❧7.BÖLÜM❧

88.2K 3.5K 246
                                    


B

ölüm şarkısı, Buraya Deli Divane:)

Merhabalar nasılsınız bakalım?
Yorumlarınıza dayanamayıp hemen bölüm yazdım, umarım beğenirsiniz.;)

Oy ve yorumlarınızı bekliyorum...;) Desteklerinizi eksik etmeyin.

Yorumlarda görüşmek dileğiyle ♥

Instagram: elifdrl_

Medya: Karahan & Buğlem

***Keyifli Okumalar Dilerim Canlarım Benim***

Bir panik ve korkuyla tuvaletten çıktım ve hiç beklemediğim bir kişiyi karşımda buldum, öfkeden gözleri kararmış burnundan soluyan bir vaziyette bana bakıyordu.
Hiç bir şey söylemeden elimi tuttuğu gibi beni, peşinden sürüklemeye başladı. Öfkeli hali, konuşmaması...
Az daha katil olacak Yunan heykelinin, tam yamacımdaki adam olduğunu vurgular nitelikteydi.

Seslice yutkundum, sinirliyken neler yapabilir hiç bir fikrim yok, bu da beni fazlasıyla geriyor.
Onun öfkesi yüzünden arabaya nasıl bindik anlayamadım bile, sadece bir an çantamı uzatmıştı onu hatırlıyorum gerisi yok.
On beş dakikalık ilerlemeden sonra arabayı durdurdu ama siniri hala varlığını koruyordu, nereden mi anladım? Direksiyonu sıkan ellerinden.

Biraz çekingen bir şekilde, “İyi misin?” diye sordum.
Sorumu duymamış gibi, “Neden söylemedin?” dedi buz gibi bir sesle.
“Neyi neden söylemedim?” diyerek biraz zaman kazanmaya çalıştım. Sahi neden söylemedim, o adamın bana sarktığını?

“O adamın sana yaptığı itlikleri neden söylemedin?” diye sordu sıkılı dişleri arasından.
“Ben adamın tiki var sandım,” diyebildim biraz da vicdan azabıyla.
“Nah tiki var! Şerefsiz piç!” diye gürleyip çıktı arabadan. Peşinden gitmekle gitmemek arasında kaldım. Muhtemelen sinirini benden çıkarmamak için arabadan çıktı.

Öfkeli bir Karahan bin kaplan gücünde olabiliyormuş bunu anladım. Kim bilir diğer adam ne haldedir?
Hak etmedi mi? Sonuna kadar hak etti ama benim yüzümden Karahan’ın başının belaya girmesini istemem.
Kendime düşünme fırsatı vermeden arabadan çıkıp, sakinleşmek adına derin nefesleri alan, Karahan’ın yanına gittim.

“Öfken daha ne kadar sürecek?” dediğimde bir bakışı vardı ki akıllara zarar...
Asla bitmeyecek der gibi bakıyordu.
“Karahan, hadi eşya bakmaya gidelim,” diyerek düşüncelerini başka bir yöne çekmeye çalıştım.
“Bana söylemen gerekiyordu! Tedirginlikle kasılıp durmaktansa bana anlatman gerekiyordu.”
Bu konuda biraz haklı ama benim açımdan da düşünmesi gerekiyor, nasıl anlatabilirim ki?
“Ben, senin başın belaya girmesini istemedim.”

“Girsin! Benim başım belaya girsin. Lan adam sana öpücük atmış!” dediğinde gözü dönmüş gibiydi. Yanındaki kadına öpücük attılar diye mi sinirliydi, yoksa bana öpücük attılar diye mi sinirliydi pek anlamadım.
“Karahan, daha fazla geç olmadan eşya bakalım, evi toparlamak fazlasıyla zaman alacak zaten,” diyerek bir kez daha konuyu değiştirme çabasına girdim.
“Gidelim!” dedi sadece. Ne kadar süre bu konu yüzünden tavır alacak bilmiyorum tek isteğim uzun sürmemesi.

Sessizce arabaya bindik ve mobilya mağazasının önüne gelene kadar da konuşmadık. Arabadan inmeden önce Karahan’a bir bakış attım ve öfkesinden hiç bir şey kaybetmediğini gördüm.
Mağazadan içeri girmeden hemen önce koluna girdim, böyleyken onu kontrol etmek daha kolay olur diye umuyorum.

İçeri girdiğimizde hemen bir görevli karşımıza çıktı, “Hoş geldiniz, nasıl yardımcı olabilirim?” sorusuyla biraz olsun rahatladım.
Karahan’ın konuşmayacağını anlayınca, “Oturma grubu, mutfa masası, yatak gibi ürünlere bakmak istiyoruz,” dedim tebessümle.
“Tabi efendim şuradan buyurun.”
Görevlinin peşinden ilerledik, öncelikle oturma gruplarına baktık, yeni ve pek çok modelin içinde kalakaldım.
Evde Karahan’la birlikte kalacağım için, onun içinde kullanışlı olan renkleri incelemeye çalıştım ama bir oturma grubunda karar kılamadım. Benim halimi gören Karahan biraz keyiflendiyse de bir kez ağzını açıp tek kelime söylemedi.
Nedeni ise çok açık, uslu duracağını ve hiç bir şeye karışmayacağını söylediği için etkiye sütlüye karışmadan beni izliyordu.

Durdum duramadım karşısına dikildim, “Daha ne kadar tek kelime etmeden bekleyeceksin?” dedim bir bezginlikle.
Gözlerindeki ifade ve hafif gülüşü tepkime memnun olduğunu vurgular nitelikteydi, “Konuşmam gereken bir durum olduğunu düşünmüyorum, ev konusunda seni bunalttığım için, iç dekorasyonu tamamen senin zevkine bırakıyorum,” dediğin sinirle çığlık atasım geldi.
“Şeytan diyor ki tüm evi pembe ve turuncu yap sonra gününü görsün!” diyerek söylene söylene oturma gruplarının olduğu bölgeye gittim. İşe yaratacağın zaman sus zaten...
Ah bir de kahkaha atıyor, uyanık deli...;)
Ne kadar süre koltukların tepesinde gezip rahatlık testi yaptım bilmiyorum ama en sonunda sütlü kahve tonlarında modern bir takımda karar kıldım. Koltuk takımına uygun orta sehpa ve bir iki dolapta almayı ihmal etmedim.





Oturma odası seçiminden sonra mutfak içinde çok yer kaplamayan dikdörtgen kesim, mutfak dolaplarının rengine uygun bir masa aldım. Ki seçtiğim tüm mobilyaların fiyatlarını kontrol etmeyi ihmal etmiyordum. Ne kadar bütçemizin olduğunu bile bilmiyorum ama en azından kendi bütçemin ne kadar olduğunu biliyorum. Şuana kadar bütçemi aşmadım, yani her şeyi ortak ödeyeceğimizi düşünürsek...
Sıra yatak odası takımlarına geldiğinde Karahan’ı tuttuğum gibi peşimden sürükledim. Kendi odası için seçimi o yapacak, yapmalı.

“Evet Karahan bey, yatak odası takımınızı seçin,” dedim hızla.
Omuz silkip, “Sen seçebilirsin,” dedi rahat bir şekilde. Gözlerindeki eğlenen ifadeyi görmesem yemekteki olay yüzünden bozuk atıyor derdim ama daha çok benim bocalamış halimle eğleniyordu.
“Yemin ederim bir metre yatak alırım, yarı tarafın dışarda yatarsın!” dedim bariz bir şekilde tehdit ederken.
Güzel bir gülümseme gönderip elimi tuttu, “Seçelim bakalım,” dedi, tehdidimden hiçte korkmuş görünmüyordu.

Daha sonra kendi odası için normal yatak boyutlarından daha büyük olan bir yatak seçti. Yatağın normal yataklar gibi ayakları yoktu, doğrudan yerle bağlantılıydı, hatta yatak başlığı bile yatakla birleşik bir haldeydi ve bu haliyle aşina olduğumuz yataklardan farklı olduğunu gösteriyordu.
Modern ve şık olduğunu söylemeden geçemeyeceğim.





Odası için gri tonlarında seçtiği yatağa uyumlu, siyah büyük kıyafet dolabı, açık gri halı ve yine gri tonlarında avize alıp alışverişini sadece yarım saate tamamladı. Oysa ben bir oturma grubu için en az bir saat harcamıştım.
İş kendi odamıza düzenlemeye geldiğinde biraz daha rahattım.
Görevliye dönüp, “Beyaz renginin ağırlıklı olmasını istiyorum,” dedim.

Önce katalogdan örnekler gösterdi ama pek hoşuma giden olmadı sonra örnek olarak düzenlenmiş yatak odası modellerini inceledim, içlerinden beni en çok yansıtan ve maiyeti en uygun olan modeli seçtim.
Biraz klasikti ama hoş duruyordu.
Yatağın başlıkları tozpembe geri kalan kısımları beyazdı, yatağa uygun beyaz bir dolap ve makyaj masası seçtikten sonra derin bir nefes koyuverdim.





Evde eksik olan halıları ve perdeleri seçtikten sonra biraz daha rahatladım, hele Karahan, çalışma odasını kendi dekore etmek istediğini söyleyince, tabiri caizse havalara uçtum.
Çalışma odası için mobilyalar da seçildiğinde  bir rahatlama aldı beni, “Allah’ım bir an hiç bitmeyecek sandım,” dedim bezgin bir şekilde yürürken.

“Bence çok keyifliydi,” diyen Karahan’a öldürücü bakışlar gönderdim.
“Tabi bende bir köşeye oturup, sadece odamın eşyalarını seçseydim bende keyif alırdım. Ha bir de çalışma odasını dekore  ettin, ama ben diğer işlerle uğraştım, resmen beynim yandı, bu koltukla uyumlu olur mu? Yok efendim perdeler yakışır mı? Başka acil olarak almamız gereken ne olabilir? Sorularıyla az daha ruhumu teslim edecektim,” diyerek huysuz bir şekilde söylenmeye devam ettim.
“Benim bir suçum yok, böyle olmasını sen istedin,” dedi hala gülen gözleriyle.
“İstedim ama pişman oldum, yok bir daha asla tek başıma bir işe kalkışmayacağım.”

Beni tek hamlede yanına çekip kolunu omzuma attı, “İlerde yemek takımlarının olduğunu gördüm, istersen bir model seçelim, malum onlarda ihtiyaç var,” dedi doğrudan gözlerimin içine bakarken.
Gel tabak çanak alalım demiyor da, gel ömrüme ortak ol der gibi bakıyordu.
“Ta..tamam,” dedim güç bela.

Dükkanın diğer tarafında olan yemek takımı gibi mutfak malzemelerini de seçtikten sonra kasanın yolunu tuttuk...
İşte asıl sorun burada başlıyordu. Aldığımız tüm eşyaları ortak ödemeyi teklif edeceğim bakalım nasıl bir tepki alacağım?
En ufak şeyi bile, ödememi istemeyen Karahan’ı ikna etmek zor olacak ya Allah’tan hayırlısı.

Kasaya geldiğimizde görevli bize 23 bin liralık bir hesap çıkardı ve pek çok şeyi aynı dükkandan aldığımız için 3 bin lira indirim yaptı. Yani sözün özü 20 bin lira ödememiz gerekiyor.
“Karahan, biraz benimle gelir misin?” dedim yumuşak bir sesle.
“Ne oldu, bir sorun mu var?” diye sordu meraklı bakışlar eşliğinde.
“Seninle bir şey konuşmak istiyorum, biraz gelir misin?”

Hafifçe başını sallayıp benimle geldi, meraklı ve soru soran bakışlarını üzerime diktiğinde nefes almadan konuşmaya başladım, “Aldığımız eşyaların borcu birlikte ödeyeceğiz, kesinlikle itiraz kabul etmiyorum,” dedim kararlılıkla.
“Buğlem, saçma saçma konuşma,” dedi ciddiyetle.

“Bunun neresi saçma? Aynı evde yaşayacağız, bazı şeyleri ortak yapmamız gerekiyor. Her şeyde sana yük olamam,” dedim hızla.
“Buğlem, bu konu tartışmaya açık değil, sen beğen, ben alırım. Senden para alacak değilim,” dedi biraz tavırla.
“Benden para almayacaksın, parayı bu dükkanın hesabına yatırırım, madem bir yola çıktık bir şeyleri paylaşmamız gerekiyor.”

Sinirle güldü, sağ elini saçlarının içinden geçirip, “Asla bunu kabul etmem. Eğer evleniyor olsaydık tüm bu masrafları zaten yapacaktım,” dedi kendi görüşünü savunurken.
“İyi de evlenmiyoruz ki! Ev arkadaşı oluyoruz,” dediğimde bir anda gözü döndü, kolumdan tutuğu gibi hırsla dükkandan çıkardı ve arabaya sürükledi.

Arabanın yanına geldiğimizde bile burnundan soluyordu, sırtım arabanın kapısına yaslandığında doğrudan önünde durdu ve iyice yaklaştı.
“Bir, asla arkadaş değiliz, olmayacağız,” dedi özellikle arkadaş kelimesine vurgu yaparken.
“İki, şuan evlenmemiş olmamız, evlenmeyeceğimiz anlamına gelmiyor,” dedi ve iyice yaklaştı, dudaklarını kulağımın hizasına getirdiğinde bedenimi bir titreme aldı.
Az önce aleni bir şekilde evlenme teklifimi aldım?
Yok artık!
“Üç, yanında ben olduğum müddetçe para harcamana izin vermeyeceğim. Şimdi beni arabada bekle, alış verişi tamamlayıp geleyim,” dedi sonra doğru yumuşayan sesiyle.

Avcumun içine araba anahtarlarını tutuşturup hızlı adımlarla uzaklaştı. Hah, sen inatsan ben, senden inadım!
O evin bir dünya eksiği var, bakalım onları alırken de böyle erkeklik taslayabilecek misin?
En kolayı gidip beyaz eşyaları alırım. Bakalım o zaman ne yapacaksın? Eşyaları geri gönderecek halin yok ya...
Bir süre Karahan’ın arkasından baktıktan sonra da derin bir soluk verdim. En iyisi Karahan’ın kardeşi Kumru’yu arayıp bir iki tüyo almak.

Kardeşimle konuştuktan sonra telefonumu kapatmıştım ve açmaya da niyetim yok, babam peşime düşmez belki ama o sırıtık Engin’in sağ solu belli olmaz. Gerzek peşime falan düşer, hiç onunla uğraşacak dermanım yok, hele en ufak bir olayda gözü dönen Karahan yanımdayken Engin’in bizi bulması intihar olur.
Çevreye göz attığımda bir telefon dükkanı dikkatimi çekti, hızlıca dükkanın yolunu tuttum.

İçeri girdiğimde güler yüzlü dükkan sahibi karşıladı beni, “Hoş geldiniz, nasıl yardım edebilirim?” diye sordu ilgiyle.
“Ben, bir telefon, bir de hat almak istiyorum,” dedim çabucak ve devam ettim, “Hat bilgilerimin gizli tutulmasını istiyorum, olur olmadık insanların takip etmeyeceği bir hat olsun istiyorum ve numaramın bilgim dahilinde paylaşılması engellensin.”
“Hallederiz, telefon olarak istediğiniz bir model var mı?” “Kullanışlı ve uygun fiyatlı bir telefon olursa çok iyi olur.”

“Tabi şöyle yardım edeyim.” Görevlinin gösterdiği telefonları ve özellikleri incelerken hat işlemleri yapılıyordu. Sadece bir an Karahan’a haber vermem gerektiğini düşündüm ama telefon demeyeceğim için işlemleri hızlı halletmekten başka şansımın olmadığına karar verdim. Neyse o, 20 bin lirayı öderken ben işlemlerimi ancak  hallederim.
Hat ve telefon işi bittiğinde biraz olsun özgür hissettim, en azından acil bir durumda telefonsuz kalmayacağım.

Telefon ve hat için bin lira ödeyip dükkandan çıktım, bir elimde de sıkı sıkı arabanın anahtarını tutuyordum. Temmuz ayında olduğumuz için akşamın sekiz olmasına rağmen hala hava kararmamıştı, bu nedenle ilerde bir kalabalık dikkatimi çekti. Hızlı hızlı kalabalığa yürürken arabanın olduğu yere ulaşmaya çalışıyordum.
Kaza falan olmuş olmasın?
Kalabalıktan kurtulup arabaya ulaştığımda hiç düşünemeyeceğim bir görüntüyle karşılaştım. Karahan, tıpkı hastanede başıma yemek tepsisini attığında olan gibi tüm öfkesiyle yumruk atıyordu.

Bu sefer yumruklardan nasiplenen arabanın camı olmuştu, bacaklarım beynimin aksine hareket edemezken arabanın camı bir anda parçalandı.
Allah’ım bu adam yine neye sinirlendi?

Biraz korku, biraz tedirginlikle yanına yaklaşmaya çalıştım, çevredeki insanlar Karahan’ı durdurmaya çalışıyorlardı ama bu boşa yapılmış bir uğraştı.
Onun bu sinirden gözü dönmüş halinin beni korkutmadığını söyleyemeyeceğim.

Titrek bir nefes alıp, “Karahan,” dedim.
Sesimi duyduğu anda, ağır çekimle bana doğru döndü, öfkeden kızarmış yüzü, cam kırıkları yüzünden kanayan eliyle bir katili andırıyordu.
Hiç beklemediğim bir şekilde ve sert ses tonuyla, “Nerdesin lan sen!” diye öfkeyle soludu.
Konuşma tarzına bakılırsa öfkesinin sınırlarında olduğu kesin.
Sert tepkisi yüzünden biran bocaladım, “Şey ben. Şey gittim... Şey aldım,” derken kekelemeden edememiştim.
“Ne?” dedi sıktığı dişlerinin arasından.

“Telefon ve hat aldım, sana haber verecektim ama telefonla arayamazdım. Haber de veremedim, aslında dün buraya geldiğimizde alacaktım ama malum uyuyordum,” dedim çabucak durumu açıklarken.
Sadece, “Arabaya bin!” dedi sert bakışlar atarken.

Bunun neyine kızdı ki? Tamam haber vermem gerekiyordu ama o da biraz fazla tepki veriyor.
Arabanın düğmesine basıp kapıları açtım ve mecburen arka koltuğa oturdum. Benim oturduğum yolcu koltuğunun camı, tuz buz olduğu için oraya oturmam olanaksızdı. Karahan’da kanayan eline rağmen hızla koltuğa oturdu, hiç konuşmadan anahtarı ona uzattım ve cama döndüm.

Alt tarafı haber vermeden bir şeyler almaya gittim, bu kadar yaygara koparmasına ne gerek vardı ki?
Dün gece kaldığımız otele gelene kadar ağzımı bile açmadım, odamıza çıktığımızda yüzüne bile bakmadan kendi tarafıma geçip kapıyı kapattım.

Sinirden deliye dönmesine ne gerek vardı?
İşte bu soru bazı şeyleri açıklıyordu, delirmek uğruna seven adam, sevdiğini bıraktığı yerde bulamayınca delirmesi muhtemeldi.
Ondan habersiz bir yere gittiğime değil de, onu bırakıp gittiğimi düşündüğü için sinir krizi geçirmiş olabilir.

Bugün fazlasıyla sağ sola yumruk salladığı için sağ elinin ağrıdığına eminim, üstelik cam yüzünden elini de kesmişti. Bu durum iyice canımı sıktı, moralimin bozulduğunu söylememe bile gerek yok.
Çantamı yatağın üzerine atıp odadaki banyoya gittim ve ilk yardım malzemelerini bulma umuduyla dolapları karıştırdım. Neyse ki ilk yardım çantası vardı, içindeki batikon ve merhemleri kontrol ettim. Hiç biri açılmamış ve son kullanma tarihleri geçmemişti.

Suratım asık bir şekilde Karahan’ın kaldığı bölgeye daldım. Benim geldiğimi gördüğünde elinde tuttuğu kağıdı cebine tıkıştırdı. Kağıt diyorum ama muhtemelen o hep baktığı fotoğraf...
Teklifsiz ısrarsız yanına oturdum ve hiç yüzüne bakmadan sağ elini dizimin üzerine koydum, sadece akan kan dursun diye peçete sarmıştı. Ne güzel...
Kanlı peçeteyi alıp önce yarayı kontrol ettim, içinde cam parçalarının kalmaması gerekiyor. Canını yakıyor muyum? Sorusu beynimi kurcalarken, yarayı temizleyip sardım. İşim bittiğinde hiç bir şey söylemeden kaldığım odaya geçip kapıyı kapattım.

Eskişehir’e geldiğimiz ilk günden, iki defa yumruklarını konuşturacak bir sebep bulmuştu.
Hani deli diyorlar ya, hah gerçekten aşık deliydi.

Bacağıma dökülen portakal suyu aklıma gelince doğruca duşa girdim, önce suyu ayarlamak bir işkence gibi gelse de sonunda suyu ayarlayabildim.
Banyoda bulunan minik kutulardaki şampuanları kullanarak yıkandıktan sonra banyo dolabında bulduğum, paketli bornozla kurulandım.
Üzerimi hızlıca giyinip, çıkardığım kıyafetleri banyo küvetinde yıkayıp, banyoda bulunan kaloriferin üzerine astım.

Tam banyodan çıkmıştım ki yatağımın üzerinde oturan Karahan’la karşılaştım. Yüzündeki pişman olmuş ifade vicdanıma dokunmuştu.
“Benim tarafımda banyo yok, iznin olursa kullanabilir miyim?” Bir saat kadar önce, arabayı yumruklayan o değilmiş gibi masum bakışlar atmıyor mu? Ölesim geliyor...






“Elini ıslatma ve keyfine bak,” dedikten sonra kapının önünden çekildim. Yine de tavırlı halimi koruyorum, belki ilk tepkisinde kendince haklıydı ama ikinci tepkisi tamamen haksızdı yani bence.

Karahan sakince banyoya girdi ve kapıyı kapattı.
Yeni aldığım telefonu şarja takarken aklıma gelen düşünceyle ellerimi nereye koyacağımı bilemedim.
Allah beni bildiği gibi yapsın!

Kıyafetlerim neyse de, iç çamaşırlarımı da çeyiz dizer gibi dizmiştim! Renkleri kırmızı olmak zorunda mıydı sanki?
Hayır yani, Karahan sıradan biri olsa neyse de, delirmek uğruna seven adamdan söz ediyoruz, ah iç çamaşırlarımı gördüğünde kim bilir neler düşünecek!
Hayal kurmasa bari...

****

Bölümü beğendiniz mi?

Sizce gelecek bölümde neler olacak dersiniz?

Kızımız mı hakkı yoksa Yunan heykeli tipli oğlumuz mu haklı?

Yorumlarda belirtin, neler okumak istersiniz?

Sizi seviyorum.

Elif Diril.

PEK KIYMETLİM Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin