❧38.BÖLÜM❧

51.3K 2.2K 200
                                    

Merhabalar nasılsınız bakalım?

Biliyorum bölüm yine gecikti ama başımı kaldıracak halim yoktu, Şu bölüm günlerdir göndermek istiyorum düzenleyecek halim bile yoktu. Kusuruma bakmayın.. Güzel bölümlerle telafi edeceğim.

Destekleriniz için çok teşekkür ederim iyi ki varsınız.

Oy ve yorumlarınızı bekliyorum düşüncelerinizi benimle paylaşın çünkü benim için önemli.

Ailemizin büyümesi için tavsiye etmeyi ve paylaşmayı unutmayın.:)

Bu bölüm hepiniz için.;)

Medya: Buğlem & Karahan

***Keyifli Okumalar Dilerim Canlarım Benim***

Arabadan inip geldiğimiz dikkatle baktım ve inanamadım. “Ama burası?” dedim hevesle delime dönerken.
“Aynen güzelim,” dedi anlamlı gülümsemesiyle yanıma gelip elimi tuttu. “Ankara’ya kadar gelip Ata’mızı ziyaret etmeden dönmek olmazdı,” dedi ve güvenliğe doğru ilerlememizi sağladı.
“Sen mükemmel birisin biliyorsun değil mi,” dedim içeri girmeden hemen önce. Sadece gülümsedi, delim benim...
Güvenlikten geçtikten hemen sonra delimin elini tuttum yürümeye başladım.
O meşhur aslanlı yola geldiğimizde içimi bir heyecan büründü anlatamam. Aslan heykellerinin yanında fotoğraf çekip gönlümüzce vakit geçirdik.
O heybetli ve göreni kendine hayran bırakan Anıtkabir’in önüne geldiğimizde sevinç naraları atacak noktadaydım. Hep burayı ziyaret etmek istemişimdir ama gelmek nasip olmamıştı.

“Teşekkür ederim,” dedim içtenlikle. Bir yandan da Anıtkabir merdivenlerini çıkmakla meşguldüm. “Ne demek kıymetlim, daha gezeceğimiz çok yer var.”
“Sen bir tanesin...”
İçeri girdiğimizde ilk dikkatimi çeken Atamızın na’şı oldu. Uzunca bir süre içeriyi gezdikten sonra Anıtkabir çevresini gezmeye başladık. Arabadan, Atamızın kıyafetlerine kadar pek çok şeyi bulunduğu yerleri gezmemiz ve Anıtkabir’den çıkmamız iki saatten fazla sürdü ama zamanın nasıl geçtiğini fark etmedim bile... İnsan geçen güzel anları fark edemiyor ama deli gibi keyif alıyor.
Anıtkabir’de çektiğimiz fotoğraflar ve yaşadığımız güzel anılarla ayrıldık oradan.

İkinci durağımız Kızılay meydanı oldu. Sanki bir film sahnesinden fırlamış gibi duran meydanda gezmek ciddi anlamda keyifliydi. İşin en iyi kısmı ise Kızılay da hangi sokağa girersen gir hep aynı noktaya çıkıyorsun kaybolma gibi bir şey söz konusu bile değil.
“Yemek yiyelim mi kurt gibi açıktım,” derken çoktan delimi Kızılay Alışveriş Merkezine doğru çekiştiriyordum.
“Olur yiyelim bakalım,” derken keyfi son derece yerindeydi. Ama beni şaşırtan bir şekilde Alışveriş Merkezine girmek yerine simit satan büfenin önüne dikildi.
Büfedeki görevliye, “Abi bize beş simit iki aydan ateşlesene,” dedi gayet rahat bir tavırla.
Soran gözlerle baksam da her hangi bir şey söylemedim. Elimden tutuğu gibi Güvenpark, yani heykellerin ve süs havuzunun bulunduğu yere geçmemizi sağladı. Yaşlı amcalar ve genç çocuklardan arta kalan banka oturduğumuzda, kolunu omzuma atıp beni yamacına çekti ve poşetin içinden simit ve ayran uzattı.
“Ne oldu kıymetlim gözlerin yine şaşkın bakıyor...”
“Hiç bir şey olmadı, iyi oldu böyle,” dedim içten bir tavırla. İlla alışveriş merkezinin yemek katında takılacağız diye bir şey yok mis gibi simit ayran...
“Ankara’ya gelip Ankara simidi yemeden dönmek olmazdı değil mi?” dedi ve göz kırpıp simidinden koca bir ısırık aldı.
Başımı omzuna yaslayıp gözlerimi heykellere diktim ve karnımı doyurdum. Sonuç olarak delim dört simidi midesine indirince oturduğumuz banktan kalkıp gezmeye devam ettik.
Özellikle Sakarya caddesinden başlayıp Olgunlar kadar dolandık ve akşamın bir körü eve girdiğimizde üzerimize değiştirir değiştirmez, kendimizi yatağa attık.
Tüm günün tatlı yorgunluğuyla gözlerimi kapattım.

Sabah alt kattan gelen tartışma sesleriyle uyandım, yataktan nasıl kalktığımı hatırlamıyorum. Konuşulan şeyleri duyamasam da tartıştıklarını anlamak için ayrıntıya ihtiyacım yok.
Hızlıca aşağı indiğimde Uraz’la karşılaşmayı cidden beklemiyordum. Sonuçta kavga etmişlerdi ve bu kadar çabuk evimize geleceğini tahmin etmezdim.
“Günaydın beyler, hayırdır sabah sabah?” dedim soran gözlerimi ikilinin üzerinde gezdirirken.

Uraz sevimli bir gülüşle bana dönüp, “Günaydın yenge, geçen gün sana hayvanlık ettim. Sonra vicdanım beni rahat bırakmadı bende, gönlünü almaya geldim,” deyince Karahan, Uraz’a bir yumruk savurdu ama Uraz bu hamleyi bertaraf etti.
“Lan sen beni delirtecek misin? Telefonla ara özür dile ne diye benim kıymetlime çiçek alıyorsun it herif! Bir de gitmiş gül almış utanmaz!” der demez Uraz’a doğru bir hamle daha yaptı. İster istemez ikiyi tebessümle izledim, çünkü delim, kıskançlıktan ziyade rahatı bozulduğu için huzursuz görünüyordu. Belki de kıskandığı için rahatı bozuldu ve bundan dolayı çıldırdı aslında ikincisi daha doğru bir tespit gibi duruyor.
Uraz, “Abi sana ne, bu mesele benimle yengem arasında karışma sen,” deyip bana döndü, “Yengelerin gülü, afettin mi?” dedi çocuk gibi bakan gözlerle.
Delim, iyice delirip, “Lan o gülleri ben senin bir yerine-” diyerek küfür savurma dan önce derin bir nefes aldım.

Uyku sersemliğimi üzerimden  atar atmaz delimin sözünü kesip, “Siz iflah olmaz mısınız? Biri özür derdinde, diğeri gül derdinde! Sabah sabah daha Afyonum patlamadı, salona geçip oturun ve şu gerginliğe son verin bende kahvaltı hazırlayacağım,” dedim otoriter bir tavırla.
“Emrin olur yenge,” diyen Uraz hızla salona kaçarken. Benden gözlerini ayırmayan delimin yanına gidip yanaklarını sulu sulu öptüm, “İnsan kardeşinin, aldığı çiçeği bile kıskanır mı?”
“Derdi çiçek almaksa gitsin lale alsın, ne bileyim orkide falan alsın! Ama içerdeki it, sırf sabah sabah beni delirtmek için gitmiş kırmızı gül almış, nasıl sinirlenmem! Gül lan gül! İnsanları gülü aşk itirafında kullanır, o it beni kudurtmak için getirmediyse bende bir şey bilmiyorum,” dedi öfkeyle burnundan solurken.
“Aşkım kendin diyorsun işte, seni sinirlendirmeye için almış, azıcık rahat ol. Arkadaşlarından hiç biri bana art niyetle yaklaşmaz, neden çünkü sizin aranızda dostluktan öte bir bağ var. Az önce yaşanan saçma tartışmayı unutalım.”

Derin bir nefes koy verip, hiç bir şey söylemeden alnımdan öptü ve Uraz’ın özür dilemek için getirdiği çiçekleri aldığı gibi salonun penceresinden aşağı attı. Onca yüksekten bir şey atmasına mı yoksa bu kadar sinirlenmesine mi takılayım anlamadım.
Uraz huysuz bir şekilde söyledi, “Abi ne yapıyorsun ya?”
Delim, Uraz’a delici bakışlar atıp, “Seni aşağı atmadığıma dua et,” dedi tehditkar bir tavırla.
“İyi be sustum! Artık seninle uğraşılmıyor da.”
“Lan beş yaşında çocuk mi var karşında! Neyimle uğraşacaksın?”

İkisinin tavırlarına bakıp bir yandan da gülerken mutfağa geçtim, zira ikilinin söylemeleri bitecek gibi durmuyor.
İkisi de çocuk gibi davranıyor, iki de bir kavga etmekten ne anlıyorlar bilmiyorum ama can sıkıcı...
Bir yandan içerdeki koca adamlara söylenip diğer yandan da kahvaltıyı hazırladım. En sonunda masaya oturduğumuzda derin bir oh çektim.

Uraz ciddi bir tavırla, “Abi, kaçta yola çıkacaksınız?” diye sordu. Tüm dikkatimi ikiliye versem de kahvaltımı etmeye devam ettim.
“Bir iki saatte çıkarız neden sordun?”
“Gitmeden Ergün’ün yanına uğra, seninle konuşacakları varmış,” dediğinde kafama bin tane soru yerleşti. Yine ne konuşacaklar Allah aşkına?
“Tamam, uğrarım.”
“Bu arada, Dinçer’le konuştum, daha doğrusu nefes almadan beni aradı, konuşmak zorunda kaldım. Evleneceğini öğrenmiş, düğüne geleceğini haber vermek için aramış,” dedi tatsız bir ifadeyle.
Karahan, anında sertleşen ifadesiyle, “Kim davet etti de gelecekmiş?” dedi.
“Valla davetsiz misafir olacak gibi görünüyor.”
Karahan, “Uraz, konuyu kapatalım mı?” dedi birden. Kafamı tabağından kaldırmadığı mi için ikilinin yüz ifadelerini görmedim.
Hiç tepki vermeden çay bardağımı alıp, “Ben eşyaları toplamaya gidiyorum, rahat rahat konuşabilirsiniz,” dedikten sonra delimle göz teması bile kurmadan, bariz bir tavırla üst kata çıktım.
Çay bardağımı rastgele bir yere bırakıp, giyinme odasına geçtim ve getirdiğim valize, kıyafetlerimi tıkmaya başladım. Bu saçma gizem olayından baygınlık geldi artık. Gizem gizem nereye kadar!
Karahan, bir panikle giyinme odasına girince, istifimi bozmadan kıyafetlerimi toplamaya devam ettim.

“Buğlem, kıymetlim, sen bir şeye mi kızdın? Eğer öyleyse söyle,” dedi arkamdan sarılırken.
“Yok canım, neye kızıyım?” dedim iğneleyici bir tonla ve kollarından çıkıp valizimi kapattım. Karahan’ı şaşkın bir halde giyinme odasında bırakıp yatak odasına döndüm. Yatağı toplarken sağlam kolumdan hafifçe tutuldum, haliyle delime doğru döndüm.
“Efendim?”
“Güzelim, ne oldu neden böyle davranıyorsun?”
“Anlamadım, nasıl davranıyorum?” dedim sinirimi belli etmemek için uğraş verirken.
“İki dakika önce gülücükler saçarken iki dakika sonra tavır almaya başladın, ben gerçekten anlamıyorum,” derken bir yandan da elini saçlarından geçirdi.

“Uraz’ı yalnız bırakma,” dedim evde misafir varken tartışmamak için.
“Çoktan postaladım bile,” dedi ve ellerini omuzlarıma koyup doğrudan bana baktı. “Ömrümün güzel kadını, söyler misin neye kızdın?”
“Karahan, sen gidip Ergün’le görüş, o sırada bende evi toparlayayım sonra konuşuruz olmaz mı?”
“Hayır, hayır kesinlikle olmaz, sen bana kırgınken evden dışarı bir adım bile atmam,” dedi ciddiyetle.
“Tamam, peki madem,” dedim ve elimdeki yastığı yatağa bıraktım. “Dinçer kim?” diye sordum sakin olmaya çalışırken.
“Yarışlara katıldığım dönem tanıştığım biri,” dedi sadece.
“Sanırım aranız pek iyi değil, o her kimse ondan hoşlanmadığına adım kadar eminim. Bu konu hakkında bilmem gereken önemli bir şey var mı?”
“Dinçer’le kanlı bıçaklı düşman değiliz, ayrıca rekabete girdiğimiz günler, yıllar önceydi. Tek derdi en mutlu günümde sinirimi bozmak ve bunlar dışında bilmen gereken bir şey yok kıymetlim,” dedi bana sıkıca sarılırken.
Nasıl başka bir şey olmaz bilmiyorum ama inşallah düğün gününde bir sorun yaşamam.
“İyi madem, sen arkadaşının yanına git bende evi toparlayayım. İki saate yola çıkarız diyorsun ama her yer her yerde.”
“Giderim ama önce o güzel gözlerinin gülmesini istiyorum.”
Bende senin geçmişinin daha az karmaşık olmasını istiyorum ama elimizden bir şey gelmiyor.
Hafifçe gülümsedim, “Biran önce işlerini halletmen çok iyi olacak. Bu arada Ergün neredeymiş?”
“İş yerinde, yani oraya gitmem gerekiyor, işte tam da bu nedenle seni yalnız bırakmak istemiyorum kıymetlim.”
“Ay sevgilim, çocuk muyum ben? Allah aşkına abartma... Gidip işlerini alet, işin uzarsa haber ver.”
“Önce bir öpücük isterim,” dedi tepkimi ölçmeye çalışırken. Hala ona sinirli miyim anlamaya çalışıyor ama bu kez yelkenleri suya indirmeye hiç niyetim yok!
Bende Buğlem Eroğlu’ysam bu gizemi çözeceğim tabi önce kaçacak yerinin olmaması lazım. Bu nedenle işlerini bir an önce halletsin de yola çıkalım araba kullanırken mecburen konuşmak zorunda.
Yanağından öpüp hızla geri çekildim, “Dediğim gibi delim, işin uzarsa haberim olsun,” diyerek tekrar hatırlatma yaptım.
“Merak etme güzelim en fazla bir saate yanında olurum,” dedi ve dudaklarımın üzerine masum sayılabilecek bir öpücük kondurdu. “Telefonunu yanından ayırma,” dedikten sonra birlikte aşağı indik.

Karahan’ı uğurladıktan sonra hızlıca mutfağı ve bulaşıkları toparladım. Sonra salona geçtim. Derken evde kullandığımız odoların hepsini temizledikten sonra duşa girdim, Karahan’ın eli kulağındadır diye hızlıca duş alıp çıktım.
Üzerime, asker yeşili dizlerimde biten etek ve siyah tişört geçirdikten sonra ayağıma krem sürdüm, doktorun söylediğinden daha hızlı iyileşecek gibi duruyor... Bir daha ütü yapmak mı Allah korusun!

Üzerimi giyinip saçlarımı yapmıştım ki telefonum çalmaya başladı, “Delim,” diyerek açtım telefonu.
“Kıymetlim, özür dilerim ama Ergün’le işimiz sandığımdan da uzun sürecek gibi duruyor, muhtemelen akşama ancak yola çıkarız. Seni almaya gelmemi ister misin? Evde yalnız kalmanın istemiyorum,” dedi sesine yansıyan suçlulukla.
“Yok delim,” dedim sinsi bir gülüşle, “Senin gelmene hiç gerek yok, ben bir kaç saat kendi halimde takılırım merak etme,” dedim rahat bir tavırla. Bir yandan konuşup diğer yandan plan yapmaya koyuldum bile. Ama bende sana sır saklamanın hesabını sormazsam...

“Güzelim, tek başına ne yapacaksın evde?”
“Dışarı çıkarım.”
“Olmaz kaybolursun!” dedi bir panikle...
“Delim, azıcık sakin olur musun? Koskoca İzmir’ de okudum bir şey olmadı, Ankara da kaybolsam kaç yazar? Hem öyle bir şey olursa konum atarım gelir beni alırsın. Akşam görüşürüz sevgilim,” dedim sevimli olduğunu düşündüğüm sesimle.
“Dikkatli ol güzelim,” dedi sadece.

Telefonu kapatır kapatmaz, anahtarları ve çantamı alıp çıktım. Birincisi bilmediğim bir şehirde dışarda olmanın heyecanı ikincisi de bile isteye delimi delirtecek olmanın keyfiyle doldum.
Siteye girip çıkarken gördüğüm kocaman M harfinin olduğu bölgeye geçtim, Daha önce bir şehri metro aracılığıyla seyahat etmek nasip olmamıştı, bir ilk daha.
Önce yürüyen merdivenlerden inip, bilet gişesine geçtim ve Ankara Kart alıp içine yükleme yaptım. Aksaray’da kullandığımız otobüs kartlarının yapısında mekanik bir kart.

Önce hangi yöne gideceğine karar verdim sonrada gelen metroya bindim. Kızılay’a giden metroya bindiğim andan hemen sonra boş bir yere oturup kulaklığımı taktım. Uzun hatta çok uzun bir zamandır, yolculuk yaparken kulaklıkla müzik dinlemiyordum iyi geldi.
Yer altında yolculuk yaptığımız için haliyle telefon çekmedi ve tam yirmi beş dakika boyunca çevrim dışıydı fakat bu müzik dinleme engel olmadı.

Trenden çıkıp, daha önce benzerini görmediğim Kızılay metro altını gezdim. Alışveriş merkezleri halt etmiş. Aradığın hatta aramadığın şeyler bile var. Öyle ki bir dükkanda fantezi kıyafetlerini gördüğümü bile söyleyebilirim. Hatta metro altına açılan Kitap Fuarı bile var.
Hal böyle olunca Metro Altı Kitap Fuarına geçip, bir kaç kitap aldım. Ne yalan söyleyeyim uzun zamandır kitap bile okumadım ve bunun eksikliğini hissediyorum.
Kızılay Metro içinde gezmemi bitirip rastgele bir yerden dışarı çıktım. Bir yanda gümrükten aldığını söylediği makyaj malzemelerini satan görevli, diğer yanda gitar çalarak farklı bir hava katan çocuk eşliğinde sokak boyunca etrafına baka baka yürüdüm. Uzunca bir süre Kızılay’ın altını üstüne getirdim ve bir sürü alışveriş yaptım.
Gezmeye öyle dalmışım ki çalan telefonumu bile çok sonra duydum.
Delim, ısrarla arıyor bekletmeden açtım, ama konuşmama izin vermeden lafa atladı.

“Kıymetlim, neredesin?”
“Ne oldu ki?” dedim memnuniyetsiz bir tavırla.
“Eve geldim, senin çoktan eve dönmüş olacağını düşünüyordum,” dedi evde olmamı istediğini belli eden sesiyle.
“Eve nasıl girdin ki anahtarlar bende,” diyerek ustalıkla konuyu değiştirdim.

“Yeldalarda yedek anahtar vardı. Neyse güzelim, neredeysen söyle ben seni almaya gelirim,” dedi itiraz kabul etmeyen sesiyle.
“Ben gelirim delim, merak etme.”
“Olmaz güzelim, saat dokuz oldu ne olur ne olmaz sen bir restorana otur ben seni almaya geleyim,” dedi gergin olduğunu anladığım sesiyle.
“Aşkım, şimdi metroya geçiyorum, yarım saate evde olurum,” dedim taviz vermeyen bir tonla.
“Tamam,” dedi ama bir afra bir tafta yetmedi bir de telefonu zank diye kapattı.

Demek ki neymiş bazı konularda beyimiz sinirlenebiliyormuş. İlla onun istediği olacak diye bir şey yok ki. Hem daha saat dokuz, delime göre geç olabilir ama bana göre gayet normal bir zaman. İşte tamda bu nedenle Kızılay metro altında biraz daha bakınıp metroya bindim. Ki uzun zamandır geçirdiğim en güzel zamanlardan biriydi.
Tahmin ettiğim gibi metro yarım saat kadar sonra evim bulunduğu durağa geldi ama metro içinde bile isteye oyalandığım için eve gelmem bir saati buldu.
İşin ilginç yanını ise metrodan çıktığımda delimi görmem oldu, demek metro çıkışında gelmemi bekledi...
Ay lise çıkışında sevgilisini bekliyor sanırsın, bir de sağ sola yürüyerek volta atıyor, Aşkım benim...
Benden tarafa dönüp geldiğini fark edince, “Nihayet! Yarım saat dedin bir saat oldu,” derken çoktan yanıma geldi. “Biraz metro altındaki dükkanlara bakındım,” dedim gayet normal bir tavırla.
“Arabaya geç!” dedi sinirli delim...
“Emredersin!” dedim iğneleyici bir tavırla.
Metro girişinin solunda park halinde olan arabaya geçip kemerimi bağladım. Karahan’da kendi yerine geçip arabayı çalıştırdı.
“Hayır olsun, suratın sirke satıyor?” diye sordum yandan bakışlar eşliğinde. Sanki neden sinirli olduğunu bilmiyormuş gibi davrandım. Ama sırf sinirlensin diye oyalana oyalana eve döndüm. Metroda telefon çekmediği için merakından kudurdu ama az bile yaptım.
Ben bu gizem olaylarından çok çektim, biraz da o merak etsin...
“Bir de soruyor musun? Meraktan öldüm kadın! Geç bir yere oturup bekle diyorum kabul etmiyorsun, hemen gelirim diyorsun yarım saat gecikiyorsun! Başına bir şey geldi sandım.”
“Başıma bir şey gelse haberin olurdu. Kara haber tez duyulur ne de olsa.”
“Buğlem, neyin var güzelim? Hayır yani sanki inadıma inadıma yapıyormuşsun gibi hissediyorum. Bilmeden canını mı sıktım?”

“Yok canım ne münasebet,” dedim iğneleyici bir tavırla. Bilmeden değil de bilerek yapıyor gibisin...
“O zaman sorun ne? Sen normalde dakik bir insansın,  gideceğin yere geç kalmazsın?” dedi sorarcasına.
İşte sırf sen merak et ama elinden bir şey gelmesin, böylece kudur diye yaptım. Tabi bunu neden yaptığını açıklamayacağım.
“Delim, metroda bin tane mağaza var, bende bir kaç güne evlenecek biriyim neticede. Bir kaç bir şey beğendim, aldım. Şimdi eve gittiğimizde annem, kına süsleri diye tutturacak, başımın etini yiyecek. Bende önceden hazırlıklı olsun diye bir kaç parça bir şey aldım, kitap fuarının gezdim. Kısaca kendimi kaybettim, olur arada böyle şeyler sevgilim çokta takılmamak lazım,” dediğimde sustu hiç bir tepki vermedi.
“Bu arada biz nereye gidiyoruz? Zaten evin önünde değil miydik?”

“Aksaray’a dönüyoruz güzelim, Annen sana ulaşamamış beni aradı, Bursa’dan dedenler gelmiş ve seni evde göremeyince kıyameti koparmış. Neymiş efendim müstakbel karımla evlenmeden tatile çıkamazmışım! Bak sen dediklerine! Sanırsın yiyeceğim seni... Tabi adamın, oğlunun yaptığı pislikler den haberi yok, bizim de birlikte yaşadığımızı bilmiyor. Haliyle seni erkenden karım yapmaya karar verdiğimi düşünüp oğlunun burnundan getirmiş,” dedi sinirden direksiyonu sıkarken.
Zoruna gitmiş belli, hem dedemin lafları hem de geç gelmem delirtmiş...
“Geri kafalı ihtiyarın teki! Doksan yaşında adam, delim, ne yapacaksın şu saatten sonra fikrini değiştiremeyiz, ayrıca daha seni tanımıyor bile.”
“Bir tek senin deden olsa yine iyi! Bizimkiler de Trabzon’dan gelmişler, vay efendim neymiş nişanlı kızı kafama estiği gibi alıp götüremezmişim! Yarın öbür gün bacımı götürmek istediklerinde eyvallah demem gerekirmiş. Susmadılar bir dakika susmadılar!” dedi tüm sinirli burnundan soluyarak gösterirken.

Delimin aile büyüklerini tanımadığım için doğal olarak gerildim, “Sizinkiler nikaha katılacak mıydı?” diye sorarken acı bir şekilde düğün dışında her konuyu konuştuğumuzu fark ettim.
“Sadece aile büyükleri gelecek güzelim.”
“Aşağı yukarı kaç kişi gelir peki?”
“Net rakam veremem ama en az yüz kişi olur diye tahmin ediyorum.”
“Ne? O kadar çok mu?”
“Çok değil kıymetlim az bile, daha önce de söyledim bizim düğünler kalabalık olur. Ayrıca işin ucunda senin kınanda var, daha kına için gelenlerde olacak, gelenler nikaha da kalır o şekil yani.”
“E madem o kadar insan gelecek, biz ne diye düğünü Ankara’da yapıyoruz ki, burada yapsaydık olurmuş,” dedim hala duyduklarımı sindirmeye çalışırken.
Aile arasında düğünde sadece anne baba ve en fazla dede nine olur yani bu kadar kalabalığa ne gerek var ki? Zaten düğün olacak...

“Olur mu öyle şey güzelim, nikah başka düğün başka...”
“Ben bir annemi arayayım bakalım kaç kişi gelmiş, ay inşallah yatağımdan olmam!”
Delimin bir şey demesine fırsat vermeden telefonuma sarılıp annemi aradım.
Dakikasına açtı, “Sen ne kadar rahat bir kızsın vallahi anlam veremiyorum! Biz burada senin kınan için uğraşalım sen git Ankara’nın altını üstüne getir! Kızım senin sülalen rahat mı ha annem bir söyle?” dedi daha telefonu açar açmaz.
“Vallahi azar işitmede dünya rekorunu kırdım. Anne seni de tebrik ederim kimse on saniyede bu kadar çok azar edemez, pes vallahi pes. İnsan nasılsın diye sorar yada konuşmama fırsat tanırdı.”
“Dilde pabuç gibi. Laf yetiştirmeyi boş ver de söyle bakalım neredesiniz?”
“Yola çıktık, iki üç saate orada oluruz.”
“İyi edersiniz, deden kız gitti elden demeye başladı. Sanırsın senin namus bekçin? Laflarıyla sinir etti beni! Hoş oğlu öğretmen olup, kızını sevmediği birine vermeye çalışırsa, babasından da pek bir medeniyet beklememek lazım. Neyse kızım sağ salim  gelin de ben bir şey istemiyorum,” dedi sonlara doğru yumuşayan sesiyle.
“Merak etme annem, geliriz.”
“İyi yolculuklar, görüşürüz.”
“Teşekkür ederiz,” dedim ve telefonları kapattık.

“Dedem namusumun derdine düşmüş! Sanki ona kaldı, annemde onun laflarına delirmiş, bir de nişan, düğün işlerinin telaşıyla ne yapacağını şaşırmış durumda,” diyerek açıklama yaptım.
“Dese de bu dedeler başımıza iş açacak diye.”
“İnşallah bir sorun yaşamayız delim, cidden takatim kalmadı, o ihtiyarları kovalarım haberin olsun,” dedim ciddiyetle.
Namusum, ne benim, ne de Karahan’ın dedesine kalmadı! Valla ters bir laf diyenin anlını karışlarım! Nokta...

****

Yeni bölüm Cuma günü gelecek canlarım benim.

Bölüm nasıldı?

Sizce gelecek bölümde neler olacak?

İkilimiz neler yaşasın istersiniz?

Genel düşünceleriniz nedir?

Sizi seviyorum.

Elif Diril.

PEK KIYMETLİM Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin