Geçmiş Zaman Olur Ki-Kayıp

En başından başla
                                    

Servise girer girmez alışık olmadığı bir sakinlikle karşılaştı genç kadın. Ayşe hemşireyle yaptığı ufak bir görüşme sonunda, hastanın oğlunun geldiğini ve odada beklediğini öğrendi. Oda kapısında durup birkaç saniye sonra buna sevineceğini bilmeden son kez derin bir nefes aldı. Kapıdan adımını attığında beklemediği bir tabloyla karşılaştı.

Batan güneşin ardında bıraktığı kızıllık inceden odaya süzülmüş, az sayıdaki eşyayı zor seçilen bir gölgenin içinde bırakmıştı. Yüzünü pencereye çevirmiş, dalgın gözlerle dışarıyı izleyen adamın yüzü profilden belli belirsiz seçiliyor olsa da, onu tanımak için daha fazla detaya ihtiyacı yoktu Berrin'in. Adamın yüzü ilk karşılaşmalarındaki gülümsemesinden en ufak bir iz taşımasa da, oydu işte. 'Hayır'ın anlamını bilmeyen bir çocuğun ısrarcılığıyla şemsiyesinin altına süzülen yalıçapkını, karşısında görmeyi bekleyeceği en son kişiydi. Yine de kendinden emin adımlarla ilerledi odada, ta ki adam varlığını hissedip dönene kadar. Gözlerinin birbirine değdiği an kadının ilk farkına vardığı, derin bir keder oldu, hemen ardından keder yerini şaşkınlığa bıraktı. Onun peşini de ilk karşılaşmalarındaki gibi bir tebessüm izledi. Ama Berrin bir an dahi olsa o gözlerdeki acıyı yakalamıştı, artık adamın o boş vermiş gülücüğü onu kandıramayacaktı.

"Dünya küçük..."

İlk konuşan Serdar olmuştu. Engel olamadığı karmakarışık duygularla boğuştuğu odada, rastlamayı umacağı en son kişiyi karşısında bulmuş olsa da, üzerine yapışıp kalan tavırlarından ödün vermeye niyeti yoktu.

"Bilseydim şemsiyenizi de getirirdim," diye ekledi, tıpkı o günkü gibi yaramaz çocuk bakışlarıyla.

Adamın kısacık bir anda duygudan duyguya savruluşunu soğukkanlılığına eşlik eden bir şaşkınlıkla izledi Berrin. Başka zaman olsa bir güzel azarlardı adamı; ama vereceği haber elini kolunu bağlıyordu.

"Gerek yok, sizde kalabilir," dedi. Sesine mesafeli bir ton vermeye çalışmıştı genç kadın. Hâlbuki çatık kaşları en derin mesafeleri koymak için kâfiydi.

"Çok cömertsiniz..."

En kolay bürünebildiği rol, üstüne özenle biçilmiş bir kıyafet gibi taşıdığı boş vermişlikti. Serdar'ın en iyi bildiklerinden, ezber ettiklerindendi. O an, içine düştüğü karmaşayı gizleyebilmesinin tek yolu da yine o role bürünmekti. Üstelik karşısında bulduğu bu kadın, onun için çözülmeyi gerektiren bir bilmeceydi.

Karşı karşıya durdukları o birkaç saniyede kadını incelemekten geri durmadı Serdar. Çatık kaşlarının bile güzelliğinden bir şeyler eksiltmediğini fark edince şaşkınlığına engel olamadı. Böyle bir şey nasıl mümkün olurdu? Bir kadın nasıl her hâliyle bu denli kusursuz görünebilirdi? O kusursuzluğun altında muhakkak bir şey olmalıydı. Kadının özenle gizlediği, açık etmediği, kimselerle paylaşmadığı bir şey muhakkak vardı; adı kadar emindi Serdar.

Ne içinde bulunduğu ortam ne de ruh hâli tüm bunları düşünmesine, irdelemesine mani değildi. Kadını karşısında görüşü dünyanın küçüklüğüne sahiden de inandırmıştı onu. Zira bu kadar genç bir kadını babasının doktoru sıfatıyla karşısında bulacağını kırk yıl düşünse ummazdı.

"Hüseyin Bey'in yakınısınız değil mi, yanılmıyorum," dedi Berrin, sırf konuyu değiştirip adamın dikkatini toplamasını sağlayabilmek için.

"Evet, oğluyum..."

"Bakın, nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum ama... Babanızı kaybettik... Başınız sağ olsun."

Berrin'in kurmayı hiç arzulamadığı cümleler, Serdar'ı hazırlıksız yakalamıştı. O âna dek böyle bir olasılığı aklının ucuna bile getirmemişti genç adam. Babası arayıp hastaneye yatacağını söylediğinde, ameliyat gününü haber aldığında dahi hiç düşünmemişti böyle bir ihtimali. Sırf yerine getirilmesi gereken bir görev gibi gördüğünden oraya gitmişti zira. Babası ameliyattan çıkacak ve Serdar yine ondan mümkün olduğu kadar uzağa gidecekti. Bu kez uzağa gitme kısmını babası üstlenmişti ve Serdar'ı fırtınalı bir deniz gibi ardında bırakmıştı. Geçmişin yadigârı son kâğıttan gemisi de böylelikle alabora olmuş, batmıştı...

Kulakları kelimelerin manasını idrak edince yüzündeki tebessüm silindi evvela. Tüm duygular buldukları kuytulara gizlenip bomboş bıraktılar adamın içini. İçi kadar boştu Berrin'e bakan gözleri...

Yüzüne kilitlenmiş bakışlardaki boşluğun fırtınadan önceki sessizlik olduğunu bilecek kadar tecrübeliydi Berrin. Yine de payına biçileni yapıp elindeki zarfı uzattı Serdar'a. "Babanız size vermemi rica etmişti."

Tek bir kelime etmeden uzanıp aldı kadının elinden zarfı adam. Alır almaz çöküp kaldı biraz evvel kalktığı yatağın üzerine.

Adam zarfı elinden alınca arkasını dönüp odadan çıkmaya niyetlendi Berrin. Tam kapıya vardığında duydu ardından gelen hıçkırığın belirli belirsiz sesini. Hemen çıkıp adamın mahremiyetine saygı göstermesi gerektiğini bilse de kalakaldı olduğu yerde. Aynı sesi bir kez daha duyunca ardında bıraktığı adama çevirdi bakışlarını. Omuzları düşmüş, başı önüne eğik ağlıyordu adam; yüzünü göremese de sarsılan omuzlarından belliydi ağladığı. Akşamın kızıllığı yerini kasvetli bir griye bırakmıştı. Odadaki keder elle tutulacak kadar belirgindi. Ölümün sıkıntısını perçinleyecek bir atmosfere ihtiyaç yoktu hâlbuki...

Tek bir saniye daha düşünmedi Berrin, gidip adamın yanına oturdu. Ne söylerse söylesin anlamsız olacağını bildiğinden açmadı ağzını. Sadece elini uzatıp, yanında sesini bastırmaya çalışarak ağlayan adamın omzuna dokundu.

Yıllar sonra bile o ânı unutamayacaktı Berrin. Serdar'a nasıl âşık olduğunu soranlara bambaşka bir cevap vermiş olsa da, adamın içine sızdığı andı bu. Serdar başını kaldırmış, direkt kadının gözlerine bakmıştı. Berrin'in o gözlerde gördüğü cam gibi bir maviydi... O kırık mavinin içinde feryat eden çocuğu görmüştü. Tek bir bakış en derinine işlemişti. Öyle kimsesizdi ki orada gördüğü çocuk, kendini gördüğünü sanacak kadar tanıdık gelmişti kadına. Annesini kaybetmiş bir çocuğun telaşı, korkusu, korunmasızlığı, ne yapacağını bilmemenin çaresizliği vardı o mavilerde. Aynaya her bakışında gördüğü küçük kızın sahipsizliğiyle aynıydı karşısındakinin sahipsizliği...

Geçmişiyle olan son bağını kaybettiği gün, Berrin'le ortak bir yarayı sahiplenip geleceğe tutunacağını bilemeden ağlıyordu Serdar. Altı yaşından beri ilk kez, bütün birikmişlerine ağlar gibi sarsıla sarsıla; ikinci defa gördüğü yabancı bir kadının omzuna başını gömmüş, geçmişini yıkıyordu gözyaşlarıyla. Sırtına dokunan ürkek ellerin kararsızlığından bihaber, kulaklarına dolan sese tutunmayı yeğliyordu, kaymamak için. Gelecek adam için, 'Geçecek' diyen buğulu bir sesten ibaretti o andan sonra.

'patc鴓L

Hüzün Yağmurları-(Kitap Oldu)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin