Geçmiş Zaman Olur Ki- Tamamlanmayan Parça

Start bij het begin
                                    

Bakışlarını kadının meraklı gözlerine odaklayıp bir çırpıda söyleyiverdi genç kız.

"Melek'i... Melek'i soracağım."

Genç kızın ağzından dökülen ismi duyar duymaz kadının yüzündeki bütün kan çekildi. Destek almak istercesine kapıya dayadı elini.

"Kimsin sen!" dedi, genç kıza hayalet görmüşçesine bakarken.

Kadının sesinde gizlenmiş tınıyı adlandıramadı Berrin. Kim olduğunu sorgulamalarını bekliyordu elbette; ama yüzünün bu denli küle çalacağını tahmin etmemişti.

"Kızıyım..." dedi, aynı vakur tavırla.

Kadının şaşkınlığı bir nebze daha arttı. İnanmaz gözlerle bakakaldı genç kıza.

"Berrin! Berrinsin sen, öyle mi?" dedi, kapıyı iyice açıp kıza sarılırken.

Hayal meyal hatırlıyordu annesini Berrin... Sisli bir perdenin ardında kalmıştı sanki yüzü; silik, unutulmaya yüz tutmuş... Bir tek gözleri tüm canlılığıyla duruyordu hafızasında. Bırakıp gittiği o günden geriye, o ânı kalmıştı yalnız; annesinin ağlamaktan kızarmış, nemli gözlerini tüm gerçekliğiyle anımsıyordu.

On yedisindeydi daha genç kız. O sene üniversite sınavını kazanmış, tıp fakültesine başlamıştı. On iki yıldır beklediği fırsat nihayet ayağına gelmişti. On iki yıldır gözleri yollarda bekliyordu. Yıllardır içindeki umudu yitirmeden, beklediğinin gelmediği her günün sonunda yeni bir bahane üreterek, mahkûmiyetini sonlandıracak günleri sayar gibi saymıştı geçen zamanı. On iki sene ne gelen ne de giden olmuştu... Yetimhanenin penceresine yapışıp yol gözleyen o kız çocuğu büyümüştü.

Kadın Berrin'e doladığı kollarını çözer çözmez, "Geç içeri, geç. Kalma kapıda," dedi.

Genç kız şemsiyesini kapayıp bir köşeye bıraktıktan sonra mahcupça eğilip ayakkabılarını çözmeye koyuldu. Islanmış çoraplarını çıkarıp ayakkabılarının içine sıkıştırdı, yüzünün kızarmamasını umarak açıklamaya çalıştı kadına. "İçeriler batmasın, çıkarayım..."

"Geç kızım geç, yenisini veririm ben sana."

Minnetle gülümseyip, kadının ardından içeriye geçti Berrin. Girer girmez yüzüne çarpan sıcaklık soğuktan uyuşmaya başlamış bedenine iyi gelmişti. Sobanın hemen yanına yerleştirilmiş yer minderine oturmuş çocuğu tersleyip kaldırdıktan sonra, genç kızın tüm itirazlarına rağmen onu oturttu kadın. Kapısı sıkıca kapatılmış iç odaya geçip çok geçmeden elinde temiz bir çift yün çorapla döndü. Kendisine uzatılan çorabı itiraz etmeden alıp giydi genç kız.

"Çok gecikir mi Haydar Bey? Benim vakitlice yurda dönmem lazım da..."

"Yurtta mı kalıyon?" diye merakla sordu kadın. Merakı rahatsız eden cinsten değildi. Her ne kadar ilk kez gelmiş olduğu bu evde, tanımadığı bir kadına cevap veriyor olsa da beklediği kadar gerilmemişti genç kız. Kadında onu rahatlatan bir şeyler vardı.

"Evet, üniversiteye yakın devlet yurdunda kalıyorum," dedi Berrin. Kolundaki saate sıkıntıyla baktı. Fazla vakti yoktu, kaldığı yurt karşıdaydı. Geç olmadan yeniden yola koyulmalıydı.

"Gecikir mi eşiniz?" diye sordu, hâlâ kendisini inceleyen kadına.

Adamın bahsi geçer geçmez yüzü düştü kadının.

"Boyu devrilsin, kim bilir ne zaman keyfi gelir de girer eve?"

"Gecikir yani?" dedi genç kız, hayal kırıklığına engel olamadan. Sonra şefkatli bakışlarla kendisini süzen kadın, yeni bir umut ışığı yaktı zihninde.

"Siz biliyor musunuz annemin yerini?"

Kadının rengi, tıpkı annesinin adını ilk duyduğunda olduğu gibi kaçtı yeniden. Bakışlarını Berrin'den kaçırıp odanın diğer köşesine çevirdi.

"Duymadın mı? Haberi gelmedi mi sana?" dedi, belirli belirsiz.

Kadının söylediklerini anlamlandıramadı Berrin. Ne duyması gerekiyordu? Hem nasıl duyacaktı ki, yıllardır ailesi sayılacak hiç kimseyle konuşmamıştı.

"Hiçbir şey duymadım... Evlendi mi? Evlenmiştir tabi, ne yapacak... Çocukları oldu mu benden başka? Mutlu mu?" Nefes almadan ardı ardına sıralıyordu sorularını Berrin. Sesinde ne kırgınlık ne de kızgınlık vardı. Annesinin onu bırakırkenki çaresizliğini anlıyordu; hak vermiyordu belki ama anlayabiliyordu. Gencecik yaşta dul kalmış bir kadının çaresizliğini nasıl olur da anlamazdı? Belki kocası olacak adam izin vermemişti onu görmesine, belki taşınmışlardı... Suçlamıyordu annesini... Tek arzusu onu yeniden görebilmekti. İyi olduğunu duymak istiyordu sadece... Belki mümkün olursa sarılır, hasret giderirlerdi. Belki ara sıra görüşürlerdi...

Berrin'in kırık bir tebessümle sıraladığı cümleleri duyar duymaz ağlamaya başladı kadın. Bakışlarını tekrar genç kıza çevirip üzgün gözlerle süzdü yüzünü. "Keşke evleneydi evladım, keşke öyle olaydı..."

Kadının söyledikleriyle iyice karıştı Berrin'in kafası. Evlenmediyse madem neredeydi annesi? Bunca yıl neden bir kere bile aramamıştı kızını?"Nerede o zaman annem? Neden aramadı beni hiç?"

Onun da gözyaşları akmak için fırsat kolluyordu şimdi. Gözyaşlarını başındaki eşarbın uçlarına silen kadına bakıp merakla vereceği cevabı bekliyordu.

"Öldü anan kızım! Öldü..."

Kadının ağzından dökülenler bir bir battı Berrin'in içine. Yanı başında gümbürdeyen sobaya rağmen buz kesti içi. Bir damla yaş süzüldü yanaklarından aşağıya, onu bir diğeri izledi, sonra bir diğeri daha...

"Öldü mü..." dedi, belirli belirsiz. Sanki bir kez de kendi ağzından duyarsa inanması daha kolay olacaktı. Sanki sesli söylerse kabullenebilecekti. Sanki dillendirirse buza kesmiş içi bir nebze olsun çözülecekti.

23U8j

Hüzün Yağmurları-(Kitap Oldu)Waar verhalen tot leven komen. Ontdek het nu