşimin yanına yattım, en azından bir geceyi azarsız atlatabildim.
Yol yorgunluğu ve gerginlik nedeniyle yatağa kafamı koyar koymaz uykuya daldım, inşallah delim de sorunsuz bir gece geçirmiştir.

Sabah kucağımda tepinen bir minik, yüzünden erkenden uyanmak durumunda kaldım, gözlerimi açtığımda karşımda gördüğüm minik yüz nedeniyle gülümsemeden edemedim.
“Günaydın minik bücür,” dedim uykulu sesimle.
“Günaydın, Buğlemcik!” dedi yanaklarımı sıkarken.
Bu minikten anladığım kadarıyla dayımlarda gelmişler... Oh oh maşallah, sürüsüne bereket...
“Sen ne kadar büyümüşsün öyle?” dedim kıkırdayan yeğenime bakarken.
“Buğlem, annem dedi ki sen prenses olacakmışsın, bende prenses olmak istiyorum,” dedi büzdüğü dudağıyla. Buradan anladığım kadarıyla evlenirken giyeceğim gelinlik nedeniyle prenses olacağımı düşünüyor.
“Dayımlar sana prenses elbisesi almadı mı?”
Minik kaşlarını havaya kaldırıp, “Babam olmaz dedi, kıyafetim varmış onu giyecekmişim...”

“Üzülme belki ben bir şeyler yapabilirim.”
Kocaman açtığı gözleriyle, “Gerçekten mi?” diye sordu ki, bir çocuk ancak bu kadar tatlı olabilir.
“Gerçekten tatlım,” dediğim anda kucağımda zıplamaya başladı, “Oley be en sevdiğim ablişkom...” diyerek sevinç naraları atmaya başladı.
Yanımda uyuyan kardeşim sesimizden dolayı uyandı ve uyanır uyanmaz dehşet içinde  Minik Ece’yi karnımın üzerinden aldı.
“Abla! Azıcık dikkatli olsana! Ne kadar sorumsuzsun?” diye paylayıp Ece’yi odadan postaladı ve kapıyı kapatır kapatmaz bana döndü.
“Kolun kırık ayağın yanık üstüne üstlük hamilesin ve Ece’nin, karnının üzerinde tepinmesine izin veriyorsun! Pes vallahi pes... Böyle de olmaz ki seni enişteme şikayet edeceğim ancak o hakkından gelir,” dedi sabah sabah olanca öfkesiyle.
“Küçücük çocuktan bir şey olmaz merak etme, ablasının bir tanesi,” der demez sıkıca sarıldım.

Olmayan hamileliğim için, “Daha dikkatli olacağım,” diyerek söz verdim.
“Dikkatli olsan iyi edersin, bebişe bir şey olursa hesabını sorarım bilesin ablacığım, sorumluluk almayı bil!” diyerek kızıp kollarından ayrıldı ve odadan çıktı.
Gerçekten hamile olsam tabi ki her şeyime dikkat ederim ama hamile olmadığım için Ece’yle oynamakta sakınca görmedim ama bu konuda cidden dikkatli olmam lazım. Hamile olmadığım ortaya çıkarsa babamın saçmalıklarıyla uğraşmam gerekir. Ve ben bunu hiç mi hiç istemiyorum.
Kafamdaki düşünceleri savuşturup üzerimi giyindim ve saçlarımı klasik ev topuzu yapıp odamdan çıktım. Dün gece kimseyle karşılaşmadığım için evdekilerin ellerini öpüp hoş geldiniz dedim. Tabi dedemin suratı beş karış asık olduğu için kafasını başka tarafa çevirip elini uzattı.
Fesuphanallah!
Allah’ım sen sabır ver...

Dayımın eşi, Suzan yengem, kaş göz yaparak beni mutfağa çağırınca el mahkum mutfağa geçtim. Hemen peşim sıra girdi içeri. “Ay kız Buğlem... Sen ne yere bakan yürek yakanmışsın da haberimiz yokmuş! Hangi ara tavladın seninkini?” bariz bir şekilde ağzımı aramaya başlayınca çareyi konuyu değiştirmekte buldum.
“Yenge ya, sen onu bunu boş ver de düğünde ne giyeceksin?” dediğim an tüm algısını kıyafetini anlatmaya verdiği için delimle ilgili konuları sormaya ara verdi. Yengem konuşurken de bende kahvaltıyı hazırlamaya koyuldum. Yengemin konuşmaları arasında kahvaltıyı hazırladım hep birlikte masaya oturduk.
Masadaki tek minik dayımın kızı Ece olsa da, Karahan hakkında en ufak bir konuşma açılmadı muhtemelen Ece oynamaya gittiğinde sorguya çekileceğim.
Gergin bir havada kahvaltımı zırhlı yaptıktan sonra Beril Ece’yi alıp odasına geçti ve tahmin ettiğim gibi benim imtihanım başlamış oldu.
Dedemin gür sesiyle, bakışlarını ona doğru çevirdim, “Gel bakalım seninle biraz konuşalım,” dediği sıra çoktan masayı toplamıştık.
Hiç sesimi çıkarmadan geçtim karşısında bulunan koltuğa oturdum.
“Koluna ne oldu?” dedi beni şaşırtan bir şekilde.

“Trafik kazası geçirdim,” dedim tek nefeste. Annem ve babam dahil olmak üzere evde bulunan herkes sessiz bir şekilde oturmuş bizi dinliyor ve diken üzerinde bekliyor.
“Geçmiş olsun nasıl oldu?” derken gayet ilgili ve meraklıydı.
“Bindiğim taksi şoförü direksiyon başında vefat etti, arabada bir yere tosladı,” diyerek kısa kestim.
“Anladım, geçmiş olsun Allah büyük beladan korumuş,” dedi ve yüz ifadesini sertleştirip derin bir nefes aldı.
“Şimdi gelelim asıl meseleye, o deliği nereden buldun da getirdin?” dedi bariz onaylanmayan bir tavırla.

Önce yandan baba baktım, ayak üstü kıvranıyor ama dur geçmişin intikamını fena alacağım senden...
“Valla dede, Karahan’dan benim de haberim yoktu, sonra öğrendim ki babam Karahan’a benim adıma söz vermiş. Okul bitsin gelin isteyin kızımı deyip, ben eve geldiğimde Kızımı deliye vermem deyip, ailesini kovmaktan beter etti bende o ara delimi öğrendim. Meğer senin akıllı oğlunun planı başkaymış, artık nereden buyduysa sırıtık bir aptalı önüme getirdi. Evleneceksin dedi! Tabi ki de kabul etmedim. Hastanede çalıştığım ara Karahan’ın hastanede yattığını öğrendim ve hiç beklemeden yanına gittim. Ve bam! İlk görüşte aşk...,” dedim içimden geldiği gibi yaşadıklarımı kısaca özetledim. Tabi dedem sinirden kıpkırmızı bir halde bakıyor bize...
“Sonra ne oldu?” diye sordu burnundan solurken.

Bir deli cesaretiyle Karahan’ı kaçırdım desem kalpten gider maazallah!
“Evleniyoruz işte,” dedim kısa yoldan. Yoksa hamileyim babam bizi evlendirmek zorunda kaldı desem ne yapar tahmin bile edemiyorum.
Gözlerimi ailenin şaşkın bakışları üzerinde gezdirip dedeme döndüm, “Ben Karahan’ı seviyorum, sizde ona göre davranın. Abuk sabuk laflar edeni postalarım herkesin haberi olsun!” dedim oturduğum yerden kalktığım gibi önüme gelen saçlarımı geriye savurup Beril’in odasına geçtim.
İçeri girmeden hemen önce dedemin, “Babaannene çeken damarına!” dediğini duysam da hiç tepki vermeyip kapıyı kapattım.

“Eee ne yapıyorsunuz bakalım böyle benden habersiz bende sizinle oynamak istiyorum,” dedim Beril ve Ece’nin yanına otururken.
Ece pas vermezken Beril, “Abla nasıl geçti?” diye sordu.
“Valla kuzum, beni biliyorsun hepsini susturdum.”
“Helal! Kimin ablası be..”
Biraz gülüşüp Ece’yle ilgilendik, “Abla benim bir saate dersim var,” dedi kaçamak bakışlarla.
“Dershanen mi var?”
“Öylede denebilir,” dedi.
Beril’e “İyi bari biz odadan çıkalım sen hazırlan ancak hazırlanırsın zaten,” dedim ve Ece’ye döndüm, “Hadi bakalım güzellik, oyuncakları alda gidelim,” dedim yumuşak bir tonla.
“Nereye gideceğiz yoksa piremses elbisesi mi alacağız?” dedi heyecanlı heyecanlı.
“İstiyorsan oraya gideriz.”
“Kocaman, çok istiyorum,” derken bir yandan da ellerini iki yana açmış ne kadar istediğini tarif etmeye çalışıyordu.
“Hadi o zaman gidelim,” dedim ve annemlere haber verip dışarı çıktık. Normalde annem o kadar işin arasında dışarı çıkmama izin vermezdi ama evdeki ihtiyarın canımı sıkmasını istemediği için dışarı çıkmama sesini çıkarmadı.
“Bak bücürük açık açık konuşalım, elimi bırakmak ve gözden kaybolmak yok tamam mı?”

“Tamam, söz,” dedi hemen uysal kedi gibi bakışlarını atarken.
“Anlaştık o zaman,” dedim ve evimizin az ilerisinde bulunan taksi durağına doğru yürümeye devam ettik.
“Karnımız tok ama uslu durursan sana dondurma alırım,” dedim Ece’yi tavlamaya çalışırken.
“Sinemaya da gidelim mi?” dedi sevimli bir gülüşle.
“Sinema başka zamana kaldı, halan ancak iki saat için izin verdi duydun.”
“Ama halama söyleriz o bize işin verir,” dedi bilmiş bir tavırla.
Annem hayatta izin vermez iki saat olsun dışarı kaçtığında şükrediyorum.
Konuşa konuşa taksi durağına geldiğimiz için ilk sıradaki taksiye bindik çabucak. “EFOR AVM’ye lütfen,” dedim ve güvenli bölgede olduğumuzu var sayıp telefonumu elime aldım, delim günaydın mesajı atmış ve evdeki durumları sormuş canım benim...

“Tünaydın, deli devim. Merak etme iyiyim ve çok büyük bir sorun çıkmadı. Sende ne var ne yok,” yazıp gönderdim.
İki dakika geçmeden cevap geldi, “Bizimkiler seninle tanışmak istiyor, akşama yemeğe davet ettiler.” Yazıyı okuyup okuyup şok geçirdim.
Onlar da haklı olarak evlilik olmadan önce ailenin yeni üyesini görmek istiyor. Sakinleştireceğimi umup derin derin nefes aldıktan sonra, “Sadece ben mi geleyim yoksa annemlerde gelsin mi?” yazdım ve gönderdim.
Cevap onca gerginliğime rağmen beni güldürdü, “Bana bir tek sen yetersin ama dedemler hepinizi davet ediyor...”
“Saat kaç gibi gelelim?”
“Ben seni almaya gelirim kıymetlim,” yazmış bir tanem ya...
“Aşkım hazırlanmam için saati bilmem gerekiyor...”
“Yedi de hazır ol o zaman sevgilim, kapıda olacağım.”
“Hay hay deli devim.:)” Mesajı gönderdim ve biraz olsun rahatladığımı hissettim, evlilik teklifine evet demeyi biliyorsam aileyle tanışmaya da gitmem gerekiyor...

“Geldik abla,” diyen taksi görevlisine tutarı ödedim ve Ece’yle arabadan indik.
“Buğlemcik, burası çok güzelmiş!” derken çoktan zıplamaya başlamıştı bile. Haline gülüp içeri geçmemizi sağladım.
Daha ilk girişte çocuklar için tüllü elbise satan mağazaya girdik. “Ece hanım, bir tane elbise alma hakkınız var,” dedim ve elini bırakıp peşinden ilerledim. Onca elbisenin içinden pembe gelinlik modelli elbiseyi aldığı gibi bana gösterdi.
“Bunu alabilir miyiz?” dedi mahzun bakışlarla. Etikete ufak bir göz attım ve uygun bir fiyat olduğunu gördüm.
“Alabiliriz ama önce kabine gidip giymen gerekiyor uygun bedeni varsa alırız, kabul mu?”

Ses çıkarmasa da heyecanla kafasını olumlu anlamada salladı. Görevlinin verdiği uygun bedenle kabine geçtik ve bücürün üzerini değiştirdik.
Aynadaki yansımasına bakıp kahkaha atan Ece’yi gördükçe gerginliğimi unuttum. “Beğendin mi?”
“Prenses oldum!” derken dans etmeye başlamasıyla tek seferde doğru elbiseyi bulduğumuza nasıl sevindim anlatamam.
Ece’nin üzerini değiştirip, elbiseyi aldıktan sonra en üst kata çıktık, sözüm olan dondurmayı aldım ve hem dondurma yedik hem fotoğraf çektik.

Alışveriş merkezini gezip, Ece’yi iyice yorduktan sonra eve döndük, minik o kadar yoruldu ki  gelir gelmez kendini babasının kucağına atıp uyudu.
Mutfakta yalnız yakaladığım annemin yanına gittim, “Anne, Karahan’la konuştuk akşama yemeğe davet etti,” dedim bir çırpıda.
“Biliyorum haberim var, Zeynep arayıp haber verdi. Sana kalsa ancak akşam söylersin yemeğe davetli olduğumuzu...” diyerek söylenmeyi de ihmal etmedi.
“Bu arada anne, dün geç geldiğimiz için konuşmaya vaktimiz olmadı ama kına için hediyelik bir şeyler aldım. Kınaya gelenlere dağıtırsınız.”
“Odayı toplamaya gittiğimde gördüm,” dedi gayet sinirli bir tavırla.
“Bir kaç güne evleneceksin hala yatağını ben topluyorum, Karahan’da azıcık akıl varsa iki güne kapıya koyar seni demedi deme!”

“Aman anne, Karahan böyle şeylere takılmaz. Hem kadın yatağını toplanmalı diye bir kanun mu var?” dedim birden.
“Deli kızım onu mu diyorum ben? Tabi ki ikinizde yapacaksınız,” dedikten sonra beni köşeye çekip fısıldadı, “Bir kaç aya anne olacaksın, çocuğuna iyi örnek olman lazım,” dedi başını sağ sola sallarken.
Vallahi bu hamilelik işi aldı yürüdü, bir an önce bu işe bir çare bulmam gerekiyor...

“Neyse anne sonra konuşuruz bunları, akşam ne giysem acaba? Pantolon tişört sıradan olur, kumaş pantolon ve gömlek asla giymem! Ne yapacağım?” diyerek anneme sızlandım.
“Dolabında sağ taraftaki askıda, buz mavisi bir elbisen var kalın askılı, daha yeni ütüleyip kaldırdım onu giy. Saçını da nasıl yaparsın sen karar ver, haydi hazırlan iki saate çıkamazsın,” diyerek uyarıda bulunmayı da ihmal etmedi.
“Teşekkür ederim,” der demez yanaklarını sıkıp salondakilere pas vermeden odama geçtim. Yengem Ece’yi yatağıma yatırdığı için mecburen ses yapmamak için kasıla kasıla iki saatte ancak hazırlandım. Neyse ki minik, kendi kendine uyandı.

Akşam olup da yemek saati geldiğinde heyecandan kalbim duracak gibiydi.
Evdeki tüm aile kapı çaldığında ayaklandık, işin en garip tarafı Karahan’ın bizi almaya iki arabayla gelmesiydi. Kuzenini de yanında getirmiş haliyle.
Kapıda ikiliyi görünce rahatladığımı hissettim, eh dün geceden beri görmüyorum delimi olacak o kadar...
“Hoş geldiniz,” dedikten hem sonra delime sarılacaktım ki bir anda kendimi dedeme sarılırken buldum!
Yok artık dede! Vallahi pes! O yaşta aramıza girecek hıza nasıl eriştin?

Karahan bariz bir şekilde sinirlense de, kapıda dedemin ve babaannemin elini öptü ama gözlerini bir an bile üzerimden ayırmadı.
Dedem yüzünden yanıma da gelemedi, ateş saçıyor resmen. Karahan’ın aksine babam pis pis sırıtıp oh olsun bakışları atıyor, eh dedem aramıza girdi ya daha ne olsun?
İşin en komik kısmı ise delimin arabasına benden başka herkes bindi. Bense babamın arabasına binmek durumunda kaldım. Dedem ileri geri bir laf demese de, doğrudan delimin arabasına bindi peşinden de amcamları sürükledi, garip bir kombinasyonla arabalara bindikten sonra yola koyulduk.
Kısa bir zaman sonra evin önündeydik, Zeynep teyze, bizi kapıda karşıladı.
Arabadan inip eve girmemiz on dakikayı buldu, içerisi çok daha garip ve ürkütücüydü ne yalan söyleyeyim...

Saçları beyazlamış olmasına rağmen dinç görünen ama bir o kadar da huysuz bakışlar atan adamla göz göze geldiğimizde anladım, delimin dedesi olduğunu. Usul adımlarla yanına gidip elini öptükten sonra yanında oturan kadının elini öptüm fakat geri kalanını hatırlamıyorum bir ara o kadar çok el öptüm ki kendi babaannemin elini tuttuğumda ancak kendime geldim. Abartmıyorum, en az otuz kişi sadece Arısoy ailesi, ee bizimkilerde de var on kişi etti mi sana elli... O kadar el öptüm ki basit bir toplamayı bile yapamadım elli ne ya?
Koca salona güç bela sığdık desek yeri. İşin ilginç yanı bunca insana nasıl yemek servis edilecek ben onu merak ediyorum.

“Gelin kız,” diye seslenildiğinde hiç üzerime alınmadım o ara oturacak yer aramakla meşguldüm. Annem kaş göz yapınca anladım bana seslendiklerini, arkamı bir döndüm ki Karahan’ın dedesi bana bakıyor.
“Buyurun,” dedim güçlü tutmaya çalıştığım sesimle.
“Bir bardak su getiri ver sana zahmet,” deyince bir iki saniye şaşkınlıktan tepki veremedim.
“Tabi,” dedim mutfağa gitmeden hemen hızlıca etrafa baktım ama delimi göremedim, zaten bu kalabalıkta nasıl göreceksem?

Suratımda bulunan gülümsemeyle mutfağa geçtim, mutfağın boş olduğunu görünce derin bir nefes koy verdim.
Tepsiye üç bardak koydum, sıcak, soğuk ve ılık olan üç bardak suyu doldurdum. Şimdi huysuz dedenin ne yapacağı belli olmaz, soğuk götürürüm sıcak ister, sıcak götürürüm ılık ister en mantıklısı işi sağlama almak.
Saçlarımı arkama atıp önüme gelmesini engelledikten sonra tepsiyle birlikte içeri geçtim, huysuz ama tatlı ihtiyarın suyunu uzattım, “Buyurun,” dedim yumuşak bir tonla.
İnat gibi salondaki onca kişi de çıt çıkarmıyor, tüm ilgi bizim üzerimizde, nasıl gerildim anlatamam.
“Gelin hanım, bir bardak su istedim  üç bardak getirdin?” dedi sorarcasına.
Tepsiyi tek elimle tuttuğum için elimle gösteremedim ama sıradan saydım, “Nasıl içersiniz bilmediğim için, sıcak, soğuk ve ılık su getirdim,” dediğimde tek kaşı şaşkınlıkla havaya kaldırdı.

Hiç bir şey demeden ortadaki bardağı alıp suyunu içtikten ve boş bardağı tepsiye bıraktı, “Su verenlerin çok olsun,” dedi daha yumuşak bir tonla. Tebessüm edip mutfağa kaçtım. O kadar insan varken neden benden su istedi anlamadım ya neyse...
Tepsiyi tezgaha bırakmıştım ki belime dolanan kollar nedeniyle az daha çığlık atacaktım ama susturuldum. Hem de dudaklar tarafından.
Beni dudaklarıyla susturan kişiyi tahmin etmek hiçte güç değil, işin kötü yanı salonda bir dünya insan var ve birinin mutfağa gelmesi an meselesi.

Beni bırakmaya niyeti olmayan deli devim, ellerini belime getirip beni iyice kendine çekmişti ki ayak seslerini duydum ve dudaklarımızı ayırdım, sadece sarılıyormuş gibi duruyoruz en azından.
“Çocuklar,” dedi Zeynep teyze garip bir mutlu tonla.
Daha ben cevap vermeden delim, “Anne! Azıcık izin ver,” dedi.

“Oğlum, deden seni soruyor içeri geç bakayım, düğüne az kaldı biraz sabır,” dedi yumuşacık bir sesle ve Karahan’ı içeri postaladı.
Delim mutfaktan çıktı, yedi kişi mutfağa girdi anladım ki yaz ayında olduğumuz için evin bahçesine boydan boya masa kurulmuş, hep birlikte yiyecekleri taşıdık.
On dakika sonra cümbür cemaat yemeğin başına geçtik. Tabi bu sefer kimseye fırsat vermeden delimin yanına oturdum ama delimin dedesinin tam karşımda oturuyor olması pekte istediğim bir şey değil...

Tabağımdaki yeşil görünen ama bir o kadar da farklı duran çorbaya  baktım, daha önce içmediğime neredeyse eminim.
Dede, “Afiyet olsun deyince,” kaşığımı elime aldım ve delimin bakışları eşliğinde çorbadan içtim. İlk başta pek bir şey anlamadım bir kaşık daha içtim, sonra böyle böyle bir baktım ki tabak bitmiş.
Bu biraz da beğenilen yemekleri ‘Aaa tadını hiç anlamadım,’ deyip afiyetle yemekle aynı şey.
Öğrendim ki Karalahana çorbasıymış, ve çok sevdim...

Çorba tabakları gitti yerine başka bir yemek geldi ve ben bunu da daha önce yemedim, balıklı bir yemek, sonradan öğrendim ki Kefal Ekşilisiymiş, yanında da pilav gibi görünse de tadı son derece farklı olan Sarambula, servis edildi. Daha adını bilmediğim pek çok alternatifte sofranın her köşesindeydi, kavurmalar, dolmalar, hamsili pilavlar derken patlama raddesine gelene kadar yedim. Son vuruşta Laz böreğiyle oldu, bir tatlı bu kadar iyi olamaz!
Arkadaş yok böyle bir lezzet...
Sağ olsun Zeynep teyze kendi yörelerini tanıtmak için ince ince uğraşmış.

Yemekten sonra masa toplanıp bahçe keyfi yapılırken, Karahan’ın babaannesi kahve istedi, “Gelin kızımızın elinden bir kahve içelim,” deyince itiraz da edemedim. Oturduğum yerden kalktığımda gibi tıpış tıpış mutfağa geçtim, sağ olsun Kumru, fincanların ve kahvenin yerlerini gösterdi. O kadar kişiye minicik cezvelerde kahve yapamayacağım için koca tencerede yaptım.
Otuz iki fincan kahve benim zirvem oldu, Allah’tan kahve içmeyenlerde var. O kadar kişinin özel isteğine göre hareket edemeyeceğim için kahveyi gelişine yaptım.
Tepsiyle içeri geçip kahveleri ikram ettikten sonra tekrar mutfağa geçip ikinci postayı dağıttım malum, fincanların tek tepsiye sığması olanaksız.

Delimin yanına oturup ailelerimizin kaynaşmalarını izledim bir süre, korktuğum gibi olmadı dedeler bir birbirleriyle iyi anlaştı ve bu gecenin en iyi şeyi bu olsa gerek.
Delimden gelen kokuyla biraz olsun avunmaya çalıştım ve bu geceyi kazasız belasız bitirmek için dualar ettim.
Ben konuşan ailelerimizi izlerken telefonuma mesaj geldi, “Özledim,” diye.
“Delim, bende çok özledim,” yazıp gönderdim. Daha fazla mesajlaşamadan Ercan amca ve babam delimi konuşmaya dahil etti ve yoğun bir sohbete girdiler.
Bende bana sorulan sorulara cevaplar verip geceden keyif almaya çalıştım.

En sonunda gecenin on ikisinde evimize gelebildik. Odama girene kadar bin kere şükrettim, aile arasında tartışma olmadı için. Ucuz atlattık, ben bunu bilir bunu söylerim.
Üzerimi değiştirip yatağıma yattım ve delimi düşüne düşüne uyudum...
***
Kalabalık ve telaş nedeniyle günler öyle hızlı ve yorucu geçti ki, Kına gecemin ne zaman geldiğini anlayamadım bile.
Geçen bir kaç günde delimin yüzüne hasret kalmam bir yer de, onunla konuşmaya bile zor vakit bulamadım.
Neden, çünkü beni bir saniye bile yalnız bırakmadılar, her an her saniye birileri yanımdaydı. Artık en son, delimle konuşmamaya dayanamadım da tuvalete girip, orada konuştum. Ankara’daki günlerin kıymetini bilememişim...
Ah bilsem böyle olacağını daha çok sarılırdım...
İşin kötü yanı Delime de rahat vermediler yoksa o beni daha ikinci günden kaçırmaya niyetliydi ama dedesi bir an düşmedi yakasından. Eh deli devimde beni kaçıramayınca özlemle dolduktan taştık...
Diğer yandan kına günü gelip çattığı için evinizdeki misafirler iki katına çıktı ve artık evimizde nefes alacak alan bile kalmadı.

Evdeki kadınların hüzün göz yaşları çoktan başladığı için biraz olsun ağlamalarına alıştım diye bilirim.
Bugün kına günüm olduğu için ekstradan yataktan çıkmak istemiyorum ve ne bileyim hep bir uyuma isteğiyle doldum taştım.
Telefonumun bildirim sesi sayesinde bir anda gözlerim açıldı, “Aymıyor bu gün aymıyor! Gözü kara deliyim ve geliyorum, yoksa öleceğim...” gelen mesajı bir kaç kez okuduktan sonra delimin bana geldiğini anladım.
Bak bak imaya bak, sensiz günlerim aydınlanmıyor demeye getirmiş, deli devim benim...

Delime cevap bile atmadan hızla üzerimi değiştirdim, odamda yer yatağında yatak kuzenlerimi ezmeden giyinmek gerçekten bir marifet...
Kapı çalmadan önce bildirim sesini duydum ve sabahın bir körü olmasını umursamadan telefonumu alıp usulca odadan çıktım, salonda yatan, başta dedem, olmak üzere sekiz kişiyi uyandırmadan dış kapıya ulaşmam taktire şayandı. Gelen mesaj tahmin ettiğim gibi delimden gelmişti, “Aşağı in kıymetlim,” yazmış.

Kapıyı açtığım gibi dışarı çıktım ve usulca kapıyı kapatıp delime koştum. Arabaya nasıl bindim hatırlamıyorum bile, şu son dört gün kesinlikle geçmek bilmedi.
Sıkıca sarıldım ve bol bol kokusunu içime çektim, “Çok özledim Karahan,” dedim daha sıkı sarılırken.
“Sen mi ben mi? Ankara’dan geldiğimizden beri toplasan on saat uyumamışımdır, sensizlikten gözüme uyku girmedi!” dedi samimi bir tonla.
Kollarını benden ayırıp kemerini taktı ve arabayı çalıştırdı, gözlerimi delimden bir saniye bile ayırmadığım için nereye gittiğimize bakmadım bile, kiralık evlerden birine geldiğimizi gördüğümde delim çoktan kemerimi çözmüş dışarı çıkmamı bekliyordu.

Kiralık eve geçtiğimizde beni kucağına çekip başımı göğsüne yasladı, uzunca bir süre konuşmadık bile.
“Buğlem,” dedi usulca.
“Efendim sevgilim?”
“Nasıl oluyor da sen yokken aldığım nefesi bile hissetmiyorum?” dedi sorgulayıcı bir tonla...
“Benimde senden bir farkım yok sevgilim, birini bu kadar kısa sürede, bu derece özleyeceğim aklımın ucundan geçmezdi.”
Saçlarımın üzerinden öpüp, “Bir an önce evlensek de evimize gitsek,” dedi.
“Bu gece kına, yarın nikah sonraki gün düğün çok az kaldı.”
“Benim için bir asır kadar uzun bir zaman,” dedikten sonra elini çenemin altına getirip ona bakmamı sağladı, “Seni çok seviyorum,” dedi gözlerini gözlerimden ayırmadan. “Seni çok seviyorum,” dedim aynı şekilde ve delimi içimden geldiği gibi öptüm.
En romantik anlarımızın katili olan telefonun sesi odada yankılanmaya başlayınca mecburen dudaklarımı delimin dudaklarından ayırdım.
“Annem arıyor,” dedim bir telefona bir delime bakarken.
“Aç sana kıymetlim.”
“Evdekilere haber vermeden çıktım,” dedim bariz bir gerginlikle.
“Balım, sen telefonu aç ve sakin ol.”
Derin bir nefes alıp açtım telefonu, “Neredesin kızım sen?”
“Ben şeydeyim, şeyde?” diyerek kıvırmaya çalıştım ama nafile.
“Nerdesin?”
“Sen neredesin?” diye sordum pat diye.

“Allah’ım sen bana bu kızı imtihan diye mi gönderdin? Kızım sen beni delirtecek misin? Evdeyim, onca misafir varken nerede olmamı bekliyorsun?” Sadece zaman kazanmaya çalışıyorum...
“Anladım, neyse sonra görüşürüz,” diyerek telefonu kapatmaya çalıştım ama boşa uğraşmış oldum.
“Buğlem Eroğlu, tereciye tere mi satıyorsun? Yoksa bana mı öyle geldi?”
“Ay anne idare ediver, nişanlımın yanına geldim,” dedim hızla savunmaya geçerken.
“Deden diyor ki kudurmasın gelsin evine, iki gün rahatıyla otursun evinde?”
“Anne dedeme de ki, ona halt etmek düşer, karışmasın bana!” Annem otoriter bir tonla, “Buğlem!” diyerek kızdı.
“On beş dakikaya evde ol, beni de delirtme kızım,” dedi ve beklemeden telefonu kapattı.
Harika!
Daha delimle Özlem gideremedim bile...

****

Yeni bölüm bir hafta sonra sizlerle olacak, canlarım benim.

Sizce gelecek bölümde neler olacak?

Bölüm nasıldı?

Buğlem ne yapmalı?

Genel düşünceleriniz nedir?

Sizi seviyorum.

Elif Diril.

PEK KIYMETLİM Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin