"Burası çok güzel." dedim büyülenmiş gibi. Gibisi fazlaydı. Çünkü gerçekten büyülenmiştim. Baran'a baktığımda kapının pervazına yaslanmış bir halde beni izlediğini gördüm. Heyecanladığımı hissederek bakışlarımı kaçırdım. Yatağın sağ tarafında, yerde üst üste dizilmiş plakları görünce dayanamayıp tekrar ona baktım.

"Ne yani plak koleksiyonun mu var?"
"Ne yani, olamaz mı?" dedi alayla.
Gözlerimi devirip giysi dolabının yan tarafındaki ahşap masaya ilerledim. Kapağı tam kapanmamış bir kutu ve bir sürü boş kağıt vardı.

"Sevgilim gizli bir devlet çalışanı mı? Bu kadar zarf ve kağıtla ne yapacaksın?" dedim gülerek.
Yanıma gelip kutuyu kapattı ve işaret parmağıyla burnuma vurdu.

"Kim bilir, belki de öyleyim." Sessizce gülümseyip gözlerimi masaya diktim. O da benden farksız bir şekilde sessizliğe gömüldü. Az önceki halimizden eser yoktu. Sürekli böyle değil miydik zaten? Bir yakın, bir uzak. Bir iyi, bir kötü... Anlayamadığım şey de tam olarak buydu. Birbirimizi bu kadar seviyorken neden hep bir yanımız güzdü? Geçmiş bizi çok mu yormuştu? Yoksa yaşayamadığımız çocukluğun hüznü şimdi mi gün yüzüne çıkıyordu? Neden çok sevmek tüm sorunları çözmüyordu?
Kalbimin cevaplayamadığı soruyu mantığım devraldı ve kalbimin yerine cevapladı.
"Çok sevmek tüm sorunları çözmüyordu çünkü o da başlı başına bir sorundu."

Derin bir nefes alıp "Sence de konuşmamız gerekmiyor mu?" diye mırıldandım. Kafasını ağır ağır salladıktan sonra yavaş adımlarla odadan çıktı, ben de peşinden.

Oturma odasındaki üçlü kanepede yan yana otururken söze nasıl başlamam gerektiğini düşünüyordum. Ne diyeceğime dair hiçbir fikrim yoktu. Ortada yanlış giden bir şeyler vardı evet ama bu yanlışın ne olduğunu bilmiyordum. Ben bunları düşünürken Baran kafasını dizlerime koyup yüzüme bakmaya başladı.
Kısa bir sessizliğin sonunda yutkundu. Kısık bir sesle "Pişman mısın?" diye sordu.

"Ne için?" Sesim beklediğimden daha güçsüz çıkmıştı. Kehribar saçlım bir elini saçlarının arasından geçirip sesli bir nefes verdi. Bu görüntü kalbimin hızlanmasına neden oldu. Bir elimi saçlarına götürüp okşamaya başladım.
"O gece için pişman mısın?" diye sorduğunda saçlarındaki elim istemsizce duraksamıştı. Ben sessiz kalınca konuşmaya devam etti.
"Sana yaşattıklarım için pişman mısın? Beni sevdiğin için pişman mısın?"

Onu susturmak için boşta duran elimin parmaklarını dudaklarına bastırdım. Nasıl böyle şeyler söyleyebiliyordu? Onun için her şeyi yapabileceğimi görmüyor muydu? Sevgimi hissettiremiyor muydum?

"Seni sevdiğim için pişman değilim. Seninle yaşadığım hiçbir şeyden pişmanlık duymuyorum. Böyle şeyler söyleyip beni üzmesene."
Sesim sonlara doğru alçalmıştı. Hala dudaklarında duran parmaklarımı tek tek öpüp elimi kalbinin üstüne koydu. Cevabım onu mutlu etmişti. Gülerek saçlarını dağıttım.

"Bak, o geceden sonra uzaklaştığımızın farkındayım. Ama bunun sebebi pişmanlık değil. Sadece benim için bir ilkti ve utandım. Nasıl davranmam gerektiğini bilemedim, üzgünüm." Kalbinin üstünde duran elimi okşayıp "Üzgün olma." diye fısıldadı. "Seni incittiğimi düşündüm ve bu yüzden ben de nasıl davranmam gerektiğini bilemedim."
Kafamı hızla iki yana salladım. "Beni incitmedin."

"O zaman iyiyiz." dedi sorar gibi.
"Evet, iyiyiz." dedim. Ufak bir tebessümle karşılık verdiğinde duvardaki saate baktım. Çok geç olmuştu ve artık uyumalıydık. Baran da kafasını çevirip saate baktı. Dizimdeki ağırlık yok olurken ayağa kalkan Baran'la birlikte ben de ayaklandım. Odasına doğru yürürken peşinden gidip gitmemek konusunda kararsızdım. Yine de içimden geçeni yapıp odasına girdim. Giysi dolabından siyah bir pijama takımı çıkarıp bana uzattığında minnettar olduğumu anlamasını umarak gülümsedim. Kendi için de iki parça kıyafet çıkardı.

SİYAHIMWhere stories live. Discover now