❧6.BÖLÜM❧

98K 3.7K 180
                                    

Merhabalar nasılsınız bakalım?

Erkenden bölüm atıp sürpriz yapayım dedim, iyi demiş miyim?

Upuzun bir bölümle karşınızdayım...:)

Yavaş yavaş Karahan’ı tanıyoruz.;) Bakalım memnun olacak mısınız?

Oy ve yorumlarınızı bekliyorum, düşüncelerinizi benimle paylaşın çünkü benim için önemli:)

Yorumlarda Görüşmek Dileğiyle ♥

Instagram: elifdrl_

Medya: Karahan & Buğlem

***Keyifli Okumalar Dilerim Canlarım Benim***

Yola çıkalı yirmi dakika olmasına rağmen tek kelime konuşmadık, ben de tedirginlikten şehirden çıkana kadar bir şey soramadım.
Başımı camdan dışarıya çevirdim ve gittiğimiz yollara baktım. Merak ediyorum şimdi ne olacak? Tek gitmeme izin vermedi ama beni yerleştirdikten sonra ailesinin yanına döner mi acaba? Pek sanmıyorum.
Ev tutup birlikte yaşayacak değiliz her halde?

“Karahan, nereye gideceğimizi söylemeyecek misin?” diye sordum yandan ona bakarken.
“Eskişehir’e gidiyoruz, tabi gitmek istediğin başka bir yer varsa?” dedi sorarcasına. Bakışları ilgiyle beni süzüyordu.

“Yok, yani hayatımın geri kalanında nerede yaşayacağımı düşünmedim, otogarda bulduğum ilk bileti alıp gitmeyi düşünüyordum,” dedim tek nefeste.

“Desene iyi ki yanındayım. Kim bilir nasıl bir yere giderdin?” dedikten sonra fısıltıyla söylendi, “Sonra Karahan neden delirdi?” duymadığımı sanmıştı ama ben net bir şekilde duydum. Söylenmesi bile tatlı...
“Oraya gidince ne olacak?” “Sen ne olsun istersin?”

“Bilmem. Beni bıraktıktan sonra geri dönecek misin?” diye sordum merakla.
Kafasını hızla bana çevirdi, “Asla! Bu yola birlikte çıktık seni yarı yolda bırakmam,” dedi ve devam etti, “Kurtlara yem edemem,” dedi ve cümlenin sonuna fısıltıyla ekledi, “Kıymetlimi...” Şu kelimeyi duyduktan sonra bir an afalladım. Buna alışmam biraz zaman alacak gibi.

Derin bir nefes alıp kafamı toparlamaya çalıştım. “Şimdi biz böyle gelişi güzel yola çıkıyoruz ya, oraya gittiğimizde ne yapacağız?”
“Uygun bir ev bulana kadar, otelde kalırız sen gerisini düşünme ben hallederim,” dedi kesin bir dille.

“Tabi ki de düşüneceğim, her şeyi senin üzerine yıkamam. Üstelik benim yüzümden ailenin yanından ayrılıyorsun,” dedim suçlulukla.

“Senin yüzünden değil, babanın yüzünden! Sen bana hiç bir şey yapmadın, eğer baban yan çizmeseydi şuana da birlikte nişan alışverişine çıkmış olurduk.” Karahan’dan gelen öfke kırıntıları nedeniyle sustum.
Tabi ki her şeyi onun üzerine yıkmayacağım, çok şükür elim ayağım tutuyor, bir işe girer hayatıma bakarım.

Tabi bu benim düşüncem yanımdaki adamın planlarından haberim bile yok...
Yaklaşık iki saat sonra bir benzinliğe girdik, Karahan yakıt alırken, bende arabadan çıkıp bacaklarını biraz olsun rahatlatmak istedim, neredeyse iki buçuk saattir oturuyordum. Arabanın çevresinde küçük adımlar attım, tabi bu süre zarfında üzerime dikilmiş gözlerin varlığını her zerremde hissediyordum.

Tam düşünceler dalacaktım ki telefonum çaldı, biraz korku biraz da gerginlikte çantamdan telefonu alıp, arayana bile bakmadan açtım.

“Abla,” dedi titrek bir ses. “Kuzummm,” dedim içtenlikle.

“Bunu nasıl yaparsın?” dedi iç çekişlerinin arasından.

“Beril, ablacığım, eğer kalsaydım hiç sevmediğim bir adamla evlenmek zorunda kalacaktım.” “Ama bizi bıraktın,” dedi suçlar gibi.

“Mecburdum, sevmediğim bir insanın karısı olamam,” dedim çabucak.
“Babamı tehdit etseydin, ağlasaydın yalvarsaydın.”

“Söz namustur diyen baban, sözünden döner mi sanıyorsun? Ablam, şimdi kızgınsın, kırgınsın ama inan mecbur olmasam o kapıdan çıkmazdım.”

“Ama bir daha bu kapıdan içeri giremeyeceksin, babam dedi ki, ‘Bir daha o kızın adı anılmayacak, içinizden biri bile onunla görüşmeyecek. Benim öyle bir kızım yok,’ dedi. O kadar sinirliydi ki, kıyafetlerini, eşyalarını, her şeyini camdan aşağı fırlattı. Evde kıyamet kopuyor,” dedi dudaklarından firar eden hıçkırıkla.

Tek üzüntüm annem ve kardeşimeydi, başka hiç kimseye değil. “Benim de onun gibi bir babam yok, ben haftalarca acı çektim, onunla konuşmadım, tepkimi anlaması gerekiyordu. Oturduğu yerden, bilmem kaç hafta sonraya düğün olsun derse, görür dünyanın kaç bucak olduğunu!” dedim içimde yükselen öfkeye mani olamıyordum.

“Abla,” dedi zoraki çıkan sesiyle. “Kuzum,” dedim yumuşacık bir sesle.
“Ben seni çok özleyeceğim,” dedi ve ağladı ağladı... “Üniversiteye gittiğimi düşün, önündeki bir yılı iyi değerlendir ve istediğin bölümü oku. Sakın benim yüzümden derslerini aksatma, anneme de göz kulak ol. Baban olacak o adama da kendini ezdirme,” diyerek son öğütlerini verdim.

“Seni seviyorum ablam,” dedi içinin en derinlerinden.
“Seni seviyorum kuzum,” dedim merhamet yüklü sesimle. Sonra telefonlar kapandı.

O an aklım başıma geldi, bundan sonra annemi ve kardeşimi istediğim zaman görmeyi bırak istediğim zaman konuşamayacağım bile.

Yanağına değen eller olmasaydı ağladığımı bile anlamazdım, Karahan göz yaşlarımı merhametle sildikten sonra ön taraftaki yolcu koltuğuna oturması sağladı. Emniyet kemerini de bağlandıktan sonra kapıyı kapatıp sürücü koltuğuna geçti.

Araba yolda yağ gibi akarken, tek duyulan benim için çekişlerim ve hıçkırıklarımdı, ne kadar süre ağladım bilmiyorum ama yorgunluktan gözlerimin kapandığını hissettim. Tüm gece uyumamak, üzüntü ve gerginlik hepsi bir araya geldiğinde uyuyakalmam beklenen bir şeydi.

Gözlerimi açtığımda etrafın karanlık olmasına şaşırdım, yer- yön kavramımı kaybetmiş bir halde yattığım yerden doğruldum.
El yordamıyla baş ucumda duran abajuru yaktığımda merakla etrafı inceledim. Küçük ama temiz bir odanın içindeyim, muhtemelen otel odasındayım.
İyi ama buraya nasıl geldim?

Karahan beni kucağında taşımış olamaz değil mi?

Yok artık!

OHA.

Ay ben adamın yüzüne bir daha nasıl bakayım, hem yük olmayacağım deyip hem de kendimi taşıttırıyorum olacak iş değil.
Eğer ben otel odasındaysam o nerede?

Yanımda olmadığı kesin!
Odanın duvarında gördüğüm saatle gözlerim yuvalarından çıkacak zannettim. Akşamın on biri olmuş, nereden baksan on iki saattir uyuyorum.

Vay arkadaş ömrümde bu kadar çok uyumadım.
İşin kötü yanı ise taa sabah yediğim kahvaltıyla duruyordum. Karnımdan gelen gurultular isyan niteliğindeydi.

“Karahan,” diyerek seslendim, hani belki yakınlardadır diye ama ses gelmedi.
El mahkum ayaklanıp odanın ışığını yaktım, tek kişilik yatakta yatıyor olmam biraz olsun içimi rahatlattı. Üzerimdeki kıyafetler olduğu gibi duruyordu sadece ayakkabılarım çıkarılmıştı. Allah’ım onu da mı Karahan çıkardı?

Of of...

Odanın içinde bulunan kapılardan birini açtığımda bunun banyo olduğunu gördüm, diğer kapı ise başka bir odaya açılıyordu.
Kendi odamdan yansıyan ışıkla içeriye baktım, Karahan o koca cüssesine rağmen tek kişilik yatağa sığmaya çalışıyordu.
Yüz üstü yatmış, bir eli yastığının altında diğer eli yan tarafına düşmüştü, işin ilginç yanı ise üzerinde bir şeyin olmamasıydı.

Sırtı olduğu gibi gözler önüne seriliyordu, seslice yutkundum odama döndüm ve kapıyı kapattım. Şimdi karnımı doyurmak için odadan çıkmaya kalksam kesin uyanır, adamı rahatsız etmek istemiyorum.

Sıkıntıyla oflarken makyaj masasının üzerinde duran poşet dikkatimi çekti. İki adımda poşete ulaştım.

Allah’ım bu çocuk neden bu kadar ince düşünceli?

Poşetin içinden çıkan köfte ekmek ve ayran nedeniyle yemin ederim gözlerimden kalp çıktı. Odanın içinde bulunan sandalyeye oturup bir güzel karnımı doyurdum.

Daha sonra camın kenarına oturup, kısa zamanda yaşadıklarımı düşündüm. Önce evden kaçtım sonra Karahan’ı kaçırdım, eğer annem teşvik etmeseydi bunlara cesaret edemezdim.

İnşallah sonunda pişman olmam...
Gece boyu kâh yaratıp kâh kalktım bir şekilde sabahı sabah ettim.

Güneş odama sızdığında ise daha fazla yatakta kalmak istemediğime karar verdim, üzerimi değiştirip yatağı topladım ama kalkıp diğer odaya geçemedim.

Ya Karahan uyandıysa?

Ya yine üzerinde bir şey yoksa?

Ya banyodan yeni çıkmışsa?

Ya üzerini giyiniyorsa?

Kafamda deli sorular...

Biraz cesaretimi topladıktan sonra, “Karahan,” diye seslendim daha ikinciyi seslenmeden kapı tıklatıldı.

“Gel,” dedim çabucak.
Karahan uyurken dağılmış saçlarına rağmen üzerini değiştirmişti, “Günaydın,” dedim çekingen bir tavırla.

“Günaydın, iyi uyudun mu?” İyi uyumak ne kelime uykunun suyunu çıkardım.
“Evet teşekkür ederim. Bu arada neredeyiz? Gece bir ara uyandım ama nerede olduğumuzu anlayamadım?”

Anlayışla bakıp, odanın içine girdi, “Eskişehir’e geldik, oteldeyiz. Uyandın madem önce kahvaltıya gidelim sonra da güzel bir ev bulalım. Bu oteli sevmedim, yataklarına sığmak mümkün değil,” dedi büyüttüğü gözleriyle sevimli bakışlar atarken.

“Aslında, benim yatağa sığmam pekte zor olmadı,” dedim tek kaşım hava da bilmiş bakış atarken.
“Kaşık kadarsın, hiç şaşırmadım,” dedi yandan sırıtırken.

“Sağ ol ya iyi dalga geçtin boyumla. Hem ben Türkiye ortalamasında bir boya sahibim.”
“Bu halini beğenmediğimi söylemedim ki,” dediğinde yanaklarım da bir sıcaklık hissettim, hiç bozuntuya vermeden çantamı kaptığımda gibi kaldığım odadan çıktım.
“Karnım açıktı,” demeyinde ihmal etmedim.

Arkamdan gelen adamın güldüğünü adım kadar eminim...
Yan yana otelin restoranına kadar indik, açık büfe olduğu için biraz daha rahattım açıkçası.

Elime bir tabak alıp, kahvaltılıkları tabağıma koydum, haşlanmış yumurta, domates, peynir, zeytin...
Karahan ise tabağını tepeleme doldurmayı tercih etmişti. Eh bu cüsseye bu kadar yemek çok normal...

Çaylarımızda servis edildiğinde kahvaltıya başladık, “Karahan,” dedim lokmalarımın arasından. Zaten yemek oyunca kaçamak bakışlar attığı için göz göze gelmemiz kolay oldu. “Efendim?” dedi sorarcasına.

“Buraya gelmemizin özel bir nedeni var mı? Yani onca şehir varken neden Eskişehir?”
“Uzun zamandır buradaki şirketlerden birinden teklif alıyordum. Dün telefon görüşmesi yaptık, işi kabul ettiğimi söyledim,” dediğinde bir süre neden diyeceğimi bilemedim.

Evden kaçan ben ama dakikasına iş bulup hayata atılan o.

“Bu zamana kadar kabul etmediğin işi neden şimdi kabul ettin ki?”
“Cevabını bildiğin sorular sorman garip,” dedi yandan gülüşle.

Bu gülüşün tabiri senin için kabul ettim demekti.
“Kıskandım, daha iş başvurusu yapmadan iş buldun demek,” dedikten sonra hafif bir gülüş gönderdim ve devam ettim, “Benimde bir an önce CV dağıtmaya başlamam lazım,” dediğimde gerildiğini hissettim. Senin çalışmana gerek yoktu diyemiyordu, itiraz da edemiyordu öylece kaldı.

Bakışlarındaki sertlik tuhaf hissettirse de kahvaltıma döndüm, ben kahvaltımı yaparken onun gözleri bir an olsun üzerinden çekilmedi.

“Karahan, kahvaltını yapsana, hadi daha ev bakmaya gideceğiz.”
“Doydum,” dedi sadece. Tabağına baktığımda ancak yarısını yediğini gördüm. Tabi ki doğmamıştı, sinirlendiği için yemek istemiyordu.

Karahan’ın tabağındaki tereyağı ve balı alıp bir dilim ekmeği üzerine güzelce sürüp ona uzattım, şaşkın bakışları ve yumuşayan yüzü içime su serpmişti. Çalışma konusunda tartışmaya girmek istemiyorum.

“Doydum falan anlamam tabağındakilerin hepsi bitecek,” dedikten sonra elimdeki ekmeği hafif aralık ağzına tıktım. Tamam sadece bir lokma almış olabilir ama yine de yemesini sağladım.

Kahvaltı bittikten sonra, kavurucu sıcakta düştük yollara. Karahan’ın iş yerine yakın bir ev tutmanın mantıklı olacağını düşünüyorum.

Emlak dükkanına girip boş koltuklara oturduk, görevli nasıl bir ev istediğiniz sorduğunda direk Karahan söze girdi.
“Kullanışlı, temiz, bakım gerektirmeyen en az üç odalı şehir merkezine yakın, site içi bir ev istiyoruz,” dediğinde küçük dilimi yutacaktım. Tek başına bir adam neden bu kadar çok odalı bir ev ister ki?

“Karahan, oda sayısını biraz abartmadın mı? Ne yapacaksın o kadar odayı?”
“Biri senin, diğeri benim odam olacak, üçüncü odayı da şimdilik çalışma odası olarak düzenleriz,” demez mi!
Şimdilik çalışma odası, sonra kim bilir ne odası olur?

“Ben iki farklı ev tutarız diye ummuştum,” dedim doğrudan gözlerine bakarken.
Bakışlarındaki kararmayı görünce yutkunmak istedim, “Saçmalama, bilmediğin bir şehirde tek başına yaşamaya izin vermem,” dedi itiraz kabul etmeyen sesiyle.

“İyi işte birbirimize komşu oluruz diye düşündüm, hem fena mı olur?”
“Saçma! Sokağa atacak paran çok herhalde? Verdiğin öneri mantıklı bile değil,” dedi ağzının içinden söylenmeye devam etti, “Ev arkadaşı olmak varken komşu olacakmış bak bak!” sessiz söylese bile dediklerini duydum, yine...

Burnundan soluyan bir vaziyette emlakçıya döndü, “Size verdiğim tariflere uygun bir eviniz var mı?”
“Var, isterseniz gidip hemen bakalım?” dedi hevesli bir şekilde.

“Gidelim,” Karahan’ın otoriter sesiyle oturduğum yerden kalktım. Zaten ayrı evde yaşayacağımızı düşünürken hayal kurduğumu biliyordum.
Delirmek uğruna seven adam, sevdiğini göz göre göre başka bir yerde yaşatır mı? Yaşatmaz! Hele de aynı evde yaşamaya şansı varken...

Ah Karahan ah! Sende daha şimdiden kıskançlık seziyorum Allah bana yardım etsin.
Karahan ve ben ön koltukta, emlakçı arka koltukta ev görmeye gittik. İlk girdiğimiz site biraz eskiydi, daha evin içine girmeden, sadece dış görünüşü yüzünden Karahan, “Bir depremde başımıza yıkılır, şuana bak daha dış cephe alçısı bile sağlam,” değil diyerek evi görmeyi reddetti.

İkinci evin dış cephesinde sorun olmadığı için evin içini girebildik, beyimiz bir süre sesini çıkarmadı.
“Mutfak dar, salon kullanışsız, balkonu yok...” diyerek ikinci evi de istemediğini belli etti.

Üçüncü ev ise bence en idealiydi, kirası uygun merkezi, site içi, yeni bina ama beyimiz yine beğenmedi neymiş güney cephesi olacakmış bak bak!
Mimar adamla ev beğenmek ne zor iş arkadaş...

Dördüncü ev, balkonlu, güney cepheli, geniş mutfaklı, site içiydi ama buna da bir kulp buldu, neymiş efendim biraz üst katta olmalıymış!

Beşinci eve geldiğimizde yine açtı ağzını yumdu gözünü, “Yatak odaları dar, salon küçük, diğer eve geçelim,” dedi daha emlakçının ağzını açmasına izin vermeden.
Hem iş yerine yakın olsun, hem merkezi olsun, hem balonu olsun, hem de en güzel ev olsun! Vallahi üç saatte ömrüm çürüdü.

“Karahan bey, istediğiniz tipte başka ev yok,” deyince Emlakçıyı ofisine bırakıp başka bir emlakçının yolunu tuttuk.
Bu emlakçıyla da en az dört ev gezdikten sonra balkona çıkıp kendimi atasım geldi vay arkadaş bu adam neymiş benim haberim yokmuş. Her şey mükemmel olsun istiyor.

Artık ikinci emlakçıyla geldiğimiz beşinci evde Karahan’ın ağzını açmasına izin vermeden odaları gezmeye başladım.
Dış kapıdan girdikten sonra sağ koridorda beş kapı vardı, ilk kapıdan girdim geniş ve temiz boyanmış yatak odasıyla karşılaştım. Oda içinde ebeveyni banyosu bile vardı.

Diğer odalarda gayet genişti sadece içlerinde banyo yoktu ki bu da çok lazım bir şey değil. Koridorun karşı tarafındaki tuvalet banyo da iyi durumdaydı. Yani banyonun içindeki küvet bile lüks olduğunu vurguluyordu.

Mutfak ise şık döşenmiş mutfak dolapları ile iç açıcıydı. Bir an kendimi burada yemek hazırlarken düşündüm ve bu fikirden rahatsız olmadığını fark ettim.
Salon ise vurucu noktaydı, son derece genişti, ayrıca kendine ait bir balkonu da vardı.

“Fikri bey, diğer eve geçelim,” diyen Karahan’ın karşısına dikildim.

“Bu evin neyini beğenmedin? 5. Kat, güney cephesi, her yeri geniş, balkonlu, site içi, yeni bina... Hayır bilmiyorum ki Allah’tan belanı mı istiyorsun? İstediğin gibi bina depreme dayanıklıymış, hatta deprem sigortası bile varmış. Allah aşkına söyle neyini beğenmedin?” diye isyan ettim.

Akşamın beşi oldu beyimiz bir ev beğenemedi.

Tam ağzını açıyordu ki sağ elimi havaya kaldırdım, “Bu evde oturmak istiyorum ve hiç bir şekilde itiraz kabul etmiyorum, bitmiştir!”
Gözlerindeki ışıltı yüzündeki gülümsemeden anladığım kadarıyla Allah’tan belasını değil, benim tepki vermeni bekliyormuş! Ah bunu beş ev önce anlaşan ne olurdu sanki?

Bana göz kırptıktan sonra ciddi bir ifadeye büründü, “Fikri bey gelin biz sizinle ev konusunu konuşalım,” dedi adamı aldığı gibi çıktı dışarı.

Madem bir şey yaptım sonuna kadar gitmeliyim değil mi?
Bina daha yeni olduğu için her şeyi yeniydi. Ne boya ihtiyacı vardı ne tadilat...

Ama alınması gereken şeyler vardı, yataktan perdeye, buzdolabından terliğe... Sanki yeni evlenecek çift gibi ev düzmemiz gerekiyordu.

Tüm bunlar içinde para gerekiyordu. Biran önce CV örneğimi çoğaltıp uygun yerlere dağıtmam lazım. Elime ne kadar para geçerse o kadar iyi olur. Zaten fuzuli yere masraf yapacağız...

Annemin verdiği para ve benim hesabımdaki para bu masraflara tabi ki yetmez ama işe girene kadar yetirmek zorundayım.

Yarım saat kadar sonra Karahan yüzünde kocaman bir gülümsemeyle yanıma geldi, “Ev işi tamam, önce gidip bir şeyler yiyelim sonra da eşya bakmaya gideriz,” dedi.

“Olmaz! Evden sonra seninle asla eşya alışverişine çıkmam. Armudun sapı üzümün çöpü diye öldürürsün beni, ay mimarla ev bakmak ne zormuş! Gidip gidip kusurları görüyorsun, aman ne olacak susayım demiyorsun,” dediğimde evlere şenlik bir kahkaha attı.

Nefesim kesildi, arkadaş bir insan böyle gülmemeli. Gözlerimi kırpıştırıp biraz olsun kendime gelmeye çalıştım.

“Merak etme, iç mimar değilim söz bu sefer zorluk çıkarmayacağım,” dedi munzur bakışlar atarken, gel de inan...
Yüzlerimizde tebessümle kapıdan çıktık, tam o anda karşı daireden bir teyze çıktı, gözleri bizi bulunca, “Aman maşallah maşallah... Pek yakışıyorsunuz,” demez mi?

“Sağ ol teyzem,” diyen Karahan’a inanamadım. Eh bizi yakıştırdılar ya ondan mutlusu olamaz. Hafif bir gülüşle cevap verip asansörün düğmesine bastım.
Evden çıkıp yakınlarda bir yerde restorana oturduk, önümüze konan mönüyü elime aldım ve içeriği inceledim. Hepsi bildiğimiz şeylerdi ama bilmem ne sosuna yatırılmış bilmem ne olarak lanse edilmişti.

Allah’tan yan taraflarında fotoğrafları varda istediğim şeyin ne olduğunu biliyorum. “Karar verdin mi?” “Evet, 14 numarayı istiyorum yanına da portakal suyu, lütfen.”
Karahan anlayışla bakıp siparişleri verdi, bende siparişler gelene kadar ev kirasını konuşmaya karar verdim.

“Emlakçılar ne kadara anlaştınız? Adamı aldın gittin sesimi çıkarmadım ama o kira ortak ödenecek,” dedim kararlılıkla bakarken. Yüzünde anlam veremedim bir ifade oluştu, “Evin kirası yok,” demez mi?
“Adam, o evi bize babasının hayrına vermedi değil mi?”

“Valla bilmem evin sahibine sormak lazım,” dedi bilmiş bilmiş bakarken.

“Karahan, benimle kafa mı buluyorsun?”

“Onu da nereden çıkardın?”

“Ev kiralıyoruz ama ücretsiz, Allah aşkına açıkla.”

“Ev sahibi senden kira almak istemiyorsa demek ki,” dedi oyunbaz bir sesle.

Her saniye bakışlarım büyürken şaşkınlıkla soludum, “Sen, evi satın mı aldın?” dedim hayret nidaları eşliğinde.

Hafifçe omuz silkip, “Belki,” demez mi?
Bu adama vur diyoruz öldürüyor resmen.
“Nasıl aldın kaşla göz arasında? Hem ne kadara aldın?”

“Ben sana ben hallederim gerisini düşünme demedim mi? Nasıl aldığımı ne yapacaksın? O evde yaşamak istediğini söylemedin mi? Söyledin, gerisiyle ilgilenme,” demez mi? Vallahi yangın var diye bağırasım geldi!
Onun üzerine gidip yüzündeki gülümsemeyi silmek istemedim ama o an bazı şeyler kafama dank etti, delirmek uğruna seven bir adam için, ev almak ne ki?

Kim bilir daha neler yapacak?

Düşüncelerime yoğunlaşamadan siparişler geldi, yavaş yavaş yemeğimizi yemeğe başladık, bir süre öğlen yemeklerimizi baş başa yediğimiz için onunla yemek yemek hiç garip gelmiyordu.

Portakal suyumdan bir yudum aldıktan sonra, bakışlarımı etrafta gezdirdim, güzel bir mekandı. Ferah ve temiz...

Tam yemeğime dönecektim ki Karahan’ın arkasındaki masadan birinin bana göz kırptığını fark ettim. Huzursuzlukla yerimde kıpırdanıp, Karahan’a döndüm. Kaçamak bakışlar atsa da yemeğini yemeğe devam ediyordu.

Belki de adamın tiki vardır değip yemeğime döndüm ama huzursuz hissediyorum.
“Bir şey mi oldu?” diye soran Karahan da gergin gibiydi.

“Yok ne olsun, ev gezerken biraz yorulmuşum acısı şimdi çıkıyor,” deyip tebessüm ettim.

Delidir ne yapsa yeridir derler ya, Karahan’ın da ne yapacağı belli olmaz, ne olur ne olmaz sorun çıkmasın diye sustum.
Bir süre sonra kafamı kaldırınca o adam gözlerimin içine baka baka öpücük attı, anın şoku yüzünden elimi kendime çekeyim derken portakal suyunu üzerime döktüm. Ne kadar geriye çekilmeye çalışam da sağ bacağımın büyük bir çoğunluğu ıslandı.

Karahan tedirginlikle ayağa kalkıp benden tarafa geldi, “İyi misin?” diye sordu ilgiyle. “İyiyim, merak etme. Ben tuvalete gidiyorum, temizlenmeye çalışacağım,” dedim mahcup bakışlarla. “Tamam,” dedi çabucak.

Tuvalete girer girmez el kurulama için konulan peçetelerden alıp ıslaklığı aldım sonra bacağıma su tutup silmeye çalıştım. Her yerim yapış yapış olacak...
Hepsi o dangozun yüzünden! Yanında erkek olan kadına, ne bok yemeye öpücük atarsın ki?

Aranıyor kesinlikle!

En az beş dakika bacağımı silmek için uğraşmışımdır, tam tuvaletten çıkacaktım ki iki kız girdi içeri.

“Ay kızım bir an inanamadım!” dedi esmer kızıl kıza.

“Ay sorma bende inanamadım, Yunan heykeli gibi adam az daha katil oluyordu,” diyerek cevap verdi arkadaşına.

“Dayak yiyen sonuna kadar hak etmiş, adamın sevdiği kıza şekil şukul yapmış, garsonlar öyle diyordu. Sen onu bunu bırak da, adam çok yakışıklıydı be!” dedi hülyalı bakışlar eşliğinde.

Duyduklarımdan sonra beynimden vurulmuşa döndüm, bu, az daha katil olacak olan, Yunan heykeli gibi adam Karahan olamaz değil mi?

Allah’ım sen koru!

****

Bölüm nasıldı?

Sizce gelecek bölümde neler olacak?

Neler olsun istersiniz?

Sizi seviyorum.

Elif Diril.

PEK KIYMETLİM Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin