"Umurunda olmayabilir ama ona karşı hissettiğin güvenin bir kısmını kız kardeşim yüzünden parçalandı, o bana yeter." dediğinde anlamaz bakışlarımı yemeğimden çekip ona çevirdim. Yüzünde anlamdıramadığım bir sırıtma vardı. "Arzu ondan hamile kalmamış olsa bile ona tam anlamıyla güvene-" cümlesini bitirmesine fırsat vermeden kaşığımı hızla tepsinin üzerine bırakıp sinirle ona bakmaya başladım.

"Kız kardeşinin yarattığı ve ortaya attığı o oyundan sonra, evet ona karşı tam bir güven beslemeye bilirim ama bu ona karşı olan sevgimin azaldığı anlamına gelmez." dediğimde uzun zamandır kendime bile itiraf edemediğim şeyi bir başka birisine itiraf etmem beni biraz afallatmıştı. Demir'e karşı yitirdiğim güvenin geri gelmeme sebebi, içimde bir yerlerin yine bir ihaneti beklemesinden kaynaklanıyordu. Yerimde huzursuzca kıpırdanıp tekrar ona baktığımda o sırıtışın hala yüzünü terk etmediğini, hatta daha sinsi bir hal aldığını fark etmiştim. Doğuş yerinden kalkıp ellerini birkaç kereliğine çırpıp yüzündeki sırıtmayı silme gereği duymadan, "Beril Hanıma odasına kadar eşlik edin lütfen." dediğinde hala bana dikkatle bakıyor oluşu gözlerimden kaçmamıştı. "Onu birkaç günlüğüne evimde ağırlayacağım." dediğinde benim itirazlarımı duymak istemezmiş gibi hızla odayı terk ettiğinde onun bana karşı sergilediği tavrında vücudumun gerildiğini hissettim. Hamileliğimde bu kadar çok yıpranmak bana zarar verdiği gibi bebeğe zarar vermesine rağmen elimde değildi. Demir'in karışmış olduğu -ki inanmak istemediğim- pis işleri yüzünden zarar görüyordum.

Önümdeki tepsiye burnumu kıvırarak bakmam her ne kadar ayıp olsa bile kapalı olan iştahım daha da kapanmıştı. Elimle tepsi hafif öne ittiğimde korumalar odadan dışarı çıkmak için hazırlanmışlardı, sert ve aceleci olmayacak şekilde yerimden kalktım ve beni 'Odama' kadar eşlik etmeye hazırlanmış korumalarla odadan çıkıp onları takip etmeye başladım.

Labirentin içindeymişim gibi bir bir his veren bu ev aşırı derecede büyüktü. Tavanın yerden çok yüksekte olmasından dolayı, boydan boya pencerelerin, evi aydınlatılmasına  anca yetiyordu. En sonunda kalacağım odaya ulaştığımızda kapıyı hızla açarak odaya girdim ve arkamda duran izbandutların suratına kapıyı kapatıp sırtımı kapıya yasladığımda sonunda rahat bir nefes alıp odayı incelemeye başladım. Pudra pembesiyle fuşyanın oluşturduğu uyum benim içimi ferahlatırken odanın solunda bir balkon, sonunda ise banyo olduğunu düşündüğüm bir kapı, kocaman bir gardırop ve boydan boya bir kitaplık vardı. Yavaş adımlarla balkona doğru yürüyüp kapılarını açtığımda serin hava yüzümü yalayıp, derin bir nefes alıp gözlerimi kapatmama neden oldu. Balkonum evin arka kısmında olmalıydı çünkü önümde uçsuz bucaksız bir ormanlık alan vardı. Eğer biraz daha dikkatli dinlersem çok uzakta olmayan suyun hışırtısını duyar gibiydim, buda benim Antalya'nın hangi kesiminde olduğuma dair birkaç seçenek sunuyordu. Tabii eğer başka bir şehirde değilsem.

Üzerimde sadece hastane geceliğinden başka bir şey olmadığı için tenimi okşayan serin hava belli bir süre sonra beni üşütmeye başlamıştı. Hızla balkondan çıkıp üzerime giyebileceğim bir şeylerin olup olmayacağına bakmak için gardırobu karıştırmaya karar verdim. Dolabın kapağını açmamla her çeşit markanın ve her çeşit renk kıyafetle karşılaştım. Elimle üzerilerinden geçerken kararsız kalmıştım. Gözüme kestirdiğim boru paça gri bir eşofmanla bordo bir balıkçı yaka tişörtle hızla üzerimi değiştirip kendimi yatağın üzerine bırakıp kollarımla karnımın etrafını sardım. İçimde olan hareketlenmeleri hissederken yüzümde oluşan tebessüm, Demir'in yokluğunun farkına varmamla hemen soldu. Onun güven kokan çam kokusu ve beni sevgiyle saran kollarını özlemiştim. Onun sesini duymayı özlemiştim, neredeyse bir gündür belkide daha fazla zamandır onu görmüyor, duymuyordum. Sahi bugün günlerden neydi ve nasıl olur da beni Demir'in gözetimi altındayken kaçıra bildiler, aklım almıyordu.

Üvey KardeşimWhere stories live. Discover now